Urfa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Urfa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2023 Pazar

Yarım Kaldığımız Yerden


Artık Antep'in Kalesi'ne fermanımız asılmayacak AbdUllah, 
Yaz günleri Kurtuluş Caddesi'nde mutlu yürüyüşler yapamayacağız,
Affan Kahvesi'nde süvari içip ardından haytalı yiyemeyeceğiz mesela, 
Rızvaniye'nin minaresini berrak bir su gibi göremeyeceğiz, 
Yaşar Pastanesi'nde Maraş dondurması yiyebiliriz belki, kim bilir? 
Ama Diyarbakır surlarını uzun bir ip gibi göremeyeceğiz, 
Habibi Neccar'da namaz kılamayacak, 
Antakya Protestan Kilisesi'ni gezemeyeceğiz, 
Uzun Çarşı'da tekrar kağıt kebabı yemek de hayal oldu AbdUllah, 
Hatay Meclisi'ni göremeyecek, 
Ulu Cami'de oturamayacağız. 
Ama en kötüsü ne biliyor musun? 
Sevdiklerimize bir daha sarılamayacağız dünya gözüyle... 
Kavuşmalar, buluşmalar, sevinçler öte dünyaya kaldı,
İnsanız, aciziz,
Yüreği yanan bir avuç ölümlüyüz altı üstü, 
Dünya dünya dedikleri şey yüzünden yandı kül oldu gönüllerimiz, 
Düğünler, mezuniyetler, doğum günleri başka baharlara kaldı, 
Hatıra defterleri ve günlükler boynu bükük kaldılar henüz sayfaları dolmadan, 
Biz, 
Biz yarım kaldık be AbdUllah! 
"Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor" evet, 
Ama "Olmasaydı sonumuz böyle" diyemem,
İsyan etmek ne haddimize! 
İmtihandır, baş göz üstüne, 
Lakin bilirsin sen, 
Allah sever bizi, 
İmtihan eder fakat hiç yalnız bırakmaz, 
O(cc) yine ellerimizden tutacak, 
Biz yine O'na ve birbirimize sarılacağız, 
Göreceksin bak, yeniden yeşereceğiz,
Yeniden çiçek açacağız biiznİllah! 
Balkonlarımızda yine mor menekşeler açacak, 
Hüsnü emminin oğlunun düğününde halay çekeceğiz, 
Hatçe teyze bize yine katıklı ekmek yapacak, 
Evet, Ayşe ablanın kızını gelin edemeyeceğiz belki, 
Ama komşu kızını everirken de sevinecek Ayşe abla, buruk da olsa... 
Biz, 
Biz Allah'ın izniyle yeniden yeşereceğiz AbdUllah, 
İnanmaktan ve umut etmekten vazgeçmeyeceğiz, her şeye rağmen... 
Günler sonra enkazdan sapasağlam çıkan Aleyna, 
Hiç bir şey olmamış gibi gülümseyerek çıkan bebiş, 
Ve yeniden gökyüzünü görüp şükreden gözler umut olacak bize. 
Enkazdan sağ çıkan her kedi, her köpek, her canlı güç ekecek yüreklerimize, 
"Acıkmadım ki, bi abla bana aşağıda yemek yedirdi" diyen kız çocuğuyla adrenalin alacağız bedenlerimize, 
Âmâ bir kediyi kurtarmak için korkunç binalara giren adamları, 
Enkazdan bir kişiyi daha sağ çıkarabilmek için ayakları şişen kadınları, 
"Bu bana yeter, onları da başkalarına dağıt" diyen çocukları unutmayacağız. 
Taaaa uzaklardan koşup gelen dost ellerini unutmayacağız. 
Ama "ihanet zincirini tutan"ları da unutmayacağız! 
Biz bu yaşadıklarımızı istesek de unutamayacağız AbdUllah, 
Ezildik, üzüldük, örselendik kabul, 
Ama yeniden çiçek açacağız, 
Güzel günler göreceğiz hep birlikte, 
Göreceksin bak! İnanmaktan sakın vazgeçme! 
Allah bizimledir💚Ve kenetlendi ellerimiz birbirimize💚

26 Şubat 2023 / KONYA / 22.15

26 Eylül 2020 Cumartesi

İbrahim Toru




Başın sağ olsun Canım Urfam...
Urfamızın gülen yüzü, yetim babası, fakirlerin dostu, dargınları barıştıran, daima Urfam için çalışan ve "geldiğim yeri biliyorum" diyen güzel insan İbrahim Toru 25 Eylül 2020 tarihinde covid19 nedeniyle vefat etmiştir. Çok sevdiği babasına ve Aziz hocamıza kavuştu. Biz İbrahim Ağabey'le sürekli görüşürdük ama yüzyüze tanışmak nasip olmadı. Başta kendime, ailesine ve tüm sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Urfatutkunu kardeşim derdi bana. Bugün kardeşin çok üzgün abim... Mekanın Cennet olsun...

#ibrahimtoru #kanalurfa #torutoys





11 Ağustos 2020 Salı

Bu Dünyadan Bir Aziz Hoca Geçti



Sözlerime nasıl başlasam bilmiyorum. Urfamızın göz bebeği AbdülAziz Kutluay hocam 09 Ağustos 2020 tarihinde covid19 nedeniyle vefat etti. Peki covid19'a nasıl yakalandığını biliyor musunuz? Yardım ettiği yetimler için para toplarken... Senelerdir binlerce muhtaç insana sıcak yemek ve yardım dağıtılmasına vesile olup Urfa aşevinde bizzat çalışan bu güzel insanla dünya gözüyle tanışmak bana da nasip olmuştu. Yazımı nasıl toparlayacağımı bilemiyorum. Yazıp yazıp siliyorum. Benim için zor bir yazı. Emir Allah'ın. Cennette tekrar görüşmek ümidiyle elveda hocam. Ağla Urfam, yetim babası Aziz hoca vefat etti... 

13 Kasım 2012 Salı

DEYR YAKUP MANASTIRI VE NEMRUT TAHTI

Canım Urfam'ın en merak ettiğim yerlerinden biri Deyr Yakup Manastırı. Ancak halktan görevliye kadar kime sorduysam yerini bilene rastlamamıştım. 2009 yılında Urfa televizyonundaki gezi programı kapsamında buraya gidildiğini gördüm ve videolarını izleyerek adım adım kaydettim. Sora sora Bağdat bulunurmuş derler. Eyüp Nebi Mahallesi'nden yukarı doğru çıkıp sağa dönünce o civarda olduğunu biliyordum. Oraya kadar geldik. Sonra sekilerde iş yapan bir Urfalı teyzeye sorduk yolu. Şaşkın gözler içinde tarif etti. Meğer şaşkınlığı yolun nasıl fena olduğunu anlamamız içinmiş =) Ve her Urfalı'da duymaya alıştığımız gibi, bizi hemen eve davet etti teyze buyrun çay içelim diye. Fakat ben bir an evvel menzile varmak heyecanındaydım ve vakit akşama dönmeden tepeye çıkalım diye teşekkür ederek ayrıldık.

Belli bir noktaya dek arabayla geldikten sonra arabadan inip yayan devam ettik. Bu noktada yolun uzunluğunu ve sarplığını (izlediğim videodan ötürü bildiğim için) yanımıza fazla bişey almadık. Sadece fotoğraf makinası ve soda. Çünkü o sıcakta o yolda her yük ağır gelirdi. Birbiri ardına sıralanmış tepeleri aşarak menzile varacaktık. Ancak üçer üçer görünüyordu tepeler. Ve biz üçüncü bittiğinde yol da bitecek sanıyorduk. Ancak her üçüncüden sonra bir üç tepe daha görünüyordu. Adeta bereketlenen yollar bir türlü bitmek bilmiyordu. Dağa tırmanmayı severim çocukluğumdan beri. Ama hayatımda hiç bu kadar uzun süre durmaksızın dağa çıkmamıştım =)

Geçtiğimiz yollar kupkuruydu. Ekim ayının sıcacık Urfası:


Yol boyunca görüp görebildiğimiz tek yeşillik bu idi :


Uzun uğraşlardan sonra pert olmuş bir şekilde en tepeye varabildik =) Oranın esintisi, havasının muhteşemliği ve manzarası tüm yorgunluğumuzu unutmamıza yetti. Canım Urfam'da her yer sıcaktan cayırdarken, tam o Nemrut Tahtı'nın olduğu yer nasıl püfür püfür esiyor anlatamam. Nemrut; en güzel, en serin, en esintili tepeyi bulup oraya konuşlanmış.

İşte tepeden Urfa manzarası. Elbette bu, görüntünün zoom'lanmış hali. Karşıda olimpik stadı görebilirsiniz:


Bu da tahta çıkarken etraftaki mağaralar:


Mağaralardan birinin içi:


İşte bu da Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın afişlerinden görmeye alışkın olduğumuz Deyr Yakup Manastırı; nihayet muradıma erdim =)




Manastırın yuvarlağından aşağıya bakış:


Ve işte manastırın hemen arka tarafında kalan Nemrut Tahtı:


Tahtın kalıntıları desek daha doğru olur:



Ve yine Nemrut Tahtı'nın kalıntıları:


Bu da tahtın civarındaki su sarnıçlarından birisi, içerisine merdivenle iniliyor bir başka yerden:


Hakikaten burada her şey düşünülerek bir yaşam alanı oluşturulmuş. Merdivenler, odacıklar, yerlerde su kanalları (hani bizim şimdilerde bile her şehirde göremediklerimizden)... İnsanı hayrete düşüren bir dizayn ve gizemli bir dünyadan kalanlar... Canım Urfam, Deyr Yakup'a ve Nemrut Tahtı'na çıkarken nasıl yoruldum biliyorsun. Ve lâkin sana olan her yorgunluğa değer, bunu da biliyorsun. Çok seviyorum ben seni. Ve dahi çok özledim...



