Trasnlation Project
Trasnlation Project
Project Advisor
Ankara, 2025
                                                                1
Table of Contents
Abstract......................................................................................................................5
Chapter 2: The Scope and Purpose of the Project, Translation, and Commentary....8
3. Conclusion...........................................................................................................87
4. Glossary...............................................................................................................89
5. References............................................................................................................89
                                                                                                                           2
Chapter 1: General Overview
Chapter 2: The Scope and Purpose of the Project, Translation, and Commentary
3- Are there any semantic or cultural losses in the translation of the Happy Prince, The
   Three Billy Goats Gruff and Jack and the Bean stalk, if any how did the translator
   resolve that?
The framework of this translation is depending on venuti’s and Davies’ approaches and
Hastürkoğlu, G. (2020). Translating culture in children’s literature: A case study on the
Turkish translation of Letters from Father Christmas which is an article investigates
similar purpose. We can summarize Venuti’s translation approach as two steps taken to
translate a source text. First, domestication, which according to Venuti, is a strategy
where a translator adapts the source text to align it more closely with the cultural norms,
language, and expectations of the target Culture. Secondly, Foreignization means a
translation strategy that emphasizes the differences between the source culture and the
target culture. Rather than adapting the source text to fully fit the cultural context of the
target Culture, it seeks to retain the original features, linguistic characteristics, and
cultural nuances of the source text. According to Davies’ approach which advocated the
seven procedures of translating CSI, they are preservation, addition, omission,
globalization, localization, transformation and creation (Davies, 2003)
                                                                                         5
2.3. Source Text
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde... develer tellal
iken, pireler berber iken, horozlar imam iken, babam kaşıkta, annem beşikte iken, sisli dağların
eteğinde küçük bir çiftlikte Cem adındaki bir genç annesiyle beraber yaşarmış. Cem ve annesi
okadar fakirlermiş ki, tek gelir kaynakları Besi adındaki inekmiş. Bir sabah Cem’in annesi onu
erkenden uyandırmaya gelmiş. Dışarısı hala kap karanlıktı ve annesi ağlıyordu.
“Cem, uyan! Bu gün markete gidip ve ineğimiz besiyi satar mısın?”
“İyide ama neden?” diye sorar Cem esnerken.
“Evimizi tamir edebilmemiz için paraya ihtiyacımız var. pencere camlarımız kırık. Allah aşkına bir
ön kapımız bile yok! Kış kapıya dayandı, eğer evimizi tamir edemezsek soğuk bizi öldürür.”
Cem eşyalarını apar topar toplar ve besiyi çiftikten alır.
Yavaş yavaş uzaklaşırken annesi’nin “besi en az beş altın sikke eder! Sakın onu daha azına satma!”
Cem markete olan yolunu yarılamıştı, orada yaşlı bir adamla tanışıverir.
“Hayırlı sabahlar oğlum! Bu gün nerelere gidiyorsun öyle” der yaşlı adam.
“Günaydın amca, besi isimli ineğimi markete satmaya götürüyorum ” diye yanıt verir Cem
 “O çok güzel bir inekmiş, besi’yi satın almak istiyorum ve sana harika bir teklifim var!”
“Ne kadar vereceksin Amca? Beş altın sikkeden aza vermem amma!”
“Beş altın sikkem yok amma” diye fısıldadı yaşlı adam ve “Ama bu büyülü 5 kara fasulyem var!
Bunlar beş altın sikkeden çok daha değerli, eğen onları alırsan dünyadaki en zengin adam
olucaksın”diye devam eder.
Cem annesini düşünmeye başlamıştı, onun zengin olursak ne kadar mutlu olucağından. O parayla
tavanı, pencere camlarını ve ön kapıyıda tamir edebilirdik. Hatta ve hatta yeni bir inek alabilirdik.
“Pekala, anlaştık bana fasulyeleri verir misin?” dedi Cem.
Cem çok heycanlıydı eve koşarak geri dönüp annesine fasulyeleri gösterdiğinde, annesi mutlu değil
aksine sinirden deliye dönmüştü.
“Seni saftirik çocuk! İneğimizi bir avuç dolusu fasulye ile mi takas ettin?!”
fasulyeleri alıp dışarı atar ve ardından ateşin yanında oturarak ağlamaya başlar.
Cem hayal kırıklığına uğramıştı. Kendini çok saftirik görüp odasına kapanmıştı. Artık inekleri yok
ve şimdi olduklarından daha fakir olmuşlardı. Ne felâket ama! Ve hepsi onun suçuydu.
Etresi sabah Cem perdeleri açar açmaz çok garip bir manzara ile karşılaştı. Annesin fasulyeleri
tamda fırlattığı yerde yerden bulutlara doğru uzanan kocaman yeşil bir fasulye sarığı öylece
duruyordu.
“Fasulyeler Gerçektende sihirliymiş!” diye fısıldadı Cem “Yaşlı adam yalan söylememiş!”
Cem’in annesi hala uyuyordu bu yüzden Cem fasulye sarığına tırmanıp yaşlı admaın bahsettiği
zenginlikleri keşfetmeye karar verir.
“Sadece beş altın sikkecik, annemi mutlu etmek için ihtiyacım olan tek şey bu” diye geçirdi içinden.
