JustWatch PRO
Ana SayfaYeniPopüler Listeler Sporlarguide
Blair Witch Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?

Blair Witch Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?

Aslı Ildır

Aslı Ildır

JustWatch Editörü

Amerikan bağımsız sinemasına ve korku türüne yeni bir soluk getiren Daniel Myrick ve Eduardo Sánchez imzalı The Blair Witch Project, daha vizyona girmeden büyük gürültü koparmış, kurmaca ve gerçeklik arasındaki sınırları zorlayarak çıktığı gibi bir efsane haline gelmişti. Buluntu film estetiğiyle çekilmiş olan yapım, seneler süren ve Paranormal Activity gibi serilerle popülerleşen “found-footage korku” türünün de ateşleyicisi oldu. 

Gişede büyük bir başarı elde eden filmin anlatı evreni; devam filmleri, romanlar, video oyunları ve çizgi romanlarla seneler boyunca genişlemeye devam etti. Blair Witch filmlerine bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.

The Blair Witch Project (1999)

Bir sinema okulu öğrencisinin kamerasından izlediğimiz The Blair Witch Project, Blair Cadısı isimli bir korku efsanesinin izinden giden ve uğursuz bir ormanda kaybolan üç gence odaklanıyor. Bir tür “sahte belgesel” (mockumentary) olan film, pazarlama stratejisi sayesinde kısa sürede bir mite dönüşmüş, ardından 1 milyon dolar bile olmayan bütçesiyle 250 milyon dolara yakın bir gişe hasılatı elde ederek tarihe geçmişti. Türünün ilk örneklerinden olduğu için inandırıcılığı de bir hayli yüksek olan film, 90’larda popülerleşen dijital el kameralarını yaratıcı bir biçimde anlatısına dahil ediyor, fazlasıyla gerçekçi ve “amatör” bir estetik tercih ediyordu. Çekimleri Burkittsville, Maryland’da gerçekleşen filmdeki diyalogların ve sahnelerin büyük kısmı doğaçlama olarak tasarlandı.

Curse of the Blair Witch (1999)

Temelde The Blair Witch Project’in “sahte belgesel” dünyasını daha da güçlü kılmak için üretilmiş bir ek (ya da tamamlayıcı) film olan Curse of the Blair Witch, Maryland’ın kurmaca bir şehri olan Blair’deki bir efsane üzerine bir belgesel. Sahte belgeler, görseller, haberler ve röportajlardan oluşan film, 19. ve 20. yüzyılda kentte yaşanan çeşitli cinayet ve kayıp olaylarına odaklanıyor. 1700’lerde cadılık yaptığı gerekçesiyle öldürülen Elly Kedward isimli bir kadının neden olduğu söylenilen bu uğursuz olaylar, adeta gerçekmişçesine “uydurulmuş” belgeler ve kanıtlarla - ve büyük bir ciddiyetle - film boyunca ekrana geliyor. Asıl filmden bağımsız bir şekilde dolaşıma giren bu “ek film”, Blair Witch efsanesinin ana hikâyenin de ötesinde büyümesine neden olmuştu. 

Sticks and Stones: An Exploration of the Blair Witch Legend (1999)

Bazı bölümleri Curse of the Blair Witch’le kesişen, ancak daha fazla ek sahne ve sahte röportaj içeren Sticks and Stones: An Exploration of the Blair Witch Legend, yine asıl filmin inandırıcılığını arttırmak için üretilmiş bir ek film. Yalnızca filmin VHS versiyonunda izlenebilen yapım, bazı ek karakter ve diyaloglar da içeriyordu. Bunlardan bir tanesi, öldürülen gençlerden biri olan Joshua Leonard’ın babasıyla yapılmış bir röportajdı. Curse of the Blair Witch ve Sticks and Stones ile zenginleşen filmin dünyası, 90’lardan bu yana devam eden ve anlatı evrenini hem yatay hem de dikey şekilde genişletmeyi hedefleyen transmedya hikâye anlatıcılığının da önemli örneklerinden. 

The Burkittsville 7 (2000)

The Massacre of The Burkittsville 7: The Blair Witch Legacy, tıpkı Curse of the Blair Witch ve Sticks and Stones gibi bir sahte belgesel. Asıl filmde ismi geçen kurbanlardan Rustin Parr’ın ve onun katili olması muhtemel Kyle Brody’nin hikâyesine odaklanan film, televizyonda ilk gösterildiğinde The Blair Witch Project’e eşlik etmişti. Showtime’ın yayınladığı 40 dakikalık bu ek filmde yine inandırıcılık dozunu arttırmak için sahte belgeler, arşiv görüntüleri ve röportajlar kullanılmıştı. Böylece orijinal filmin etrafındaki (belki seyircinin bile isteye inanmayı seçtiği) efsane, üç farklı tamamlayıcı yapımla daha da inandırıcı hâle gelmişti. Böylece ilk başta oldukça deneysel bir işe kalkışan yönetmenler, sinema yoluyla hakikatin ne kadar kolay bir şekilde yazılabileceğini (ya da yeniden yazılabileceğini) seyirciye göstermiş oldu. 

Book of Shadows: Blair Witch 2 (2000)

Amerikalı belgesel yönetmeni Joe Berlinger imzalı Book of Shadows: Blair Witch 2, ilk filmin yarattığı efsanenin peşinden Maryland’daki çekim mekânına giden bir gruba odaklanıyor. Bir tür devam filmi olarak görülebilecek olan Book of Shadows, üç farklı “ek filmle” tamamlanmış olan Blair Witch dünyasına bir katman daha ekleyerek efsaneyi daha da inandırıcı kılmayı hedefliyordu. Orijinal filmin tersine buluntu film estetiği tercih etmeyen ve çok daha ana akım bir korku dili kullanan Book of Shadows, Blair Witch hayranlarını büyük hayal kırıklığına uğratmış ve fazlasıyla basmakalıp bulunmuştu. Öte yandan, filmin folklorik efsanelerin yarattığı psikolojik etkiye dair söyledikleri ve “film içinde film” yapısı ise bir hayli ilginç bulunmuştu. 

Blair Witch (2016)

The Blair Witch Project’e doğrudan bir devam filmi olarak çekilen Blair Witch, Book of Shadows’u yok sayıyor ve doğrudan ilk filmde geçen olayların sonrasına odaklanıyor. Death Note ve Godzilla x Kong: The New Empire gibi filmleriyle tanınan yönetmen Adam Wingard imzalı film, prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yapmıştı. Orijinal hikâyede kaybolan Heather Donahue’nin kardeşi ve arkadaşları, bu filmde ise genç kadını aramak için Maryland’a, olay yerine gidiyorlar. İlk filme benzer bir şekilde buluntu film olarak çekilen film, bir önceki devam filmi denemesinden daha çok beğenilmiş fakat gereksiz jump-scare efektleri nedeniyle estetik olarak inandırıcılıktan uzak bulunmuştu. 

Blair Witch Filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

Blair Witch filmlerini hangi sırayla ve Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

Lilo & Stitch Serisini Türkiye’de Çevrimiçi İzleyin

Lilo & Stitch Serisini Türkiye’de Çevrimiçi İzleyin

Öykü Sofuoğlu

Öykü Sofuoğlu

JustWatch Editörü

Disney’in ikinci Altın Çağ’ını yaşadığı doksanların ardından gelen duraklama döneminde hem eleştirmenlerin hem de her yaştan seyircisinin beğenisini kazanan Lilo & Stitch bugün stüdyonun en çok sevilen serileri arasında yer alıyor. 

Galakside kaos ve yıkıma sebep olması için genetiği değiştirilerek yaratılan bir uzaylının Hawaiili küçük bir kızla dostluğunu merkezine alan 2003 tarihli filmle başlayan seri önümüzdeki günlerde live-action yeniden çevrimi vizyona girecek Lilo & Stitch’le devam ediyor. Hayranlarının merakla beklediği filmin öncesinde JustWatch ekibi serideki tüm film ve dizileri bu rehberde bir araya getirdi. 

Lilo & Stitch (2002)

Lilo isminde ve ablası Nani’yle yaşayan öksüz bir kızın, başlangıçta köpek olduğunu düşünerek sahiplendiği ancak sonrasında genetiği değiştirilmiş bir uzaylı olduğunu öğrendiği Stitch’in zaman içinde büyüyen dostluğunu merkezine alan Lilo & Stitch'in yönetmenliğini, sonrasında How to Train Your Dragon serisine de imza atacak Chris Sanders ve Dean DeBlois ikilisi üstlendi. Sanders’ın başlangıçta hikâyesini bir çocuk kitabı için tasarladığı filmin, klasik Disney dönemini akla getiren suluboya arka planları ve özgün animasyon tarzı büyük beğeni topladı. Akademi Ödülleri’nde En İyi Animasyon Film Oscar’ına aday gösterilen filmin seslendirme kadrosunda Daveigh Chase, Tia Carrere, Jason Scott Lee ve David Ogden Stiers gibi isimler yer aldı. Yönetmen Chris Sanders ise bizzat Stitch’i seslendirdi. 

Stitch! The Movie (2003)

Orijinal filmin hemen bir yıl sonrasında çekilen Stitch! The Movie’de, dünyadaki yaşamına uyum sağlamakta zorluk çeken Stitch’in, çevresinde kendi türünde kimse olmadığı için yalnızlık çekmesiyle başlamıştı. Bu esnadaysa ilk filmde Stitch’i ele geçirmeye çalışan Dr. Jumba Jookiba’nın eski ortağı Dr. Jacques von Hämsterviel, Stitch’in “kuzenleri” olarak adlandırılan diğer deney canlılarını ele geçirmesi için Gantu’yu görevlendirilmişti. Lilo ve Stitch ise onları Jumba ve Gantu’nun elinden kurtarmaya çalışmıştı. Tony Craig ve Bobs Gannaway’in yönetmenliğini üstlendiği film vizyona girmeden doğrudan DVD video formatında piyasaya sürüldü. 

Lilo & Stitch: The Series (2003 - 2006)

Stitch! The Movie’nin bir nevi hikâyesine hazırlık yaptığı dizi Lilo & Stitch: The Series filmden kısa bir süre sonra ABC ve Disney Channel’da yayına başladı. Bobs Gannaway ve Jess Winfield’ın imzasını taşıyan dizi, Lilo ve Stitch’in Dr. Jumba’nın kayıp 623 deneyini bularak onları iyilik yapmaya yönlendirmeye uğraşırken, Gantu’nun Stitch’in kuzenlerini Dr. Hämsterviel için yakalamaya çalışmasını konu edindi. İki sezon ve 65 bölüm süren çizgi dizinin hikâyesi Leroy ve Stitch adlı televizyon filmiyle noktalandı. 

Lilo & Stitch 2: Stitch Has a Glitch (2005)

Zaman olarak daha geç yayınlansa da hikâye kronolojisi açısından dizi ve filmden daha öncesinde konumlanan Lilo & Stitch 2: Stitch Has a Glitch de vizyona girmeden doğrudan video formatında seyirciyle buluştu. Stitch, yavaş yavaş ölmesine sebep olan bir hata yüzünden kendini kaybetmesi ve bu esnada önemli bir dans yarışmasına hazırlanan Lilo’yla aralarının bozulmasının konu edinen filmin yönetmenliğini Tony Leondis ve Michael LaBash üstlendi. Bu filmde Lilo’yu Dakota Fanning seslendirdi. Filmin DVD’sinde ayrıca Stitch Has a Glitch ve Stitch! The Movie arasında köprü görevi gören The Origin of Stitch isimli bir kısa film yer aldı. Stitch Has a Glitch, bugün Disney’in “direct-to-video” devam filmleri arasında en beğenilen yapımlardan biri kabul ediliyor.

Leroy & Stitch (2006)

2003’te başlayan dizinin finali niteliğindeki televizyon filmi Leroy & Stitch’in yönetmenliğini Tony Craig ve Bobs Gannaway üstlendi. Filmde, Dr. Jumba’nın deneylerini iyilik yoluna çevirmeyi başaran Lilo, Stitch ve bizzat Jumba ve Pleakley bu defa, Gantu ve Hämsterviel tarafından Jumba’yı yaratmaya zorladıkları ve sonrasında da klonladıkları Stitch’in kötü niyetli ikizi Leroy’la mücadele etmek zorunda kaldı. Leroy & Stitch’in “kötü ikiz” temasını kullanması her ne kadar klişe bir tercih gibi görünse de, film bu formülü eğlenceli ve duygusal bir finalle dengelemeyi başardı. 

Stitch! (2008)

Japon televizyonlarında toplam üç sezon yayınlanan ve buna ek olarak iki televizyon filminin eşlik ettiği (Stitch and the Planet of Sand ve Stitch! Perfect Memory) Stitch! ise Leroy & Stitch’ten yıllar sonra Lilo’nun artık üniversiteye gittiği ve Stitch’in onun yokluğunda eski yıkıcı davranışlarına geri döndüğü bir gelecekte başladı hikâyesine. Stitch’in kaçmaya çalışırken Izayoi isminde bir adaya çakıldığı ve burada büyükannesiyle beraber yaşayan Yuna isimli bir küçük kızla arkadaş olduğu anime dizide, Dr. Jumba, Dr. Hämsterviel ve Reuben gibi karakterler de yer aldı. Orijinal dizinin yaratıcılarından Jess Winfield’in bu dizinin İngilizce dublajında Dr. Jumba’yı seslendirdiğini de not düşelim. 

Stitch & Ai (2017)

Lilo & Stitch’in ABD ve Japonya’daki uyarlamalarının başarısını takip diğer bir TV dizisi olan Stitch & Ai Çin’de yayınlandı. Serideki diğer yapımlarla bağlantıya sahip bu dizi, Stitch’in bir grup uzaylı tarafından kaçırıldıktan sonra canını kurtarıp dünyada döndüğünde, Huangshan dağlarında tanıştığı Wang Ai Lin isimli küçük kızla dostluğuna odaklandı. Serinin ikonik karakterleri Dr. Jumba ve Pleakley’in de yer aldığı dizide önceki film ve dizilerden sahneler yeniden çizilerek flash-back olarak kullanıldı. Yayın hayatı kısa süren Stitch & Ai, toplamda bir sezon yayınlandı. 

Lilo & Stitch (2025)

Disney, 2002 tarihli filmin live-action ve animasyonun bir arada kullanılacağı yeni bir uyarlama için çalışmalara 2018 yılında başladı. Orijinal hikâye akışını takip edecek filmin senaryosu Chris Kekaniokalani Bright ve Mike Van Waes tarafından kaleme alındı. Lilo & Stitch’in yönetmen koltuğunda ise Marcel the Shell with Shoes On ile adını duyuran Dean Fleischer Camp oturuyor. Animasyon filmlerinde Stitch’i seslendiren Chris Sanders’ın uzun bir aradan sonra seriye geri döndüğü filmde Lilo’yu Maia Kealoha, Nani’yi Sydney Elizebeth Agudong ve Dr. Jumba’yı Zach Galifianakis seslendiriyor. 

Lilo & Stitch serisi hangi platformlardan izlenebilir?

Lilo & Stitch serisi hangi sırayla ve Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz. 

Çocuklar İçin En İyi 10 Dinozor Filmi

Çocuklar İçin En İyi 10 Dinozor Filmi

Aslı Ildır

Aslı Ildır

JustWatch Editörü

1990’lardan itibaren sinema, dijitalleşmenin ve görsel efekt teknolojilerinin yükselişe geçmesiyle tıpkı Jurassic Park’takine benzer bir tür “dinozor devrimi”ne tanık oldu. Yalnızca çocuklar değil, yetişkinler için de dinozorların beyazperdede “yeniden canlanıyor” olması hem büyük şaşkınlık yarattı, hem de sinema salonları tarih öncesinden gelen bu misafirler sayesinde dolup taştı. Görkemli cüsseleri ve ihtişamlı doğalarıyla çocukları daima büyüleyen dinozorların “modası” bugün bile hâlâ geçmedi.

Günümüzde çocukları sadece eğlendirmeyi değil, aynı zamanda onlarda zamanda tarihe ve bilime dair bir merak uyandırmayı da hedefleyen pek çok film üretiliyor. Çocuklar için en iyi 10 dinozor filmine bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.

İyi Bir Dinozor (2015)

Inside Out, Cars ve Toy Story gibi tüm zamanların en sevilen animasyon serileriyle tanınan ünlü stüdyo Pixar imzalı İyi Bir Dinozor (The Good Dinosaur), küçük bir dinozor ve bir çocuk arasındaki arkadaşlığı konu ediniyor. Apatosaurus türünde bir dinozor olan küçük kahramanımız Arlo ve insan arkadaşı Spot’un maceralarını takip eden film, dinozorların neslinin tükenmesine neden olan asteroidin dünyaya çarpmadığı alternatif bir evrende geçiyor. Yönetmenliğini yine son dönemin sevilen animasyonlarından Elemental’e de imza atan Peter Sohn’un üstlendiği yapım, animasyon dalında Oscar adayı olmuştu. Pek çok Pixar filminde olduğu gibi yine çocuklara karmaşık kavramları hikâyeler yoluyla anlatmayı hedefleyen "korku" teması üzerine eğiliyor. 

Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı (2009)

2000’lerin en sevilen animasyon serilerinden Buz Devri’nin üçüncü halkası Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı, bir Tyrannosaurus’un yumurtalarını çalan meşhur kahramanımız Sid’in kaçırılmasıyla başlıyor. Sid’i kurtarmak isteyen arkadaşları, buzların altında gizli kalmış bir dinozor diyarı keşfediyor ve böylece buz devriyle özdeşleşmiş karakterlerimizi bambaşka bir dünyada, buzulların dışında bir diyarda izleme şansı yakalıyoruz. Buz Devri 3, serinin duygusal dozu çok daha yüksek ilk iki filmiyle karşılaştırıldığında, eğlence ve aksiyon namına daha tatmin edici bir film. Activision yapımı aynı adlı bir video oyunu da olan filmin yönetmenliğini ise serinin yaratıcılarından, Brezilyalı yönetmen Carlos Saldanha üstleniyor.

Dinozor (2000)

Görsel efekt teknolojilerinin yükselişe geçtiği 2000’lerin en heyecan uyandıran yapımlarından Dinozor, yalnızca çocuklar için değil yetişkinler için de izlemesi oldukça keyifli bir “tarihi” film. Günümüzün 65 milyon yıl öncesinde geçen hikâye, ailesinden uzak düşen Aladar isimli bir dinozorun öyküsü üzerinden, dinozorların sonunu getirecek olan meteor yağmuru ve etkilerine bakıyor. 1980’lerin sonunda ilk olarak Hollywood’un önemli yönetmenlerinden Paul Verhoeven ve animasyon/görsel efekt uzmanı Phil Tippett’ın ortaya attığı fikir, Walt Disney tarafından çocuklara da hitap edebilecek, daha az ürkütücü bir versiyona çevrilmişti. Disney, filmi aynı zamanda dönemin gelişen animasyon teknolojileri sergilemek için bir fırsat olarak da değerlendirdi.

Dinosaur Island (2014)

Görsel efektler üzerine uzmanlaşmış olan Avustralyalı yönetmen Matt Drummond’ın yönettiği Dinosaur Island, 2010’ların görsel anlamda başarılı canlı çekim dinozor filmlerinden biri. Özellikle dinozorların tasarımıyla öne çıkan film, kendisini tarih öncesi dönemden kalma yaratıklarla dolu bir adada bulan 13 yaşındaki Lucas ve 1950’lerden gelen arkadaşı Kathryn’in maceralarını takip ediyor. 7 yaş üzeri çocuklar için daha uygun olan İngiliz-Avustralya ortak yapımı film; özellikle aksiyon dolu anlatısı, etkileyici görsel efektleri ve uçsuz bucaksız doğa manzaralarıyla öne çıkıyor. Yönetmen Drummond, filmin başarısı takiben 2017 yılında My Pet Dinosaur isimli bir dinozor filmine daha imza atmıştı.

Dünyanın Merkezine Yolculuk (2008)

2000’lerin sevilen macera filmlerinden Dünyanın Merkezine Yolculuk, başrolünde The Mummy serisinin yıldızı Brendan Fraser’ın yer aldığı bir macera-bilimkurgu filmi. Jules Verne’in 1864 tarihli aynı adlı klasiğinden uyarlanan film, aynı zamanda 4D teknolojisinin tanıtıldığı ilk yapımlardan biriydi. Film, kendini içinde dinozorların olduğu fantastik bir dünya katmanında bulan Trevor Anderson isimli bir bilim adamına odaklanıyor. Görsel efektler üzerine uzmanlaşmış olan ve Pearl Harbor gibi yapımlarda da imzası olan Eric Brevig’in yönettiği film, gişede hatrı sayılır bir başarı elde etmiş ve yüksek prodüksiyon bütçesinin hakkını fazlasıyla vermişti. Ayrıca filmin 2012’de vizyona giren Journey 2: The Mysterious Island isimli bir devam filmi de bulunuyor. 

The Land Before Time (1988)

Daha erken dönem dinozor filmlerinden The Land Before Time (Tarih Öncesi Topraklarda), yapımcıları arasında Steven Spielberg ve George Lucas gibi usta isimlerin de yer aldığı, macera türünde bir animasyon. Filmin yönetmenliğini ise, daha sonra kendi stüdyosunu kurarak Disney’in en büyük rakiplerinden biri haline gelen, An American Tail ve Anastasia gibi animasyonlarıyla tanınan Don Bluth üstleniyor. Annesini kaybeden Littlefoot adındaki küçük bir Apatosaurus’a odaklanan The Land Before Time, farklı türlerde dinozorlara ve dönemin yaşam şartlarına yer vermesiyle hem eğlenceli hem de oldukça eğitici bir anlatıya sahip. Gösterime girişinin ardından oldukça beğenilen filmin yarattığı evren, daha sonra doğrudan video için üretilen 13 farklı filmle de devam etti. 

Bir Dinozorun Anıları (1993)

90’ların sevilen animasyonlarından Bir Dinozorun Anıları (We're Back! A Dinosaur's Story), zamanda geriye giderek dinozorları daha “zeki” varlıklar haline getiren bir bilim adamının yaşadıklarına odaklanıyor. Film, Steven Spielberg’in kurduğu ve Who Framed Roger Rabbit, Balto, An American Tail: Fievel Goes West gibi dönemin ses getiren animasyonlarıyla bilinen Amblimation’ın bir prodüksiyonu. Hudson Talbott’ın 1987 tarihli aynı adlı çocuk romanından uyarlanan filmin yapımcıları arasında Spielberg de yer alıyor. Öte yandan, Spielberg klasiği Jurassic Park’la aynı sene vizyona giren film, daha “aile dostu” bir dinozor filmi olarak pazarlanmış fakat zamanlaması nedeniyle gişede beklenen başarıyı elde edememişti.