Bu da geziden sonra şehre indiğimizde gördüğümüz isot anıtı. Hepinize sevgilerimle. Umut hep vâr olsun.

11 Ekim 2011 Salı

Urfa'da Gezilecek Yerler-4

Bu yazı, Türkiye Gezgini'ne yolladığım e-postanın son kısmı. Ama Urfa'da gezilecek yerler bunlarla sınırlı değil elbet. Sadece ilk aklıma gelenleri yazmıştım bu e-postaya. Burada ayrıca Türkiye Gezgini'ne teşekkür etmek istiyorum. Yazımı sitelerinde yayınlamış ve bana teşekkür etmişler. Nezaketlerinden ötürü ben de kendilerine teşekkür ederim.

Bir önceki yazıda kaldığımız yerden devam edelim Canım Urfam'ı gezmeye:

16. Göbekli Tepe (burada kazı çalışmaları var. Ve buranın keşfedilmesi ile dünyanın yazılı tarihi değişmiştir. M.Ö. 11500 yılına aittir buluntular. Dünyanın en eski tapınağıdır) (Yolu yok. Bir tepenin üstünde, adı üstünde. Kazı çalışmaları devam ediyor. Başında devletin bıraktığı bekçiler duruyor her an. Yurt dışından pek çok yabancı turistin akınına uğramış. Zira buranın bulunması ile dünyanın yazılı tarihi değişmiş. Ve eğer giderseniz, bekçiler devletin hatıra defterini uzatıp bir şeyler yazmanızı rica ediyorlar. Arkeologların çok ilgisini çekeceğine eminim. Normal gezi arayan turistler "bu taşları mı görmeye geldik" diyebilirler. Ama eğer M.Ö. 11500 yılına ait bir tapınağı görmek istiyorsanız, gitmelisiniz. Muhteşem bir tecrübeydi bence Göbekli Tepe'ye çıkmak).
17. Deyr Yakup Manastırı
18. Nemrut Tahtı
(17 ve 18 için açıklama:
Yolu yok. Ya tırmanmaya müsait bir araç ile gideceksiniz, ki o da bir yere kadar, ya da yayan çıkacaksınız. Beşinci maddede anlattığım Eyüp Nebi Mahallesi'nden çıkınca yukarı doğru ilerleyip sağa dönünce gidilebilir. Oradaki köye gelene kadar kime sorsanız nerde olduğunu bilmiyor. Köylülere sorduğunuzda biliyorlar. Üstelik çok da güleryüzlüler, sizi hemen çaya davet ediyorlar Urfa'nın pek çok yerinde olduğu gibi =) Tırmanmayı sevenler ve dağcılar gitmeliler mutlaka. Ve yürüyüş yapmayı sevenler de. Ama ayakları tutmayanların ve yürümeyi sevmeyenlerin gidebileceği bir yer değil. İkisi de yan yana. Önde Deyr Yakup manastırı, arkada Nemrut Tahtı var. Deyr Yakup'u Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın afişlerinde görmek mümkün. Urfa'nın o kavurucu sıcağına inat, burası püfür püfür esiyor. Ne zorluklarla kaç saatte ulaşıyorsunuz ama varınca da geldiğime değdi diyorsunuz. Urfa'daki pek çok yer gibi bunun da bir koruması yolu izi yok. Bireysel olarak ulaşıp gezebilirsiniz ancak. O dönemin su sarnıçları var. Nemrut'un nerde yaşadığını merak eden tarih meraklıları gitmeliler. Fakat yorulmaya ve sıcağa hazırlıklı olsunlar. Giderken yanınıza sadece su şişesi ve kamera ile fotoğraf makinası alın. Sakın fazla bir yük almayın ve spor ayakkabılarınızla çıkın. Yürü yürü bitmeyen bu dağ yolunda bir müddet sonra su şişeniz bile size yük olacak çünkü. Bu linkte yolunu ve ayrıntılarını tarif etmiştim http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/08/2009-ayintap-urfa-gezim-11.html).
19. Bozova'da Atatürk Barajı'nın seyir tepesinden izlenmesi (Daha önce yakından böylesine büyük bir baraj görmemiş olanlar için güzel bir tecrübe. Devasa barajın yakınına tehlikeli olduğu için giremiyorsunuz ancak gelenlerin görmesi için bir seyir tepesi yapılmış. Piknik alanı gibi ağaçlı bir park mevcut. Ayrıca barajın yapımında çalışırken ölen işçiler için bir anıt dikilmiş ve hepsinin adı da yazıyor).
20. Birecik'te tarihi Birecik Köprüsü (Eğer Urfa'ya Birecik sınırlarından girdiyseniz, Urfa merkeze gitmek için mecburen bu köprüden geçiyorsunuz. Kemersiz en uzun köprü olduğu söylenir. Bence seyrine doyum olmayan güzel bir köprüdür. Kadir İnanır'ın oynadığı meşhur köprü filmine konu olan köprüdür. Bütün bu bilgilerin hepsi bir yana, Birecik Köprüsü beni benden alan, saatlerce izlesem bıkmayacağım muhteşem bir yapıttır. Ahhh Canım Urfam...).
21. Kelaynak üretim tesisleri (Birecik'te bulunmaktadır. Nesli tükenmek üzere olan kelaynak kuşları bu tesiste devlet tarafından korumaya alınmıştır. Yerli turistler gelmektedir. Bu masum kuşları yakından görmek isteyenleri beklemektedir).
22. Viranşehir'de dikmeler (Tarihi dikme yapılardır. Viranşehir merkezde de vardır civarında da. Ben sadece merkezdekileri görebildim, Viranşehir açık hava müzesi. Bu linkte resimleri mevcut http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/2009-ayintap-urfa-gezim-92fotograflar.html Kazıya, tarihe, arkeolojiye meraklılar ya da Viranşehir'e yolu düşenler görmeliler).
23. Ceylanpınar'da Tigem'in tesislerinde ceylanlar ve diğer hayvanlar görülebilir (Ceylan, tavşan, değişik tavuk türleri gibi hayvanlar görülebilir. Çok uzak bir ilçe. Bence güzel bir tecrübe olsa da merakı olmayanlar gitmeyebilirler. Şunu da eklemeliyim. Ceylanpınar'da yediğim frenkli kebap ve balcanlı kebap pek de başka yerlerde bulunamayacak kadar muhteşemdi doğrusu).
24. Siverek Ulu Cami (Taş yapı güzel bir camidir. Özellikle kapısı harika. Siverek'e yolu düşenler görmeliler).
25. Siverek Gazi Paşa İlköğretim Okulu (Siverek'e gidenlerin görmesi gereken tarihi güzel bir bina).
26. Siverek Hükümet Konağı (Siverek'e gidenlerin görmesi gereken tarihi bir bina).

27. Suruç'un Kara Köyü'nde kubbeli evler (Merakı olmayanlar sırf bunu görmek için gitmez. Çünkü başka bir şey yok köyde. Ama gidenlerin görmesi gereken Harran evlerine benzeyen mekanlar. Ayrıca köyde bir de Şeyh Nasır Türbesi bulunmaktadır).
28. Birecik Kalesi (Dışardan görünümü güzel, Birecik'e nazır bir kaledir. Ancak tırmanması oldukça zor. Merdiveni ya da yolu yok. Tozların içinden tırmanabilirsiniz ancak).
29. Akçakale'den Suriye sınırı izlenebilir
30. Ceylanpınar'dan Suriye sınırı izlenebilir

(29 ve 30 için açıklama: Farklı bir ülke görmeye meraklı olanlar için güzel. Sadece sınırdan Suriye'ye bakıyorsunuz. Bazı yerlerde kontrol noktaları var ve askerler nöbet tutuyor. Oralarda fotoğraf ya da görüntü almak yasak).

Burada belirttiğim ya da belirtemediğim daha bir çok yer için bloğumdaki şu linklerden faydalanabilirsiniz:

Urfa ve Antep resimleri için:

http://urfatutkunu.blogspot.com/search/label/RES%C4%B0MLER

Urfa'da gezilecek yerler için:

http://urfatutkunu.blogspot.com/search/label/URFA%20GEZ%C4%B0%20YAZILARIM-2008

Urfa ve Antep'te gezilecek yerler için:

http://urfatutkunu.blogspot.com/search/label/URFA%20GEZ%C4%B0%20YAZILARIM-2009

Antep'i Antepli bir rehber eşliğinde gezmiştim. Pek çok yere gittik. Orası için de bu linkteki yazılardan faydalanabilirsiniz.