Cem bulutlara doğru yol almaya devam etti. Zirveye ulaştığında ise çok acıkmıştı görünürde bir kale
gördü ve “Belki bu kalede yiyecek bişeyler bulurum...” diye içinden geçirdi. Cem kalenin kapısına
gelip kapıyı iki kez tık tık! tıklatır. Kapıyı hanımefendi bir dev açar, her ne kadar bir ev kadar büyük
olsada iç ısıtan bir gülümsemesi ve nazik bir bakışı vardı.
“Affedersin Dev abla, çok açımda bana yiyecek bişeyler verebilir misin?” dedi Cem.
“Yaa zavallığı çcouğum ! Tabikide gel! içeri buyur!” der dev hanımefendi Cemin ne kadar zayıf
olduğunu gördükten sonra.
Nazik Dev hanımefendi Cem’e bir tas sebze yahnisi verdi. Cem okadar çok tadını beğendiki masanın
sallanmaya başladığının farkına bile varmadı.
BAM! BAM! BAM! Gürültülü ayak sesleri koridor boyunca yankılanmaya başlamıştı.
“Ay canım!” diye fısıldadı dev hanımefendi.
 “Kocam işten gelmiş! o insanlardan nefret eder! hadi çabuk! saklan!”
Cem hemen kilere saklanıverir.
Dev adam mutfaktan içeri adım atarak havayı koklar ve
                                                                                                    6
“ÇUFF ÇUF ÇUFFFF!... Selamün aleyküm benim güzel karıcığım! Oda ne! insan kokusu mu
alıyorum? NEREDE O?”
“Aleyküm selam canım kocacığım, burda kimsecikler yok. Sadece yahni kokusu var okadar.” Diye
karşılık verir dev hanımefendi.
“iyi bari, insanlardan nefret ederim” diye mırıldanarak mutfaktaki masaya otudu dev adam.
Dev adam cebinden bir altın sikke torbası çıkararak, bir.. iki.. üç.. dört.. beş.. altın sikkecik diye
sayar.
Cem kilerin içinden izleyerek “AHA ! işte bu! Beş altın sikke bunlarla evimizi tamir edebilirim! ”
İki dev odayı terk eder etmez Cem beş altın sikkeyi çalıp çantasına koyuverir.
“İhtiyacım olan herşey burda”
Ama aniden Cemin aklına artık inekleri olmadığı gelir ve bir inek olmadan açıklıktan ölecekleri
geldi. Bu yüzden başka zenginliklerin peşine düştü.
Devlerin peşine takılarak oturma odasındaki koltukların altında saklandı. O sırada dev adamın
bardaklık yerinden altın renginde bir tavuk çıkarıverir ve “selamün aleyküm benim güzel tavuğum
yumurtlar mısın lütfen” diyerek tavuğun altın yumurta yumurtlamasını sağlar.
Cem olanları koltuk altından izlerken “Altın yumurtlayan tavuk mu? Eğer ona sahip olabilirsem
değil bir elli inek satın alabiliriz!” diye fısıldar.
Dev adam odayı terk eder etmez Cem koltuğun altından emekleyerek çıkar ve bardaklık yerine gider
ve tavuğu çantasına koyuverir.
“ihtiyacım olan herşey burda” diye düşündü Cem ama aniden aklına yaşlı adamın dünyadaki en
zengin insanı olma hakkındaki sözleri gelir ve elde edebileceği diğer zenginlikeri görmek için
kalmaya karar verir.
Dev adamı yatak oadasına kadar takip edip yatağının altına saklanır. Orada odanın kenarında duran
altın arp vardı. “Vay canına! Sihirli bir arp, bu beni hem zengin hemde ünlü yapabilirdi”
Dev adam uyuyakaldığında Cem yatak aldından emekleyerek çıkar ve sihirli arpı alıp çantasına
koyar ama bu sefer okadar şanslı değildi. Sihirli arp “Sahip! Bana yardım et! Bir insan beni
kaçırmaya çalışıyor!”
Ardından dev adam uyanır ve Cem’i Sihirli arp’ı, altın tavuğu ve sikkeleri ile görür
“HIRSIZ DURR!” diyerek Cem’in peşine düşer. Kovalamaca yatak odasından başlar koridordan
mutfağa mutfaktan bahçeye devam eder. Ama Cem devden daha küçük ve hızlıydı çabucak fasulye
sarığına gitmiş ve aşağı doğru çaldıkları ile beraber inmişti.
Dev adam fasulye sarığına ulaştığında yükseklik korkusu olduğundan aşağı yavaşca iner.
Cem dev’in geldiğini görür görmez eve girip eline bir balta alır ve fasulye sarığını TIRR! TIRR!
TIRR! diye kesmeye başlar. Aniden fasulye sarığı ikiye bölünerek devi yükseklerden aşağı doğru
sisli dağların öbür tarafına düşürür.
Bir anlığına etrafa sesizlik çökmüştü, aniden Cem uzaktan bir ses duymaya başladı.
“HAAAAAAAAAyııııııııRRRRRR!”
Ses dev’den geliyormuş meğerki uzaklara düşmüş yukarıdaki kalesine çıkamanın bir yolu
kalmamıştı. Dev adam okadar şiddetli bağırmıştıki gökyüzü şoke olup griye dönmüşlerdi. Ardından
göklerde bi yerde dev hanımefendi ağlamaya başlamıştı. Gözyaşları damlacıklar halinde
gökyüzünden yere düşüp yeri ıslatıyordu.