Baby: Secret of the Lost Legend (1985)

Walt Disney Stüdyoları imzalı Baby: Secret of the Lost Legend, yine görsel efekt teknolojilerinin daha erken bir döneme ait, başarılı bir dinozor filmi. Oyuncu kadrosunda William Katt, Sean Young ve Patrick McGoohan’ın yer aldığı filmin yönetmenliğini Cisco Pike ve More American Graffiti gibi filmleriyle tanınan Bill L. Norton üstleniyor. Orta Afrika’daki araştırma gezileri sırasında brontosaurus türünde bebek bir dinozorla karşılaşan iki bilim insanına odaklanan yapım, özellikle 80-90’lar ana akım Hollywood sinemasında yükselişe geçen macera filmlerinden izler taşıyor. Baby: Secret of the Lost Legend, hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap edecek az sayıdaki canlı çekim dinozor filminden biri. 

Dinozorlarla Yürümek (2013)

BBC Earth tarafından hayata geçirilen Dinozorlarla Yürümek (Walking with Dinosaurs), kanalın 1999 tarihli belgesel türündeki mini dizisinden esinleniyor. Dinozorlarla ilgili pek çok çocuk ya da aile filminin tersine, tarihsel ve bilimsel gerçekliğe olabildiğince yakın duran filmde 12 farklı dinozor türüne yer veriliyor. Mulan filmiyle tanınan Barry Cook ve BBC’nin önemli yönetmenlerinden Neil Nightingale’ın birlikte yönettiği film, 80 milyonluk bütçesinin karşılığını gişede verememiş olsa bile, dinozorları en iyi “yeniden canlandıran” filmlerden biri olarak görülüyor. Çekimleri Yeni Zelanda ve Alaska gibi görsel olarak zengin coğrafyalarda gerçekleşen filmdeki dinozorları tasarlayan isim ise, Disney’in 2000 tarihli Dinozor filmindeki tasarımlarıyla tanıdığımız David Krentz. 

Dino Time (2012)

Güney Kore’nin önemli yapım ve dağıtım şirketlerinden CJ Entertainment imzalı Dino Time (Benim Annem Bir Dinozor), Ernie isimli bir çocuğun dinozor devrine kadar varan yaramazlıklarını konu alan bir animasyon. Dinozor müzesini ziyarete giden Ernie ve en yakın arkadaşı Max, beklenmedik bir zaman yolculuğu sonrasında kendilerini 65 milyon öncesinde bulurlar. Yaşayacakları asıl maceradan habersiz olan ikili, onları korkutmak yerine sahiplenen ve anneleri gibi davranmaya başlayan bir dinozorun esiri olur. Özellikle canlı renkleri, sevimli animasyon karakterleri ve mizahıyla öne çıkan film, dinozorların korkutucu taraflarını pek sevmeyen çocuklar (ve aileleri) için ideal bir seçenek. 

Çocuklar İçin En İyi 10 Dinozor Filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

Çocuklar için çekilmiş en iyi 10 dinozor filmini Türkiye’de nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

The Conjuring (Korku Seansı) Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?

The Conjuring (Korku Seansı) Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?

Aslı Ildır

Aslı Ildır

JustWatch Editörü

Yaratıcılığını Saw (Testere) ve Insidious (Ruhlar Bölgesi) gibi serilerle de tanıdığımız James Wan’ın üstlendiği The Conjuring (2013), gösterime girdiği gibi büyük ses getirmiş ve 2000 sonrası ana akım korku sinemasının başarılı örnekleri arasında yerini almıştı. Hatırı sayılır bir gişe başarısı elde eden film, son on yılda hem hikâyenin öncesini ve sonrasını anlatan devam filmleri, hem de aynı dünyadan Annabelle ve Valak gibi iblislere odaklanan başka filmlerle kendi anlatı evrenini yarattı. 

Paranormal olaylar üzerine araştırma yapan “şeytan bilimci” Ed ve Lorraine Warren’ın gerçek hayat hikâyesinden esinlenen evren, yüksek bütçeli prodüksiyon tasarımı ve seyirciyi korkutma görevini sonuna kadar yerine getiren özel efektleriyle biliniyor. The Conjuring evreninde yer alan filmlere bu sayfadan erişebilir, bu yapımları hikâyelerin kronolojisine göre hangi sırayla izleneceğini ve Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

The Conjuring (2013)

Seriyi başlatan ve 2000’ler ana akım korku sinemasının en başarılı örnekleri arasında gösterilen The Conjuring, temelde korku severlerin fazlasıyla aşina olduğu bir konuya sahip: şeytan istilası. Warren çiftinin yine gerçek bir vakasından esinlenen hikâye, hayatlarını altüst eden şeytani bir varlıktan kurtulmak için çifte başvuran bir aileye odaklanıyor. Filmle ilgili olarak seyirci kadar eleştirmenleri de pek çok açıdan tatmin eden şey, yalnızca yüksek bütçeli prodüksiyonu ya da James Wan’ın ustalıklı yönetmenliği değil. Daha çok The Exorcist’ten The Omen’e pek çok klasiğin konu edindiği bu klasik korku temasını, son derece ciddiyetle ve son dönem korku filmlerinin muzdarip olduğu “zeki görünme” tuzağına düşmeden ele alabilmesi.  

Annabelle (2014)

The Conjuring evreninin ikinci halkası Annabelle, 2017 yapımı Annabelle: Creation filminde anlatılan şeytani bebeğin seyirciyle buluştuğu ilk yapım. Child’s Play serisindeki Chucky gibi karakterlerle popülerleşen ve korku filmlerinde sıkça kullanılan imgelerden biri haline gelen lanetli bebek, Annabelle evrenindeki en dehşet verici versiyonlarından birine bürünüyor. Özel efekti bol bir korku filmi için düşük sayılabilecek, 6.5 milyon dolar gibi bir bütçeyle hayata geçirilen film, gişede 257 milyon dolarlık bir hasılat etmişti. Annabelle, bu başarısıyla The Conjuring anlatı evreninin genişlemesini garanti altına alan yapım olarak da görülüyor. 

The Conjuring 2 (2016) 

Ana serinin neredeyse ilk film kadar ses getiren ikinci halkası The Conjuring 2, başarısını muhtemelen bir kez daha kamera arkasına geçen James Wan’a borçlu. Filmin başrollerinde, ilk filmde de Warren çiftini canlandıran ve artık seriyle özdeşleşmiş olan Patrick Wilson ve Vera Farmiga ikilisi yer alıyor. 1977’de İngiltere’nin Enfield bölgesinde geçen film, bir tür paranormal varlık tarafından rahatsız edilen Hodgson ailesine odaklanıyor. The Conjuring 2, hem ilk filmde açılan evreni organik bir şekilde genişletmesi hem de tamamen yeni bir hikâye anlatmasıyla beğeni toplamıştı. Wan’ın bir kez daha üstün yönetmenlik yeteneklerini sergilediği film, özellikle başarılı jump-scare efektleri ve doğaüstü varlıkları akla getiren tekinsiz kamera hareketleriyle dikkat çekiyor. 

Annabelle: Creation (2017)

Lights Out filmiyle korku türünde rüştünü ispatlayan yönetmen David F. Sandberg imzalı Annabelle: Creation ise bir iblis tarafından ele geçirilmiş oyuncak bebek Annabelle'in. bebeğin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. İlk olarak The Conjuring filminde ismini duyduğumuz Annabelle, Warren’ların yine gerçek hayattan alınmış bir başka vakasından esinlenme. Film, Annabelle ismindeki küçük kızlarının yasını tutan bir çiftin başına gelen dehşet verici olaylara odaklanıyor. Küçük kızın odasındaki bir bebeği istila eden iblis, çiftin evlerinde kalan bir başka küçük kızı ele geçiriyor ve seneler boyunca sürecek Annabelle lanetinin de kapıları böylece aralanmış oluyor. 

The Nun (2018)

The Conjuring 2 filminin bir spin-off’u olan The Nun, hikâye kronolojisi açısından The Conjuring evreninin en eski tarihli filmi. Serinin beşinci halkası olan yapım, 1952 yılında Romanya’da yaşayan iki rahibenin, rahibe kılığına girmiş şeytani bir varlık tarafından saldırıya uğramasıyla başlıyor. Warren çiftinin en büyük düşmanlarından iblis Rahibe Valak’ın ortaya çıkışını ve kökenini konu alan film, bir yandan da seri boyunca karşılaştığımız dini imgelere ve korku hikâyelerine tarihsel bir bağlam da eklemiş oluyor. Korku türü tarafından hem hikâye hem de çekim mekânı olarak sıkça tercih edilen bölgelerden, Romanya’nın Bükreş kentinde çekilen The Nun, tanıdık Hristiyan imgeleri şeytani anlamlarla yükleyen ters köşe bir anlatıya sahip. 

The Curse of La Llorona (2019) 

The Conjuring evreniyle bağlantısı oldukça zayıf olan ve 1973 yılının Los Angeles’ında geçen The Curse of La Llorona, Annabelle filminde tanıştığımız Peder Perez’in karşılaştığı bir vakaya odaklanıyor. Çocuklarını öldürdükten sonra intihar eden bir kadının lanetini anlatan filmin yönetmenliğini ise The Nun 2 ve The Conjuring: The Devil Made Me Do It filmlerinde de imzası olan Michael Chaves üstleniyor. Annabelle vakası nedeniyle doğaüstü varlıklar konusunda deneyim kazanan Peder Perez, bu filmde ise hayaletin kurbanı olan Anna Tate-Garcia isimli kadına lanetten kurtulması için yardım etmeye çalışıyor. Serinin hayranları tarafından fazla ayrıksı bir hikâye olarak değerlendirilen ve Annabelle ya da Valak gibi karaktere kıyasla bağlamdan uzak bir hikâye anlatan film, The Conjuring filmleri beğeni sıralamasında alt sıralarda yer alıyor.  

Annabelle Comes Home (2019)

Annabelle serisinin üçüncü halkası Annabelle Comes Home’da, hem lanetli bebek Annabelle’in hem de Warren’ların ünlü odasında gizlenen diğer iblislerin yeniden uyanışına tanık oluyoruz. Filmin yönetmenliğini, serinin ilk iki filminde de imzası olan Gary Dauberman üstleniyor. 1970’lerin başında geçen hikâyede Warren çifti bir süreliğine evden uzaklaşmak zorunda kalıyor ve bu sırada kızları Judy, dadısı ve arkadaşı kazara “sırlar odasındaki” kötü ruhları serbest bırakıyor. Çoğunluğu Warren’ların evinde geçen filmde kimisi ailenin karşılaştığı gerçek vakalardan esinlenen, kimisi ise kurmaca pek çok farklı doğaüstü varlıkla tanışıyoruz. Filmde Warren’ların kızı Judy rolünde başarılı bir performans sergileyen isim ise, Gifted filmiyle ünlenen genç oyuncu Mckenna Grace. 

The Conjuring: The Devil Made Me Do It (2021)

The Nun 2 ve The Curse of La Llorona’ya da imza atan Michael Chaves imzalı The Conjuring: The Devil Made Me Do It, yönetmenlik açısından ilk iki filmin gölgesinde kalsa da, evrenin çoğu filmi gibi gişede hatırı sayılır bir başarı elde etmişti. Yine Warren çiftinin hayatından esinlenen film, şeytan tarafından ele geçirilmiş bir adamın işlediği bir cinayete odaklanıyor. Sıradışı bir mahkeme sürecinin de yer aldığı filmde Warren’ların medyum olmalarına da vurgu yapılıyor. Yalnızca Lorraine’in sahip olduğu ve onun hem yeteneği hem de laneti olan altıncı hissi, dava sürecinde çiftin ve kurbanın yardımına koşuyor.  

The Nun 2 (2023)

The Nun 2, 2018 yapımı ilk filmin arka planında hikâyesi anlatılan iblis Rahibe Valak’ın ikinci, The Conjuring evreninin ise sekizinci filmi. 1956 yılında, yani ilk olaylardan dört sene sonrasında geçen film, yine Valak’ın peşine düştüğü Rahibe Irene’yi takip ediyor. Fransa’nın Tarascon bölgesinde geçen hikâye, The Conjuring evrenini bir kez daha zamansal olarak genişletiyor ve (filmin jenerik sonrası ek sahnesinde de gördüğümüz üzere) Warren çiftinin Valak üzerine araştırmalarına tarihsel bir bağlam getiriyor. Genellikle modern dünyada geçen şeytan istilası öyküleri anlatan The Conjuring, The Nun serisi sayesinde Hristiyan mitolojisinin daha erken dönem iblis hikâyelerine de yer veriyor. 

The Conjuring: Last Rites (2025)

The Conjuring serisinin Eylül 2025’te vizyona girmesi beklenen dördüncü halkası The Conjuring: Last Rites’ın yapımcıları arasında serinin yaratıcısı James Wan da yer alıyor. Filmin yönetmenliğini ise serinin bir önceki filmi The Conjuring: The Devil Made Me Do It ve The Nun 2’ye de imza atan Michael Chaves üstleniyor. Warren çiftini canlandıran Vera Farmiga ve Patrick Wilson’ı bir kez daha başrollerde izleyeceğimiz filmin, The Conjuring’in final filmi olduğu da söylentiler arasında. Elbette bunun son film olup olmayacağını filmin gişe başarısı belirleyecek.

The Conjuring filmleri anlatı kronolojisine göre nasıl izlenmeli?

On yılı aşkın süredir farklı vakalar ve karakterler etrafında on filmin çekildiği The Conjuring serisini hikâye kronolojisine göre izlemek istiyorsanız aşağıdaki sıralamayı takip edebilirsiniz:

  • The Nun (2018)
  • Annabelle: Creation (2017)
  • The Nun 2 (2023)
  • Annabelle (2014)
  • The Conjuring (2013)
  • Annabelle Comes Home (2019)
  • The Curse of La Llorona (2019)
  • The Conjuring 2 (2016)
  • The Conjuring: The Devil Made Me Do It (2021)
  • The Conjuring: The Last Rites

The Conjuring (Korku Seansı) Filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

The Conjuring evreninde yer alan filmleri hangi sırayla izleneceğini ve bu yapımları Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Tom Hardy’nin En İyi 10 Performansını Çevrimiçi İzleyin

    Tom Hardy’nin En İyi 10 Performansını Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Son dönemde rol aldığı Havoc ve MobLand gibi projelerle adından sıklıkla söz ettiren İngiliz aktör Tom Hardy, nev-i şahsına münhasır oyunculuk tarzını ortaya koyduğu oldukça sağlam ve akıllarda iz bırakan bir filmografiye sahip. 

    Süper kahraman serilerinden arthouse, festival hitlerine oldukça geniş bir yelpazeye sahip rollerde karşımıza çıkan Tom Hardy’nin kariyerine damga vuran on performansını bu sayfada listeledik. Dünyanın en büyük streaming rehberi olan JustWatch sayesinde, Tom Hardy’nin en iyi filmlerini Türkiye’de nereden izleyebileceğinizi zorlanmadan öğrenin. 

    Mad Max: Fury Road (2015)

    Koca bir jenerasyonun Mel Gibson’la özdeşleştirdiği Max Rockatansky karakterini devralmak elbette ki hafife alınacak bir kariyer hamlesi değildi ama Tom Hardy, George Miller’ın 2015 tarihli modern başyapıtı Mad Max: Fury Road’la karakteri tam anlamıyla kendisine mal eden bir performans ortaya koymayı başardı. Film boyunca toplamda 63 repliği olan Hardy, Max karakterinin tüm personasını fiziksel bir oyunculuk yaklaşımıyla inşa etti. Sessizliği, âdeta vahşi bir hayvanı andıran homurdanmaları ve mimikleri sayesinde seyircinin özdeşleşim kurmasını zorlaştıran bir anti-kahraman olarak çıktı karşımıza. Filmin, duygusal açıdan Furiosa’yı merkeze alan anlatısında Hardy, spot ışıklarını üstüne çekmeye çalışmaksızın, dengeli ve ölçülü yaklaşımıyla büründüğü bu ikonik karakteri layığıyla ekrana taşıdı. 

    The Dark Knight Rises (2012)

    Tom Hardy’nin, ünlü bir oyuncunun baştan aşağı onunla özdeşleşmiş bir performansın ardından dahil olduğu bir diğer seri ise Christopher Nolan’ın Batman üçlemesiydi. The Dark Knight'ta Joker’i canlandıran Heath Ledger’ın zamansız ölümünün Ledger’i serinin hayranları nezdinde rakipsiz bir konuma getirmesi Hardy açısından özellikle zorlayıcı oldu. Yine de başarılı aktör, Joker’in âdeta antitezi diyebileceğimiz Bane karakteriyle bu görevin altından kalkmayı başardı. The Dark Knight Rises’daki rolü için 13 kilo alarak neredeyse tanınmaz hâle gelen Hardy, “Çingenelerin Kralı” lakaplı boksör Bartley Gorman’dan ilham alarak tasarladığı aksanıyla Bane’e inanılmaz bir derinlik kattı. Kaotik ve sağı solu belli olmayan Joker’in aksine, adım atmadan önce iyice düşünüp tartan, cüsseli sözde devrimci figür, beyazperdedeki en ikonik kötülerden biri olarak akıllarda yer etti. 

    Bronson (2009)

    İngiliz aktörün önemli düzeyde fiziksel değişim geçirdiği diğer bir film ise Nicolas Winding Refn imzalı Bronson’dı. Filmde, İngiltere’nin en azılı suçlularından kabul edilen ve Charles Bronson lakabıyla tanınan Michael Gordon Peterson’ı canlandıran Tom Hardy, bu film için 19 kilo aldı. Rolüne hazırlanırken Bronson’la telefon görüşmeleri yapan Hardy, azılı suçluyu o kadar etkiledi ki Bronson, filmde kullanılması için ikonik bıyığını keserek kostüm departmanına teslim etti. Provakatif ve seyircinin sınırlarını zorlayan filmleriyle tanınan Refn’in kariyerinde önemli bir yere sahip Bronson, ele aldığı öznenin bilincinde olduğu bir meta-performans yöntemi benimseyerek biyografi türünün de sınırlarını zorladı.  

    Locke (2014)

    Tom Hardy, kariyerinin en özgün ve hem izleyici hem de kendisi açısından en zorlu performansına ünlü senarist Steven Knight’ın yönettiği Locke filminde imza attı. Tamamı bir arabanın içinde geçen ve sesleriyle Andrew Scott, Olivia Colman ve Tom Holland gibi isimler yer alsa da yalnızca Tom Hardy’nin görünür olduğu filmde başarılı aktör, ustabaşı görevi sebebiyle Birmingham’e gitmesi gereken Ivan Locke’u canlandırdı. Evlilik dışı bir ilişkisi olan Locke’un sevgilisinin doğum yapmak üzere olduğunu öğrenmesi üzerine Londra’ya geri dönüşünü takip eden filmin aksiyonu yalnızca Locke’un arabada gerçekleştirdiği telefon konuşmalarıyla sınırlıydı. Bu denli minimal bir anlatı çerçevesinde ses tonunu, mimiklerini ve nefes alış verişlerini kullanan Hardy, karakterinin kontrol dahilinde olmayan olaylar karşısında yaşadığı duygusal gelgitleri ustalıkla ortaya koydu. 

    Venom: Let There Be Carnage (2021)

    Venom karakteri beyazperdede önce Spider-Man 3’ün karanlık kötüsü olarak akıllara kazınmış olsa da Sony’nin imzasını taşıyan spin-off seri karaktere bambaşka bir bakış açısı getirerek sürpriz bir başarı yakaladı. Elbette bu başarıda iki farklı karakteri benliğinde buluşturan Tom Hardy’nin payı da çok büyüktü. Seride gazeteci Eddie Brock ve onun bedeniyle simbiyotik bir ilişki içinde olan Venom adlı uzaylıyı canlandıran / seslendiren Hardy, ikinci film Venom: Let There Be Carnage’da bu ikili performansını bir adım ileriye taşıdı. Brock ve Venom arasındaki ilişkinin düşmanlıktan dostluğa, dostluktan, inceden hissettirilen bir romantizme gidip geldiği bu dinamik ve camp estetiğini benimseyen süper kahraman filmi queer izleyicilerin de gönlünü kazandı. 

    Warrior (2011)

    Fiziksel açıdan zorlayıcı performanslarının öne çıktığı bir kariyere sahip olan Tom Hardy, Gavin O’Connor’ın imzasını taşıyan Warrior’daki karakterini de benzer bir yaklaşımla ekrana taşıdı. Başrolü Joel Edgerton’la paylaşan Hardy, dövüş sanatlarında uzmanlaşan eski asker Tommy Riordan’a hayat verdi. Hardy bu rol için aylar süren yoğun bir fiziksel hazırlık sürecinden geçti; boks, kickboks ve jiu-jitsu üzerine çalışarak karakterin ringdeki patlayıcı gücünü sahici bir biçimde yansıtmayı başardı. Ancak performansını asıl etkileyici kılan, bu fiziksel dönüşümün ötesine geçerek karakterin bastırılmış duygularını ve geçmişten taşıdığı travmaları mimikleri, duruşu ve sessizliğiyle harmanlamasıydı. Tommy’nin yıllardır görüşmediği abisi Brendan’la birbirinden bağımsız olarak karma dövüş sanatları turnuvasına girmesini konu edinen film, iki kardeşin geçmişlerinde verdikleri kararlar ve bunların sebep olduğu kırgınlıklarla yüzleşmeleri düzlemindeki duygusal yoğunluğuyla dikkat çekti.

    The Revenant (2015)

    Alejandro González Iñárritu’nun 2016 Oscarlarına damgasını vuran epik filmi The Revenant, Tom Hardy’ye ilk Oscar adaylığını kazandırdı. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında aday gösterilen Hardy filmde, Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı kürk avcısı Hugh Glass’i ayı saldırısına uğradıktan sonra ölüme terk eden ekip arkadaşı John Fitzgerald’ı canlandırdı. Hardy, başka rollerinde de izlerine rastladığımız bu hayvani ve içgüdülerine güvenerek hareket eden karakter temsiliyle “kötü” rollerinin de altından kalkabildiğini kanıtlamış oldu. 

    The Bikeriders (2023)

    Jeff Nichols’ın Austin Butler, Michael Shannon ve Jodie Comer gibi oyuncu kadrosundaki başarılı isimlerle ses getiren filmi The Bikeriders’da Hardy, filmin kahramanı Benny için bir ağabey figürü olan Johnny Davis rolünü üstlendi. Başarılı aktör, filmdeki Vandallar Motosiklet Kulübü’nün lideri olan ve tarz olarak Marlon Brando’dan esinlenen Johnny’yi son derece karizmatik bir şekilde beyazperdeye aktardı. Genellikle farklı aksanları benimsemek konusunda usta olan Hardy, bu filmde de Orta Batı aksanını kullanarak Johnny’ye çok daha sahici bir boyut kattı. Benny ve Johnny arasındaki duygusal bağın önemli bir rol oynadığı filmde Butler ve Hardy arasında kimya büyük beğeni topladı. 