Vaktiniz oldukça linkleri incelemenizi tavsiye ederim. Özellikle Urfa merkezdeki taş konakların ve kalınacak yerlerin açıklamaları var. Fayda sağlayacağınızı umuyorum.

Hepinize sevgilerimle.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Urfa'da Gezilecek Yerler-3

Birinci ve ikinci yazıdan sonra gezimize devam ediyoruz.

7. Harran'da Harran evleri
8. Harran'da tarihi Harran harabeleri
9. Harran Kalesi ve Sin Mabedi
(7 / 8 ve 9. maddeler için açıklama: Urfa'ya gidip de Harran'ı görmeden dönmek düşünülemez. Bu üç madde, yerli ve yabancı turistlerin ziyaret akınına uğramaktadır. Harran evleri yazın sıcaktan kışın da soğuktan koruyacak şekilde tasarlanmışlardır. Harran evlerini yakından gezmek ve hatta içinde kalmak isteyenler devletin tesisleştirdiği Ali Kızıl'ın Harran Evi'ne gidebilirler. Bir de Haliloğlu Harran Evi var. Bunlarda hem oturup çay-mırra içmek hem de istenirse kalmak mümkün. Harabelerde dünyanın ilk üniversitesinin ve rasathanesinin kalıntıları var. Sin Mabedi ne yazık ki biraz harabeye dönmüş olsa da, gezmeye değerdir. Hele tarih meraklıları buraya mutlaka gitmelilerdir. http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/2009-ayintap-urfa-gezim-91fotograflar.html Bu linkten resimlere ulaşabilirsiniz).
10. Bazda Mağaraları (Son derece büyük ve güzel mağaralardır. Harran'dan çıkıp Şuayıp Şehri ve Soğmatar Antik Kenti'ne doğru ilerlerken sağ kolunuzda kalır. Taş ocağı olarak dağların oyulması ile oluşmuştur. Mağara ve dağ meraklıları mutlaka görmeli. http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/urfam-resimleri.html Bu linkte resmi var. Şu linkten de daha ayrıntılı bilgi elde edebilirsiniz ve çok güzel resimlerine bakabilirsiniz http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=99375).
11. Hayat El Harrani Hazretleri Türbesi ( Harran merkezdeki güzel bir bahçe içerisinde bulunan caminin ve Harran Mezarlığı'nın yanındadır. Genelde yerli halk gitmektedir. Alim bir zattır. Bahçesinde palmiye gibi (Urfa'da çok bulunan ve tam adını bilmediğim) ağaçlar mevcuttur. Urfa sıcağında yolculuk yapmaktan bunalanlar Harran'a geldiklerinde iki dakika soluklanmak isterlerse bu küçük ama güzel bahçeye uğrayabilir ve bu alim zatı ziyaret edebilirler).
12. Soğmatar (Yeni adı Yağmurlu olan köyde bulunan antik kent. Kabartma heykeller, yazılar, tapınaklar ve Hazreti Yakup Kuyusu var. Yüzyıllar öncesine uzanan tarihi bir mekan. Ancak ne yazık ki ne bir koruması ne de düzgün bir yolu var. Bence kesinlikle görülmesi gereken bir mekan. Ayrıca gitmişken köylülerin hoş sohbeti ve leziz çayından da tatmalısınız. Zaten hemen davet ediyorlar. Canım Urfam'ın biricik insanları, seviyorum sizi).
13. Şuayıp Şehri (Harran'a 37 km mesafededir. Hazreti Şuayb Peygamber'in yaşadığı mağara vardır. Ve bir çok başka mağara ve kalıntı vardır. Ne yazık ki fazla bilinmemekte ve bence yazık edilmektedir. Yolu yoktur. Baştan söyleyeyim, tarihe meraklı olmayanlar niye geldik diyebilirler. Uzak çünkü. Bu linkte de Harran'dan itibaren anlattığım yerler ve yine o güzergah üzerinde görülmesi gereken başka yerler anlatılıyor, ki tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Han El Ba'rür Kervansarayı bunlardan bir tanesi http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/2008-urfa-hatiralarim-1_01.html).
14. Halfeti'de tekne turu ile Rum Kale,Birecik Barajı'nın yapılması ile sular altında kalan eski Halfeti, Savaşan Köyü ve civarına yapılacak gezi ("Bir an 'acaba Urfa'da değilim de Marmaris'te miyim?' diyeceksiniz" denir burası için. Suda yeşilin ve mavinin o enfes tonlarını göreceksiniz. Ve belki de Fırat'ı ilk kez bu kadar durgun göreceksiniz. Tekne turları yapılıyor. Çok değil bundan bir kaç yıl önce orada bir köyün bir yaşam alanının olduğunu bilmek ve tekne ile bir köyün üzerinden geçmek... Eşsiz bir tecrübe. Gezinin ortalarında Rumkale'ye yanaşılıp isteyenler inip gezebiliyor. Fakat ben Fırat'tan ürktüğüm için inip gezmedim =) Dolayısıyla Rumkale'nin içini anlatamayacağım size. Fırat kenarında duba restoranlar mevcut. Fırat'tan tutulan balığı yiyebilirsiniz. Savaşan Köyü'nün tam yanına da duba çay ocağı yapılmış. Ben gittiğimde yoktu. Geçen ay TRT 1'de gördüm. Orada da yarısı suya gömülü bir minarenin dibinde çay içmeniz mümkün. Burada bir resim var http://urfatutkunu.blogspot.com/2011/08/canim-urfamdan-resimler-fotograflar.html).
15. Viranşehir Tarihi Paşa Konağı (şimdi Viranşehir Kütüphanesi olarak hizmet veriyor) (Çok güzel bir taş konak. Duvarlardaki o motiflere o işlemelere bayılacaksınız. Viranşehir'e gidenler gezebilir. Çok büyük değil. Güler yüzlü bir personeli var ve gezmek isteyince müsade ediyorlar. Ama kütüphane olduğu için sessizce gezmelisiniz. Bence öyle güzel bir taş konak ki ben bunu görmek için özel olarak Viranşehir'e gitmiştim. Bu linkte çektiğim bir resmi var http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/2009-ayintap-urfa-gezim-92fotograflar.html).
Bir sonraki yazıda görüşmek umuduyla; hepinize sevgilerimle.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Urfa'da Gezilecek Yerler-2

Bir önceki yazıda kaldığımız yerden devam edelim Urfa'yı gezmeye:

4.Çifte Mağaralar (Balıklıgöl'ün hemen yanındaki Urfa Kalesi'ne çıkarken üç seçenek vardır:

a.Dağın içine kurulmuş merdivenlerden çıkmak, ki basamaklar çok yüksektir ve mağaranın içinden ilerlersiniz. Eski zamandan kalmadır.

b. Dağın dışında sol tarafta bulunan (sonradan yapılmış) merdivenlerden çıkmak.
c. Dağın dışında sağ tarafta bulunan (sonradan yapılmış) merdivenlerden çıkmak. Sağ taraftaki bu merdivenlerden çıkarken, belli bir yüksekliğe kadar çıktığınızda Çifte Mağaralar gelir karşınıza. Dağın içine doğru yan yana olan iki adet mağara. Şu anda çay bahçesi ve restaurant olarak kullanılmaktadır. Hem içerisinde hem de kaleye çıkan merdivenlerin üzerine konulmuş masalarında oturma imkanınız vardır. Aşağıda ise Balıklıgöl ve Anzılha Gölü manzarası. Eğer yemek yemek için oturmak istemezseniz bakıp çıkmanız da mümkündür).
5. Eyüp Nebi Mahallesi (Hazreti Eyüp'ün çile çektiği mağara ve yıkanıp şifa bulduğu sıcak su ve içip şifa bulduğu soğuk su var) (Urfa 'dan Harran-Akçakale istikametine giden yol üzerinde şehrin çıkışa yakın kısmındadır. Gerek yerli halk gerekse yerli turistlerin ilgi odağı halindedir. Önünde her an tur otobüsü ya da bireysel araçlar görürsünüz. Ziyaret edilesi tarihi bir mekandır. Bahçe içinde bir cami, Hazreti Eyüp'ün şifa bulduğu soğuk içme suyunun kuyusu, bu suyu içebileceğiniz çeşmeler, yerin altında Hazreti Eyüp'ün çile çektiği mağara ve cami bahçesinin biraz arka kısmında Hazreti Eyüp'ün yıkanarak şifa bulduğu sıcak su ile hediyelik eşya dükkanları (küçük çapta) bulunmaktadır. Arzu eden ziyaretçiler yanlarında havlularını getirerek buradaki sıcak suda duş alabilirler. Bayanlar ve erkekler için kurulmuş banyo tesisi vardır. Buraya gelmeden bir rehber bulunursa bütün bu mekanların tarihini ve kapsamını ayrıntılı dinleyebilirsiniz. Güzel rehberler var. Cami giderken yolun solunda kalıyor. Hemen karşısında yani yolun sol kolunda ise belediyenin yaptığı büyük ormanlık bir park var. İçerisinde masalar var. Piknik yapmaya ya da sadece oturup yeşille gözleri dinlendirmeye yönelik güzel bir park. http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/2009-ayintap-urfa-gezim-6.html Bu linkte de çektiğim fotoğraflar var. Sırasıyla neresi olduklarını yazayım. Bahsettiğim Cami / Caminin bahçesinde bulunan yerin altındaki Eyüp Nebi çile mağarasına iniş / Caminin bahçesindeki Eyüp Nebi şifalı içme suyu kuyusu / yerin altındaki çile mağarası (önde görünen iki çubuk, demir parmaklıktır) / közlenmiş isot / tırnaklı ekmek).
6. Eyüp Nebi Köyü (Hazreti Eyüp'ün, hanımı Hazreti Rahime'nin ve Elyesa Peygamber'in kabirleri var). (Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesine bağlıdır. Şanlıurfa-Viranşehir yolu üzerindedir ve Viranşehir'e giderken sol kolda kalmaktadır. Köy yolu olduğu için toprak-bozuk bir yoldur. Türkiye'nin pek çok ilinden hem Hazreti Eyüp'ün (ve diğerlerinin) kabrini ziyaret etmek hem de dua edip şifa bulmak düşüncesiyle pek çok yerli turist kendi imkanlarıyla gelmektedir. Kabir, eski Urfa Valisi Ziyaeddin Akbulut tarafından yaptırılan çevre düzenlemesi ve bahçenin içerisinde bulunmaktadır. Ayrıca bahçenin bir yerinde de Hazreti Eyüp'ün yaslandığı ve çatlayan sabır taşı bulunmaktadır. http://urfatutkunu.blogspot.com/2010/02/2009-ayintap-urfa-gezim-92fotograflar.html Bu linkte de resimleri var ve üstlerinde neresi oldukları da yazıyor =) ).
Bir sonraki yazıda görüşmek ümidiyle. Hepinize sevgilerimle;