Gel zaman git zaman Cem ve annesi çok rahat bir hayat yaşamaya başlamışlardı. Altın tavuk Cem’i
milyoner, Sihirli arp ise onu ünlü yapmıştı. Cem zengin ünlü bir kadın ile evlenerek 10 tane
çocukları oldu. Ama Cem hiç bir zaman gerçek anlamda mutlu olamamıştı. Rüzgar ne zamman
eserse dev adamın eşine seslenişini duyuyor , yağmur ne zaman yağırsa Devhanımefendi’nin
gözyaşlarının üstüne düştüğünü hissediyordu.
Cem üzgün ve suçlu hissediyordu. Birgün Cem artık çok yaşlıyken dahada fazla üzgün kalmaya
dayanamıyordu. Şömine rafındaki kutuyu açıp buruş buruş olmuş son fasulyeyi çıkardı. Eğer dev
adamı bulabilirse ondan aç gözlülüğünden dolayı özür dileyebilir başka bir fasulye sarığı çıkarabilir
ve devin kalesine dönmesini sağlayabilirdi.
Cem eşyalarını toplayıp Sisli Dağlara doğru yol aldı. Dev adamı bulabildi mi? Son fasulye ile
fasulye sarığını çıkarabildi mi? Bilinmez.
Ama efsaneler diyorki eğer fırtınalı bir günde dikkatlice kulak verirseniz, bulutların üstünde dans
eden iki dev’in gürüldeyen ayak seslerini duyabilirsiniz.
                                                                                                  7
Safiye ve Cüce
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde... develer tellal
iken, pireler berber iken, horozlar imam iken, babam kaşıkta, annem beşikte iken, Zengib mi zengin
bir şapkacı varmış. Çok ama çok yalan söylermiş, ona rağmen herkes onun zengin olduğunu bildiği
için çok önemsemezmiş. Herkes “o sadece bir şaka” diyerek gülermiş. Zengin şapkacı Balolara diğer
zengin isnanların yanına gitmeye bayılırmış. Oradaki bütün zengin insanlar birbirine yalan söyler
dururmuş.
“Kocam üç kilometre mesafeden bir hindi avladı”dedi zengin bir hanımefendi
 “Oğlum okadar zeki ki öğretmenlerine öğretmenlik yapıyor” dedi diğer zengin bir beyefendi
“Kedim okadar zeki ki tıpkı bir köpek gibi sopa getiriyor” dedi bir diğer zengin hanımefendi
Zengin şapkacı bu sohbete katılabilmek için şimdiye kadar ki en büyük yalanını söyler ve “benim
kızım bir harikadır, sıradan bir samanı bile altına çevirebilir” der.
Bütün zenginler kafa sallayıp gülümseyerek “valla mı? Maşallah” diye yanıt verirler.
Aniden odan’ın gerilerinde bir ses yükseldi “ O sıradan Samanı altına çevirebilir mi” bunu söyleyen
kraldı. kral Şapkacıya doğru ilerlerken herkes kralın huzurunda eğilip şaşkın kalmak ile yetindi. “
Sen onun sıradan samanı altına çevire bildiğini mi söylüyorsun” “aslında... demek istediğim şey...
evet...” diye kekeledi Şapkacı.
“Onu bana getirin” diye emir verdi kral odanın dışına hışımla çıkıp giderken. “Aman Allah’ım şimdi
ne yapacağım” diye içinden geçirdi şapkacısı.
Ertesi gün Şapkacı kızı safiye‘yi saraydaki küçük bir odaya getirdi. safiye‘nin kafası çok karışmıştı
“baba neden buradayım? neler oluyor?” diye soruyordu. kral “baban bir yalancı geçen gece senin
sıradan samanı altına çevirebileceğini iddia ediyordu, ben bunun yalan olduğunu düşünüyorum ve
yalancılarlardan çok nefret ederim” safiye babasına bakiverdi ama babası utançtan kendi ayaklarına
bakıyordu. “Burada bir balya saman var” dedi kral “lütfen onu altına çevir, bunu yapman için bir
gününvar”
Safiye bu sözlerden dolayı şaşırıvermişti. “Ha bir de eğer bunu yapamazsan babanı timsahlarıma
yediriyor olacağım yalancılarlardan nefret ediyorum çünkü” diye ekledi kral. Herkes odadan çıktı ve
safiye tek başına kalmıştı. “Aman Allah’ım şimdi ne yapacağım” diye düşündü. Gece oldu ve safiye
artık sinirli hissediyordu. “Ne kadar saçma” diye söylendi ‘ama ben sıradan samanı altına
döndüremem ki bu imkansız” bunu der demez “hi hi hi bana ne vereceksin? ”diye küçük garip bir
gülme sesi duydu Aniden odanın kenarında kahverengi kıvırcık saçlı,siyah şapkalı ve kırmızı sivri
ayakkabılı bir cüce belirmişti.
“Yardıma mı ihtiyacın var canım?” diye sorar cüce.
“Bu saman balyasını altına çeviremem lazım” diye iç çekti safiye. “Bu çok saçma bu imkansız”
“Öyle mi hayır bu hiç de imkansız değil” senin için yapabilirim” dedi küçük adam.
“Evet lütfen bana yardım et” diye yalvardı safiye.
Küçük adam cebinden iki tane örgü şişi çıkararak elbiseleri örmeye başlamıştı. saman şişlerden geçer
geçmez çok güzel görünümlü altın ipliklere dönüşüyordu.