    Inception (2010)

    Christopher Nolan’ın modern bir klasik haline gelmiş, birbirinden yetenekli oyuncuların yer aldığı kadrosuyla dikkat çeken filmi Inception’da Tom Hardy’ye göz ardı edilemeyecek bir performans sergiledi. Rüya aleminde başka insanların kılığına bürünme becerisine sahip Eames’e hayat veren Hardy’nin değişken ve karizmatik karakter inşası filmin kimi anlarda karmaşıklaşan anlatısı karşısında seyircinin biraz olsun nefes almasına imkân tanıdı. Özellikle Joseph Gordon Levitt’in canlandırdığı Arthur’la aralarındaki dinamikle filmi mizah yönüyle besleyen Eames’ın aksiyon dolu sahnelerdeki katkısını da düşünürsek Inception’ın Hardy’nin kariyerinin geri planda kalmış işlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

    MobLand (2025)

    İlk sezonunda Guy Ritchie’nin yönetmenlik yaptığı ve Public Enemies'in senaryosunu kaleme almış Ronan Bennett’in imzasını taşıyan İngiliz suç dizisi MobLand, Tom Hardy’nin TV dünyasında yıldızının parlamasına imkan tanıdı. Pierce Brosnan ve Helen Mirren gibi başarılı oyuncuların da rol aldığı dizide Hardy, Harrigan suç ailesinin kirli işli yapmakla görevlendirilen Harry De Souza'yı canlandırıyor. Dizinin özgünlüğü ve başarısı eleştirmenler nezdinde tartışma konusu olsa da Tom Hardy’nin herkesi neredeyse gölgede bırakan performansı konusunda herkes hemfikir. Kariyeri boyunca aksiyon ve gerilim filmlerinde inşa ettiği beden dili temelli oyunculuğunu burada da konuşturan aktör, izleyenleri pişman etmeyecek bir seyir zevki vadediyor. 

    Tom Hardy’nin en iyi performanslarını çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehber sayesinde Tom Hardy’nin beyazperdedeki ve televizyondaki en başarılı on performansınıi Türkiye’de hangi dijital platformlar aracılığıyla izleyebileceğinizi öğrenin. Sayfada yer alan kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden platformu kolayca bulabilirsiniz.

  • Netflix Yapımı En İyi On Aksiyon Filmi

    Netflix Yapımı En İyi On Aksiyon Filmi

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Bir dijital platform olduğu kadar prodüksiyon şirketi ve dağıtımcı olarak da gitgide büyüyen Netflix, seneler içinde küresel çapta izlenen pek çok aksiyon filmine imza attı. Kimi zaman David Fincher ve Spike Lee gibi yönetmenlerin çektiği filmlerin yapımcılığını ve dağıtımcılığını üstlenen Netflix, aynı zamanda The Gray Man ya da Extraction örneklerinde olduğu gibi kendi aksiyon serilerini yaratmayı da hedefliyor.

    Bütçe konusunda Russo kardeşler ya da Zack Snyder gibi kimi yönetmenlere açık çek verdiğini bildiğimiz şirket, daha düşük bütçeli prodüksiyonlarda ise genç yeteneklere şans vermeyi tercih ediyor. Netflix yapımı en iyi on aksiyon filmine bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.

    The Killer (2023)

    Gerilim sinemasının usta yönetmeni David Fincher imzalı The Killer, küçük bir hata sonucu hayatı (ve düzeni) altüst olan mükemmeliyetçi bir kiralık katilin hikâyesine odaklanıyor. Başrolünde Michael Fassbender’in yer aldığı yapım, kendisi de bir yönetmen olarak oldukça takıntılı olan Fincher’dan sanatçı personasından da izler taşıyor. The Smiths’in sevilen parçalarından oluşan bir soundtrack’e sahip The Killer, katilin iç sesinin dış dünyayı kesintiye uğrattığı ayrıntılı ses tasarımıyla dikkat çekiyor. Soluksuz takip sahneleriyle gerilimi ve heyecanlı sürekli diri tutan film, Fincher’dan bekleyeceğimiz üzere bolca ahlaki iç çatışmadan muzdarip bir anti-kahramanı takip ediyor. Yönetmen, bir yandan kovalamaca ve dövüş sahnelerinin keyfini çıkarmamıza izin verirken, bir yandan da onları ses kurgusu üzerinden sürekli kesintiye uğratarak şiddetten zevk almamızı da engelliyor.

    The Old Guard (2020)

    Netflix’in en çok izlenen orijinal yapımlarından biri olan The Old Guard'ın başrolünde, Mad Max: Fury Road ve Atomic Blonde gibi filmlerdeki başarılı performansı sonrası aksiyon sinemasının aranan yüzlerinden biri haline gelen Charlize Theron yer alıyor. Yüksek aksiyon dozuna ek olarak fantastik öğeler de barındıran film, bir grup ölümsüz savaşçıya odaklanıyor. Dünyayı korumakla görevli savaşçılar, sırlarının beklenmedik bir şekilde açığa çıkması üzerine kendilerini amansız bir mücadele içinde buluyor. The Woman King filmiyle tanıdığımız Gina Prince-Bythewood’un yönettiği yapım, süper kahraman filmi klişelerini yer yer tersine çeviren, mizahi bir üsluba da sahip. Devam filmi The Old Guard 2’nun da 2025’in Haziran ayında yine Netflix üzerinden gösterime girmesi bekleniyor.  

    The Harder They Fall (2021)

    İngiliz yönetmen Jeymes Samuel’in ilk uzun metrajı olan western/aksiyon türündeki The Harder They Fall, çoğunluğu Siyah oyunculardan oluşan az sayıda western filmden biri. Oldukça zengin bir oyuncu kadrosuna sahip olan filmde Idris Elba, Jonathan Majors, Regina King ve Zazie Beetz gibi isimler yer alıyor. Baş düşmanının hapisten çıktığını öğrenen bir kovboy ve çetesinin intikam hikâyesine odaklanan The Harder They Fall, trende geçen takip ve dövüş sahnelerinden, hapisten kaçma ve düello sahnelerine kadar western ve aksiyon türlerinin hakkını sonuna kadar veriyor. Filmin çok çeşitli sanatçılardan oluşan soundtrack’i ise Tarantino westernlerini aratmayacak kadar zengin. 

    Army of the Dead (2021)

    DC Sinematik Evreni için çektiği büyük prodüksiyonlarla tanıdığımız Zack Snyder imzalı Army of the Dead, zombi işgali altında kalmış bir Las Vegas’ta geçen bir korku/aksiyon. Video klip estetiğinden sıkça yararlanan filmde aksiyon sahnelerini genellikle ritmik müzikler eşliğinde ve yavaş çekimle izliyoruz. Mizah dozu da oldukça yüksek olan film, büyük bir soygun için karantina bölgesine girmeye karar veren bir grup anti-kahramanı takip ediyor. Filmin başrolünde ise Guardians of the Galaxy serisiyle tanıdığımız oyuncu Dave Bautista yer alıyor. Soygun filmi klişelerini aksiyon ve korku türünün kalıplarıyla bir araya getiren Snyder, izlemesi oldukça keyifli fakat yer yer biraz fazla “eğlenceli” ve renkli bir post-apokaliptik anlatıya imza atıyor.

    The Gray Man (2022)

    Netflix’in en yüksek bütçeli aksiyonlarından biri olan The Gray Man, başrollerinde Ryan Gosling, Ana de Armas ve Chris Evans’ın yer aldığı bir ajan filmi. Avengers filmleriyle tanıdığımız Anthony Russo ve Joe Russo’nun yönettiği yapım, özel bir programla CIA’e dahil olan eski hükümlü Court’a odaklanıyor. Bangkok’tan Bakü’ye, Türkiye’den Viyana’ya farklı coğrafyalara yayılan bu klasik ajan hikâyesi, özellikle Prag sokaklarında geçen kovalamaca ve çatışma sahneleriyle izleyiciye oldukça heyecanlı bir seyir deneyimi sunuyor. Russo kardeşler, her bir şehri tanıtırken kuş bakışından sokak seviyesine kadar inen, dinamik bir kamera hareketi kullanarak filme adeta imza atıyor. Daha önce Blade Runner 2049'da yine birlikte izlediğimiz Gosling ve Armas’ın “aksiyon performansları”nda belirgin bir özel efekt (ve dublör) yardımı olsa da yakın dönem aksiyon sineması açısından dikkate değer.

    Triple Frontier (2019)

    Ben Affleck, Oscar Isaac, Charlie Hunnam, Pedro Pascal ve Garrett Hedlund’un yer aldığı yıldız oyuncu kadrosuyla öne çıkan Triple Frontier, bir soygun için Güney Amerika’da toplanan beş eski özel operasyon askerine odaklanıyor. 2010’larda yeniden şekillenen Amerikan ordusuyla ilgili pek çok detaya yer veren film, yer yer bu militarist yapılanmayla arasına eleştirel bir mesafe de koymaya çalışıyor. All Is Lost ve A Most Violent Year gibi filmleriyle ismini duyuran J.C. Chandor imzalı filmde aksiyonu doruğa çıkaran en önemli ögelerden birisi ise müzik. Müzikler, It Follows, Under the Silver Lake ve son olarak Bodies Bodies Bodies gibi filmlerin de müziklerine imza atan Disasterpeace tarafından bestelenmişti.

    Da 5 Bloods (2020)

    Usta yönetmen Spike Lee imzalı Da 5 Bloods, Vietnam Savaşı’nda görevli bir grup Siyah Amerikalı askerin hikâyesine odaklanan bir savaş filmi. Amerika’nın resmi “savaş” tarihinin altını oyan ve görünür olmayan başka bir tarihi beyazperdeye not düşen Lee, filmde pek çok farklı karakterin öyküsüne eşit derecede yer veriyor. Çeşitli tür ve dönemlerden filmlere referanslarda bulunan ve eklektik bir anlatı benimseyen Lee, özellikle Francis Ford Coppola’nın aynı coğrafyada geçen Apocalypse Now filmine doğrudan göndermelerde bulunuyor. Genellikle beyaz Amerikalıların perspektifinden, çoğunlukla da şovenist bir bakış açısıyla beyazperdeye aktarılan Vietnam Savaşı, Lee’nin elinde doğrusal bir çizgide ilerlemeyi reddeden, oldukça yıkıcı bir hikâyeye dönüşüyor. 

    The Night Comes for Us (2018)

    Endonezya’dan Netflix orijinal yapımı The Night Comes for Us, şiddet ve kan revan miktarı oldukça yüksek bir aksiyon-gerilim filmi. Özellikle korku ve aksiyon türlerinde çektiği filmlerle bilinen Endonezyalı yönetmen Timo Tjahjanto’nun yazıp yönettiği The Night Comes for Us, uzun yıllar boyunca tetikçilik yapan ve kendisine verilen bir görevi ölümü göze alarak reddeden bir kiralık katile odaklanıyor. Ünlü bir gangster ailesini peşine takan tetikçi, film boyunca kanlı bir mücadele vererek hayatta kalmaya çalışıyor. Tıpkı John Wick gibi bir tür “herkese karşı tek” anlatısı kuran ve ölenlerin sayısını takip etmekte zorlanacağınız film, sağlam bir dövüş koreografisi ve özel efektlerle zenginleştirilmiş pek çok stilize şiddet sahnesine yer veriyor.

    Extraction (2020)

    Netflix’in en çok izlenen orijinal yapımlarından biri olan Extraction, bir intihar görevini sorgusuz sualsiz kabul eden Tyler Rake isimli bir paralı askere odaklanıyor. Başrolünde Thor rolüyle ünlenen yıldız Chris Hemsworth’un yer aldığı filmin senaryosu ise Avengers serisiyle tanıdığımız Joe Russo’ya ait. Ande Parks’ın Ciudad isimli grafik romanından uyarlanan film, aşırıya kaçan şiddet sahneleri nedeniyle eleştirilse de, Hemsworth’un aksiyon sahnelerindeki performansı, özellikle de vücudunu kullanış şekli büyük beğeni toplamıştı. Merkezinde yer alan kurtarıcı beyaz Amerikalı asker hikâyesi kimi eleştirmenler tarafından biraz eski moda bulunan Extraction, özellikle John Wick benzeri saf aksiyon severleri fazlasıyla tatmin edecektir. 

    Polar (2019)

    Başrolünde Danimarkalı usta oyuncu Mads Mikkelsen’ın yer aldığı Polar, kara film öğeleri de taşıyan aksiyon-gerilim türünde bir yapım. Emekli olmak üzereyken kendini bir ölüm kalım savaşının içinde bulan bir suikastçıya odaklanan bir başka aksiyon olan Polar, İspanyol çizgi romancı Victor Santos imzalı Polar serisinden uyarlama. Çizgi romanın meşhur kahramanı Black Kaiser’ın Mikkelsen tarafından canlandırıldığı film, oldukça az diyaloğa yer veren ve stilize bir estetiğe sahip çizgi romana sadık kalıyor ve benzer bir üslup benimsiyor. Daha çok müzik videolarıyla bilinen İsveçli yönetmen Jonas Åkerlund imzalı film, canlı ve neon renklerle bezeli bir renk paletine ve video klip estetiğiyle çekilmiş pek çok sahneye sahip. 

    Netflix Yapımı En İyi On Aksiyon Filmini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Netflix yapımı en iyi on aksiyon filmini JustWatch sayesinde keşfedin. Sitemizin sunduğu filtreleme seçenekleri sayesinde yaş, IMDb puanı ve yapım yılı gibi farklı kategorilere göz atıp, zevkinize en çok hitap eden aksiyon filmlerini kolayca bulabilirsiniz. 

  • Son On Yılın En İyi On Dövüş Sahnesi Hangi Filmlerde İzlenebilir?

    Son On Yılın En İyi On Dövüş Sahnesi Hangi Filmlerde İzlenebilir?

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Aksiyon filmlerinin en akılda kalıcı kısımları, genellikle ya türle özdeşleşmiş bir oyuncunun performansıyla (Tom Cruise, John Wick, Jackie Chan, Charlize Theron…) ya da ustalıklı koreografisiyle öne çıkan dövüş sahneleridir. Bu sahneleri seyirci için çekici kılan faktörlerden biri, bu anlarda - nasıl kurgulandığı fark etmeksizin - zamanın adeta sünerek uzatmasıdır.

    Kimisi hareketi kesip biçerek, kimisi gerçek zamanlı olarak sahnelenen bu dövüş sahneleri; kahramanlarımızı izlerken yüreğimizin ağzına geldiği, diken üstüne beklediğimiz doruk anlarıdır. Son on yılın başarılı aksiyon yapımlarından seçtiğimiz en iyi on dövüş sahnesine bu sayfadan erişebilir ve bu sahnelerin yer aldığı yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.  

    Mission: Impossible: Fallout (2018)

    Görevimiz Tehlike serisinin en beğenilen filmleri arasında yer alan Mission Impossible: Fallout, Tom Cruise ve Henry Cavill’in meşhur dövüş sahnesiyle hatırlanıyor. Serinin asla yenilmeyen (ve yerinde duramayan) kahramanı Ethan Hunt ve Cavill’in canlandırdığı ajan August Walker, bu sahnede bir suikastçiye karşı birlikte mücadele ediyor. Herhangi bir müziğin eşlik etmediği ve tuvalet gibi oldukça dar bir mekânda geçen bu “çıplak” dövüş sahnesi, hem oyuncuların performansı hem de oldukça gerçekçi duran dövüş koreografisiyle dikkat çekiyor. Mekâna girip çıkanlarla birlikte temposu da hızlanıp yavaşlayan sahne, günümüz özel efektleriyle dolu karmaşık dövüş sahnelerine göre takibi oldukça kolay bir koreografiye sahip. Gerçek zamanlı kavganın süresi uzadıkça sahnenin de gerilimi yükseliyor ve her bir Görevimiz Tehlike filminde defalarca yaptığımız gibi yine nefesimizi tutmuş bir şekilde Ethan Hunt’ın hayatta kalma çabasına tanık oluyoruz.

    John Wick: Chapter 2 (2017)

    Aksiyon sinemasının bir başka sevilen yıldızı Keanu Reeves’in başrolünde oynadığı serinin ikinci filmi John Wick: Chapter 2’nin yönetmenliğini, Matrix serisinden tanıdığımız dublör ve dövüş sanatları koreografı Chad Stahelski üstleniyor. Etkileyici dövüş sahneleriyle ünlü serinin en akılda kalan bölümlerinden biri ise, ikinci filmin sonundaki aynalı oda sahnesi. Peşine sayısız suikastçi takmış bir şekilde, durmaksızın hayatta kalma savaşı veren kahramanımız John Wick, neon ışıklarla bezeli bu aynalı salonda bir kez daha ölüm kalım savaşı veriyor. Orson Welles klasiği The Lady From Shanghai’daki aynalı odadan esinlenen bu sahnede, Wick’in düşmanlarını görmesi yansımalar (ve yanılsamalar) nedeniyle gitgide zorlaşıyor. Gerilimin doruklara çıktığı bu aynalı oda dövüş bölümü, son on yılın en akılda kalan dövüş sahnelerinden biri. 

    Mad Max: Fury Road (2015)

    Sinema tarihinin en ünlü aksiyon serilerinden George Miller imzalı Mad Max’in 30 sene sonra gelen yeni filmi Mad Max: Fury Road, hem seyirci hem de eleştirmenler tarafından büyük bir beğeniyle karşılandı ve tüm zamanların en iyi aksiyon filmleri arasında yerini aldı. Filmdeki tüm dövüş ve çatışma sahneleri ustaca çekilmiş olsa da, özellikle serinin iki ana kahramanı Mad Max ve Furiosa’nın dövüştüğü sahne akıllara kazındı. Bu sahne, filmde çoğunlukla hızlandırılmış bir kurgunun tercih edildiği ve devasa taşıtlar eşliğinde gerçekleşen çatışma sahneleriyle bir tezat oluşturuyor. Yalın bir dövüş sahnesi olan ve toprağın üzerinde gerçekleşen bu kavga, aynı zamanda sembolik bir anlam da taşıyor. Çünkü bu sahne aynı zamanda serinin klasik kahramanı Mad Max’in yerini bir nevi Furiosa’ya devrettiği filmin kilit çatışmasına karşılık geliyor.

    Everything Everywhere All At Once (2022)

    Paralel evrenleri konu alan hikâyesi, “hiper hızlı” kurgusu ve sıradışı karakterleriyle büyük ses geçiren ve En İyi Film de dahil olmak üzere pek çok dalda Oscar ödülü kazanan Everything Everywhere All At Once, aynı zamanda ustalıklı dövüş sahneleriyle dikkat çekiyor. Filmin başrolünde yalnızca oyunculuklarıyla değil, dövüş sanatları konusundaki yetenekleriyle de bilinen iki usta oyuncu Michelle Yeoh ve Ke Huy Quan yer alıyor. Filmin en akılda kalıcı dövüş sahnelerinden biri ise, Yeoh’nun karakteri Evelyn Wang’ın paralel evrenlerdeki versiyonlarından dövüş öğrendiği ve içine sıkıştığı açık ofisteki birtakım tuhaf düşmanlara (köpekli bir kadın, delirmiş güvenlik görevlileri…) sıradışı yollarla karşı koyduğu o meşhur bölüm. 

    Spider-Man: Into the Spider-Verse (2018)

    Son on yılın en yaratıcı ve başarılı animasyon filmlerinden sayılan Spider-Man: Into the Spider-Verse (2018), farklı çizgi evrenlerinden Örümcek Adamları bir araya getirmesi ve çizgi roman estetiğini ustalıklı bir biçimde beyazperdeye aktarmasıyla büyük beğeni toplamıştı. Finale doğru karşımıza çıkan en kaotik ve sıradışı dövüş sahnesi ise, tüm Örümcek Adamların kendi “çizgileri” içinden Doktor Olivia Octopus’a karşı savaştıkları bölüm. Anime, Looney Tunes, kara film ve klasik animasyon çizgileri arasında gidip gelen bu sahne, temposu oldukça yüksek fakat yine de takip edilebilir bir paralel evren dövüşü sunuyor seyirciye. 

    Shadow (2018)

    Hero ve House of the Flying Daggers gibi klasikleşmiş dövüş filmleriyle tanınan usta yönetmen Zhang Yimou imzalı Shadow, hem dövüş koreografisi hem de mizansen tasarımıyla Çin mürekkep sanatından esinlenen, wuxia türünde bir dövüş sanatları filmi. Film, içinde bulunduğu savaşı kazanmak uğruna akıllıca bir taktik geliştiren ve bu uğurda bir “gölge sanatçı” yetiştiren bir generale odaklanıyor. Filmdeki en akılda kalıcı dövüş sahnesi ise karakterlerin ying-yang sembolünü andıran siyah beyaz zeminde yaptıkları, bir kavgadan çok dansı andıran “düello” bölümü. Yönetmenin imzası olan estetik dövüş sahnelerinin bir başka ustalıklı örneği olan bu sahnede, karakterlerin rüzgarda salınan ve adeta duman gibi hareket eden siyah beyaz kostümleri özellikle dikkat çekiyor.

    The Matrix Resurrections (2021)

    Son on yılın dövüş filmleri ve sahnelerinden bahsederken Matrix serisinin büyük tartışma yaratan dördüncü filmi The Matrix Resurrections’ı anmamak olmaz. Orijinal filmde karakterlerin zihnine bir program olarak yüklenmiş olan kung fu gibi dövüş sanatları, bu filmde de yine pek çok kritik anda kahramanımız Neo’nun yardımına yetişiyor. Filmin akılda kalan dövüş sahnelerinden biri ise, Neo’nun zihninde yarattığı “yeni Morpheus”la arasında geçen ve orijinal filmdeki sahnenin bir tür kopyası (ya da yorumu) olan dövüş. Matrix’te dijital olarak yaratılmış ve geleneksel dövüş sanatları eğitimi için kullanılan bir tür “dojo”da gerçekleşen dövüş, Matrix’ten yeni çıkmış olan ve gerçek dünyaya adapte olamayan Neo’yu uyandırmayı hedefliyordu. 

    Atomic Blonde (2017)

    John Wick serisinin yaratıcılarından, Deadpool 2 filminin de yönetmeni olan David Leitch imzalı Atomic Blonde, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı esnasında geçen bir aksiyon-gerilim. Başrolünde Charlize Theron’un yer aldığı film, tıpkı John Wick’i andıran neon renklerle bezeli mizanseni ve ustalıklı dövüş koreografileriyle dikkat çekiyor. Mad Max’ten sonra bir kez aksiyon dalında daha müthiş bir performans sergileyen Theron, bir MI6 ajanını canlandırıyor. Filmin akılda kalan bölümlerinden biri ise, 10 dakikalık bir tek plandan oluşan dövüş sahnesi. Gerçek zamanlı ve oldukça gerçekçi bir estetikle çekilen ve Theron’un birden fazla düşmanla hem ateş ederek hem de dövüş yoluyla çatıştığı bu sahne, filmde bir türlü bitmek bilmeyen gerilim ve aksiyon hissini doruğa çıkarıyor. 

    Tenet (2020)

    Pandemi zamanında vizyona giren ve sinemayı “kurtarması” umut edilen meşhur Christopher Nolan filmi Tenet, zamanda yolculuğu kullanan bir tür savaş teknolojisini engellemeye çalışan uluslararası casuslara odaklanıyor. Özel efektleri olabildiğince az kullanmaya çalışan ve yüksek bütçeli prodüksiyonlarıyla bilinen Nolan’ın filmdeki bir sahne için gerçek bir uçak patlattığı söylenmişti. Aynı sahnenin devamında ise zamanda ters bir şekilde gerçekleşen ve seyircinin ilk izleyişte kavramakta zorlanacağı, karışık bir dövüş sahnesi yer alıyor. Başrollerdeki John David Washington ve Robert Pattinson’ın maskeli düşmanlarla karşı karşıya geldiği bu sahnede zamanda geriye giden mermiler havada uçuşuyor. Takibi oldukça zor olan bu sahne, karakterlerin ve mermilerin hareketlerine odaklanarak zamanı anlamlandırmaya çalıştığımız ilginç bir koreografiye sahip.