14 Eylül 2011 Çarşamba

Urfa'da Gezilecek Yerler-1

Merhaba Arkadaşlar,

Bir önceki yazımda Urfa'da gezilecek yerleri anlatacağımdan bahsetmiştim. Türkiye Gezgini'ne e-postada yazdığım sıra ile sizlere de anlatmaya başlıyorum.

1. Urfa Merkez'de Halepli Bahçe'de yapılan kazılarda bulunan Amazon kadınları mozaiği (
Hem resimleri bulunan, hem de isimleri yazılı olan Amazon Kadını mozaiklerinden dünyada sadece dört yerde vardır Ancak sadece Urfa'daki mozaikler tümdür. Diğerleri parçalanmıştır.)(Burası merkezde olduğu için ve Balıklıgöl'e çok yakın olduğu için git-gel sorunu yok. Mozaikler şu an koruma altına alınma çalışması içerisinde. Üstleri güneşten ve dış etkenlerden zarar görmemesi için bezlerle brandalarla örtülü. Çalışmalar bittiğinde müze şeklinde olacak ve gezilebilecek. Etrafında da Amazon kadınlarının yaşadığı evlerin kalıntıları bulunmuştur. Hamamları, vs, hepsi görülmektedir. Şu an için gezime açık değilse de merkezde olduğu için oraya kadar gitmişken uğramakta fayda var. Mozaiklerin başında nöbet tutan görevlilerden ayrıntı sorulduğunda anlatıyorlar. Ve rica edilirse mozaiklerin videosunu bloutooth ile cep telefonuna gönderebilirler. Ben almıştım. Böylece tüm mozaikleri henüz ziyarete açılmadan görmüş oldum. Tarih meraklılarının mutlaka gitmesi gereken bir yer).

Bu iki mozaik resmini internnetten aldım. Daha fazlasını görmek isterseniz arama motoruna Halepli Bahçe Mozaikleri yazabilirsiniz.

2. Sakıbın Köşkü (Urfa Merkez)
( Urfa kültürünün vazgeçilmezlerinden olan taş konaklardandır. Belediye başkanının resmi misafirlerini ağırladığı bina. Avlusu, eyvanı, odaları, hamamı, her yeri sanat eseri gibi. İkinci katın doğusunda yer alan odanın duvarlarını Sakıp Efendi’ nin mavi boyalı ahşap üzerine 1263 tarihli (M 1845) Ta'lik hattıyla yazılmış şiiri dolaşıyor. Balıklıgöl'e yakın. Normalde gezime açık bir yer değil. Her daim bekçileri var. Rica ettiğiniz zaman sizi gezdiriyorlar. Bence kesinlikle görülmesi gereken konaklardan biri).

3. Anzılha Gölü
(Balıklıgöl'ün hemen yanında uzanan ikinci göldür. İnanışa göre Hazreti İbrahim ateşe atıldığında, Nemrut'un kızı Zeliha O'nun yanmadığını ve ateşler içerisinde bir gül bahçesi gibi dolaştığını görür. Bundan çok etkilenir ve "İbrahim'in Rabb'ine inanıyorum" diyerek o da Urfa Kalesi'nden kendini atar. Buraya düşer ve onun düştüğü yer de göle dönüşür. Esas adı Ayn-ı Zeliha'dır. Manası "Zeliha'nın gözleri (gözyaşları)" dir. Hazreti İbrahim'e aşık olduğu söylenir Zeliha'nın. Ve O ateşe atıldığında çok ağladığı rivayet edilir. Bunu simgelemesi için Anzılha Gölü'nün ortasına kocaman bir fiskiye konmuştur. "Zeliha'nın Gözyaşları" anlatılmaktadır bu fiskiye ile. Gölün kenarı çınar ağaçları ile doludur. Ve çok güzel çay bahçeleri mevcuttur. Burada oturarak bakır çaydanlıktan çay ya da Urfa'ya özgü mırra içerek gölü seyretmenin tadına doyum olmaz. Çay behçesine oturmak istemeyenler için gölün etrafında banklar da bulunmaktadır).Devamı bir sonraki yazıda kısmetse. Hepinize sevgilerimle;

11 Nisan 2011 Pazartesi

BAYRAM BUGÜN


Hepinize merhaba,

Bir süredir yeni yazı ekleyemiyor ve sizleri okuyamıyor olma nedenim, "Karar çıktı" denmesine rağmen bende blogların hâlâ açılmıyor olması; kendi bloğum da dahil. Ama her nasılsa kumanda paneline girilebiliyor =) Dns ayarlarını değiştirmek geçici bir çözüm gibi görünse de her zaman uygun olmayabiliyor. Neticede açamasam/okuyamasam da; böyle ehemmiyetli bir günü yazısız geçirmek istemedim. Sevincimi sizlerle de paylaşmalıydım elbet.

Bugün 11 Nisan. İki gözümün nuru Canım Urfam'ın kurtuluş yıldönümü. Şimdilerde Suruç'un bir beldesinin adı olarak (eski Aligör) anılır. 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılan Urfamız, 24 Mart 1919'da İngilizler ve 30 Ekim 1919'da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Bu kara günler çok uzun sürmemiş ve biiznİllah zaferle sonuçlanmıştır. 11 Nisan 1920'de Urfamız işgalden kurtulmuştur. Bunu kanıtlayan belge Hızmalı Köprü'nün devamında bulunan Millet Köprüsü üzerinde imzalanmıştır. O gün bu gündür, Urfamız bizimdir hamd olsun =)

İki gözümün nuru, nurusan Urfam.Eksik olma heç.

(Resim internetten alıntıdır).

NOT: Süheyla Abla'nın isteğiyle yapılan araştırma esnasında evde bulaşık makinası deterjanı yapmayı öğrendim. Sırada bekleyen yazılardan birisi bu. Kalemin Secdesi'nin gönderdiği Huzur mimini de unutmadım. Ömür yeterse yayınlayacağım inşaAllah.

NOT2: Anlayamazsın, mesajını aldım vefalı bacım benim. Seni anlıyorum. Çabucak dönmeni umuyorum.

8 Şubat 2011 Salı

"GÖĞSÜM DARALIYOR, YÜREĞİM YANIYOR"


Canım Urfam,

485 gün olmuş dünya gözüyle Sen'i görmeyeli. Sıcak-soğuk, sevinçli-hüzünlü, umutlu-karamsar koskoca 485 gün... Nasıl dayandın deyisense, vallah epey zor oldu.

Hangi kelimeler yetebilir ki Sana olan hasretimi anlatmaya? Hangi cümlelere sığar yüreğimin içindeki yangın? Bir yılı geçmiş ben Sana doğan güneşi görmeyeli. Bir yılı geçmiş gün doğuşunu Sen'le izlemeyeli. Ne çok şeye özlem duyuyorum bir bilsen... Sende uyanmayı, Halepli Bahçe'de kahvaltı etmeyi, Kal'adan Dergah'a bakmayı, Halil Rahman'da namaz kılmayı, parkta Tarsus çöreği yemeyi, Kadir Usta'nın nefis ciğerini, Harran'ın güneşinde kavrulmayı, Akçakale yollarında hayaller kurmayı, sınırdan Suriye'ye bakmayı, Hilvan'da gardaşımın evine konuk olmayı, Halfeti'den Fırat'a bakmayı, Birecik'te köprünün seyrine dalmayı, Mirkelam'da sabahlamayı, çarşılarında dolanmayı, Sakıbın Köşkü'nden başlayıp tüm taş konaklarında dolaşmayı, mezarlıklarında huzur bulmayı, Bahattin Ağabey'in çiğ köftesini, Muhammed Ağabey'in sohbetini, Hızmalı Köprü'den geçmeyi, hatta Karakoyun Deresi'nin o pis akıntısına bakmayı, taşını, toprağını, kokunu özledim be Gülüm. Kim bilir ne zaman diner hasretim? Kim bilir ne zaman gelirim Siye? Ah benim Göz Nurum, Aydınlığım. Canımın içinde duran biricik maralım. Gönlümün pusunu, gözümün yaşını Sen'le silmeyi özlemişim. Birecik sınırından ayak basarken toprağına, sevince; Birecik sınırından ayrılırken gama boğulmayı özlemişim. Acep Sen de beni özlemiş misin Gülüm?