Şişlerin yardımıyla altın eşarplar, şapkalar ve çoraplar örmüştü ve kısa bir süre içinde saman yerde
elbiselerden oluşan altın yığnına dönüşüvermişti.
“Evet şimdi bana ne vereceksin?” diye sordu küçük adam.
“Elmas kolyemi” diye yanıtladı safiye. “Harika bu elmas kolyeyi istiyorum” dedi küçük adam.
Safiye ona kolyeyi verir vermez “hi hi hi hi hiy” diyerek ortalıktan kayboldu. Ertesi sabah kral odaya
döndüğünde ve kapıyı açtığında gözlerine inanamamıştı.
“Bu bir tür şaka mı? bunu nasıl yapabildin” diye söylendi kral
Safiye’nin babası araya girerek “sana demiştim benim kızım bir harika annesinin aynı-”
“Yalan söylemeyi bırak diye bağırıp, safiye benimle gelir misin?” diye yanıtlar kral. safiye’yi başka
bir odaya götürüp “odanın içinde on adet saman balyası bulunuyor, Eğer bir kere yapabildiysen o
zaman bir daha yapabilirsin bu senin için kolay olmalı sabaha kadar bunları bitirmen gerek, Bu sefer
kapıyı kilitleceğim”. Der kral. herkes odayı terk eder ve kral kapıyı kitler. Safiye kendi başına kalır
ve Aman allah aşkına diye söylenir.
Ama bu sefer safiye ne yapacağını biliyordu. Perdelerin, rafların üstünü, altını ve bütün odayı didik
didik aramaya başladı.
“Küçük adam? küçük adam? burada mısın?” Hemen bunu söyledikten sonra “hihihii hiii bana ne
vereceksin?” diyerek odanın köşesinden belirir küçük cüce. Bir daha küçük cüce cebinden çıkardığı
iki örgü şişi ile samanı örmeye başlar. Cüce altın kazaklar, eldivenler ve pantolonlar Örer. Kısa bir
                                                                                                   8
süre sonra yine samandan eser kalmamış ve onun yerine yerde altın elbiselerden oluşan bir yığın
oluşur. Şimdi bana ne vereceksin? diye sorar küçük cüce
 “Bu Yakut yüzük olur mu?” diye önerdi safiye
“ Harika bu Yakut yüzüğüye ihtiyacım var” der
 safiye ona yüzü verir vermez “hi hi hi hi” diyerek ortalıktan kaybolur.
Ertesi gün kral kapıyı açar açmaz gözlerine inanmadı “BUNU NASIL YAPABİLDİN?” diye bağırdı
“BANA HEMEN SÖYLE!”
Safiye çekingen bir tavırla “Geçen kış kendi kendime örgü örmeyi öğrettim”
Kral Safiye’yi kaledeki başka bir odaya alır bu oda tamamen Balyalarıyla dolup taşıyordu.
“Burada 100 adet saman balyası mevcut ve kapının dışında duran on gardiyan var” dedi kral “bu
sefer sana kimse yardımcı olamayacak inşallah yalan söylemiyorsundur çünkü bütün yalancılar
timsahlarıma yem olacak”
Yine herkes gitmiş safiye tek başına kalmıştı ve kapının dışında on gardiyan vardı.
Safiye yine ne yapacağını biliyordu . Perdelerin, rafların üstünü, altını ve bütün odayı didik didik
aramaya başladı.
“Küçük adam? küçük adam? burada mısın?”
Ama küçük cüce burada değildi. Safiye yere çökerek ağlamaya başladı ve kısa bir süre sonra uykuya
dalıverir. uyandığın da ise gözlerine inanamadı bütün saman balyaları yok olmuş yerlerine altın
elbiselerden oluşan kocaman bir yığın vardı.
Küçük cüce bu yığının tamda üzerinde oturuyordu.
“Ya çok teşekkür ederim diye” bağırdı safiye “Tamda timsah yemi olacağımdan emindim” der.
Küçük cüce gülümseyerek “şimdi bana ne vereceksin?” diye sordu.
“Bu safir bilekliği” diye yanıtladı safiye.
“hayır benim bir bilekliğe ihtiyacım yok” dedi küçük cüce.
 “bu gümüş küpelere ne dersin” dedi safiye.
 “hayır küpe takmıyorum” dedi cüce adam.
Safiye sinirlenerek “sana başka verecek bir şeyim yok ki!” dedi.
Küçük cüce “ne istediğimi biliyorum dedi ileride bir çocuğun olursa onu bana vereceksin” dedi.
“NEY?ASLA” diye bağırdı safiye
“Yoksa krala yalancı olduğunu söyleyecem”dedi küçük cüce.
Safiyenin küçük cücenin teklifini kabul etmekten başka bir şansı yoktu
Kral geri döndüğünde dehşete kapılmıştı karşısında yerden tavana kadar uzanan kocaman altın
elbiselerden oluşan bir yığın vardı.
  “sen gerçekten de dedikleri kadar harikasın gitmekte özgürsün ama bir gün bana bunu nasıl
yaptığını öğretebilirsin” dedi safiyeye.
 safiye kabul Edip saraydan çıkabildiği ilk anda çıkmıştı.
Gel zaman git zaman safiye akıllı ve başarılı bir kadın olmuş, nazik bir adamla evlenmiş, iki erkek
çocuğu vardı.