    Deadpool & Wolverine (2024)

    Ryan Reynolds’ın son projesi Deadpool & Wolverine, en son Logan filminde izlediğimiz ve öldüğünü zannettiğimiz Wolverine karakterinin (bir kez daha paralel evrenlerden) geri döndüğü ve Deadpool’la beraber zaman-mekânı fazlaca belirsiz bir yolculuğa çıktığı bir “süper kahraman filmi”. Filmdeki çoğu sahne, özellikle de dövüş sahneleri video klipler halinde tasarlanmış. Bu sahnelerden biri ise birbirleriyle pek geçinemeyen ve ikisi de bir nevi ölümsüz olan Deadpool ve Wolverine’in kavga ettiği sahne. Ormanın ortasındaki bir arabanın içinde ve etrafında geçen sahneye, John Travolta ve Olivia Newton-John imzalı “You're the One That I Want” parçası eşlik ediyor. İki karakter de ölümsüz olduğu için bir türlü bitmek bilmeyen bu dövüş sahnesi, yerini aksiyondan çok mizahın etkili olduğu absürt bir sahneye bırakıyor.

    Son On Yılın En İyi On Dövüş Sahnesini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Son on yılın başarılı aksiyon yapımları arasından seçtiğimiz en iyi on dövüş sahnesini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Türkiye’de Çevrimiçi İzleyebileceğiniz En İyi 10 Anneler Günü Filmi

    Türkiye’de Çevrimiçi İzleyebileceğiniz En İyi 10 Anneler Günü Filmi

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Anne figürü ve annelik deneyimi, sinemanın farklı türlerinde işlenen, bazen basit bir metafor, bazen de kalbimize dokunan çok tanıdık bir hikâyenin parçası olarak çıkar karşımıza. JustWatch ekibinin 11 Mayıs 2025 Anneler Günü’ne özel hazırladığı bu listede Türkiye’deki streaming platformlarında izleyebileceğiniz en iyi 10 Anneler Günü filmini bir araya getirdik. Komedi, korku ve drama gibi farklı türlere uzanan bu filmlerin hangi platformlarda mevcut olduğunu kolayca öğrenebilirsiniz. 

    Lady Bird (2017)

    Greta Gerwig’in ilk uzun metrajı Lady Bird, iç ısıtan Anneler Günü filmi arayanlar için ideal bir seçim. Sacramento’daki monoton hayatını bırakıp kendisine yeni bir yol çizmenin yollarını arayan 17 yaşındaki Lady Bird McPherson’ı merkezine alan film, anne - kız ilişkilerinin de gerçekçi bir portresini çiziyor. Annesi Marion’la oldukça gelgitli bir ilişkisi olan Lady Bird’ün, annesinin onu yeterince takdir etmemesi ve fazla hayalperest bulması yüzünden onunla duygusal bağ kurmakta zorlanmasını ustalıkla işleyen film, büyümenin karşındaki insanı kabullenmekten geçtiği mesajını veriyor. Lady Bird ve Marion rollerindeki Saoirse Ronan ve Laurie Metcalf filmde hayranlık uyandıran performanslara imza atıyor. 

    Everything Everywhere All at Once (2022)

    Daniel Kwan ve Daniel Scheinert’in yedi Oscar ödüllü filmi Everything Everywhere All at Once, adına layık olarak bilim kurgudan aksiyona, alternatif evrenlerden süper kahraman anlatılarına birçok türü ve estetiği harmanlayan bir film. Ama tüm bu kaosun merkezinde Evelyn ve Joy’un ilişkisi var. Depresyonla boğuşan ve kız arkadaşı Becky’yle ilişkisi annesi tarafından onaylanmayan Joy’un yaşadığı duygusal tıkanıklıkların günümüzdeki gençlerin göçmenlik deneyiminde ve nesilden nesile aktarılan travmalarında yankı bulduğunu söylemek mümkün. Alternatif gerçeklikte muzdarip olduğu nihilizm onu tüm evreni yok etmekle tehdit eden bir kötüye dönüştüren Joy’u, Evelyn’in sevgisi ve empati duygusu kurtarıyor. Michelle Yeoh ve Stephanie Hsu’nun duygu yoğunluğu yüksek ve enerjik performanslarıyla damga vurduğu filmin, birbirinden farklı zevklere sahip seyircilere bile hitap edeceğinden eminiz!

    Mamma Mia! (2008)

    Anneler Günü’ne özel en ikonik filmlerden bir tanesine yer açın! Evlenmek üzere olan Sophie Sheridan’ın annesi Donna’ya haber vermeksizin biyolojik babası olma ihtimali olan üç eski sevgilisini düğününe davet etmesini konu edinen film, Sophie’nin babasını arama hikâyesini anlatıyormuş gibi görünse de aslında annesine olan sevgisinin ve yakınlığının daha da perçinlenmesiyle sonuçlanan bir anlatıya sahip. Sophie’nin kendi yaşındayken annesinin yaptığı hataları yapmaktan korkarken, filmin sonunda annesinin onu doğurmak ve büyütebilmek için yaptığı fedakarlıkları anlaması hiç şüphesiz Mamma Mia!’nin en dokunaklı mesajı. ABBA’nın nostaljik şarkılarına izlerken eşlik edebileceğiniz müzikal, Donna rolündeki Meryl Streep’in ışık saçan performansıyla kesinlikle zamana meydan okuyan bir yapım. Filmden sonra Donna’nın kendi annesi Ruby’le ilişkisinin ele alındığı devam filmi Mamma Mia! Here We Go Again’e göz atmayı unutmayın! 

    Freaky Friday (2003)

    Anne - kız komedileri denince ilk akla gelen serilerden olan Freaky Friday çeşitli devam filmleri ve yeniden çevrimlere sahip olsa da başrollerinde Lindsay Lohan ve Jamie Lee Curtis’in yer aldığı 2003 tarihli Freaky Friday özellikle popüler kültür açısından ayrı bir konuma sahip. Mary Rodgers’ın aynı adlı romanından uyarlanan film, hiçbir konuda anlaşamayan genç müzisyen Anna ve psikiyatr annesi Tess’in, şans kurabiyelerinden çıkan mesajları okurken gerçekleşen meydana gelen bir deprem sonrasında beden değiştirmesini konu ediniyor. Karşılıklı olarak birbirlerini anlamakta zorlanan anne ve kızlar için ideal bir Anneler Günü filmi olacağından emin olduğumuz filmin, başrollerinde Jodie Foster ve Barbara Harris’in yer aldığı ilk sinema uyarlaması da kesinlikle göz atılmaya değer. Lohan ve Curtis ikilisinin, serinin 8 Ağustos 2025’te vizyona girecek devam filmi Freakier Friday’de yeniden bir araya geleceğini de not düşelim. 

    Beau is Afraid (2023)

    Komedi ve müzikal türlerinden biraz uzaklaşıp, psikolojik gerilim ve korku sularına yöneldiğimizde karşımıza son dönemlerin nitelikli korku türüyle özdeşleşen auteur’ü Ari Aster çıkıyor. İlk uzun metrajı Hereditary’de Toni Collette’in canlandırdığı Annie karakteriyle, annelik deneyiminin bilinçaltında uyandırdığı korkutucu ve grotesk duygulara temas eden Aster, Beau is Afraid’de bunu daha çok ödipal temalarla bağlantılı, psikanalitik bir düzeye taşıyor. Orta yaşlı ve yalnız bir adam olan Beau’nun, başarılı, zengin ve kontrol takıntısı olan annesi Mona’nın gölgesinde bir yaşam sürmesi ve onun yüzünden tatmine ulaşamaması aslında sinematografik açıdan Hitchcock’un Psycho’sunu akla getiriyor. Annelik deneyiminin sembolik temsilleri ilginizi çekiyorsa ve bunun görsel açıdan nasıl ekrana aktarıldığını merak ediyorsanız Beau is Afraid kesinlikle kaçırmamanız gereken bir yapım. 

    Anatomy of a Fall (2023)

    Fransız yönetmen Justine Triet’nin, daha Victoria ve La Bataille de Solferino filmlerinden itibaren aktif bir yaşama sahip başarılı kadınların, geleneksel annelik rolleri ve bu rollerin oluşturduğu beklentiler karşısında yaşadığı zorlukları anlatılarının merkezine aldığını görmüştük. Yönetmenin Altın Palmiye ödüllü filmi Anatomy of a Fall ise, idealize edilen annelik ve kadınlık deneyimlerinin normların dışına çıkan kadınlar açısından nasıl sinsi bir tahakküm biçimine dönüşebileceğinin çarpıcı bir temsilini sunuyor. Başarılı bir yazar olan Sandra’nın kocası Samuel’ı öldürmekle suçlandığı bir davayı merkezine alan filmdeki mahkeme sürecinde Sandra’nın kariyerine daha çok öncelik tanıdığı için oğlu Daniel’le olan ilişkisinin masaya yatırıldığını görüyoruz. Filmde Sandra’nın oğluna bakım vermeye yetkin olup olmadığının sorgulanması, patriyarkal bakışın kurumların derinliklerine nasıl nüfuz ettiğini ve insanların yaşamlarını sinsi bir şekilde etkilediğini ustalıkla ortaya koyuyor. 

    Room (2015)

    Lenny Abrahamson’un Brie Larson’a En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kazandıran filmi Room, ele aldığı temalar sebebiyle izlenmesi pek de kolay bir film değil. Emma Donoghue’nun aynı adlı romanından uyarlanan film, beş yıl boyunca zorla alıkonulup bir odaya hapsedilen ve bu süreçte bir çocuğu olan Joy’un yaşadığı travmaları geride bırakma çabalarına odaklanıyor. Oğlu Jack’i korumak ve güvende tutmak için tüm dünyanın hapsoldukları odadan ibaret olduğunu söyleyen Joy, bir yandan dışarı çıktıktan sonra oğluna bu yeni gerçekliğe alışması için yardımcı olmaya çalışırken, bir yandan da yaptığı bu süreçte yaptığı seçimlerin altında ezilmesine sebep olan bir suçluluk duygusuyla mücadele ediyor. Brie Larson’un gerçekçi ve derinlikli performansıyla akıllara kazınan Room, fedakarlık ve hayata tutunma arzusuna dair sarsıcı bir deneyim sunuyor seyircisine. 

    The Lost Daughter (2021)

    Tıpkı Anatomy of a Fall gibi geleneksel annelik temsillerinden farklı bir yola sapan The Lost Daughter, oyunculuktan yönetmenliğe geçiş yapan Maggie Gyllenhaal’un ilk uzun metraj filmi. Elena Ferrante’nin 2006 yılında yazdığı romanından uyarlanan film orta yaşlı bir akademisyen ve çevirmen olan Leda’yı merkezine alıyor. Tatil için gittiği Yunanistan’da tanıştığı Nina isimli genç bir anne ve küçük kızı Elena’yla olan ilişkisi, gençken dayanamayıp evden ayrılarak birkaç yıllığına ayrı kaldığı kızları Bianca ve Martha’yı hatırlatıyor Leda’ya. Gençliğini Jessie Buckley’in, orta yaşlı halini ise Olivia Colman’ın canlandırdığı Leda, mesafeli duruşu ve dışarıya yansıtmamaya çalıştığı gelgitleriyle seyirci açısından bağ kurması zor bir karakter. Ancak Gyleenaal’un Leda’sı tam da yüzden gerçekçi ve birçoklarımız için son derece tanıdık bir figür olarak bizleri etkilemeyi başarıyor. 

    Other People’s Children (2022)

    Annelik deneyimi temsileri açısından Rebecca Zlotowski imzalı Other People’s Children oldukça özgün bir konuma sahip. Zira film, Virginie Efira tarafından canlandırılan ana karakteri Rachel Friedmann’ın, çocuğu olmamasına rağmen partneri Ali’nin önceki evliliğinden olan kızı Leila’yla yakın bir bağ kurmasını konu ediniyor. Leila’yı kendi kızıymış gibi seven ve benimseyen Rachel’in, kendisi de çocuk sahibi olmak istemesine rağmen bir türlü başaramaması ve 40 yaşına merdiven dayaması annelik hayallerinin giderek azalmasına sebep oluyor haliyle. Zlotowski, hayatı boyunca hep başkalarının çocuklarına uzaktan “annelik etmek” zorunda kalan Rachel’ın hikâyesini son derece dokunaklı ve şefkatli bir bakış açısıyla beyazperdeye taşıyor. Other People’s Children’ı izlerken, insanlarla kurduğumuz ilişkilerle hayatımıza giren ve onlardan uzaklaştıkça doğal olarak hayatımızdan çıkan “ikinci derece” yakınlıkları çok iyi bilen ve tanıyan herkesin filmde kendisinden bir şeyler bulacağından eminiz… 

    Petite Maman (2021)

    Fransız yönetmen Céline Sciamma’nın önceki filmlerinden oldukça farklı bir tarza bu filmi, âdeta soğuk bir kış gününde uyumadan önce okunan bir masal gibi içimizi ısıtan büyülü bir anlatıya sahip. Petite Maman, anneannesi vefat eden ve onunla vedalaşamadığı için üzülen Nelly’nin, kendisini bir anda annesi Marion’un küçüklüğünde bulmasını ve onunla arkadaş olmasını konu ediniyor. Belki de birçoğumuzun hayallerini süsleyen bu imkânsız fikri, son derece minimal ve incelikli bir şekilde ele alan film, yas duygusunu, pişmanlığı, affetmeyi işleme biçimiyle seyircisinin kalbine dokunuyor. Annemizin de aslında bir zamanlar bir çocuk olduğunu ve o dönemde yaşadıklarının izlerini taşıdığını bizlere usulca hatırlatan film, özellikle kuşaklar arasında yakın bağların olduğu ailelerde büyüyen seyircilerimizin seveceğinden emin olduğumuz bir duygu dünyasına sahip. 

    En iyi Anneler Günü filmleri nereden izlenebilir? 

    JustWatch olarak hazırladığımız bu rehber sayesinde Anneler Günü ruhuna en çok hitap eden filmleri nereden izleyebileceğinizi keşfedin. Sitemizin sunduğu filtreleme seçenekleri sayesinde Türkiye’deki streaming platformlarının sunduğu kiralama, satın alma ve abonelik alternatiflerine göz atabilirsiniz.

  • En Popüler Canlı Çekim (Live Action) Disney Prensesi Filmleri

    En Popüler Canlı Çekim (Live Action) Disney Prensesi Filmleri

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Tüm zamanların en sevilen masallarını animasyon olarak beyazperdeye uyarlayan Disney, dijital efektlerin ve sinema teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte bu filmlerin canlı çekim uyarlamalarına imza atmaya başladı. Disney bu uyarlamalarda, çoğu orijinalinde şiddet ve istismar imgeleri içeren masalları günümüz politik hassasiyetlerine göre de yeniden yorumladı. Ünlü stüdyo, kimi zaman yaptığı değişiklikler için eleştirilse de özellikle temsil çeşitliliği konusunda geçmişten bu yana büyük ilerleme kaydetti. 

    Aynı zamanda Cruella ve Maleficent gibi filmleriyle klasik masal kötülerini de yeniden ele alan Disney, canlı çekim uyarlamalarında siyah-beyaz temsilleri yumuşatmayı ve stereotip karakterleri azaltmayı hedefliyor. En popüler canlı çekim Disney prensesi filmlerine bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.  

    Cinderella (2015)

    Oyunculuğu kadar yönetmenliğiyle de tanıdığımız Kenneth Branagh’ın yönettiği 2015 yapımı Cinderella, Disney’in en sevilen canlı çekim prenses filmlerinden ilki. Baby Driver ve Mamma Mia! Here We Go Again gibi filmleriyle tanınan Lily James’i Külkedisi rolünde izlediğimiz filmde, zalim üvey anne Lady Tremaine rolünde ise usta oyuncu Cate Blanchett yer alıyor. Külkedisi’nin sınıfsal dönüşümünde büyük rol oynayan kostümlerin üç defa Oscar kazanan Sandy Powell tarafından özenle tasarlandığı film, En İyi Kostüm dalında da Oscar adayı olmuştu. Prömiyerini 65. Berlin Film Festivali’nde gerçekleştiren yapım, bir yandan Külkedisi’ni klasik hikâyeye göre çok daha güçlü ve bağımsız bir karakter olarak çizerken bir yandan da 1950 yapımı orijinal filmin (Cinderella) ruhunu koruyabildiği için beğeniyle karşılanmıştı.  

    The Little Mermaid (2023)

    İlk duyurulduğu andan itibaren büyük sükse yaratan ve oyuncu seçimleri üzerinden büyük tartışma yaratan 2023 yapımı The Little Mermaid, 1989 tarihli orijinal Küçük Denizkızı filminin canlı çekim uyarlaması. Ariel’i Afrikan-Amerikalı genç müzisyen Halle Bailey’in canlandırdığı yapım, orijinal filmin bazı hayranları tarafından karakterin fiziksel görüntüsüne sadık kalınmadığı gerekçesiyle eleştirilmişti. Öte yandan, Disney’in temsil çeşitliliği yaratmak konusundaki bu adımı, pek çok siyah Amerikalı çocuk tarafından büyük bir heyecanla karşılanmış, hatta sosyal medyada küçük kız çocuklarının filmin fragmanına verdikleri heyecan dolu tepkileri içeren bir akım başlamıştı. Yönetmenliğini Chicago filmiyle tanıdığımız Rob Marshall’ın üstlendiği film, 240 milyon dolarlık bütçesini gişede ikiye katladı. 

    Aladdin (2019)

    Gangster filmlerinin usta yönetmeni Guy Ritchie imzalı Aladdin, 1992 tarihli aynı adlı animasyonun canlı çekim uyarlaması. Lamba cini rolünde Will Smith’i izlediğimiz filmde Jasmine’i Naomi Scott, Aladdin’i ise Mena Massoud canlandırıyor. Disney Channel’ın Life Bites isimli dizisiyle ünlenen, Hindistan kökenli İngiliz oyuncu Naomi Scott’un Prenses Jasmine rolündeki performansı özellikle beğeniyle karşılanmıştı. 1 milyar doları aşan bir gişe başarısı yakalayan film, genel olarak seyircinin beğenisini kazanmış ancak Orta Doğu’nun ve Arap coğrafyasının temsili ve ürettiği oryantalist imgeler açısından eleştirilmişti. Gişedeki başarısının ardından devam filmleri planlansa da, Will Smith’in Chris Rock’a tokat attığı 2022 Oscar töreninin yarattığı tartışma sonrası bu planların bir süreliğine askıya alındığı konuşulanlar arasında. 

    Beauty and the Beast (2017)

    Disney’in en sevilen prenses filmlerinden Beauty and the Beast (Güzel ve Çirkin), hem oyuncu seçimleri hem de prodüksiyon tasarımıyla 1991 tarihli orijinal filmin hayranlarını fazlasıyla tatmin etmişti. Belle rolünde Harry Potter serisinin Hermoine’si olarak seyircinin gönlünde taht kuran Emma Watson’ın yer aldığı film; Ian McKellen, Ewan McGregor, Luke Evans ve Emma Thompson gibi isimlerin yer aldığı oyuncu ve seslendirme kadrosuyla dikkat çekiyor. Proje ilk ortaya çıktığında, hikâyenin orijinalinde onu hapseden Beast’e aşık olan ve onu “iyileştiren” Belle karakterinin günümüze nasıl adapte edileceği konusunda bazı soru işaretleri belirmişti. Kimi eleştirmenler ortaya çıkan temsili hâlâ sorunlu bulurken, Emma Watson ise röportajlarında Belle’in çok daha güçlü ve gerektiğinde Beast’le tartışmaktan ve ona karşı çıkmaktan çekinmeyen bir karaktere dönüştüğünü belirtmişti.

    Maleficent (2014)

    Disney’in Uyuyan Güzel hikâyesinin kötü karakteri Malefiz’i başrole koyduğu Maleficent, tam anlamıyla bir uyarlama olmasa da, 1959 yapımı animasyon Sleeping Beauty’den izler taşıyor. Orijinal hikâyede “tüm kötülüklerin anası”, kötücül peri Maleficent tarafından lanetlenen Aurora’yı ise filmde Elle Fanning canlandırıyor. Masaldakinin tersine çok daha özdeşleşilebilir ve eylemlerinin ardında haklı nedenleri olan bir “kötü” olarak çizilen Malefiz'e ise Angelina Jolie hayat veriyor. Malefiz, filmde yalnızca yaşadığı diyarını korumaya çalışan ve bu nedenle harekete geçen, sert mizaçlı bir peri olarak resmediliyor. Filmin çekim süreciyle ilgili ilginç detaylardan biri ise, Aurora’nın küçüklüğünü Angelina Jolie’nin kendi kızı Vivienne Jolie-Pitt’in canlandırması. Kendi kızı dışında tüm çocuklar Jolie’nin Maleficent makyajından korkup ağladığı için böyle bir casting tercih edilmiş.

    Maleficent: Mistress of Evil (2019)

    Maleficent: Mistress of Evil, büyük başarı yakalayan ve Sleeping Beauty hayranlarının gönlünde taht kuran Maleficent’ın devam filmi. Oyuncu kadrosuna Chiwetel Ejiofor, Harris Dickinson ve Michelle Pfeiffer gibi isimlerin eklendiği film, ilk filmden beş yıl sonrasını konu alıyor. Yönetmenliğini yine Disney yapımı Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales filmiyle ismini duyuran Joachim Rønning’in üstlendiği film, anlatısını bir kez daha “kötü” olarak yaftalanan Malefiz'in dünyasını anlamak ve masallardaki klasik ve karikatürize iyi-kötü ayrımını sorgulamak üzerinden şekillendiriyor. Filmin yapımcıları arasında ilk filmde ismi geçen Joe Roth’a ek olarak bu defa başrolde Malefiz'i canlandıran Angelina Jolie de yer alıyor. 

    Snow White (2025)

    Disney’in en son canlı çekim uyarlaması olan Snow White bir kez daha oyuncu seçimi konusunda tartışma yaratmıştı. Orijinalinde “beyaz” olan Pamuk Prenses’in, Kolombiya ve Polonya kökenli oyuncu Rachel Zegler tarafından canlandırılacak olması, Disney’i temsil çeşitliliği politikaları nedeniyle eleştiren seyircilerden The Little Mermaid’dekine benzer tepkilerin gelmesine neden oldu. Ancak filme karşı asıl tepkiler, başroldeki Rachel Zegler’in karakterin günümüze uyarlanması hakkındaki açıklamaları nedeniyle geldi ve film hem beğenilmeyen oyunculuk performansları hem de etrafındaki bu tartışmalar nedeniyle gişede beklenenin altında bir başarı elde etti. Spielberg’ün West Side Story filmiyle ismini duyuran Zegler, 2022’de verdiği bir röportajda masaldaki Pamuk Prenses karakterini “eski moda” bulduğunu söylediği için tepki almıştı. 