Bir gün kocaman bir sürpriz çıksa karşıma. Elimde bir uçak bileti buluversem ansızın. Gözümü yumsam, açınca Sen'i görsem. Konuşsak, halleşsek. İki sevdalı yürek dertleşsek. Ben tuzsuz yeme derdinden kurtulmuş olsam. Dokunur mu diye korkmadan balcan kebabı yerken, ayranımı yudumlasam. Benimki de hayal işte. Kim bilir, belki Sana olan hasretimi okuyanlardan biri gönül telini titreterek dua eder de çabucak kavuşuruz hayırlısıyla. Olur mu dersin Gülüm?...


24 Ocak 2011 Pazartesi

FIRAT SUYU HOYRAT AKAR



Fırat’ın suyu neden deli akar biliy misen iki gözüm?
Hazreti Hüseyin’in kanı degmiştir Fırat’a çünkü,
Gökte güneşin bilmiyem kaç arşın yükseldıgı o günde,
Damagı kurumuştur Evlâd-ı Rasul’ün,
Yanaşmış canımın canı, demiş bir lokma bari içem,
Aliymiş suyu ki ok girmiş yanagına,
Güllerin kırmızısı kimin kanının rengi bulanmış Fırat’a,
Vay benim canımın içi, cigerimin içindeki ateşim,
Nasıl dayansın yürek acına, ya nasıl sussun gözlerim?
Kudurmuş Fırat suyu kimin çagıldar benim de yüregim,
Ne zaman Adın anılsa vallah sızılar burnum diregim,
Nasıl kıydılar Gülüm Siye?
Nasıl vardı elleri boynunu bükmiye?
Acep ondan sebep mi ki o toprakta dert bitmiye?
Vay anaaam, dertli başıma gelenler,
Dilim susmaz, göynüm haykırır,
Ne vakıt Kerbelâ dense,
Aha beyle yüregim boşalır,
Kerbelâ, yeryüzünde bir mekân,
Hazreti Hüseyin, içimde hiçbir an susmayan…
24.01.2011 / KONYA / 13.09
KOCASİNAN

12 Aralık 2010 Pazar

URFA TUTKUNU URFA'SINA GİDEMEZSE

Merhaba Arkadaşlar,

Her yıl ailemle yaptığımız Urfa seyahatlerine bu sene rahatsızlığım sebebiyle ara verdik mecburen. Bu durum benim için elbette ki çok zor oldu ama elden ne gelir. Burnumda tüttü Canım Urfam.

Bu özlemimden sonra dün Cenab-ı Hak bana çok güzel bir hediye verdi. Urfa Tutkunu Urfa'sına gidemezse, ona Urfa'dan iki misafir gelir ve az da olsa hasret giderir. Urfa'yı Neden Seviyorum adlı yazımı okuyanlar, Birecik 'in benim için çok özel olduğunu bilirler. Çünkü Birecik, Canım Urfam'a gözlerimi açtığım/adımımı attığım yerdir. Seyrine doyamadığım tarihi Birecik Köprüsü, yok olmaya yüz tutmuş kelaynak kuşları, bir türlü çıkmaya muvaffak olamadığım Birecik Kalesi ve anlatamadığım daha pek çok yönüyle gönlümde ayrı bir yeri vardır bu güzel ilçemizin.

Ben bu sene Urfam'a yine Birecik'ten giriş yapamadım ama, Allah bana Birecik'ten misafir gönderdi =) Cahide Abla'nın bloğundaki iki yazıdan dolayı tanıdık Zehra Teyze'yi. Aslında yaşlı değil ama ben teyze dedim =) Bende Urfa tutkusu onda da Urfalılık olunca, biz kendisi ile özelden de tanışmıştık. Dün ise çocuğunun işi için Konyamız'a gelmeleri gerekmiş. Buraya kadar gelmişken görüşüp hasbihal edelim istedik. Hazreti Mevlânâmız'da buluşacaktık onların vakitleri az olduğu için. Ama sonra burada bir kar kıyamet başladı ki, o soğukta dışarda buluşmak ne mümkün! Sağolsun Zehra Teyze bana kıyamadı, soğukta dışarı çıkmamı istemedi. Bize geldi. Oturduk, sohbet ettik. Çok hoş vakit geçirdik. Gelirken eli boş gelmemiş. Kendi elleriyle yaptığı o enfes isottan ve ince bir düşünce ile içine makası da koyulmuş fıstıktan getirmiş, sağolsun. Mahcup etti bizleri. Sonra Zehra Teyze'nin işini bitiren oğlu da geldi. Biraz daha oturup müsade aldılar. Annem, babam ve ben bu tanışmadan çok memnun kaldık.

Elhamdülİllah evime Urfa toprağından gelen iki kişinin ayağı değdi. Bu yıl gidemedim ama bu kadarına da şükür. Bu da olmayabilirdi. Zehra Teyze ile tanıştığım için çok mutluyum. Ve bana taaaaa Birecik'ten misafir gönderip evimizi bereketlendiren/şenlendiren Cenab-ı Hakk'a da sonsuz hamd olsun.

Yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle. Umut hep vâr olsun.

26 Kasım 2010 Cuma

ŞAİR NÂBİ' DEKİ PEYGAMBER SEVGİSİ


Hayırlı cumalar Arkadaşlar,

"Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu" desem, hemen Şair Nâbi'yi hatırlarsınız öyle değil mi? Peki sevgili şairimizin Urfalı olduğunu biliyor muydunuz? Ben öğrendiğimde sevinçten dört köşe olmuştum =) Elbette mühim olan nereli olduğu değil nasıl bir Müslüman olduğu. Ama biliyorsunuz artık; bendeki Urfa tutkusu buna sevinmem için çok geçerli bir sebep =)

Bugün sizlerle Diyanet'in web sayfasında okuduğum bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazıda Şair Nâbi' nin Efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'e olan sevgisi anlatılıyor. Ve yukarıda bir mısrasını verdiğim Naat'ının da hikayesi yazıyor. İşte yazıyı alıntıladığım adres:

http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/Diyanet-Isleri-Baskanligi-Duyuru-7585.aspx

Ve işte yazı:


Şair Nâbi’de Hz. Peygamber Sevgisi
Tarih: 12.10.2010

1642 yılında Şanlı Urfa’da doğan Nâbi, Divan şairlerimiz arasında kendine özgü bir tarzın sahibi bir şair olarak dikkat çeker. Onun şiiri “hikemi” bir şiirdir. Bu yüzden Nâbi şiiri denilince akla çağdaşlarına göre daha yalın bir dille yazılmış, öğretici vasfı bulunan bir şiir gelir. Nâbi’nin böyle bir tarzın sahibi olması, devriyle de alakalı bir husustur. Çünkü, yaşadığı devir Osmanlı’nın duraklama devridir. Ortada ciddi anlamda problemler vardır. Şair, bunlar karşısında kendini sorumlu hisseden bir insan tavrıyla olumsuzlukları tenkit etmek ve çözümler üretmek istemektedir. Fakat, o onca didaktik tavrına rağmen sanat değeri yüksek şiirler yazmayı da başarmış ve bu yüzden devrinde ve sonraki zamanlarda adı hep şöhretli şairler arasında anılmıştır.

Nâbi’nin şöhreti elbette yazdığı toplumcu ve öğüt verici şiirleriyle alakalıdır ama onu yine genel özellikleri itibarıyla diğer Divan şairlerinden ayrı bir yerde tutamayız. Nâbi de hemen bütün Divan şairleri gibi şiirlerini İslam ve tasavvuf inanışı çerçevesinde bir şiir dünyası kurmuş, bu dünya içerisinde yine diğer şairler gibi münacat, naat tarzında yazdığı şiirleriyle bir Müslüman şair olmanın bilinciyle hareket etmenin örneğini vermiştir. Bu tarz şiirleri arasında yazdığı bir Naat-ı Şerif ise gerek yazılış hikâyesi gerekse muhtevası ile edebiyatımızın hâlâ unutulmayan metinleri arasındadır.