Bir sabah safiye oğluyla bahçede oynarken garip bir gülme sesi duyar.
“Hihihihihi bana ne vereceksin?” diyerek bir çalının arkasından çıkıverdi küçük adam
“Hayır onu alamazsın” diye bağırdı safiye bebeğin göğsüne doğru bastırarak ağlamaya başladı.
“Anlaşmamız var canım dedi küçük adam ama sana başka bir teklifim var benim ismimi doğru
tahmin edebilirsen oğlun sende de kalabilir bunu yapmak için üç günüm var anlaştık mı”
Safiye bağırarak “anlaştık” der.
Ertesi gün küçük cüce geri dönmüş ve Safiye bildiği bütün isimleri saymaya başladı.
İsmin Timur mu?
Hayır
Can mı?
Hayır
Kerim mi ?
Hayır
Ertesi gece daha az bilindik isimleri tahmin etmeye başladı
Abdurrezzak mı ?
Hayır
Fahrettin mi?
Hayır
                                                                                                9
Abdulvahap mı?
Hayır
Üçüncü günde safiye endişelenmeye başlamıştı ve ormana başını yıkamak için yola koyulmuştu. saat
geç olmaya başlamıştı.
“Ayakları Norveçlilerinkine benziyor belki de ismi buhrandır... ama burnu Avusturyalıların ki gibi
kırmızı belki de safadır... ama şapkası da çok Türk gibi duruyor belki de ismi Mustafa...” Diye
düşünürken ormanın derinlemesine girmeye başlamış tomrukların ve taşların üzerinden Zıplıyordu.
köşeden döner dönmez orada küçücük bir ev gördüğünde çok şaşırmıştı. Oracıkta bir kadın
sundurmada oturmuş şarkı söylerken bebek kıyafeti örüyordu. boynunda safiye’nin kolyesi
parmağında yüzüğü vardı. “Rahmi! Rahmi! canım kocacığım” diye bağırdı kadın “Buraya gelebilir
misin? örgüde yardımına ihtiyacım var” ve tahmin ettiğiniz gibi kapıda o küçük cüce vardı. safiye
bunu görür görmez Çalıları’ın arasına saklanıverdi “Ne kadar şanslıyım!” diye düşünmeye başlamıştı
ve hemencecik eve koşmaya başladı.
O gece küçük cüce safiye‘yi görmek için gelmişti çok da mutlu gözüküyordu “vakit bu vakittir
canım adımı biliyor musun?”
Ruhban mı
Hayır
Rasim mi
Hayır
Rahmi mi
Bunu duyar duymaz küçük küçük cüce’nin yüzü sinirle birlikte kıpkırmızı olmuştu.
“AAAAAAAAAAAAAA” diye bağırarak ayaklarını yere vurmaya başlamıştı ismimi nasıl bildin ?!
ismimi nasıl bildin?! ardından durdu ve ağlamaya başladı Safiye’ye bakarak senin çocuğunu çok
sevebilirdik diye fısıldadı küçük adam, gözyaşlarını cebinden çıkardığı sarı mendille silererek
ortalıktan kayboldu.
Bu olanlardan sonra safiye ve ailesi tıpkı masallardaki gibi mutlu bir şekilde yaşamaya devam
etmişlerdi.
Peki ya küçük adama ne mi oldu?
İnsanlar büyük yalan söylediklerinde dikkatli bir şekilde bakarsanız onu görebilirsiniz çünkü büyük
Yalanların büyük bedelleri olur.
Rahmi buralarda bir yerde hep olacak ya masanın altında ya da bardaklığın üstünde, iyi bir anlaşma
yapabilmek için dört gözle bekliyor olacak.
                                             Neşeli Prens
Şehrin yukarlarında Neşeli prensin heykeli duruyordu. İnce altın bir kaplamayla kaplıydı. Gözleri iki
mavi safir. Kılıcında büyük kırmızı bir yakut vardı. Herkes tarafından çok seviliyordu. “Neşeli
Prense bak!” dedi bir anne hüngür hüngür ağlayan oğluna. “Neşeli Prens asla ağlamaz onun gibi
olmak istemiyor musun?” “En azından bu kasabada birileri Mutlu” diye mırıldanıyor huysuz adam
heykeli düşünürken. “Tıpkı bır meleğe benziyor” dıyor yetimhanedeki çocuklar. Bir gece, Küçük bir
kırlangıç şehin üzerinde uçar. O yapayalnızdıö bütün arkadaşları mısıra uçup gitmiştiç. Kırlangıç
geride kalmıştı çünkü o en güzel kamışa aşık ollmuştu. Kamış uzun boylu,inceydi ve rüzgarda
zerafetle hareket ediyordu. Diğer kırlangıçlar bu aşk ile alay ediyordu.
“Bu çok saçma” dediler.
“kamışın hiç parası yok”
“seninde sabit bir işin” Zaman geçmiş kış gelmiş diğer kırlangıçlar mısıra uçmuştu, Minik kırlangıç
ise bu aşktan yorulmaya başlamıştı.
“Yani evet o çok güzel. Ama seyahat etmeyi sever mi?” diye merak eder
“tabikide benim müstakbel eşim seyahat etmeyi seviyor olmalı”
Böylece.. kamışa sorar “Benimle mısır’a gelir misin? çok eğlenceli olucak ! sana piramitleri
                                                                                        10
göstereceğim! ” ama kamış başını salladı.