    Mulan (2020)

    Disney’in en sevilen aynı adlı animasyonunun canlı çekim uyarlaması Mulan, pandemi zamanında vizyona girmiş ve doğrudan Disney’in streaming platformu üzerinden yayınlanmıştı. Bir Çin halk şarkısından esinlenen ve hasta babasının yerine savaşmaya gitmek için erkek kılığına giren genç bir kadının hikâyesini anlatan yapım, özellikle toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan anlatısıyla en sevilen Disney animasyonlarından biri. Öte yandan, canlı çekim uyarlamada bu etkileyici hikâye, çoğunlukla dövüş koreografilerinin öne çıkarıldığı ve orijinal filmdeki çoğu detayın es geçildiği bir filme dönüşmüştü. Pandemi nedeniyle gişe başarısı üzerine pek bir veri elde edemediğimiz Mulan, genel olarak Disney’in hayranlarını en az tatmin eden uyarlamalarından biri olarak görülüyor. 

    En Popüler Canlı Çekim Disney Prensesi Filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Disney’in animasyonlarında yer verdiği prenses hikâyelerinin canlı çekim uyarlamalarını Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli Disney+ gibi streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Night of the Living Dead Serisini Türkiye’de Çevrimiçi İzleyin

    Night of the Living Dead Serisini Türkiye’de Çevrimiçi İzleyin

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    2017 yılında kaybettiğimiz, “zombi filmlerinin babası” olarak bilinen usta yönetmen George A. Romero imzalı Night of the Living Dead (Yaşayan Ölülerin Gecesi), tüm zamanların en sevilen kült korku klasiklerinden biri. Korku türüne politik bir nitelik kazandıran yapımlardan biri olan filmin anlatı evreni, sonradan yine Romero’nun çektiği devam filmleriyle 2000’lerin sonuna yaklaştıkça gitgide genişlemiş, pek çok yönetmene ilham kaynağı olmuştu.

    Romero’nun kendi yazıp yönettiği beş devam filmine ek olarak, ilk üç filmin farklı yönetmenler tarafından çekilen yeniden çevrimleri de 90’lardan itibaren izleyiciyle buluştu. Seride yer alan tüm filmlere bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.

    Night of the Living Dead (1968)

    Romero’nun bizi zombilerin dünyasıyla tanıştırdığı 1968 yapımı Night of the Living Dead, korku türüne yeni bir soluk getirir ve 68 ruhunun sindiği politik arka planıyla büyük beğeni toplar. Sonradan kültleşen ve sayısız filme ilham olan yapım, John Russo ve Romero tarafından kaleme alınır. Oldukça düşük bir bütçeyle hayata geçirilen ve Amerikan bağımsız sinemasının erken dönem örneklerinden biri olan film, yönetmenin Pennsylvania’da gerçekleştirdiği kaçak çekimler sayesinde tamamlanır. Ayrıca Night of the Living Dead, Amerikan hükümetinin Soğuk Savaş dönemindeki baskıcı uygulamalarını ve ırkçı politikaları eleştiren ve 68’de yükselişe geçen Sivil Haklar Hareketi’ne de göndermelerde bulunan bir alt metne sahiptir. 

    Dawn of the Dead (1978)

    Serinin yine Romero’nın yazıp yönettiği 1978 tarihli ikinci halkası Dawn of the Dead (Ölülerin Şafağı), ilk filmden tamamen bağımsız bir hikâyeye sahiptir. Zombilerden kaçan karakterlerin bu sefer bir alışveriş merkezine sığındığı film, o dönem gitgide yükselişe geçen neoliberal politikalara ve tüketim kültürüne eleştiriler yöneltir. Zombilerin alışveriş merkezine saldıran “tüketiciler” olarak resmedildiği yapım, iki farklı şekilde kurgulanır. Filmin yapım sürecine sonradan dahil olan bir başka korku ustası Dario Argento, Romero’nunkinden farklı bir kurguya imza atar. Argento’nun versiyonunun müziklerini ise yönetmenin filmleriyle özdeşleşmiş olan müzik grubu Goblin besteler. Dönemin muhafazakarlaşan politikaları nedeniyle sansür konusunda sıkıntılar yaşayan Dawn of the Dead, 2004 yılında Zack Snyder tarafından yeniden çevrilir. 

    Day of the Dead (1985)

    Serinin Romero imzalı 1985 tarihli üçüncü filmi Day of the Dead (Ölülerin Günü), yine zombi istilasından kaçmaya çalışan bir gruba odaklanır. Bu sefer Florida’ya taşınan hikâye, yönetmenin kendi deyişiyle insanlar arasındaki küçük iletişimsizliklerin neden olabileceği büyük kaos ve felaketleri ele alan, klasik bir kıyamet sonrası anlatısıdır. Hikâyenin çok daha iddialı bir versiyonunu çekmeyi hayal eden Romero, stüdyonun ticari kaygıları nedeniyle bütçesini (ve şiddet dozunu) azaltmak durumunda kalmıştır. İlk iki filmin gölgesinde kalan ve gişede beklenen başarıyı elde edemeyen film, yine de çoğu Romero filmi gibi yıllar içinde kült statüsüne erişir ve korkuseverlerin favori zombi filmleri arasındaki yerini alır. 

    Night of the Living Dead (1990)

    1978 yapımı orijinal filmin yeniden çevrimi olan Night of the Living Dead, 1990 yılında, henüz ana seri devam ederken çekilmişti. 1968 yapımı Night of the Living Dead, çekildiği dönemde telif hakları konusunda bir sorun yaşamış ve bu nedenle seneler boyunca pek çok kez kopya edilmişti. Romero’nun kabul ettiği ve kendisinin de dahil olduğu resmi tek yeniden çevrim projesi ise bu film. Senaryosu Romero’nun tarafından kaleme alınan film, aynı zamanda Tom Savini’nin de ilk uzun metrajı. Tıpkı ilk filmde olduğu gibi zombi felaketinden kaçarak bir çiftlik evine sığınan bir gruba odaklanan filmin başrollerinde Tony Todd ve Patricia Tallman yer alıyor. 

    Dawn of the Dead (2004)

    2000’lerde bir yandan orijinal seri başka bir kanaldan devam ederken, diğer yandan da yeniden çevrimler devam etmeye başlar. 1978 tarihli ikinci filmin yeniden çevrimi olan 2004 tarihli Dawn of the Dead (Ölülerin Şafağı), daha sonra DC için çektiği büyük prodüksiyonlarla tanınan Zack Snyder’ın ilk uzun metrajı. Senaryosunda doğrudan Romero’nun imzası olmayan ilk Yaşayan Ölüler filmi olan Dawn of the Dead’in senaristliğini ise Guardians of the Galaxy serisiyle tanıdığımız James Gunn üstlenir. 26 milyon dolarlık bir bütçeyle hayata geçirilen yapımın başrollerinde ise Sarah Polley, Jake Weber ve Ving Rhames gibi isimler yer alır. 102.3 milyon dolarlık bir gişe geliri elde eden film genel olarak beğenilse de; kimi eleştirmenler, Romero’nun versiyonundaki tüketim kültürü eleştirisini filme yeterince taşıyamadığı için Snyder ve Gunn’ı eleştirmişti.  

    Land of the Dead (2005)

    Day of the Dead’in gişede beklenen başarıyı elde edememesi, serinin bir sonraki filminin 20 yıl ertelenmesine neden olur. Serinin en yüksek bütçeli filmi olan ve 2005 yılında gösterime giren Land of the Dead (Ölüler Ülkesi), Romero hayranlarını yeterince tatmin eder ve gişede büyük başarı elde eder. Pennsylvania’nın Pittsburgh bölgesinde çekilen film, zombi salgınından kurtulmayı başarmış insanların yaşadığı bir tür “kurtarılmış bölge”de geçer. Yönetmenin diğer filmlere oranla çok daha detaylı bir post-apokaliptik dünya kurduğu film, ABD’nin 11 Eylül sonrası politikalarını eleştiren politik bir alt metne de sahiptir. Anlatısını özellikle sınıf çatışması üzerine kuran Land of the Dead, bir yandan da Romero’nun zombi filmleri arasında direnişe bu kadar alan açan tek filmdir. 

    Diary of the Dead (2007)

    Serinin beşinci filmi olan Diary of the Dead (Ölülerin Günlüğü), Romero’nun dönemin buluntu film modasına ayak uydurduğu, “found footage” estetiğiyle çekilmiş bir zombi filmi. 1999 tarihli The Blair Witch Project’in yarattığı sükse sonrası özellikle korku sinemasının hızla kullanmaya başladığı bu estetik, Diary of the Dead’de ise bir grup sinema öğrencisinin hikâyesi üzerinden kullanılıyor. Romero’nun bağımsız olarak çektiği film, yönetmenin yeni gelişen teknolojileri takip etme çabası ve dijital kameraya olan ilgisi sonucu ortaya çıkıyor. Hikâyesi bir kez daha Pittsburgh’da geçen fakat çekimleri Toronto’da gerçekleşen filmde pek çok özel efekt kullanılıyor. Serinin diğer filmlerinden daha farklı zaman çizgisinde geçen filmi Land of the Dead’in bir devamı değil de, paralel bir evrendeki bir başka versiyonu olarak görmek de mümkün. 

    Day of the Dead (2008)

    Serideki son yeniden çevrim ise Halloween ve 13. Cuma filmlerinin yeniden çevrim ve devam filmlerinden tanıdığımız Steve Miner’ın yönettiği Day of the Dead. Yine zombi kıyametinin ortasında hayatta kalmaya çalışan bir grup bilim insanı ve askere odaklanan yapım, Zack Snyder'ın Dawn of the Dead versiyonuyla herhangi bir bağlantı taşımıyor ve hikâyesini Romero’nun orijinal senaryosu üzerine kuruyor. Genel olarak önceki yapımların ve yeniden çevrimlerin gölgesinde kalan film, özellikle karikatürize oyunculuk performansları nedeniyle eleştirilse bile gişede fena olmayan bir rakama ulaşabilmişti. Çekimlerinin büyük bir kısmı Bulgaristan’da gerçekleşen filmin senaryosunu ise Son Durak (Final Destination) serisinin yaratıcısı Jeffrey Reddick üstlenmişti. 

    Survival of the Dead (2009)

    Serinin yine Romero imzalı altıncı filmi Survival of the Dead (Ölülerin Kurtuluşu), daha önce Diary of the Dead’de karşılaştığımız bir grup askere odaklanıyor. Film, aynı zamanda 2017 yılında kaybettiğimiz Romero’nun yönettiği son yapım. William Wyler’ın 1958 yapımı klasik western’i The Big Country’den esinlenen Romero, filmi tasarlarken taraflar fark etmeksizin savaş ve çatışma kavramları üzerine bir film yapmak istediğinden bahsediyor. Açılışını Toronto ve Venedik Film Festivali’nde yapan Survival of the Dead, kimi eleştirmenler tarafından şiddet dozu nedeniyle eleştirilse de, kimileri tarafından ise beğeniyle karşılanmıştı. Hikâyenin 2017’de Twilight of the Dead isimli bir filmle devam etmesi bekleniyordu fakat Romero’nun ölümü nedeniyle proje hayata geçirilemedi. 

    Night of the Living Dead serisi hangi sırayla izlenmeli?

    George A. Romero’nun kült korku filmi serisi yılar içinde çeşitli yeniden çevrimleri ve spin-off’larla hayranlarıyla buluşmaya devam etti. Orijinal filmin çekildiği dönemde telif haklarıyla ilgili bir açıktan dolayı çok sayıda lisanssız uyarlamanın da karşımıza çıktığını da not düşmek gerek. Romero’nun bizzat çalıştığı filmlerin sıralaması ise şu şekilde:  

    George A. Romero imzalı orijinal seri

    • Night of the Living Dead (1968)
    • Dawn of the Dead (1978)
    • Day of the Dead (1985)
    • Land of the Dead (2005)
    • Diary of the Dead (2007)
    • Survival of the Dead (2009)
    • Twilight of the Dead (???)

    Serinin “resmi olmayan” ve telif hakları meselesinden dolayı adeta mantar gibi türemiş diğer yapımların kronolojik sıralaması ise şöyle: 

    • The Return of the Living Dead (1985)
    • Return of the Living Dead Part II (1988)
    • Return of the Living Dead 3 (1993)
    • Children of the Living Dead (2001)
    • Day of the Dead 2: Contagium (2005)
    • Return of the Living Dead: Necropolis (2005)
    • Return of the Living Dead: Rave to the Grave (2005)
    • Night of the Living Dead 3D (2006)
    • Mimesis: Night of the Living Dead (2011)
    • Night of the Living Dead 3D: Re-Animation (2012)
    • Night of the Living Dead: Resurrection (2012)
    • A Night of the Living Dead (2014)
    • Night of the Living Dead: Darkest Dawn (2015)
    • Day of the Dead: Bloodline (2017)
    • Rebirth (2020)
    • Night of the Animated Dead (2021)
    • Day of the Dead (2021)

    2021’de Romero’nun 2010’larda yazmaya başladığı ancak ölümüyle yarım kalan devam filmi senaryosunun yönetmenin eşinin kontrolünde tamamlandığı ve yapım için hazırlık sürecinin başladığı duyuruldu. Twilight of the Dead isimli filmin Brad Anderson tarafından yönetilmesi ve başrollerinde Milla Jovovich ve Betty Gabriel’in rol alması bekleniyor. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek Twilight of the Dead de dahil olmak üzere tüm serinin hangi platformlar üzerinden izlenebildiğini güncel olarak takip edebilirsiniz. 

  • Star Wars Evreninde Geçen En İyi Spin-Off Diziler ve Filmler

    Star Wars Evreninde Geçen En İyi Spin-Off Diziler ve Filmler

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    George Lucas’ın 1977’de çektiği Star Wars’la başlayan, önce üçlemeye evirilip, ilerleyen yıllarda prequel ve sequel üçlemelerle devam eden Skywalker Saga, bugün sinema tarihi ve popüler kültür açısından sarsılmaz bir konuma sahip. Lucas’ın kurduğu yapım şirketi Lucasfilm’in Disney+ tarafından satın alınmasıyla beraber Star Wars evreninde geçen yapımların sayısında önemli bir artış oldu. 

    Uzun zaman önce, çok uzak bir galakside geçen hikâyelerin çeşitlendiği bu film ve diziler, kimi zaman orijinal filmlerle dolaylı yoldan bağlantı kurarken, kimi zaman da bambaşka karakterler, gezegenler ve dönemlerle buluşturdu bizi. JustWatch, bu rehberde Star Wars’un Skywalker Saga dışındaki tüm spin-off film ve dizileri, serinin hayranları açısından beğeni sıralamasına göre listeledi.

    Andor (2022)

    Birçok Star Wars hayranı tarafından, şimdiye kadar yapılmış en iyi spin-off kabul edilen Andor, Ölüm Yıldızı’nın planlarını çalarak kendini feda eden Asi Birliği casusu Cassian Andor’un birliğe katılmadan önceki yaşamını merkezine alıyor. Michael Clayton ve Bourne serisiyle tanınan yönetmen ve senarist Tony Gilroy’un imzasını taşıyan dizi, Star Wars’un diğer yapımlarından farklı olarak politik komplolar, sınıf çatışmaları ve örgütlenme etrafında inşa edilen bir hikâyeye sahip yapım, 2. sezonuyla bu karanlık ve realist perspektifini bir adım daha öteye taşıyor. Başrollerinde Diego Luna, Genevieve O’Reilly, Stellan Skarsgard ve Ben Mendelsohn gibi isimlerin yer aldığı dizi Türkiye’de Disney+ üzerinden izlenebiliyor. 

    Rogue One: A Star Wars Story (2016)

    Tarz olarak baktığımız zaman büyük ölçüde Andor’a ilham kaynağı olan Rogue One: A Star Wars Story’nin en sevilen Star Wars spin-off’ları arasında ilk sıralarda yer almasına şaşmamalı. Asiler Birliği’ne bağlı Rogue One isimli takımın Darth Vader ve Vali Tarkin’le mücadele ederek Ölüm Yıldızı planlarını çalmasını konu edinen film özellikle A New Hope’la kurduğu estetik ve anlatısal bağlantılar açısından beğeni topladı. Başrollerinde Diego Luna, Felicity Jones, Riz Ahmed, Donnie Yen, Mads Mikkelsen ve Ben Mendelsohn’un yer aldığı filmin yönetmenliğini ise geçtiğimiz yıllarda The Creator’ı çeken Gareth Edwards üstlendi. Son derece yüksek bir prodüksiyon bütçesine sahip film, En İyi Ses Miksajı ve En İyi Görsel efekt dallarında Oscar’a aday gösterildi. 

    The Mandalorian (2019)

    Nasıl ki Andor, Star Wars evrenini politik gerilim türünün biçimsel özellikleriyle harmanladıysa Jon Favreau imzalı The Mandalorian da bunu Western türüne özgü figürlerle ve öykülerle yapan bir dizi. İlk live-action Star Wars dizisi olmasının da etkisiyle yayınlanır yayınlanmaz büyük heyecan uyandıran yapımı, “yalnız kovboy”un uzaydaki versiyonu olarak tanımlayabileceğimiz ödül avcısı Din Djarin’in ve güç kullanma yetisine sahip olan ve Jedi ustası Yoda’nın ırkına mensup küçük Grogu’nun maceralarına odaklandı. Kronolojik açıdan Return of the Jedi sonrasına denk düşen dizi özellikle başroldeki Pedro Pascal’ın popülaritesini ikiye katladı. Özellikle üçüncü sezonda dizisinin kalitesinde gözle görülür bir düşüş yaşansa da dizi yine Jon Favreau’nun çekeceği ve 2026 yılında vizyona girmesi beklenen The Mandalorian and Grogu filmiyle noktalanacak. 

    Skeleton Crew (2024)

    Son dönemde yayınlanan dizileri büyük ölçüde beklentilerin altında kalan Star Wars serisi açısından Skeleton Crew’ın başarısı büyük bir sürpriz oldu. Yaş grubu olarak daha ziyade çocuk ve gençlere hitap ettiğini söyleyebileceğimiz dizi, hikâye zamanı açısından yine Return of the Jedi sonrasında, yani Yeni Cumhuriyet döneminde geçiyor. Galakside kaybolan bir grup çocuğun evlerine dönmeye çalışmasını konu edinen dizide onlara yardımcı olan Güç kullanıcısı korsan kaptan Jod Na Nawood karakterine yetenekli oyuncu Jude Law hayat verdi. Jon Watts ve Christopher Ford’un imzasını taşıyan dizinin ikinci sezonunun çekilip çekilmeyeceğine dair henüz bir bilgi mevcut değil. 

    Ahsoka (2023)

    Birçok genç Star Wars seyircisi bu fantastik ve macera dolu evreni, Disney+ dizileri ve sequel’larla tanısa da bir önceki kuşak için Cartoon Network’te yayınlanan animasyon diziler The Clone Wars ve Star Wars Rebels apayrı bir öneme sahipti. Animasyon dizilerin yaratıcısı olan Dave Filoni’nin imzasını taşıyan Ahsoka, bu dizilerdeki Ahsoka Tano, Sabine Wren, Ezra Bridger ve Thrawn gibi karakterleri live-action olarak seyirciyle buluşturacağı için büyük bir heyecanla karşılandı. Dizi, belli açılardan “fan service” olduğu yorumlarıyla eleştirilse de Disney+’in ikinci sezona yeşil ışık yakmasına yetecek kadar beğenildiğini söylemek mümkün. 

    Obi-Wan Kenobi (2022)

    Prequel filmlerde Ewan McGregor’un canlandırdığı karizmatik Jedi ustası Obi-Wan Kenobi’nin on yedi yıl sonra ekranlara dönmesi elbette büyük heyecan yarattı. Anakin’i tamamen kaybettikten sonra Tatooine gezegeninde inzivaya çekilen Obi-Wan Kenobi’nin Engizisyoncular tarafından kaçırılan on yaşındaki Prenses Leia’yı kurtarmaya çalışmasını anlatan mini dizi, başlangıçta film olarak planlansa da Lucasfilm’in planlarını değiştirerek planladığı spin-off filmleri iptal etmesiyle format değiştirdi. Showrunner olarak Joby Harold’ın yer aldığı Obi-Wan Kenobi eleştirmenler tarafından pek beğenilmese de Hayden Christensen’ın Darth Vader olarak geri dönmesi ve Obi-Wan’la bir kez daha yüzleşmesi serinin hayranlarını etkilemeyi başardı. 

    The Acolyte (2024)

    Şimdiye kadar çekilmiş tüm Star Wars film ve dizilerinden farklı bir zaman diliminde geçen ilk live-action yapım olan The Acolyte, seyirciyi The Phantom Menace’ın 100 yıl öncesindeki Yüksek Cumhuriyet Devri’ne götürdü. Russian Doll dizisini de seyirciyle buluşturan Leslye Headland’ın imzasını taşıyan yapım, Jedi’ların kurban gittiği gizemli cinayetlerin arka planında çocukluklarında yolları ayrılan ve kendilerini Güç’ün farklı taraflarında bulan ikiz kız kardeşlerin hikâyesini anlattı. Uzakdoğu dövüş sanatlarına özgü figürleri Jedi düellolarıyla harmanlayan dizinin genel anlamda serinin hayranlarını ikiye böldüğünü söylemek mümkün. Star Wars evrenine sadık kalmadığı gerekçesiyle eleştirilen dizinin ikinci sezonuyla devam etmeyeceği geçtiğimiz aylarda duyuruldu.

    Solo: A Star Wars Story (2018)

    Rogue One’ın gişe başarısının ardından yeni spin-off’lar için kolları sıvayan Disney, rotasını Harrison Ford’un canlandırdığı ve orijinal üçlemenin en sevilen karakterlerinden olan Han Solo’ya çevirdi. A New Hope’un başlangıcında yalnızca kendisini düşünen, bencil bir kaçakçı olan Kaptan Solo’nun Chewbacca’yla tanışmasını, Millenium Falcon’u almasını ve gençliğinde uğradığı ihanetleri konu edinen Solo: A Star Wars Story’de Solo’yu Alden Ehrenreich, Lando Calrissian’ı Donald Glover canlandırdı. Birçok seyircinin performansları orijinal versiyondaki aktörlerle kıyaslamasının yanı sıra orijinal üçlemenin hikâyesiyle “kahraman” olan Solo’nun gelişimini hiçe sayarak zaten kahramanmış gibi gösterdiği için, Ron Howard imzalı bu film ne yazık ki seyirciden geçer not alamadı. 

    The Book of Boba Fett (2021)

    Orijinal üçlemede Darth Vader ve Jabba the Hutt için çalışan ödül avcısı Boba Fett, Return of the Jedi’da ölmüş gibi gösterilse de The Mandalorian’ın ilk sezonunda Fett’in hayatta olduğuna dair ilk sinyaller verilmişti. Star Wars’un önceki filmlerinde Klon askerlerini canlandıran Temeura Morrison’ın canlandırdığı Boba Fett, The Mandalorian’ın ikinci sezonunda Grogu’yu kurtarmaya yardımcı oldu. Favreau’nun showrunner’lığını üstlendiği The Book of Boba Fett'in hikâyesi, Fett’ten ziyade Din Djarin ve Grogu ekseninde ilerlediği için ne yazık ki özgün ve seyircinin ilgisini cezbeden bir yapı kurmayı başaramadı. Dizinin, The Mandalorian dizisinin “tamamlayıcısı” görevi görmesi birçok seyirci tarafından eleştirildi. 