Bu şiir, samimi peygamber sevgisinin anıt bir eseridir. Fakat, şiire geçmeden önce yazılış hikâyesinden bahsedelim: Anlatılanlara göre Nâbî, 1678 yılında devlet ricaliyle birlikte hac niyetiyle yola çıkar. Peygamber sevdalısı bir şair için Medine’ye gitmek, Hz. Peygamber’in kabr-i şeriflerini ziyaret etmek çok heyecan verici bir olaydır. Medine’ye yaklaştıkları sırada ise bu heyecan doruk noktasına ulaşır. Bu esnada bir gece istirahatında iken bir paşanın ayağını Medine tarafına uzattığını görür. Bu durum onu son derece üzer. O anda kalbine dolan ani bir ilhamla şu naatı okur:

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu

Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu

Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir

Bunun kandili Cevzâ matlâ-i nûr-i ziyâdır bu

Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette

Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil

Amâdan açtı muvcûdat çeşmin tûtiyâdır bu

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha

Metâf-i kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu

Paşa, Hz. Peygamber toprağındaki saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında şiire konu olan kişinin kendisi olduğunu anlamakta gecikmez. Hemen toparlanarak Nâbi’ye bu şiiri ne zaman yazdığını, başkalarına okuyup okumadığını sorar. Nâbi de “hayır, ilk defa şimdi söylüyorum ve sizden başka duyan da olmadı.” cevabını verir. Paşa, bunun üzerine bu durumun aralarında bir sır olarak kalmasını rica eder. Nâbi, bu ricaya bir sükûtla cevap verir ve konu şimdilik kapanmış gibi olur.

Biraz sonra kafile, yola devam için harekete geçer. Sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşırlar. Şehre girerlerken Mescid-i Nebi müezzinlerinin bir naat okuduğunu fark ederler. İşin ilginç yanı bu naat, Nâbi’nin az önce okuduğu naattır. Nâbi de Paşa da bu durum karşısında hayrette kalırlar.

Namaz bitip cemaat dağılırken Nâbi ile Paşa, heyecan içinde müezzinlerin yanına varıp okudukları naatın kimin olduğunu ve nerden öğrendiklerini sorarlar. Müezzin, konunun kendisi için bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemez. Fakat Nâbi, ısrar eder. Bu naatı az önce kendisinin söylediğini belirtir. Bu defa heyecanlanma sırası müezzinlere gelmiştir. “Senin ismin Nâbi mi? Diye sorar şaire...”Evet” cevabını alınca ellerine kapanır ve olayın açıklamasını yapar. Cevap şöyledir: “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu natı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.’”

Bu açıklama karşısında, Paşa’nın utancını, Nâbi’nin ise sevincini anlatmaya gerek yok sanırım. Zaten bu iki ruh halini tasvir de imkânsızdır. Paşa, utancını hangi kelimelerle dile getirmeye çalıştı bilinmez ama Nâbi’nin dudaklarından şu kelimeler dökülür: “Demek ki sevgili peygamberimiz bana “ümmetim” dedi. Demek ki iki cihan güneşi beni ümmetliğine kabul etti.”

Hadise bu kadardır. Bu olay, gerçekten vuku buldu mu, belgesi var mıdır gibi sorular doğrusu bu noktada hiçbir anlam taşımıyor. Olaya kalbi yaklaşmak gerekiyor. O da samimi sevginin kişiyi fizik ötesiyle iletişim kurabilecek bir noktaya getirecek zenginlikte olduğudur. Mesele burada Hz. Peygamber’e duyulan aşk meselesidir. Bu aşkın bir lütufla mukabele görmesidir. Bizim için de önemli olan bu aşkı, bu lütfu anlayabilmektir. Zira, nicedir hadiselere metafizik bakma sırrının uzağındayız. Pozitivist tortular, bizim de yüreğimizi bir şekilde kararttı. Her şeye sebep-sonuç, belge-bilgi açısından bakarak gerçeği görebileceğimizi sanıyoruz.

Burada şiirin açıklamasını da verelim ki Nabi’nin söyledikleri daha iyi anlaşılsın. Diyor ki şair; “Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın./ Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevza(ikizler burcu)nın nur ve ışık yanağı O’dur./Burası Sevgili Peygamberimiz’in istirahatgâhıdır. Fazilet açısından ise Cenab-ı Kibriya’nın arşının da üstündedir./Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı./ Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.”

Nâbi’nin bu hac seyahatinde kendisine “salih bir amel” olarak kazandığı bu naat, yazıldığı günden bu yana inanmış gönülleri aşk ve heyecanla coşturur, peygamber sevginsin, ona bağlılığının hangi boyutlarda olduğunu gösterirken, bir başka eserle daha taçlandırır bu kutlu seyahatini... O da bu hac ziyaretini nesir diliyle anlattığı ama yer yer şiirlerle de süslediği “Tuhfetü’l-Harameyn” isimli gezi kitabıdır. Bu kitapta anlatılanlar bu naatla birlikte okunduğunda Nabi’nin bu yolculuktan ne kadar ulvi duygularla döndüğü ve nasıl ruhsal bir arınmaya muhatap olduğu daha iyi görülecektir.

Şair Nâbi, sözünü ettiğimiz bu naatıyla hepimiz için nasıl imrenilecek bir noktada olduğunu gösteriyor bize. Ama onun bu sırrını anlamak istiyorsak işe aslında şairin müstear isminin manasından söz etmek gerekiyor. Bilindiği gibi şairimizin asıl adı Yusuf’tur. Nâbi, onun “hiçlik-yokluk” anlamına gelen mahlasıdır. Bilindiği üzere “Na” ve “Bi” kelimeleri Arapça ve Farsça’da “yok” anlamına gelmektedir. Nabi’nin ismiyle ilgili bu ayrıntı bize çok önemli bir hususu hatırlatıyor. Varlık kapısına ulaşmak ve lütufla muamele görmek için insanın önce “yokluk” elbisesini giymesi gerekiyor. Şair Nabi, kendine aldığı bu müstearıyla bize böyle bir ders de veriyor. Öyle ki insan böylesi bir gönle sahip birisi ise kendi ölümüne bile tarih düşürür. Onun “Nâbî be-huzûr âmed” sözünü de içine alan Farsça bir kıtasının içinde yer alan bu mısra da bilmeliyiz ki varlık kapısına yokluk elbisesiyle gitmesinin karşılığında muhatap olduğu peygamberi lütfun eseri olsa gerektir.

Sözü onun bir beytiyle tamamlayalım:

Gönül ne arzû-yı câh ider ne tâc u taht ister

Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister.

Diyor ki şair: “Gönül ne rütbe, ne tac ne de taht ister. O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister.”

Hayatı boyunca istikamet üzere olan bir şairin bu tutumunu sanırım bundan daha güzel ifade imkânı yoktur. Evet, ne “rütbe” ne “tac...” Allah’ın rızasına, sevgilisinin şefaatine nail olabilmek... Gaye budur. Bunun yolu da “yumuşak kalp”, “sebat eden bir ayak” sahibi olmaktan geçiyor.

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Eylül 2010 sayısında yayınlanmıştır

Mustafa Özçelik

6 Eylül 2010 Pazartesi

2009 AYINTAP-URFA GEZİM-12 (SON)

Bir önceki yazıdan devam edelim Urfamız'ı gezmeye:

10 Ekim 2009 Cumartesi sabahı ilk işim yıllardır kaldığımız otelin fotoğraflarını çekmek oldu. Farkettim ki o güzel bahçeyi-havuzu kaç yıldır fotoğraflamamışım. Bu yıl fotoğraftan yana hiç eksiğim kalmasın istedim. Özledikçe açıp bakayım, doya doya yaşayayım Urfam'ı. Acaba bir sonraki sene hastalanıp da gelemeyecek olmam içime mi dolmuştu...

Fotoğraflardan sonra Halepli Bahçe'ye geçtik. Babam ve halam çayı-sofrayı ayarlarken annem ve ben de biber söğürtmek ve tırnaklı ekmek almak için fırının yolunu tuttuk. Fırıncıdan müsade alıp tırnaklı ekmeğin yapılışını fotoğraf çektim. Kahvaltının ardından soluğu Er-Ruha Otel'de aldık. İçerisinde yapay mağara var. Binası Urfa taş konakları görünümünde zaten. Çok güzel bir bina. Dekorasyon da iyi. Bazen kendinizi antikacı dükkanında geziyor sanıyorsunuz.

İkinci durağımız Harran Üniversitesi Kültür Evi idi. Tadilatta olduğu için her yerini gezemedik ama yine de gördüğümüz kısımlar muhteşemdi. Sanatsal bir şekilde ince ince işlenmiş taşlar, tarihi yansıtan odalar, ikinci katın terasına kurulmuş kuyu, konağın içindeki taştan oyma su yolu ve daha neler neler...

Bir sonraki uğrak yerimiz Balıklıgöl Sağlık Ocağı. Hastalıkta en önemli şey moral. Düşünsenize, hasta olduğunuz için sağlık ocağına gidiyorsunuz; ama bina o kadar farklı ve ferah ki içiniz aydınlanıyor. Doktorlardan rica ettik gezebilir miyiz diye, sağolsunlar izin verdiler. Biz gezimizi tamamlayamadan 112'ye anons gelince doktorlar da biz de apar topar çıkmak zorunda kaldık ama yine de o ana kadar pek çok foto çekebildim.

Çıkışta sağlık ocağının yanındaki bakkalda mırranın toz halini gördüm ve ardından Çardaklı Köşk'e geçtik. Çardaklı Köşk lokanta olarak hizmet veriyor. Her bir odası çardak şeklinde olduğu için bu adı almış. Güleryüzlü bir personel karşılıyor sizi. Bina gerçekten çok güzel, tüm diğer taş konaklar gibi...