“Pekâlâ yalnız gideceğim” diye cevap verdi kırlangıç. “Güle Güle” deyip ve şehre doğru uçuverir.
Hava karardıktan sonra şehre varır. Neşeli prensin heykelini görür ve “İşte! oracıkta uyuyacağım!
Manzara muhteşem olucak!” Kırlangıç Neşeli Prensin ayaklarının ucunda konar ve kendi etrafında
dönerek “Harika! Altın kaplamalı bir yatak odam oldu” der. Tamda uykuya dalıverecekken -ŞIP! –
kafasına bir su damlası düşüverir. “Ne? yağmur mu yağıyor?” diye merak eder. “Çok tuhaf… hiç
bulut göremiyorum ”
Ardından... ŞIP! ... üzerine bir damla daha düşer.
“Berbat heykel” diye mırıldanır. “Beni yağmurdan bile koruyamıyor! belki de onun yerine güzel bir
baca bulmalıyım...”
Ama hemen ardından... ŞIP! ... başka bir damla daha üzerine düşer. Kırglangıç yukarı bakar ve ne
görsün?
Neşeli Prensin gözleri yaşlarla dolup taşıyor. Altın kaplamalı yanaklarından aşağı akıp gidiyor. Ay
ışığı altında yüzü çok üzgün görünüyordu. Minik kırlangıç Neşeli prense acır ve
Heykele “sende kim oluyorsun?” diye sorar.
“Ben Neşeli Prensim” diye yanıtlar heykel.
“O halde... neden ağlıyorsun?” diye sorar kırlangıç.
“ Sırılsıklam oldum.” diye cevap verir heykel.
“Hmm biliyor musun? Ben hayattayken ve gerçek bir kalbim varken hiç ağlamazdım.” Diye yanıt
verir heykel “Almanyadaki Sans-Souci sarayında yaşardım orada sadece mutluluk var. Hergece
Koca salonda dans eder, gün içinde ise arkadaşlarımla bahçede oynardım.
Bahçeyi kucaklayan kocaman bir duvar vardı, ama ben hiç öbür tarafta ne var diye merak etmezdim.
Neden edeyim ki? Etrafımdaki herşey çok güzeldi...
... Ben hayattayken herkes bana ‘Neşeli Prens’ diye seslenirdi. Ve evet eğer keyif ve mutluluk aynı
şeyse ben çok mutluydum.rkinlikleri görebiliyorum.
Ama daha sonrasında ben öldüm, ve beni buraya yerleştirdiler. Artık şehrimdeki bütün üzüntü ve
çirkinlikleri görebiliyorum. Kalbim kuruşndan oluşmasına rağmen ağlamalarımı durduramıyorum.”
“Ne? Kurşundan oluşan kalp mi? Tamamen altın kaplamadan oluştuğunu sanıyordum” diye içinden
geçirir kırlangıç. Ama bunu yüksek sesle söylemeyecek kadar kibardı.
Heykel “uzaklarda” diye devam eder. “Buradan uzaklarda, Küçük bir sokak mevcut. O sokaktada
Küçük bir ev var. Açık olan penceden masada outran bir kadın görüyorum. Yüzü yorgun ve endişeli
elleri ise kırmızı ve nasır tutmuştu. O bir terziydi, ve varlıklı bir kadın için bir elbise dikiyordu.
Küçük oğlu ateşi olur yatakta uzanıyordu. Oğlunun canı portakal çekiyordu ama alacak paraları
yoktu. Verebilceği tek şey nehirden getirdiği suydu, bu yüzden çocuk durmadan ağlıyordu. Minik
kırlangıç kılıcımda bir yakut var, lütfen onu al ve annesine götü. Benim gibi bir heykel bunu
yapamaz. ” “Üzgünüm, bunu yapamam” der kırlangıç. “Mısıra uçmam gerek. Arkadaşlarım beni
orda bekliyor. Onlar nil nehri boyunca uçup nilüfer çiçekleri ile konuşacaklardı. Onlar muhteşem
kralın mezarında uyuyacaklardı. Benimde orda olmam gerek! ”
                                                                                                  11
“Minik kırlangıç, bir gecelik elçim olur musun lütfen?. Küçük çocuk susuz ve anneside çok üzgün.”
“Ama ben küçük çocuklardan nefret ediyorum, küçük çocuklar bana herzaman taş atıyor. Tabi ki
bana ulaşamıyorlar. Ama kimin umrunda, bu çok kaba” der kırlangıç.
Ama küçük prens üzgün görünündüğünden kırlangıç kendisini suçlu hisseder ve “Burasi çok soğuk
ama bir gece kalıp sana yardım edeceğim” Der.
“Teşekkür ederim minik kırlangıç,” der Prens. Böylece kırlangıç yakutu Prens’in kılıcından çıkartır
ve onu gagasında tutarak şehrin çıtaları üzerinde uçar.
Beyaz mermerden yapılmış melekleriyle katedralin üzerinden uçar.
Nehrin üzerinden uçarken teknelerin direklerinden sarkan fenerleri görür.
Pazarın üzerinden uçarken satıcının “Gel vatandaş gel! güzelim portakallara gel!” diye bağırdığını
duyar.
Sarayın üzerinden uçarken müzik ve dans sesleri duyar. Bir hanımefendi ile eşi salonun balkonuna
çıkar.
“Yıldızlar çok güzel” der eşi hanımefendiye. “Ve sende öyle...” diye devam eder.