    Star Wars’ın tüm spin-off’larını Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    JustWatch olarak hazırladığımız bu rehber sayesinde Star Wars evreninde geçen tüm spin-off film ve dizileri nereden izleyebileceğinizi keşfedin.Star Wars’ın tüm içerikleri Disney+ kütüphanesinde yer alsa da özellikle listedeki filmler için kiralama ve satın alma alternatiflerine göz atabilirsiniz. 

  • Disney’den Tüm Zamanların En Ünlü 10 Kötü Karakteri

    Disney’den Tüm Zamanların En Ünlü 10 Kötü Karakteri

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    Sinema tarihinin erken dönemlerinden itibaren çok sayıda masalı beyazperdeye taşıyan Disney, son yıllarda bu hikâyelerin canlı çekim uyarlamalarına da imza atmaya başladı. Ünlü stüdyo, bu uyarlamalarda yalnızca ana kahraman üzerine değil, hikâyenin baş kötüleri üzerine de daima kafa yordu. Görsel tasarımından karakter özelliklerine, karakteri kimin seslendireceğinden esinlendiği arka plan hikâyesine, Disney seneler boyunca sinemanın -özellikle de animasyonun- en akılda kalıcı kötülerine imza attı.

    Yeniden çevrimlerde günümüz hassasiyetleriyle bir kez daha yorumlanan bu kötüler; kimi zaman kötücül bir üvey anne, kimi zaman psikotik bir tiran, kimi zamansa elinde kancası zalim bir korsan oldu. Disney’in en ünlü kötülerini derlediğimiz bu listedeki filmlere bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.   

    Cruella de Vil (Cruella - 101 Dalmaçyalı)

    İlk olarak Disney tarafından beyazperdeye uyarlanan, Dodie Smith’in 101 Dalmaçyalı isimli kitabının baş kötüsü Cruella de Vil, oldukça zengin ve taş yürekli bir moda tasarımcısıdır. Siyah beyaz, bazen de grinin “modaya uygun” tonlarındaki gri saçlarıyla ve hayvanların -özellikle de dalmaçyalıların- derisinden yapılmış kürkleriyle nam salan karakterin ismi ise, “cruel” (zalim) ve devil (şeytan) kelimelerinin bir birleşimidir. Beyazperdede önce 1961 yapımı Disney animasyonu 101 Dalmaçyalı’da karşımıza çıkan Cruella, daha sonra ise 1996 yapımı 101 Dalmaçyalı’da Glenn Close tarafından canlandırılır. Karakteri son olarak ise özellikle kostüm ve makyaj tasarımıyla büyük ses getiren ve başrolünde Emma Stone’un yer aldığı Disney yapımı Cruella’da izlemiştik. 

    Scar (Aslan Kral)

    Küçükken Aslan Kral’ı izlemiş her çocuğun en büyük “sinematik” travmalarından biri olan Scar, küçük aslan yavrusu Simba’nın amcası, aynı zamanda da ormanlar kralı Mufasa’yı öldüren bir katildir. Shakespeare’in Hamlet’inden esinlenen Aslan Kral’ın baş kötüsü Scar’ın oyundaki Kral Claudius’tan esinlendiği söylenir. İktidar hırsıyla yanıp tutuşan Scar, tahta duyduğu arzu nedeniyle abisini öldürmekle kalmaz, aynı zamanda bu ölüm için Simba’yı suçlayarak tahta kendisi oturur. Zalim bakışları ve haset dolu gözleri, simsiyah yelesi ve yanında gezdirdiği sırtlan çetesiyle hafızalara kazınan Scar; son olarak Disney’in 2019’da yeniden beyazperdeye taşıdığı Aslan Kral’da bir kez daha karşımıza çıkmıştı. 1996’daki ilk filmde Jeremy Irons’ın seslendirdiği karaktere, filmin 2019 versiyonunda ise Chiwetel Ejiofor hayat vermişti.

    Maleficent (Uyuyan Güzel)

    Disney’in 1959 yılında beyazperdeye taşıdığı, Charles Perrault’nun 1697 tarihli masalından uyarlanan Uyuyan Güzel’in kötü kahramanı Maleficent, kendi deyişiyle “Bütün Kötülüklerin Anası” olan güçlü bir peridir. Orijinal hikâyede vaftizine çağrılmadığı için sinirlendiği Aurora isimli küçük bebeği lanetler ve prensesin 16. yaş gününde eline bir iğne batarak öleceği kehanetinde bulunur. Karakter, 2014 yılında çekilen Maleficent ile kendi hikâyesine kavuşmuş ve ünlü yıldız Angelina Jolie tarafından canlandırılmıştı. Seyirci tarafından beğeniyle karşılanan ilk filmi, 2019’da gösterime giren devam filmi Maleficent: Mistress of Evil izledi. Karakter, bu iki uyarlamada daha ılımlı bir karakter olarak çizilmiş, yalnızca kendi diyarını tehlikelerden korumaya ve hayatta kalmaya çalışan bir peri olarak resmedilmiştir.  

    Ursula (Küçük Denizkızı)

    İlk olarak 1989 tarihli Disney animasyonu Küçük Denizkızı’nda tanıştığımız Ursula, kötücül bir deniz cadısıdır. Hans Christian Andersen’in aynı adlı 1837 masalından uyarlanan filmde Ursula, ahtapot ve insan karışımı bir yaratık olarak resmedilir. Animatör Ruben A. Aquino, bir tür diva olan Ursula’yı yaratırken Amerikalı oyuncu ve drag queen Divine’dan esinlendiğini söyler. Yeğeni Ariel’e üç gün boyunca insan olması ve aşık olduğu Prens Eric’in kalbini kazanması için yardım eden Ursula’nın asıl amacı tahta geçmektir ve bu nedenle küçük deniz kızını gizli emellerine alet eder. Ursula’yı son olarak hikâyenin canlı uyarlaması olan The Little Mermaid’de izlemiştik. Orijinal filmde Pat Carroll’un sesiyle canlanan karakteri, 2023 yapımı yeni uyarlamada ise Melissa McCarthy canlandırdı. 

    Kötü Kraliçe (Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler)

    İlk defa Disney’in en erken masal uyarlamalarından biri olan 1938 tarihli Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’de boy gösteren Kötü Kraliçe, gençlik ve güzellikle kafayı bozmuş, klasik bir üvey anne tiplemesidir. “Ayna ayna, söyle bana, var mı bu dünyada benden güzeli?” repliğiyle akıllara kazınan Kötü Kraliçe, üvey kızının güzelliğini kıskanır ve onu öldürmeye karar verir. Lucille La Verne’nin seslendirdiği karakterin orijinali, animatör Art Babbitt tarafından tasarlanmıştır. Babbitt’in, karakterin yüz ifadelerini ve görünüşünü yaratırken Joan Crawford, Marlene Dietrich ve Greta Garbo gibi dönemin ünlü yıldızlarından esinlendiği söylenir. Son olarak 2025 yapımı Snow White filmiyle beyazperdeye geri dönen Kötü Kraliçe’yi, hikâyenin bu canlı uyarlamasında ise Gal Gadot canlandırıyor. 

    Kaptan Hook (Peter Pan)

    Bir başka masal kahramanı Peter Pan’in baş düşmanı olan Kaptan Hook, bir timsaha yem olan elinin yerinde takılı kancasıyla meşhur, bazen acımasız bazense komik bir korsandır. İlk olarak J. M. Barrie’nin 1904 tarihli Peter Pan oyununda tanıştığımız karakter, daha sonra hikâyenin pek çok farklı uyarlamasında kendine yer bulur ve tüm zamanların en ünlü kötüleri arasındaki yerini alır. Jolly Roger isimli geminin kaptanı olan Hook, Disney’in 1953 tarihli Peter Pan filminde, orijinalinden çok daha karikatürize bir karakter olarak çizilir. Fiziksel görünüşü İskoçya Kralı II. Charles’tan esinlenen karakteri filmde Amerikalı komedyen ve oyuncu Hans Conried seslendirir. 2003 tarihli Peter Pan’da bir kez daha karşımıza çıkan Hook’u, son olarak The White Lotus’ta izlediğimiz usta oyuncu Jason Isaacs canlandırmıştı.

    Queen of Hearts (Alice Harikalar Diyarında)

    Lewis Caroll’un kült klasiği Alice Harikalar Diyarında’nın baş kötüsü Queen of Hearts, çabuk sinirlenen, önüne gelen herkesi idam ettiren ve Kraliçe Victoria’dan (ve biraz da Kraliçe Margaret’tan) esinlenildiği iddia edilen çocuksu bir kraliçedir. Ünlü repliği “Kesin kafalarını!” ile bilinen karakter, Harikalar Diyarı’nı yöneten psikotik bir tiran olarak tasvir edilir. Karakterin beyazperdede boy gösterdiği ilk film, Disney’in 1951 tarihli animasyonu Alice in Wonderland’dır. Orjinalinde Verna Felton’un sesiyle hayat bulan karakter, 2010 tarihli Tim Burton uyarlaması Alice in Wonderland’de ise masalda yer alan bir başka kraliçeyle, Red Queen’le birleştirilmişti. İki kraliçenin bir araya gelmesinden oluşan karakteri ünlü oyuncu Helena Bonham Carter canlandırmıştı. 

    Jafar (Aladdin)

    Binbir Gece Masalları’ndaki bir hikâyeden uyarlanan Disney animasyonu Aladdin’in baş kötüsü Jafar, Arap coğrafyasında yer alan Agrabah’ın veziri ve Sultan’ın sağ koludur. Tıpkı Aslan Kral’ın Scar’ı ve Küçük Denizkızı’nın Ursula’sı gibi sürekli ikinci sırada olmaktan bıkmış olan Jafar, Sihirli Lamba’yı ele geçirerek Agrabah’ı ele geçirmenin hayalini kurar. Ancak lambanın cinini kandırmak sandığı kadar kolay olmaz ve kendi kazdığı kuyuya düşer. Aynı zamanda bir karanlık büyü ustası olan Jafar’ın, Abbasi veziri Ja'far ibn Yahya’dan esinlendiği de söylenir. Disney’in 2019 tarihli Aladdin filminde Marwan Kenzari’nin hayat verdiği karakter, hikâyenin animasyon versiyonunda ise Jonathan Freeman tarafından seslendirilmişti.

    Gaston (Güzel ve Çirkin)

    Eski bir Fransız masalından uyarlanan 1991 tarihli Beauty and the Beast’in kötü karakteri Gaston, başına buyruk, bencil ve patavatsız bir gençtir. Belle’i elde etmek için aslında bir prens olan Beast’i öldürmeyi kafaya koyan Gaston, bir yandan da Beast’in bir canavara dönüşmeden önceki küstah ve düşüncesiz halini temsil eder. Masalda bulunmayan ve hikâyeye Disney tarafından eklenen karakter, Beast’in tersine fiziksel olarak yakışıklı, karakter olarak ise oldukça iticidir. Stüdyo, tıpkı Shrek serisinin ikinci filminde olduğu gibi karikatürize (ve “kötü”) bir “Yakışıklı Prens” tiplemesi ortaya çıkarmak için çabalamış ve ortaya erkeksi olmaya çalışırken komikleşen Gaston karakteri çıkmıştır. Masalın 2017 tarihli canlı çekim uyarlaması Güzel ve Çirkin’de ise karakteri Luke Evans canlandırmıştı. 

    Mother Gothel (Rapunzel)

    Upuzun saçlarıyla bildiğimiz, bir kulenin en üst katında hapsolmuş Prenses Rapunzel’in üvey annesi Gothel, gençlik ve güzellikle kafayı bozmuş bir başka Disney kötüsü olarak çıkar karşımıza. Uzun yıllar boyunca büyülü bir çiçek sayesinde genç ve güzel kalan Gothel, bitkinin gücünü ele geçiren küçük Prenses Rapunzel’i alır ve onu bir kuleye hapseder. Masalın ilk beyazperde uyarlamasını olan 2010 tarihli Disney animasyonu Tangled, üvey annesinin manipülasyonlarını fark eden Rapunzel’in Flynn Rider'ın yardımıyla kuleden kaçıp özgürleşmesinin öyküsünü anlatır. Disney, Gothel’ın fiziksel görünüşünü tasarlarken hem karakteri seslendiren oyuncu Donna Murphy’den hem de ünlü Amerikalı şarkıcı Cher’den esinlenmiştir.  

    Disney’in En Ünlü Kötülerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Tüm zamanların en sevilen kötü karakterlerine yer veren Disney klasiklerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Son Durak (Final Destination) Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Son Durak (Final Destination) Serisi Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    2000’li yıllarda kahramanlarının kurban gittiği akıl almaz ölüm biçimleriyle koca bir jenerasyonu travmatize eden Son Durak (Final Destination) serisi 14 yıllık aradan sonra beyazperdeye geri dönüyor. Ülkemizde 16 Mayıs 2025’te vizyona girecek Son Durak: Kan Bağı öncesinde serinin diğer beş kısaca hatırlamak için bu rehbere göz atabilir, her bir filmin Türkiye’de hangi platformlardan izlenebildiğini keşfedebilirsiniz. 

    Son Durak (2000)

    Serinin ilk filmi Son Durak aslında, Jeffrey Reddick’in X-Files için yazdığı bir hikâyeden hareketle ortaya çıkmıştır. Reddick’in sonrasında uzun metraja dönüştürmeye karar verdiği senaryosunu ise dizinin yazarları arasında yer alan James Wong aktarmıştır. Film, Alex isimli bir lise öğrencisinin, okul gezisi için binecekleri uçakta herkesi öldürecek bir kaza olacağını önceden sezmesiyle başlar. Alex, bu sezgisi sayesinde kazaya engel olmayı başarsa da çevresindekiler birer birer, ihtimal dışı görünen biçimlerde ölmektedir. Alex kısa sürede, kaderin planını bozduğunu ve bu yüzden Ölüm’ün kurbanlarını teker teker geri almak için harekete geçtiğini anlar. Klasik “kötü adam” veya “seri katil” tarzı korku filmi klişelerinin ötesinde daha soyut ve metafizik düşman figürü ortaya koyan Final Destination, özgünlüğüyle kitlelerin büyük oranda ilgisini çekti ve 23 milyon dolarlık bütçesini beşe katlayan bir gişe hasılatı elde etti. 

    Son Durak 2 (2003)

    Filmin gişedeki başarısının ardından New Line Cinema, devam filmi için yeşil ışık yaktı ve Son Durak 2'nin senaryosunu Reddick’le beraber alışan J. Mackye Gruber ve Eric Bress kaleme aldı, yönetmenliğini ise David R. Ellis üstlendi. İlk filmin anlatısına benzer bir yapıya sahip, ancak bu sefer Kimberly Corman isimli bir üniversite öğrencisinin otobanda gerçekleşecek korkunç bir kazayı önceden sezmesi üzerine kurulu olan Son Durak 2, ayrıca bir önceki filmdeki gerçekleşmeyen uçak kazasının “kurbanlarının” başına neler geldiğini de açıklığa kavuşturdu. Son Durak 2, eleştirmenler tarafından ilk film kadar beğenilmese de gişede hatırı sayılır bir başarı elde etti. 

    Son Durak 3 (2006)

    Senaryoları arasında doğrudan devamlılık bulunan ilk iki filmin aksine Son Durak 3, öncekilerden bağımsız bir devam filmi olarak tasarlandı. Serinin yaratıcısı Reddick’in dahil olmadığı üçüncü filmde James Wong yönetmen ve senarist olarak görev aldı. Ahsoka ve Scott Pilgrim vs. the World gibi filmlerden tanıdığımız Mary Elizabeth Winstead’ın başrolünü üstlendiği film arkadaşlarının ve kendisinin lunaparkta bindikleri roller-coasterda öleceğini önceden sezen Wendy’nin, parkta çekilen fotoğraflardaki ipuçlarını kullanarak arkadaşlarını kurtarma çabalarına odaklandı. Gişede inanılmaz bir başarı yakalayan Son Durak 3, 118 milyon dolar hasılat elde etti. Film, DVD’si için hazırlanan versiyonunda izleyiciye hikâyenin akışını değiştirecek seçimler yapma şansı tanıyarak, özgün bir interaktif film deneyimine de imza atmış oldu.  

    Son Durak 4 (2009)

    2000’li yılların sonuna doğru ana akım sinemayı etkisi altına alan üç boyutlu film furyasından Son Durak serisi de nasibini aldı. Türkçeye Son Durak 4 olarak çevrilse de “The Final Destination 3D” olarak tanıtımı yapılan filmin yönetmenliğini serinin ikinci filmine imza atmış David R. Ellis üstlendi, senaryosunu ise Eric Bress kaleme aldı. Serinin önceki filmlerinden aşina olduğumuz prensibi devam ettiren Son Durak 4’te ana karakter Nick O’Bannon’ın önceden sezdiği olay araba yarışında meydana gelen bir kazaydı. Nick ve arkadaşlarının Ölüm’ün peşlerinde olduklarını anladıktan sonra başlarına geleceklerden kurtulmaya çalışmalarını anlatan filmde, artık serinin imzası hâline gelmiş absürt ölümlerin, 3D teknolojisiyle daha gore ve dehşet verici görünmesi için epey uğraşıldı. Eleştirmenler filmin bu yönünden büyük ölçüde rahatsız olsa Son Durak 4, 187 milyon dolarlık gişesiyle serinin şu ana kadarki en yüksek hasılatını elde etti. 

    Son Durak 5 (2011)

    Serinin son filminin Son Durak 4 olması planlansa da, elde edilen inanılmaz gişe başarısının ardından stüdyo beşinci filme de yeşil ışık yaktı. Yine üç boyutlu versiyonuyla vizyona giren Son Durak 5, serinin ilk filminin prequel’ı olarak tasarlandı. Sonrasında çektiği Into the Storm’la hatırlayacağımız Steven Quale’in yönettiği filmi Arrival’ın da senaryosuna imza atan Eric Heisserer kaleme aldı. Sam Lawton isimli bir çalışanın yollarının üstündeki bir köprünün çökeceğini önceden sezerek eski kız arkadaşının ve iş arkadaşlarını hayatlarını kurtarmasıyla başlayan filmde kurbanlar yine birbirinden korkunç biçimlerde Ölüm’le yüzleşmek zorunda kaldı. Daha önce birinci ve ikinci filmde yer alan ve Tony Todd’un canlandırdığı adli tıp uzmanı William Bludworth de prequel’da yer aldı. Filmin sonunda, Sam ve eski sevgilisi Molly’nin hikâyesi Alex’in ve arkadaşlarının bindiği Paris uçağında noktalandı. Görsel efektleri ve mizansenleri bir önceki filme göre daha çok beğenilen Son Durak 5, 157 milyon dolarlık hasılatla gişede oldukça iyi bir başarı elde etti. 

    Son Durak: Kan Bağı (2025)

    New Line Cinema, beşinci filmin vizyona girdikten sonra devam filmi için çalışmalara başlasa da proje somut olarak 2019 yılından itibaren prodüksiyon sürecine girdi. Senaryosunu Guy Busick ve Lori Evans Taylor’ın kaleme aldığı Son Durak: Kan Bağı’nın serinin diğer filmleriyle William Bludworth karakteri haricinde doğrudan bir bağlantısı olması beklenmiyor. Zach Liposvky ve Adam Stein ikilisinin yönetmenliğini üstlendiği film, ailesinin ölümüne tanık olduğu kabuslar gören Stefani Lewis isimli bir genç kızın Ölüm’ü kendi oyununda alt etmeye çalışmasını konu ediniyor. Karakterlerin ölüm ve kaderle olan ilişkisinin, uzun yıllar boyunca hayatta kalmayı başarmış birinin ışığında daha farklı olacağı vurgulanan filmde, 2024 yılında kaybettiğimiz Tony Todd’un canlandırdığı Bluthworth’un geçmişinin de konu edildiği söyleniyor.

    Son Durak serisindeki tüm filmleri Türkiye’de çevrimiçi izleyin

    Altıncı filmi 16 Mayıs 2025’te vizyona giren Son Durak serisinin tüm filmlerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi JustWatch sayesinde keşfedin. Streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimiz sayesinde hangi filmin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini bu rehberden öğrenebilirsiniz. 

  • Tüm Zamanların En İyi Body Horror Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Tüm Zamanların En İyi Body Horror Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    2024’ün en tartışmalı filmlerinden The Substance’ın yakaladığı başarı sonrası, sinema tarihinin en ayrıksı türlerinden body horror’ın (beden korkusu) sevilen örnekleri de yeniden gündeme geldi. 80’lerde türün usta yönetmenlerinden David Cronenberg sayesinde daha da popülerleşen body horror, korku türünün belki izlemesi en rahatsız edici ama bir yandan da en heyecanlı ve merak uyandırıcı alt türlerinden biri. İzleyiciyi karakterle bedensel olarak özdeşleştiren beden korkusu, bu sayede seyircide fiziksel tepkiler uyandırmayı hedefler. Bu sayede kimi zaman ahlaki olarak hak vermediği karakterleri bile soluksuz izleyen seyirci, sürekli diken üstünde ve “tetikte” bir sinema deneyiminin doruklarına ulaşır. 

    JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberde tüm zamanların en sevilen body horror filmlerinden on filmi sizin için derledik. Sitemizin sunduğu filtreleme özelliğinden faydalanarak bu filmleri Türkiye’deki dijital platformların sunduğu kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle nereden izleyebileceğinizi öğrenin. 

    The Exorcist (1973)

    Korku sinemasının kült klasiklerinden The Exorcist, o dönem henüz ismi koyulmamış olan body horror’ın erken dönem örneklerinden biri. William Friedkin’in yönettiği ve William Peter Blatty’nin aynı adlı romanından uyarlanan film, şeytanın ele geçirdiği 12 yaşındaki bir kız çocuğu (Regan) ve onu kurtarmaya çalışan annesine odaklanıyor. Seyircilerin filmi izlerken bayılmasının ardından gösterime girdiği gibi efsaneleşen ve devam filmleri de çekilen The Exorcist özellikle şeytanın küçük kızın bedenini istila ederek onun ağzından konuştuğu sahnelerle büyük ses getirmişti. Yönetmen Friedkin’in gerçekçi olması için titizlikle çalıştığı ve çoğu özel efekti sahnede canlı olarak hayata geçirildiği film, hem seyirciden hem de dini çevrelerden gelen tepkiler sonrası ABD’de ulusal bir tartışma konusu haline gelmişti.