Çardaklı Köşk' ten sonra Narlı Ev' e gitsek de kapalıydı. Çok merak etmeme rağmen gezemedim burayı. Bir dahaki sefere inşaAllah.

Şurkav Çarşısı'nda bir çay ve fotoğraf molası verdikten sonra Şurkav Vakfı'na gittik. Belki de haftasonu olması münasebetiyle görevli beyden başka kimseler yoktu. Gezmek isteğimizi dile getirince görevli beyefendi izin verdi ve bizimle o kadar ilgilendi ki... Bahçedeki kudret narını, süs narlarını anlattı. Urfa'yı anlattı. Misafiriz diye tam bir Urfa misafirperverliği sergiledi işte =) Şurkav Vakfı'nın duvarlarında Urfam'ın bazı yerlerinin eski ve yeni hallerinin fotoğrafları var. İşte size bir örnek:

Şurkav Vakfı'ndan sonra Narlı Ev'e tekrar uğradık ama halen kapalı olduğu için göremedik. Ardından Selahaddin Eyyubi Camisi'ni gördük. Çok güzel bir yapı gerçekten. Eski adıyla Fırfırlı Kilise.

Camiden sonra en merak ettiğim yerlerden birine gittik, Küçük Hacı Mustafa Hacıkâmiloğlu Konağı; nâm-ı diğer Cevahir Konukevi. Urfamız'a gitmemiş olsanız bile çoğunuz burayı duymuşsunuzdur sanırım. Bir hanım işletmecisi var. Sık sık tv'de / haberlerde çıkıyor. Belediye başkanı konuklarını burada ağırlıyor genelde. Zaten Valilik Konuk Evi diye de geçiyor. Odaları, avlusu, eşyaları, döşenme tarzı ile gözünüzü alamayacağınız ve huzurlu vakit geçireceğiniz bir mekân.

Cevahir'den sonra tetirbelerden (çıkmaz sokak) geçe geçe Yıldız Sarayı Konukevi'ne ulaştık. Ana yoldan arka sokağa girince sizi karşılayan bu enfes bina, güzelliği ve göz alıcılığı ile şaşırmanıza sebep oluyor. İşte Yıldız Sarayı'ndan küçük bir kare:


Yıldız Sarayı'ndan sonra ara sokaklardan (nereye gittiğimizi bilmeyerek) yola devam ederken karşımıza Nimetullah Camisi ve Kazancı Bedih Sokağı çıktı. Yolda eski binaları, taş evleri, biber çekme makinasını görerek ilerlerken Şeyh Abdulkadir Türbesi diye bir yere rast geldik. Oradaki halktan öğrendik ki Şeyh Abdulkadir, Dergâh Camisi'nin orda medfun bulunan Osman Avni Dede'nin hocası imiş. Şeyh Abdulkadir, eskiden ilim tahsil edilen ama şu an kullanılmayan bir medresenin içinde yatıyor. İçeriyi de gezmek nasip oldu. Bu güzel tevafuğu karşımıza çıkaran Allah'a (celle celaluHu) hamd ederek yolumuza devam ettik ve Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Sanat Merkezi'ne ulaştık. Yine güzel bir bina ve yine bizi kapıda karşılayan güzel insanlar... Merkezin içinde Reji Kilisesi de bulunuyor. Orayı da gezdik. Şu an kullanılmıyor olsa da, ilk kez kullanılabilecek durumda bir kilise gördüm:



Kiliseden sonra ara sokaklardan yürüyüşümüze devam ettik. 11 Nisan Kurtuluş İlkokulu'nu, ara sokakta kurulu bir kalaycı dükkanını ve daha pek çok güzelliği gördük. Ard arda yüzlerce fotoğraf çeken makinam bu duruma daha fazla dayanamayıp "şarjım bittiiii" diye kapandı =) Dolayısıyla gezinin kalan kısmını sadece beynime kaydedebildim. Bu günkü gezimizde taş konaklara gidelim diye plan yapmıştık ama ara sokaklarda öylesine gezerken karşımıza öyle çok görülesi yer çıktı ki... Urfa'da herhangi bir plan yapmadan kendinizi sokağa atar ve öylesine yürümeye başlarsanız bile tarihi bir gezi yapmanız mümkün. Adım başı eski bir bina-eser...

Bunca yorgunluğun ardından Halepli Bahçe'ye gittik öğle yemeği için. Giderken o meşhur misss gibi susamlı Tarsus çöreklerinden almayı da ihmal etmedik =) Yemekten sonra Balıklıgöl'e geçtik. Kültür Sanat Festivali etkinlikleri çerçevesinde Balıklıgöl Amfi Tiyatro'da halk oyunları sergileniyordu ve ardından da çiğ köfte dağıtıldı. Her şey çok güzeldi. Çiğ köftelerimizi aldıktan sonra herkes Balıklıgöl tarafına geçerken biz Rızvaniye'ye geçmeyi tercih ettik. Rızvaniye'nin o huzur dolu, gönle inşirah veren bahçesine oturup Balıklıgöl'ü seyre koyulduk. İnsan orada hiç bir şey yapmadan saatlerce otursa, sadece seyretse, inanın canı sıkılmıyor. Gönlünüze bir şeyler akıyor sanki, siz farkına bile varmadan...

Akşam olmuştu ve atık Balıklıgöl'den ayrılık vakti gelmişti. Bu gün son günümüz Urfam'da. Bunu şimdiye kadar hiç kimseye söylememiştim ama nedense içime bir sıkıntı geldi. "Seneye gelemeyeceğim" gibi bir his kapladı ruhumu. Balıklıgöl'den çıkasım gelmedi. Gözlerimi de kendimi de ayıramadım. Annemler arabaya varmışlar, beni bekliyorlarmış. Farkında bile değilim gittiklerinin. Meğerse hakikaten bir sonraki yıl gidemeyecekmişim Urfam'a. Hastalık sağlık derken bu yıl nasip olmadı. Ne yapalım, her şeyde bir hayır vardır. Ama bunun burukluğunu bundan bir yıl önce yaşamıştım...

Akşam stadyumda sıra gecesi ve Alişan konseri olacaktı. Bunca senedir Canım Urfam'a gider gelirim, hiç sıra gecesi izlemedim. Gidip bir görelim dedik. Önce bir çocuk korosu çıktı. Sıra gecesi değilse de ona yakın anlar yaşadık. Çocuklar şiveli şiveli çok güzel söylüyorlardı. Ardından Alişan çıktı. Sonradan program değiştiğinden midir nedir sıra gecesi ekibi çıkmadı. Biz de Alişan çıkınca kalkıp yola düştük. İşte en zor an, Urfam'a veda etme anı...

Her yıl dönüşte Birecik sınırını çıkıncaya kadar gözlerimi kapamam. Urfam'ı bir saniye bile fazla görsem kârdır derim, etrafı seyrederim. Yine öyle oldu. Mirkelâm'da küçük bir mola verdikten sonra yola devam ettik ve sabaha karşı dört gibi halamın Adana'daki oğlunun evine vardık. Hoş beşten sonra hemen uykuya daldık tabi. Sabah (11 Ekim 2009 Pazar) kahvaltıdan sonra Hikmet Ağabey'im benim için ufak bir Adana gezisi düzenledi, sağolsun. Önce Balcalı kampüsünden barajlaştırılmış Seyhan Nehri'ni izledik. Yeşilin ve mavinin öyle güzel tonları var ki... Allah (celle celaluHu) ne güzellikler yaratıyor! Ardından yola devam ettik ve yol kenarına kurulmuş seyyar çay bahçelerinden birinde nehri izleyerek çay keyfi yaptık. Sonra da benim çok çok sevdiğim, ama kelepir yerlerden başka bir yerde de hakikisini bulamadığım =) Adana kebabını yemeye gittik. Güzel bir yemek ve sohbetin ardından halamı; oğlu-gelini ve torunuyla Adana'da bırakıp annem babam ve ben yola koyulduk. İstikamet Konya. Bunca yorgunluğun ardından neredeyse tüm yol boyunca bayılmış bir şekilde yata yata geldim =) Allah sağlık versin direksiyon da babama kaldı tabi. Ona bir faydam olmadı yani. Akşam üzeri Konyamız'a vardık. Evde babaannem, Hilâl ablam ve eşi, Hatice Teyzemiz ve tabi minik paşam Hamza bizi bekliyorlardı. Urfa'dan ayrıldığım için her ne kadar buruk olsam da, paşama kavuştuğum için de bir o kadar mutluydum. Teyze olmak çok güzel bir duygu =)

2009 yılı Urfa gezimiz böylece hitama ermiş oldu. Bu yıl her ne kadar gidememiş olsam ve gidemeyecek gibi görünsem de, ben hâlâ nereden hangi tatil çıkar da ne bahane olur ki giderim diye düşünmekteyim. İnsan göz bebeğinden, tutkusundan ayrı kalamıyor. Adeta nefesi içinde boğuluyor. Tutku böyle bir şey işte. Allah beni Urfam'dan Urfam'ı benden ayırmasın. Amin.

Sağlıklı sıhhatli yeni bir Urfa gezisi yazı dizisi ile buluşmak ümidiyle. Umut hep vâr olsun.

17 Ağustos 2010 Salı

2009 AYINTAP-URFA GEZİM-11

Hepinize hayırlı Ramazanlar,
Bizleri bu aylara bu günlere eriştiren Rabb'imiz'e (celle celâluHu) hamd olsun.