“Umarım elbisem balo için zamanında hazır olur terzim çok yavaş,” diyor hanımefendi.
Sonunda kırlangıç kadının evine varır ve pencereden içeriye doğru bakar. Küçük çocuk ateşin
etkisiyle yatakta kıvrandığını görür. Anne okadar yorulmuşki dikiş tezgahı üzerinde uyuyakalmış.
Kırlangıç içeriye atlıyor
Ve yakutu yavaşca masanın üzerine bıraktıktan sonra küçük çocuğun başucunda kanatlarıyla hafifçe
yepazeler.
“Artık kendimi çok sıcak hissetmiyorum, sanırım iyileşiyorum...” diye sayıklar küçük çocuk.
Kırlangıç Neşeli Prens’i görmeye geri gider ve ona ne yaptığını anlatır.
“Bu çok garip, hava gerçekten çok soğuk ona ragmen kendimi oldukça sıcak hissediyorum.”
“çünkü iyi birşey yaptın” der Prens. Minik kırlangıç düşünmeye başlar ve hemen uykuya dalar,
düşünmek herzaman uykusunu getirirdi.
Ertesi sabah kırlangıç nehirde banyo yapar ve “Bu gün mısır’a gidiyorum,” der. Çok keyifli bir
şekilde gününü şehrin turistik yerlerini gezerek geçirirken nereye gitse serçeler “Kim bu seçkin
yabancı kırlangıç olamazç Burda mı? Kışın mı?” diye vıcıldıyıp biribirine soruyorlardı. Kırlangıç bu
durumdan hoşnut olmuş ve son derece keyif almıştı.
Ay yükselirken, kırlangıç Neşeli Prensin yanına dönüp “Mısırdan gelirken sana getirmemi istediğin
herhangi bir şey var mıdır? Şimdi yola çıkmak üzereyim,” diye sorar.
“Minik kırlangıç, benimle bir gün daha kalır mısın lütfen?” der.
“Arkadaşlarım beni mısır’da bekliyor olucak, yarın nehrin daha yukarısına gidecekler ve uzun otların
arasındaki su aygırları gibi olucaklardı. Öğle vaktinde sarı aslanlar su içmek için kıyıya indiklerinde
gözleri zümrüt gibi yem yeşil oluyor. Bunu mutlaka görmeliyim.” Diye yanıtlar kırlangıç.
“Minik kırlangıç, şehrin diğer tarafında genç bir adam sıkışık, ceryanlı bir tavan arasında yaşıyor.
Kağıtlarla kaplı bir masada oturuyor. Bir oyun yazmaya çalışıyor, ama elleri kalem tyamayacak
kadar üşüyor. Yakacak odun ya da yiyecek alacak parasıda yok.” Der Prens.
“Pekala, bir gece daha seninle kalacağım, başka yakutun var mı?” der kırlangıç.
“Ne yazık ki hayır”der .Prens. “Ama gözlerim var. bunlar hindistan’dan gelen safirler. Lütfen
gözlerimden birini genç adama götür. Onu yiyecek ve odun almak için kullanabilir, böylece oyununu
yazmayı bitirebilir.”
“Hayır! Hayatta olmaz!, gözlerinden birini alamam” der Minik kırlangıç.
“lütfen dediğimi yap” diye üsteler Prens.
Böylece kırlangıç Prens’in gözünü alır ve genç adamın tavan arasına uçar. İçeriye girmesi tavandaki
delik sayesinde işten bile değildi. Genç adam başını ellerinin arasına almış dinleniyor. Kırlangıç
safiri önüne koyarken kanatının hışırtısını bile duymuyor.
Genç adam kafasını kaldırdığında, güzel safiri masasının üzerine öylece dururken bulur ve “Bir
bağış!” diye haykırır. “Biri çalışmamı beğendi artık oyunumu bitirebilirim!”
Ertesi gün, kırlangıç limana uçarak büyük bir geminin limanına konar ve gemicilerin gemi yüklerini
ambardan “ hey yo yo! Hey yo yo” diyerek çıkarışlarını izler.
“Mısıra gidiyorum diye bağrır ama onu kimse duymaz.”
Ay doğduğunda Neşeli Prens’in yanına uğrayarak “Veda etmeye geldim”der.
“Minik kırlangıç, benimle bir gece daha kalır mısın lütfen?” der.
                                                                                                    12
“Artık kış geldi! Yakında kar yağacak! ... ama mısır’da güneş parlıyor olacak Yeşil palmiye
ağaçlarını, çamurda ytaan timsahları göreceğim. Arkadaşlarım yuvalarını inşa edecek... Sevgili Prens
gitmeliyim ama sizi asla unutmayacağım! Ve gelecek bahar, verdiklerinizin yerine size en
güzelinden iki mücevher getireceğim. Yakut bir gül kadar kıp kırmızı, safir ise deniz gibi mas mavi
olucak” diye karşılık verir kırlangıç.
“Hemen altımızdadaki meydanda küçük bir kız var çiçek satıyor bir çoğunu yere düşürdü ve şimdi
mahvoldular eve biraz para getirmezse ailesi açlıktan ölecek, ağlıyor ayakkabısı ya da çorabı yok
kışlık ceketi veya sıcak tutan bir şapkası da lütfen diğer gözümü alıp ona verir misin?” der Prens.
kırlangıç iç çekerek bir pekala bir gece daha kalabilirim der ama gözünü alamam kör olursun.