    Eraserhead (1977)

    Yakın zamanda kaybettiğimiz, sinema tarihinin usta yönetmenlerinden David Lynch’in ilk uzun metrajı olan Eraserhead, yine erken dönem body horror örneklerinden biri. Doğrudan bir tür içerisinde kategorize etmenin oldukça zor olduğu film, tuhaf ve beklenmedik bir bebek sahibi olan Henry Spencer’a odaklanıyor. Lynch’in nasıl yapıldığını büyük bir sır olarak sakladığı ve solucan şeklinde bir uzaylıyı andıran bedeniyle akıllara kazınan bu küçük yaratık-bebek, iki yıl sonra gösterime giren Alien filmindeki yaratığın bir yavrusu gibidir adeta. Henry film boyunca bir yandan bir türlü yakınlık hissedemediği yaratık bebeğiyle, bir yandan ise kaloriferde yaşayan ve deforme olmuş bir yüze sahip olan kadınla dolu bir rüya-kabusun içinde sıkışır. Lynch’in Eraserhead için ailesine “lütfen bu filmi izlemeyin ve bu filmi çektiğimi kimseye söylemeyin” diye not düştüğü de söylenir.

    Alien (1979)

    Ridley Scott’un daha sonradan uzun soluklu bir seriye dönüşecek olan korku-bilimkurgu klasiği Alien, uzaylı bir yaratığın istilasına uğrayan bir gruba odaklanır. Yapışkan ve ıslak bedeni, keskin dişleri ve hem yumurtaya hem de fallik bir nesneye benzeyen kafasıyla seyirciye sonsuz bir çağrışım alanı açan bu cinsiyetsiz yaratık, insanlığın doğuma ve ölüme dair tüm arzu ve korkularını vücudunda barındırır sanki. Uzun, karanlık kanalları ve tünelleriyle insanda klostrofobik bir his uyandıran gemi Nostromo ise, gelecekten değil de geçmişin dehlizlerinden fırlamış gibidir. Sadece pek çok okumaya alan açan anlatısıyla değil, prodüksiyon kalitesi ve yaratığın tasarımıyla da büyük ses getiren Alien, Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’indekine tamamen zıt bir gelecek tahayyül etmiştir. 

    The Thing (1982)

    Korku sinemasının usta yönetmenlerinden John Carpenter’ın yönettiği, başrolünde Kurt Russell’ın yer aldığı bir başka korku klasiği olan The Thing, Antarktika’da geçen kan ve dehşet dolu bir hikâye anlatır. John W. Campbell’in bir novellasından uyarlanan film, kendini yıllar boyunca buzulların içinde gizlemiş parazit bir uzaylının saldırdığı bir grup bilim insanına odaklanır. Tıpkı bir diğer beden korkusu klasiği Invasion of the Body Snatchers'da olduğu gibi, en tanıdık olanın tuhaflaşmasına odaklanan The Thing, Carpenter’ın büyük hayranı olduğu H. P. Lovecraft’ın “kozmik korku” evreninden de izler taşır. İlk gösterime girdiğinde gişede büyük zarar eden film, çoğu kült klasik gibi sonradan büyük bir hayran kitlesi edinmiş ve sinema tarihinin korku klasikleri arasında yerini almıştı. 

    Videodrome (1983)

    80’lerden itibaren beden korkusunun en belirgin örneklerini üreten ve ismi bugün bile hâlâ bu türle anılan David Cronenberg, Videodrome’da kendini büyük bir komplonun içinde bulan televizyoncu Max Renn’e odaklanır. Dijitalleşmenin yavaş yavaş ivmelendiği, televizyonun ve video kasetin medya kültürünü derinden etkilediği seksenlerin ruhunu takip eden Videodrome, çoğu Cronenberg filminde olduğu gibi yine teknolojiyi bedenin bir uzantısı olarak ele alır. Cronenberg’in bedeni post-prodüksiyonla değil, çoğunlukla organik olarak deforme ettiği film, Max’in video kaseti karnına soktuğu ve onunla adeta bir olduğu meşhur sahneyle hafızalara kazınmıştır. İzlemesi oldukça zor olan Cronenberg bedenleri, seyirciyi gerçek hayatta karşılaşması bir hayli zor - fakat yine de “gerçekçi” - dünyalara sürükler. 

    Akira (1988)

    Tüm zamanların en sevilen anime klasiklerinden Katsuhiro Otomo imzalı Akira, bir kaza sonrası telekinetik yetiler kazanan, saldırgan bir ergenin (Tetsuo) ve onu kurtarmaya çalışan arkadaşı Shôtarô’nın hikâyesine odaklanır. Aynı isimli mangadan uyarlanan film, 2019 yılının Neo-Tokyo isimli futuristik bir kentinde geçmektedir. Japon manga ve anime geleneğinin robot, siborg ya da androidlere ve diğer insan-makine karışımı varlıklara odaklanan mecha türünden beslenen Akira, tıpkı Cronenberg imzalı The Fly gibi ergenliğin kendisini bir tür bedensel “canavarlaşma” olarak ele alır. Şehrin kaosuyla yıkımını ve Tetsuo’nun bedensel dönüşümünü büyük bir ustalıkla perdeye taşıyan film, yıllar içinde kültleşerek dünya çapında ün kazanır ve tüm zamanların en sevilen animeleri arasında yerini alır. 

    Trouble Every Day (2001)

    “Fransız Yeni Aşırılığı"nın en kendine has yönetmenlerinden Claire Denis imzalı Trouble Every Day, yamyamlıktan zevk alan ve bu şekilde cinsel doyum elde eden bir kadın ve onu toplumdan gizleyen kocasına odaklanır. 2001 Cannes Film Festivali’ndeki gösteriminin ardından seyirciyi ve eleştirmenleri ikiye bölen film; cüretkar sahneleri, kan ve şiddet dolu anlatısı ve uçlarda gezinen karakterleriyle hafızalarda yer eder. Yönetmen Denis, birçok filminde olduğu gibi burada da cinsellik ve şiddet arasındaki ince çizgi üzerinde gezinerek seyircisi bile isteye rahatsız etmeyi hedefler ve sinemanın sınırları zorlar. Beden korkusu türünün sıradışı bir örneği olarak nitelendirilebilecek Trouble Every Day’in müzikleri ise yönetmenin favori gruplarından Tindersticks’e ait. 

    Under the Skin (2013)

    Auschwitz toplama kampını yöneten bir Nazi subayı ve ailesine odaklanan yeni filmi The Zone of Interest ile büyük ses getiren Jonathan Glazer’ın bir önceki filmi Under the Skin, başrolünde Scarlett Johansson’ın yer aldığı bir korku-bilimkurgu. Yönetmenin yeni filminden tam on sene önce çektiği bu sıradışı film, gösterime girdiği gibi büyük beğeni toplamıştı. Michel Faber’in aynı isimli romanından uyarlanan yapım, genç bir kadının bedenini istila etmiş olan ve erkekleri avlayan tuhaf bir uzaylı “femme-fatale”e odaklanıyordu. Son yıllarda pek çok başarılı soundtrack’e imza atan Mica Levi’nin bestelediği tekinsiz müzikleriyle hafızalara kazınan Under the Skin, türler arası estetiği ve seyircinin kafasını karıştıran tüyler ürpertici hikâyesiyle 2010’ların en iyileri listelerinde de üst sıralarda yer alıyor. 

    Annihilation (2018)

    İsyankar bir siborgun hikâyesini anlatan Ex Machina filmiyle ismini duyuran Alex Garland’ın yönettiği Annihilation, son yılların en tuhaf döppelganger hikâyelerinden birini anlatıyordu. Oyuncu kadrosunda Natalie Portman, Oscar Isaac, Jennifer Jason Leigh ve Tessa Thompson gibi isimlerin yer aldığı film, uzaylı bir “ışının” etkisi altına girmiş bir bölgeye gönderilen bir grup bilim insanını takip ediyor. Karakterlerin yine gizemli bir “bölgeye” olan yolculuğunu konu alan Tarkovski klasiği Stalker’dan esintiler taşıyan film; beden, kimlik ve varoluş üzerine cevaplanması zor sorular soruyor. Film özellikle uzaylı ışının, bitkilerden hayvanlara ve insanlara tüm canlı varlıkların DNA’sını bozduğu ve bedenlerini deforme ettiği bölgenin detaylı (ve tüyler ürpertici) tasarımıyla dikkat çekiyor.  

    Titane (2021)

    Raw filmiyle tanıdığımız Julia Ducournau’nun ikinci uzun metrajı Titane, büyük bir sürpriz yaparak Spike Lee’nin jüri başkanlığındaki Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye’yle dönmüştü. Küçükken geçirdiği bir kaza sonrası kafatasında titanyumdan yapılmış bir plaka taşıyan Alexia’ya odaklanan film, özellikle Crash gibi Cronenberg klasiklerinden esintiler taşıyan, dört başı mamur bir body horror filmi. Yönetmenin, izleyiciyi karaktere “göbek bağıyla” bağlamayı hedeflediğini söylediği Titane, ahlaki olarak özdeşleşmenin çok zor olduğu bir karakter portresi sunuyor seyircisine. Ducournau, empati duygusuna sahip değilmiş gibi duran ve gözü kapalı cinayet işleyebilen Alexia ile “babası” Vincent arasındaki bağı sıradışı bir üslupla sahneye koyuyor ve body horror’un sınırlarında geziniyor.  

    Tüm Zamanların En İyi Body Horror Filmlerini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    David Cronenberg’den John Carpenter’a, Ridley Scott’tan David Lynch’e body horror türünün en iyi örneklerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming plaformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinen dilediğinizi seçebilirsiniz.

     

  • Andor’un 2. Sezon Oyuncularını Başka Hangi Yapımlarda İzlemiştik?

    Andor’un 2. Sezon Oyuncularını Başka Hangi Yapımlarda İzlemiştik?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Michael Clayton ve The Bourne Legacy gibi filmleriyle tanıdığımız senarist, yönetmen ve yapımcı Tony Gilroy’un imzasını taşıyan Andor’un ikinci sezonu geçtiğimiz günlerde Disney+’ta yayına başladı. Birçok izleyici tarafından Star Wars dizileri arasında şimdiye kadar çekilmiş en iyi yapım kabul edilen dizi, Rogue One: A Star Wars Story’nin öncesinde Cassian Andor’un geçmişini anlatıyor. 

    Cassian’ın artık asiler içinde önemli bir figür olarak yükselişe geçtiği ve Mon Mothma’nın senatodan gizli olarak asilere yardım ettiğini izlediğimiz ikinci sezon da oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Andor kadrosunda yer alan ve size “bir yerlerden tanıdık geldiğini” düşündüğünüz isimleri merak ediyorsanız doğru adrestesiniz! JustWatch ekibi olarak bu rehberle Andor’un yıldızlarının sinema ve televizyon kariyerlerine kısa bir bakış atıyoruz. 

    Diego Luna (Cassian Andor)

    Dizide Asilerle işbirliği yapan eski hırsız Cassian Andor rolünde izlediğimiz Meksikalı aktör Diego Luna’nın yıldızı Rogue One: A Star Wars Story ile birlikte parlasa da aslında film ve dizi sektöründe oldukça uzun soluklu bir kariyere sahip. Alfonso Cuarón’ın Y tu mamá también filmiyle 2001 yılında çıkış yapan Luna, filmdeki rol arkadaşı Gael Garcia Bernal’le beraber birçok projede beraber çalıştı. Frida ve Terminal gibi Hollywood projelerinde de yan rollerde yer alan Luna, son dönemde ayrıca televizyon kariyerinde önemli bir basamak olan Narcos: Mexico’da Guadalajara uyuşturucu kartelinin lideri Miguel Ángel Félix Gallardo’ya hayat verdi. Emmy ve Altın Küre adaylıklarına sahip yetenekli aktör ayrıca Cesar Chavez ve Abel gibi yapımların yönetmenliğini üstlendi. 

    Genevieve O’Reilly (Mon Mothma)

    Genevieve O’Reilly, İmparatorluk Senatosu’nda Chandrila’yı temsil eden ve gelecekte Cumhuriyeti Yeniden Kurma Birliği’nin başına geçecek Mon Mothma rolünü ilk olarak Revenge of the Sith’te üstlendi. Bu filmden on bir yıl sonra çekilen Rogue One: A Star Wars Story ile Mon Mothma rolüne geri dönen O’Reilly, Ahsoka dizisinin ilk sezonunda da yer aldı. İrlanda-Avustralya asıllı aktris Matrix: Reloaded ve Matrix: Revolutions filmlerinde Zion’un korumakla görevli savunma ekine bağlı Subay Wirtz’i canlandırdı. O’Reilly, İngiltere ve Avustralya yapımı çeşitli televizyon dizilerinde de boy gösterdi. 

    Adria Arjona (Bix Caleen)

    Cassian Andor’un yakın dostu ve yetenekli bir tamirci olan Bix Caleen’i ikinci sezonda da İmparatorluk güçlerinin elinde maruz kaldığı işkenceyi unutmaya ve dayanıklılık göstermeye çalışırken izliyoruz. Caleen’e geçtiğimiz yıl Glen Powell’la başrolü paylaştığı Richard Linklater imzalı Hit-Man’le epey ses getiren Adria Arjona hayat veriyor. Guatemala-Porto Riko asıllı oyuncu geçmişte Daniel Espinosa’nın Morbius filminde Jared Leto’yla beraber rol almış ve Michael Morbius’un meslektaşı Dr. Martine Mancroft’u canlandırmıştı. Prime Video dizisi Good Omens gibi televizyon projelerinde de çeşitli yan roller üstlenen Arjona son dönemde Zoe Kravitz imzalı Blink Twice’ta da karşımıza çıkmıştı.

    Stellan Skarsgård (Luthen Rael)

    Dışarıdan Coruscantlı bir antikacıymış gibi gözüken ama aslında Asiler içinde son derece kapsamlı bir casuslar ağının kontrolüne sahip Luthen Rael’i ünlü İsveçli aktör Stellan Skarsgård canlandırıyor. Chernobyl mini dizisiyle Altın Küre kazanan Skarsgård geçmişten özellikle Dogville ve Melancholia filmlerinde Lars von Trier’le yaptığı işbirlikleri ile hatırlayacağımız bir isim. David Fincher’ın The Girl with the Dragon Tattoo’daki Martin Vanger gibi psikopat karakterler canlandırma konusunda üstüne olmayan Skarsgård’ı yakın dönemde Dune: Part Two’da Baron Vladimir Harkonnen olarak da izlemiştik. Geniş bir film ve dizi yelpazesine sahip oyuncu Mamma Mia!’daki İsveçli gezgin Bill Anderson karakteriyle bizleri epeyce güldürmeyi de başarmıştı.

    Denise Gough (Dedra Meero)

    İmparatorluk Güvenlik Bürosu için çalışan ve Asilerin ağını çökertmeye çalışan hırslı teğmen Dedra Meero’yu İrlandalı aktris Denise Gough canlandırıyor. Tiyatro sahnesindeki performanslarıyla da tanınan Gough, Andor’dan rol arkadaşı Genevieve O’Reilly’nin de yer aldığı The Kid Who Would Be King'de Alex’in annesi Mary rolünde yer aldı. Gough ayrıca Atina’da bir gece kulübünde tanışan ve birbirlerine âşık olan Chloe ve Mickey’nin hikâyesini anlatan Monday filminde Sebastian Stan’le başrolü paylaştı. Son yıllarda televizyon projeleriyle de dikkat çeken Gough, Under the Banner of Heaven dizisinde Laherty kardeşlerden Ron’un eşi Diana’yı, The Stolen Girl’de ise ortadan kaybolan kaybolan kızı Lucy’yi arayan Eliza’ya hayat verdi. 

    Kyle Soller (Syril Karn)

    Tıpkı Dedra gibi Cassian’dan intikam almanın yollarını arayan ve tam da bu yüzden onunla işbirliği yapmaya karar veren eski Güvenlik Bürosu müfettişi Syril Karn rolünü ise Kyle Soller üstleniyor. Tiyatro alanında önemli ödüllere sahip Amerikalı oyuncu Anna Karenina’da Korskunky karakterini canlandırmıştı. Soller, George MacKay, Anya Taylor-Joy ve Mia Goth’un da yer aldığı Sergio G. Sánchez imzalı Marrowbone’da, Marrowbone mülkünden sorumlu avukat Tom Porter’a hayat verdi. Aynı yerde dört farklı zaman diliminde bir cesedin ortaya çıkmasını konu edinen Netflix mini dizisi Bodies’de ise 19. Yüzyılda gizemli cesedin kökenini araştıran Dedektif Hillinghead rolünü üstlendi.

    Faye Marsay (Vel Sartha)

    Mon Mothma’nın kuzeninin olmasının yanında Asiler içinde önemli bir lider olan Vel Sartha’ya İngiliz oyuncu Faye Marsay hayat veriyor. Marsay’i en son Netflix’in kısa sürede fenomene dönüşen mini dizisi Adolescence’da polis müfettişi Misha Frank rolünde izlemiştik. Marsay ayrıca Game of Thrones’un beşinci ve altıncı sezonlarında Yüzsüz Adamlar’ın yardımcısı Kimsesiz Kız (The Waif) karakterini canlandırdı. İngiliz yapımı televizyon projeleriyle daha çok dikkat çeken aktris Black Mirror’ın üçüncü sezondaki “Hated in the Nation” bölümünde sosyal medya nefreti kökenli ölümleri araştıran Dedektif Blue Coulson rolüyle karşımıza çıktı.

    Varada Sethu (Cinta Kaz)

    Hint asıllı İngiliz oyuncu Varada Sethu, ikinci sezonda da Vel Sartha’nın kız arkadaşı ve Asi Birliği’nin üyesi Cinta Kaz’ı canlandırmaya devam ediyor. Sethu’yu ayrıca geçtiğimiz Nisan ayında başlayan yeni Doctor Who’da Ncuti Gatwa’nın canlandırdığı 15. Doktor’a eşlik eden hemşire Belinda Chadra rolünde izlemek de mümkün. Genç aktris ayrıca Babak Anvari’nin korku filmi I Came By’da Jay’in hamile kız arkadaşı Naz’ı canlandırdı. Sethu, ayrıca Jurassic World Dominion filminde güvenlik görevlisi olarak küçük bir rolde yer aldı. 

    Ben Mendelsohn (Orson Krennic)

    İmparatorluk için silah geliştirme araştırmalarını yürüten ve Ölüm Yıldızı projesinin başındaki Orson Krennic ilk olarak Rogue One’da karşımıza çıkmıştı. Krennic’i canlandıran Emmy ödüllü Avustralyalı aktör Andor’un ikinci sezonunda da geri dönüyor. Mendelsohn, Steven Spielberg imzalı Ready Player One’da sanal gerçeklik programı üzerinde mutlak kontrol sağlamaya çalışan IOI CEO’su Nolan Sorrento’yu canlandırmıştı. Başarılı oyuncu ayrıca Joe Wright’ın tarihsel draması The Darkest Hour’da Kral VI. George’a hayat verdi. Star Wars’un yanı sıra Marvel evrenine de katılan Mendelsohn, Skrull’ların lideri Talos rolünde Secret Invasion ve Captain Marvel gibi yapımlarda yer aldı.  

    Forest Whitaker (Saw Gerrera)

    Daha önce Rogue One’da gördüğümüz ve İmparatorluk’a karşı mücadele eden Partizanlara liderlik eden Saw Gerrera’yı bu sezonda da usta oyuncu Forest Whitaker canlandırmaya devam ediyor. Kırk yılı aşan, çok yönlü bir kariyere sahip Whittaker, The Last King of Scotland filminde Uganda’nın diktatör başkanı İdi Amin Dada’yı canlandırarak En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. Başarılı yıldız Clint Eastwood imzalı Bird’de efsanevi baterist Charlie Parker’a hayat vererek unutulmaz bir performans ortaya koydu. Whitaker ayrıca Lee Daniels ve Danny Strong imzalı Fox dizisi Empire’ın dördüncü sezonunda karizmatik prodüktör Eddie Barker rolüyle konuk oyuncu olarak da yer aldı. 

    Andor’un oyuncu kadrosunun diğer film ve dizilerini keşfedin

    JustWatch’ın hazırladığı bu rehber sayesinde Andor kadrosundaki başarılı oyuncuların geçmişteki film ve dizi projelerini Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenin. Sitemizin sunduğu filtreleme seçeneği sayesinde kiralama, satın alma ve abonelik hizmetleri arasından size en uygun olanını seçin!

  • Testere Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Testere Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Aslı Ildır

    Aslı Ildır

    JustWatch Editörü

    The Conjuring ve Insidious gibi serileriyle tanıdığımız James Wan’ın yaratıcıları arasında yer aldığı Testere, 2000’ler sonrasının en uzun soluklu korku serilerinden biri. 2004’ten 2023’e dek devam eden ve toplamda on filmden oluşan seri, kurbanlarına psikolojik olarak işkence ederek onları düzeltebileceğine inanan sıradışı bir seri katili, John Kramer’ı konu alıyor.

    Tüm zamanların en yüksek gişe hasılatı yapan ve en popüler korku serilerinden birine dönüşen Testere’nin anlatı evreni, televizyon dizilerinden çizgi romanlara ve video oyunlarına kadar yayılmış durumda. Serinin heyecanla beklenen yeni filmi Saw XI’in vizyon tarihi ise henüz açıklanmadı. Seride yer alan tüm filmlere bu sayfadan erişebilir ve bu yapımları Türkiye’de hangi streaming platformlarında bulabileceğinizi bu rehberden öğrenebilirsiniz.

    Testere (2004)

    Serinin ilk halkası olan Testere, seyirciyi Jigsaw katili olarak da bilinen John Kramer’in hikâyesiyle tanıştırmış, meşhur “I want to play a game” (bir oyun oynamak istiyorum) repliğini zihinlerimize kazımıştı. Nerede olduğunu bilmedikleri bir yerde uyanan iki kurbanın gözünden anlatılan film, Kramer’in çeşitli bilmeceler ve ahlaki çıkmazlar içeren işkence oyunlarını takip ediyordu. James Wan’ın yönettiği yapımın senaristliğini ise serinin yaratıcılarından Leigh Whannell üstlenmişti. İlk olarak Sundance Film Festivali’nde gösterilen yapım, seyirci ve eleştirmenler tarafından büyük bir beğeniyle karşılanmıştı. Bu tepkiyi takiben filmin dağıtım haklarını satın alan Lionsgate, uzun soluklu bir devam serisini başlatarak Testere’yi tüm zamanların en popüler korku efsanelerinden biri haline getirdi. 

    Testere II (2005)

    Serinin ikinci halkası olan Testere II, birinci filmin gerisinde kalmadı ve hem eleştirmenler hem de seyirciler tarafından beğeniyle karşılanarak gişede de büyük başarı elde etti. Başka bir filmle yer aldığı için projeye dahil olamayan James Wan, yönetmenliği bu filmde Darren Lynn Bousman’a devretmişti. Bu sefer çok karakterli bir anlatı tercih eden filmin senaryosunu ise Whannell ve Bousman birlikte kaleme aldı. İlk filmin açtığı dünyayı daha da genişleterek şiddetin dozunu arttıran Testere II, özellikle intikam üzerine ahlaki çıkmazların tartışmaya açıldığı başarılı bir anlatı kuruyordu. Jigsaw katilinin bu sefer bir grup sabıkalıyı hedef aldığı film, onları iki saat içinde öldürecek zehirli bir gazdan kaçmaya çalışan kurbanların etik ikilemlerine odaklanıyordu. 