Yazımın başlığına bakınca içim cızz ediyor. Her yıl Ramazan'dan sonra giderdik canım Urfam'a. 2010 Urfa zamanım gelmesine rağmen 2009 yazı dizisini bitiremedim henüz, malum sağlık arasından dolayı. Ve bu yıl yine çok çok özlemiş durumdayım, ama gidemeyeceğim gibi görünüyor. Tedavim devam ediyor ve sıfır tuz diyetim de. Yediğim ekmek bile özel tuzsuz ekmek. Urfa'da böyle bir imkanım olmayacağı için bu sene ara vermek durumundayım ne yazık ki. Hepinizden dualarınızı bekliyorum bir an evvel sağlığıma kavuşup normal yaşama dönmek için.

Bir önceki yazıda kaldığımız yerden Urfa'yı gezmeye devam edelim.

09 Ekim 2009 cuma günü gezimize Abide Meydanı'ndaki Abide Anıtı'nı inceleyerek ve fotoğraflayarak başladık. Dört yanında çeşmeler bulunan bu tarihi anıt Çanakkale şehitlerinin anısına yapılmış. Üzerinde ok işaretleri ile bazı yönler gösteriliyor. Yanında dev bir bayrak direği var. Urfam' a giderseniz görmeden geçmeyin derim.

Yola devam edip Eyüp Nebi Mahallesi'ne vardık. Bu dizinin 6 numaralı yazısında bahsettiğim gibi tekrar gelmiştik. Hazreti Eyüp'ün biiznİllah şifa bulduğu suda duş aldık. Bunca senedir gelir giderim, daha önce hiç duşa girmemiştik. Sadece içmekle yetinmiştik. Ne kadar yanlış yaptığımızı anladım bu defa yıkanınca. O kadar farklı bir su ki. İnsanın cildi adeta bebek gibi yumuşacık oluyor. Üzerinizde farklı bir rahatlama hissediyorsunuz. Duşun ardından çilehaneye ziyaretimizi gerçekleştirip Eyüp Nebi Mahallesi Parkı'na geçtik. Babamın cumadan çıkmasını annem ve halamla burada bekleyecektik. Belediye ne güzel bir park yapmış. Geniş bir mekan üzerine kurulu, yemyeşil. Eyüp Nebi Camisi'ne göre yolun hemen karşı tarafında kalıyor bu park. İçinde wc, çeşme, piknik masaları... her şey var.

Namazdan sonra tırnaklı ekmekler eşliğinde balcan ve isot söğürmelerimizi yeyip yola düştük yine. Üç yıldır istediğim, ama bir türlü göremediğim Deyr Yakup Manastırı ve Nemrut Tahtı'na gidiyorduk. Kolay bir yerde değildi. Dağın başında yolu izi olmayan bir bölgede. Mehmet Oymak'ın sunduğu Adım Adım Urfa programında izlediğim yol tarifine göre arayacaktık. Eyüp Nebi Camisi'ni sol kolumuza alıp devam edince bir yerden sağa döndük. Mahalle aralarından geçip dağ yoluna girdik. Bir süre gittikten sonra arabanın ilerlemeyeceği kısımlara geldik ve arabayı oraya park edip yürüyerek yola devam ettik. Biraz yürüdükten sonra babam "ben devam edemeyeceğim, siz gidin" dedi. Zira çok sıcaktı, yolumuz ise uzun ve bozuktu. Yani yol da denmez aslında. Sıra dağlara ine çıka gidiyorduk. Bir hayli ilerledik. İlk bakışta üç adet sıra dağ var gibi görünüyordu. Yan yana değil de ard arda dizildiği için, tam saymak mümkün değildi. Bu üç dağı aştık, ardından bir kaç tane daha. Onu da aştık biraz daha... Bitecek gibi değildi. Yolun belli bir yerinde mola verdik ve serinleyelim diye yanımıza aldığımız sodaları içtik. Annem taşımıştı sağolsun. Ben o sıcakta kendimi zor taşıyordum =) Anneler ne fedakâr oluyorlar değil mi, Allah (celle celâluHu) onları başımızdan eksik etmesin. Bu moladan sonra halam da "ben devam edemeyeceğim" dedi ve annemle ikimiz yola düştük. Benim için de hiç kolay değildi. Ama üç yıldır istiyordum görmeyi ve bu kadar yaklaşmışken geri dönmek olmazdı. Git git git yol bitmek bilmedi derken nihayet varabildik tepeye. Aman Allah'ım, bu ne güzel manzara! Nemrut Tahtı'nı nereye kuracağını çok iyi seçmiş doğrusu. Orada müthiş bir rüzgâr ve esinti var. Güneş tam tepenizde olmasına rağmen yanmıyor ve serinliyorsunuz. Birbiri içine açılan odacıklar dağlara oyulmuş durumda. Suyun akması için su yolları yapılmış ve sarnıç da var. O zamanki insanların çok uzun boylu olduğu söylenir. Taştan oyulmuş basamaklar da bunu doğrular yöndeydi. Merdivenin bir basamağının boyu neredeyse 1,5 metreye yakındı. Düşünün artık.

Nemrut Tahtı'ndan canım Urfam'ı kuşbakışı izlemek mümkün. Yeni yapılan Olimpik Stadı bile gördüm. Hemen arkasında ise Deyr Yakup Manastırı bütün ihtişamıyla salınmakta. Kültür Bakanlığı'nın tanıtım afişlerinde resmine rast gelmişsinizdir. Yuvarlak değişik bir yapısı var. Urfa'da gerçekten bir tarih yatıyor ama ah bir de hakkıyla değerlendirilebilse.

Bu zorlu yolculuğun bir de dönüşü vardı elbette ve işte artık vakit gelmişti. Sıcaktan ve yorgunluktan bitmiş bir halde kendimizi arabaya attık =) Mahalle arasında biraz duraklayıp etrafta oynayan güzel gözlü güzel yüzlü çocuklara şeker dağıttık annelerinin gülümseyen çehreleri arasında. İşte bu mutluluk herşeye değer...

Merkeze bu defa farklı bir yoldan indik yolda kocaman bir isot anıtı gördük. Sonra Belediye önünde düzenlenen Kültür Sanat Festivali'ni görünce biz de katıldık. Farklı yörelerden pek çok halk oyunu ekibi vardı. Coşkulu bir hava hakimdi. Halk oyunlarını izleyip katılımcıları fotoğrafladık. Burada daha önceki yazılarda bahsettiğim Balıklıgöl'de tanıştığımız Konyalı amca ile karşılaştık yine. Hani kendi bastırdığı tişörtü giyen. Müsadesini alıp resmini çektim.



Vakit akşama dönmeye başlamıştı ve yemek için Halepli Bahçe'nin yolunu tuttuk. Burada tanıştığımız Bereket Döner işletmecisi Hatice abla ve ailesinden bahsetmiştim. Onlar da balcan (patlıcan) tava yapmışlar, büfenin önüne sofrayı kurmuşlar tam yemeğe oturuyorlarmış. Bizi de buyur ettiler. Önce oturmak istemedim belki azdır insanların yemeğine mani olmayalım diye. Ama annem "davet çevrilmez, bir lokma da olsa alayım" düşüncesiyle oturmadan çömeldi. Onu görünce ben de bir lokma alayım dedim. Bizi görünce babam ve halam da geldi =) İlk lokmayı aldıktan sonra çömelmeden oturma pozisyonuna geçtik hepimiz =)) O kadar lezzetliydi ki anlatamam. Nasıl da acıkmışız. Baştan yok filan derken bir anda üç kişilik bir ailenin yemeğine ortak çıkıvermiştik. Öyle candan "hadi yeyin, buyurun" diyorlardı ki. Kendi tabaklarındaki yemekleri bile bize vermeye çalışıyorlardı. Yemeği İslim Teyze yapmış. Sordum, aslında yapılışı da pek değişik bir şey değildi. Ama elinin lezzetinden midir yoksa Urfa sebzelerinin güzelliğinden mi bilmem, enfes bir tadı vardı. Bu konuyu daha evvel Gaziantepli yapraksarma Zeynep Ablam'la da konuşmuştuk. Her yaz Mersin'e tatile gittiklerinde oranın domatesinde patlıcanında Antep'teki tadı bulamadığından bahsetmişti.


Bu enfes yemeği çayla ve hoş sohbetle taçlandırdıktan sonra Halil-Ur-Rahman Camisi'nde namazlarımızı eda ettik. Balıklıgöl'ün doyumsuz manzarasını akşam vakti izleyip Şurkav'ı biraz gezdik ve künefe için vazgeçilmez mekânımız olan Gümrük Hanı' na gittik. Künefenin ardından Hasan Paşa Camisi'ni ve Dergah Camisi'ni gece halleriyle fotoğrafladım ve Anzılha Çay Bahçesi'ne gittik. Semaver çayının tadını Anzılha Gölü'nü seyrederek çıkardık. Yoğun ve yorgun bir günün ardından otelin yolunu tuttuk. Ertesi gün Urfa taş konaklarını gezmeye devam edecektik.

Yeni bir yazıda görüşmek ümidiyle. Umut hep vâr olsun.