“ minik kırlangıç lütfen dediğimi yap diye karşılık verir prens”
 böylece kırlangıç prensin diğer gözünü alır ve meydana doğru uçar, küçük kızın yanından süzülerek
geçer ve mücevheri kızın eline bırakır.
“vay canına bu çok güzel” diye haykırır küçük kız ve gülerek eve koşar.
Kırlangıç prense dönerek artık körsün der o yüzden seninle kalacağım.
 hayır Minik kırlangıç der zavallı prens Mısır’a gitmelisin.
 hayır sonsuza kadar seninle kalacağım der kırlangıç ve prensin ayaklarının dibinde uyuya kalır.
 Ertesi gün kırlangıç prensin omuzuna oturarak prense hikayeler anlatmaya başlar çünkü prens artık
göremez Mısır hakkında konuşmaya başlar Çölü, develeri, sfeniksi, piramitleri ve palmiye
ağaçlarındaki devasa yılanlar hakkında hikayeler anlatır.
Sevgili minik kırlangıç dedi prens öyle olağanüstü şeylerden bahsediyorsun ki ama benim için daha
da olağanüstü biliyor musun? insanların çektiği acılar sefaletten daha büyük bir gizem yoktur.
Şehrimin üzerinde uçup bana ne gördüğünü anlatır mısın? Diye sorar Prens.
Kırlangıç şehrin üzerinde uçarken zengin insanların güzel evlerinde rahatça yaşadığını, dilencilerin
ise onların kapı önlerinde oturduğunu görür.
Karanlık sokaklarda oturan aç çocukları ve bir köprünün altında birbirine sokulmuş ısınmaya çalışan
iki küçücük çocuk görür. “burada uyuyamazsın” diyor bir polis “hadi çıkın gidin” ve çocuklar
yağmura doğru kaçışırlar. Kırlangıç prense döner ve ona gördüklerini anlatır.
“Altın kaplıyım der prens o altını soyarak fakirlere dağıt kırlangıç” der prens. Kırlangıç prensin
üzerindeki ince altın tabakasını parça parça soymaya başlar kısa süre sonra Mutlu prens donuk ve gri
Bir hal alır.
 kırlangıç parça parça altınları fakirlere verir, çocukların yüzleri gülmeye başlar ve gülüşerek sokakta
oynarlar. “Artık ekmeğimiz var!” sonra kar gelir ve sonrada don. sokaklar beyaza bürünür, evlerin
saçaklarından uzun uzun sarkıtlar sarkar herkes kışlık ceketini giyer ve çocuklar buzda kayar.
Zavallı minik kırlangıç gittikçe üşümeye başlar ama prensi terk etmez. Fırıncının kapısının önündeki
kırıntıları yiyerek kanatlarını çırparak ısınmaya çalışır, sonunda öleceğini anlar ve son bir kez
prensin omuzuna konar.
“Güle güle sevgili prens” diye fısıldar
 “sonunda Mısır’a gidebileceğini sevindim minik kırlangıç, burada çok uzun süre kaldın” der prens.
“Mısır’a gitmiyorum, ölüm evine gidiyorum. Ölüm uykunun kardeşidir değil mi?”
 Mutlu prensi Öper ve ayaklarının dibine düşüp ölür, o anda heykelin içinden garip bir ses gelir -
ÇAT prensin kurşun kalbi ikiye ayrılır. Ertesi sabah şehrin belediye başkanı belediye meclis üyeleri
ile birlikte heykelin önünden geçer “aman allahım Neşeli prens hiçte iyi görünmüyor” der, her
zaman belediye başkanı ile aynı fikirde olmaya çalışan meclis üyeleride “hiç de iyi durmuyor” der
“yakutu nerede yahu” diye devam eder başkan “gözleri nerede ve o artık altın değil aman allahım hiç
neşeli görünmüyor prens artık tıpkı bir dilenci gibi görünüyor” bir dilenciden farkı yok diye yorum
yapar meclis üyeleri. “Ve bu da ne aman allahım aman allahım” der belediye başkanı ayaklarının
dibinde ölü bir kuş var. “yeni bir yasa çıkarmamız gerekiyor, kuşların heykeller üzerinde ölmesine
izin verilmez biri bunu not etsin” ve birisi bunu not eder.
Neşeli prensin heykelini yıkarak gazetede yer alan bir makaleyle birlikte “Eğer güzel değilse o
zaman yararlı da değildir” dendi heykeli bir fırında eritmeye çalıştılar ama kurşun kalbi erimedi. “Bu
çok tuhaf yahu” der dökümhane işinden biri. Bununla ne yapmalıyız? at gitsin der bir diğeri ve
“patrona söyleme” böylece prensin kalbini çöp yığının üzerine ölü kırlangıç’ın hemen yanına atarlar
“Allah meleklerinden birine bana şehirdeki en değerli iki şeyi getir” der. melek kurşundan kalbi ve
ölü kuşu yanına getirir. “İyi seçim yapmışsın” der Allah ve “Bu küçük kuş cennet bahçelerinde şarkı
söyleyecek ve benim altın şehrimde prens bir kez daha neşeli olacak” diye bitirir.
                                                                                                    13
2.5. Translation Commentary
Excerpt 1:
Source Text:
Target Text:
3. Conclusion
                              14
   4. Glossary
5. References
                                                                                     15
16
17