    Testere III (2006)

    Testere III’le birlikte serinin hayranları ilk defa Jigsaw Katili John Kramer’la bu kadar yakından tanıştı. İki farklı hikâyeyi paralel olarak takip eden film, bir tarafta kurbanların, bir tarafta ise ölmekte olan John’un hayatta kalma savaşına odaklanıyordu. İlk iki filmde çoğunlukla korkunç bir maskenin ardından, bozuk bir ses olarak karşımıza çıkan “gizemli” Kramer, serinin üçüncü halkasında ise fazlasıyla etten kemikten, daha gerçek bir karaktere dönüşmüştü. Asistanı Amanda sayesinde işkence dolu eylemlerini gerçekleştirmeye devam eden Kramer, bu sefer de oğlunu kaybetmiş bir adamın “affetme” yetilerini ölçmeye karar veriyordu. Hikâyesini James Wan ve Leigh Whannell’ın kaleme aldığı filmin yönetmenliğini, ikinci filmde de imzası bulunan Bousman üstlendi. 

    Testere IV (2007)

    Üçüncü filmin bıraktığı yerden devam eden Testere IV, John Kramer’ın yerleştirdiği çeşitli tuzak ve ipuçlarını çözmeye çalışan dedektiflere odaklanıyordu. Önceki filmlere oranla daha düşük bir gişe başarısı elde eden yapım, aynı zamanda serinin yaratıcıları James Wan ve Leigh Whannell’ın dahil olmadığı ilk Testere filmi. Karakterlerin yine kendilerini işkence dolu oyunların içinde bulduğu film, aynı zamanda serinin ikinci bölümüne de bir geçiş niteliğindeydi. Doğrudan Kramer’ın yer almadığı, ancak efsanenin bir şekilde devam ettiği ikinci bölüm, Jigsaw katilini taklit eden ve ondan esinlenen kopyaların ortaya çıktığı bir dönem olarak devam etti. Farklı karakterlerle ve Jigsaw’un halefleriyle tanışacağımız bu dönem boyunca anlatı, orijinal hikâyeden çok daha farklı yerlere evrildi ve Testere evrenini polisiye ve aksiyon türleri içerisinden genişletti. 

    Testere V (2008)

    Serinin ilk halkasından dört sene sonra vizyona giren Testere V, aynı zamanda filmin yönetmeni David Hackl’ın ilk uzun metrajı. Hikâyenin gitgide farklı evrenlere genişlediği ve orijinal Jigsaw katili John Kramer’dan uzaklaştığı film, FBI ajanı Peter Strahm’ın araştırma sürecine odaklanıyor. Jigsaw’un işlediği cinayetleri araştırmak için yola çıkan Strahm, kendini çok daha büyük ve karmaşık bir ağın ortasında buluyor. Testere’nin kanlı canlı bir varlıktan, yavaş yavaş bir efsaneye ve “felsefeye” dönüştüğü filmde aksiyon ve polisiye dozu ise gitgide yükseliyor. Aynı zamanda Mark Hoffman isimli bir “Testere halefiyle” tanıştığımız Testere V, orijinal filmdeki etik çatışmaların ve akıl oyunlarının geri planda kaldığı yeni bir dönemi de işaret ediyor. Serinin yaratıcılarından Leigh Wannell’in pek sıcak bakmadığı bu yeni dönem, serinin kimi hayranları tarafından ise beğeniyle karşılanmıştı.

    Testere VI (2009)

    Gitgide tür sinemasının genç yönetmenlerine emanet edilen serinin altıncı halkası ise, Kevin Greutert’ın ilk uzun metrajı. Testere VI, serinin önceki filmlerinden farklı olarak anlatısına eleştirel bir katman ekliyor ve 2008’de yaşanan mortgage krizine değiniyor. Bir önceki filmde tanıştığımız Mark Hoffman’ın hikâyesini devam ettiren film, dolandırıcılık yapan iki emlakçı, Eddie ve Simone üzerinden ABD’yi ve sonrasında dünyayı ekonomik olarak sarsan emlak krizine de göndermede bulunuyor. Hoffman’ın tuzaklarından kaçmaya çalışan ikili, işledikleri suçlarla yüzleşmek ve işkence dolu Jigsaw bilmecelerinden kaçmaya çalışırken ağır bir bedel ödemek zorunda kalıyor.

    Testere 3D (2010)

    Serinin bir önceki filmiyle ilk defa yönetmen koltuğuna oturan Kevin Greutert imzalı Testere 3D, aynı zamanda ilk üç boyutlu Testere filmi. Gitgide düşüşe geçen gişe rakamları nedeniyle ilk aşamada serinin son filmi olarak tasarlanan ve 2010’larda yükselişe geçen üç boyutlu sinema teknoloji sayesinde seyircinin ilgisini kazanmayı uman Testere 3D, kazara Jigsaw’dan kurtulan bir kurban zannedilen ve ünlenen yazar Bobby Dagen’e odaklanıyor. Hikâyeye orijinal Jigsaw katilinin halefi Mark Hoffman’la devam ettiğimiz film, bir kez daha intikam, suç ve ceza kavramları üzerinden seyircisine çeşitli etik tartışmalar açıyor. Serinin son filmlerine benzer bir anlatı yapısı benimseyen film, 3D teknolojisiyle daha da vurgulanan aksiyon ve polisiye öğeleriyle dikkat çekiyor.

    Jigsaw (2017)

    Orijinal serinin final filmi olarak planlanan Testere 3D’den yedi sene sonra vizyona giren Jigsaw, bir yandan öncekilerden bağımsız yepyeni bir anlatı kanalı açarken, bir yandan da serinin orijinal hikâyesine bir geri dönüş niteliğinde. İlk filmde Jigsaw katili John Kramer’ı canlandıran Tobin Bell’in beyazperdeye aynı rolle geri döndüğü yapım, Josh Stolberg ve Peter Goldfinger’ın Lionsgate’i yeni bir film için ikna etmesiyle hayata geçiriliyor. Jigsaw, tıpkı orijinal filmde olduğu gibi kendilerini John Kramer’ın elinden çıkma bir intikam kapanına sıkışmış olarak bulan bir grup karakterin hayatta kalma mücadelesini takip ediyor. Özellikle son birkaç halkanın yarattığı hayal kırıklığını gidermek isteyen yönetmenler Michael ve Peter Spierig, serinin hayranlarını sinema salonlarına çekebilmek için bir kez daha John Kramer’ı sahneye çağırıyor.  

    Spiral (2021)

    Hem Testere serisinin dokuzuncu halkası olarak çekilen hem de 2017 yapımı Jigsaw filminin bir spin-off’u olarak tasarlanan Spiral, bir başka kopya Jigsaw katilini yakalamaya çalışan polislere odaklanıyor. Serinin ikinci, üçüncü ve dördüncü filmlerinde imzası bulunan Darren Lynn Bousman’ın yönetmen koltuğuna geri döndüğü filmin senaryosunu ise Jigsaw’un senaristleri Josh Stolberg ve Peter Goldfinger kaleme almıştı. Başrol oyuncusu Chris Rock’un Lionsgate’e getirdiği bir öneri sonucunda hayata geçirilen proje, pandemi sebebiyle bir sene ertelense de seyirciyle buluşmuş fakat gişede beklendiği kadar yüksek bir başarı elde edememişti.

    Testere X (2023)

    Artık bir efsaneye dönüşmüş olan Testere’nin izleyiciyle buluşan en son filmi ise serinin onuncu halkası olan Testere X. Altıncı ve yedinci filmlerin de yönetmenliğini üstlenen Kevin Greutert imzalı yapım, zamansal olarak serinin ilk iki halkasının arasında geçiyor. Filmin senaryosunu ise Jigsaw ve Spiral yapımlarından tanıdığımız Peter Goldfinger ve Josh Stolberg kaleme almıştı. Onu gitgide tüketen kansere bir tedavi bulmak umuduyla Meksika’ya giden John Kramer’a odaklanan film, bir kez daha orijinal karaktere hayat veren Tobin Bell’i beyazperdede konuk ediyor. Aynı zamanda katilin üçüncü filmde tanıştığımız yardımcısı Amanda’ya da yer veren yapım, onu umutlandıran prosedürün sahte olduğunu öğrenen ve intikam peşine düşen Kramer’ı takip ediyor. 

    Testere serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    James Wan ve Leigh Whannell tarafından yaratılan, güncel korku sinemasının en uzun soluklu serilerinden Testere filmlerini Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming platformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinden dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Florence Pugh’un Beyazperdedeki En İyi 10 Performansı

    Florence Pugh’un Beyazperdedeki En İyi 10 Performansı

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Geçtiğimiz yılların yükselen genç yıldızları arasında kabul edilen Florence Pugh, bugün Hollywood’un en aranan yüzlerinden bir tanesi. Bu hafta vizyona giren yeni MCU filmi Thunderbolts*’ta başrolü Sebastian Stan, David Harbour, Julia Louis-Dreyfus, Olga Kurylenko ve Lewis Pullman gibi isimlerle paylaşan İngiliz oyuncu kariyerinin başında rol aldığı arthouse filmlerle de büyük beğeni topladı. JustWatch ekibi olarak hazırladığımız bu listeyle yetenekli olduğu kadar da sempatik aktrisin filmografisindeki en iyi filmlerinizi inceliyoruz.

    Midsommar (2019)

    Bugün nitelikli korku (elevated horror) denince ilk akla gelen filmlerden olan Ari Aster imzalı Midsommar, Florence Pugh’un kariyeri açısından âdeta bir sıçrama tahtası görevi gördü. Vizyona girer girmez bir fenomene dönüşen A24 yapımı bu korku filminin Pugh’un, uluslararası büyük düzeyde yankı uyandıran ilk başrolü olduğunu söyleyebiliriz. Bugün bile verdiği röportajlarda, çekim sürecinin psikolojik açıdan kendisini ne kadar zorladığını belirten Pugh, filmde İsveçli bir arkadaşı tarafından sevgilisi Christian ve diğer iki arkadaşları Josh ve Mark’la beraber Yaz gündönümü kutlamalarına davet edilen Dani’yi canlandırdı. Pugh, sevgilisiyle ilişkisindeki sorunlarla boğuşurken, bir yandan intihar da eden kız kardeşinin yasını tutan Dani’nin, dehşet verici ritüellerle insan kurban eden kültün içinde yaşadığı travmatik deneyimleri tüm çarpıcılığıyla ekrana taşıdı.  

    Lady Macbeth (2016)

    Florence Pugh’a daha yalnızca 20 yaşındayken BAFTA’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıran Lady Macbeth, oyunculuk performansı açısından Pugh’un tartışmasız en iyi filmlerinden. William Oldroyd’un yönettiği ve Nikolay Leskov’un Mtsenskli Lady Macbeth kitabından uyarlanan filmde, Pugh kendisinden yaşça oldukça büyük bir adamla evlenen ve bu mutsuz beraberliğin içinde sıkışıp kalan genç Katherine’i canlandırdı. Kocası ve kayınpederinin baskısı altında yaşarken, arazilerinde çalışan Sebastian’la ilişki yaşamaya başlayan Katherine’in masum bir genç kızın nasıl soğukkanlı ve acımasız bir katile evrilebileceğini ortaya koyan filmde Pugh, ölçülü performansı ve karakterine kattığı psikolojik ve duygusal derinlikle büyük beğeni topladı. 

    Little Women (2019)

    2019 yılı, Pugh’un oyunculuk kariyeri için oldukça yoğun bir yıldı zira Midsommar’ın yanında Greta Gerwig’in Louisa May Alcott’ın unutulmaz klasiğinin modern ve iç ısıtan uyarlaması Little Women’da da rol aldı. Saoirse Ronan, Timothée Chalemet, Emma Watson, Laura Dern ve Meryl Streep gibi isimlerle başrolü paylaşan Pugh, March kız kardeşlerin en küçüğü Amy’yi canlandırdı. Amy’nin kitaptaki tasvirini aşarak ona derinlikli bir şekilde yorumlayan ve farklı bir perspektifle yaklaşan  Pugh, o çağda yaşayan bir kadının hayallerini gerçekleştirmesi önündeki engellerin son derece bilincinde olan bir karakter portresi çizdi. Filmde özellikle Chalemet ve Ronan’la yakalamayı başardığı ekran dinamiği beğeni topladı.

    Oppenheimer (2023)

    Christopher Nolan filmleri genellikle kalabalık oyuncu kadrolarıyla ünlüdür ve her oyuncunun kendilerine ayrılan sınırlı sürede ansambl kadrodan sıyrılarak kendilerini öne çıkarmaları pek kolay değildir. Florence Pugh’un, geçtiğimiz yılın Akademi Ödüllerine damgasını vuran Oppenheimer’da bunu başardığını söylemek mümkün. Atom bombasının mucidi Robert Oppenheimer’ın 1954 yılında ABD’ya bağlığının sorgulandığı konseyi merkezine alarak ünlü bilim insanının geçmişinde yolculuğa çıkan filmde Pugh, ABD Komünist Partisi üyesi psikiyatrist Jean Tatlock rolünü üstlendi. Başarılı aktris, Cillian Murphy’nin canlandırdığı Oppenheimer’la romantik bir beraberlik yaşayan ve Oppenheimer’ın evliliği süresince de görüşmeye devam ettiği Tatlock’un depresif ama bir o kadar da tutkulu haleti ruhiyesini layığıyla beyazperdeye taşıdı. 

    Dune: Part Two (2024)

    Denis Villeneuve’ün Frank Herbert’in bilimkurgu klasiği roman serisinden uyarladığı filmlerin ikinci halkasını oluşturan Dune: Part Two, ilk filmin anlatı evrenini genişleterek Arrakis’in dışında Giedi Prime ve Kaitain gezegenlerinden yeni karakterlerle tanıştırdı bizi. Padişah İmparator Shaddam IV ve Florence Pugh’un canlandırdığı Prenses Irulan bu karakterler içinde elbette göz ardı edilemez bir öneme sahipti. Irulan (ve dolayısıyla da Pugh) filmde oldukça az göründüğünü not düşmek gerek. Ancak galaksinin ve Paul Atreides’in geleceğiyle ilgili babasıyla beraber plan yaparken izlediğimiz Irulan’ın etrafında yarattığı gizem sayesinde, karakterin serinin devam filminde oynayacağı kilit role göz kırpıldığını da söyleyebiliriz. 

    Black Widow (2021)

    Thunderbolts ekibinin en önemli üyelerinden Yelena Belova’yı canlandıran ve Avengers: Doomsday filminde de bu rolde izleyeceğimiz Florence Pugh, Marvel Sinematik Evreni’ne Black Widow’la giriş yaptı. Hikâye akışı açısından Captain America: Civil War’da yaşanan olaylara paralel olarak ilerleyen filmde Yelena, Natasha Romanoff’a General Dreykov karşısında verdiği mücadelede yardımcı olmuştu. Gerektiğinde soğukkanlı ve acımasız bir katil olabilen, başına buyruk ve cesur Yelena’nın kendisini kimi zaman da Natasha’nın küçük kız kardeşi konumunda buluvermesi karakterin sıradan bir “süper kahraman yancısı” klişesinin dışına çıkmasını mümkün kıldı. Pugh’un bu karakterinde mizah duygusu ve kırılganlık arasında sağladığı denge özellikle büyük beğeni topladı. 

    Fighting with My Family (2019)

    Yetenekli oyuncunun kariyerindeki diğer filmlere baktığımızda ana akım tarzda bir komedi olmasıyla farklı bir konumda yer alan Fighting with My Family’de Florence Pugh, WWE güreşçisi Paige’i (Saraya-Jade Bevis) canlandırdı. Orijinal The Office dizisinin yazarlarından Stephen Merchant’ın yönettiği filmde Pugh’un yanı sıra Lena Headey, Nick Frost, Jack Lowden, Vince Vaughn ve Dwayne Johnson da rol aldı. Pugh, siyah uzun saçlarıyla hiç alışık olmadığımız bir imaj çizdiği filmde ekonomik anlamda zorluk çeken bir aileden gelen Saraya’nın yükselişe geçen kariyerinde yaşadığı duygusal iniş çıkışları gerçekçi ama bir yandan da mizahı hiç eksik etmediği bir karakter inşasıyla beyazperdeye taşıdı. 

    We Live in Time (2024)

    Geçtiğimiz yıl vizyona giren ve 2015 tarihli Brooklyn filmiyle hatırlayacağımız John Crowley’nin yönettiği We Live in Time’da Florence Pugh başrolü Andrew Garfield’la paylaştı. Tobias ve Almut çiftinin on yıla yayılan ilişkisini kronolojik değil de geçmiş ve gelecek arasında gidip gelerek anlatan romantik drama filmi Toronto Film Festivali’nde prömiyer yaptı. Pugh ve Garfield’ın arasındaki dinamiğin hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından büyük beğeni topladığı filmde Pugh, kendi ayakları üzerinde durmanın öneminin farkında bir kadının yaşadığı bağlanma korkusunun yanı sıra, Tobias’la beraberliğinin sonunu getirecek trajik süreçteki (spoiler!) kırılganlığını karakterinde buluşturdu. 

    The Wonder (2022)

    Florence Pugh, geçmişte Lady Macbeth’te beraber çalıştığı Alice Birch’le ikinci işbirliğine The Wonder filmiyle imza attı. A Fantastic Woman'la Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını kazanan Sebastián Lelio’nun yönetmen koltuğuna oturduğu filmde Pugh’un yanında Kila Lord Cassidy, Tom Burke, Niamh Algar ve Elaine Cassidy gibi isimler de rol aldı. Emma Donoghue’un aynı adlı romanından uyarlanan dönem filminde Pugh, İrlanda’da bir köyde yemek yemeden hayatta kaldığı iddia edilen Anna isimli genç bir kızı gözlemlemesi için görevlendirilen İngiliz hemşire Lib’e hayat verdi. Başarılı oyuncu, kötüye kullanılan dini pratiklerin ve toplumsal baskının gölgesinde Anna’nın yaşadıklarını anlamaya (ve en nihayetinde onu kurtarmaya) çalışan Lib’in şüpheci ve rasyonel tutumunu vurgularken, bir yandan da karakterinin kişisel hayatında yaşadığı travmaları ana anlatıya eklemlemeyi başardı. 

    Don’t Worry Darling (2022)

    Olivia Wilde’ın ne yazık ki ilk yönetmenlik denemesi Booksmart kadar beğenilmeyen ikinci uzun metrajı Don’t Worry Darling de Florence Pugh’un önemli kariyer basamakları arasında yer alıyor. Film her ne kadar hikâyesinden çok prodüksiyon süreciyle ilgili dedikodular ve filmin prömiyer yaptığı Venedik Film Festivali’ndeki olaylı basın toplantısıyla akıllarda kalmış olsa da Pugh’un performansının işin dedikodu kısmından sıyrıldığını söyleyebiliriz. Pugh filmde, California’da dışarıdan her şeyin kusursuz göründüğü çöle yakın bir kasabada kocası Jack’le yaşayan ancak yavaş yavaş sürdükleri hayatın aslında hiç de düşündüğü gibi olmadığını anlamaya başlayan Alice’i canlandırdı. Harry Styles, Olivia Wilde, Gemma Chen ve Chris Pine gibi isimlerin de rol aldığı filmde Pugh, Alice’in yaptığı keşiflere paralel olarak değişen duygu durumunu ve ilişki dinamiklerini beden dili ve mimikleriyle yansıtarak eleştirmenlerin ve seyircinin takdirini topladı ve diğer oyuncuların zayıf performansları karşısında âdeta filmi sırtladı. 

    Florence Pugh’un en iyi filmlerini JustWatch sayesinde çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde Florence Pugh’un en başarılı performanslarını sergilediği filmleri Türkiye’de hangi dijital platformlar aracılığıyla izleyebileceğinizi öğrenin. Sayfada yer alan kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden platformu kolayca bulabilirsiniz.

  • How to Train Your Dragon Film ve Dizileri Hangi Sırayla İzlenmeli?

    How to Train Your Dragon Film ve Dizileri Hangi Sırayla İzlenmeli?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    DreamWorks’ün 2010 yılında başlayan How to Train Your Dragon serisi bugün bünyesindeki film ve dizilerle stüdyonun en popüler yapımları arasında kabul edilmekte. İngiliz yazar Cressida Cowell’in aynı adlı roman serisinden ilham alan seri, Ejderhaların sihrinin hüküm sürdüğü Viking Çağı’nda başlayıp sonraki yapımlarda hikâyesini günümüze kadar genişleten zengin ve heyecan verici bir anlatı evrenine sahip. 

    Önümüzdeki ay live-action uyarlaması vizyona girmesi beklenen serideki tüm uzun metraj filmlere ve televizyon dizilerine bu sayfadan erişebilirsiniz. Yapımların Türkiye’de hangi streaming platformlarında yer aldığına dair tüm bilgileri güncel olarak bu rehber aracılığıyla öğrenebilirsiniz.

    How to Drain Your Dragon (2010)

    Bizleri Vikingler tarafından yönetilen ve sık sık ejderhaların saldırısına uğrayan hayali Berk adasına götüren How to Train Your Dragon, köyün yöneticisi Zebella’nın (orijinali Stoick the Vast) 15 yaşındaki oğlu Hıçkıdık (Hiccup) Horrendous Haddock III’ı merkezine alıyor. Filmde, bir ejderha avcısı olamayacak kadar çelimsiz olduğu düşünülen Hıçkıdık bir gün “Gecenin Öfkesi” (Night Fury) türünde bir ejderhayı yaralamayı başarır. Ejderhaya Dişsiz (Toothless) adını takan ve zaman geçtikçe onunla yakınlaşan Hıçkıdık’tan kendini kanıtlaması için bir ejderhayı öldürmesi beklenir. Genç Viking’in Dişsiz’in de yardımıyla ’babasına, dostlarına ve diğer Vikinglere ejderhaların aslında barışçıl yaratıklar olduğunu kanıtlamaya çalışmasını anlatan filmin seslendirme kadrosunda Jay Baruschel, Randy Thom, America Ferrera, Gerard Butler, Craig Ferguson, Jonah Hill, David Tennant, T. J. Miller ve Kristen Wiig gibi isimler yer aldı. Film, En İyi Animasyon ve En İyi Özgün Şarkı dallarında Oscar'a aday gösterildi. 

    Dragons: Riders of Berk (2012 - 2014)

    DreamWorks, filmin başarısının ardından Cartoon Network’te yayınlanan spin-off dizi uyarlamasına imza attı. Aynı zamanda “DreamWorks Dragons” ismiyle de tanınan Dragons: Riders of Berk için, filmdeki ana seslendirme kadrosu (Craig Ferguson, Jonah Hill ve Gerard Butler hariç) geri döndü. Diğer DreamWorks dizilerine göre daha derinlikli ve karanlık olarak tasarlanan olay örgüsü açısından da ilk ve ikinci film arasında köprü görevi gördü. İlk film, Berk adasında ejderhalar ve Vikinglerin barış içinde yaşamaya başladığı yeni bir çağın başladığını müjdeleyerek noktalanmıştı. Toplamda iki sezon süren dizi ise adada bir Ejderha Eğitimi Akademisi kuran Hıçkıdık’ın, Dişsiz ve diğer genç Viking dostlarıyla beraber atıldıkları yeni maceralara ve barışı tehdit eden güçlere karşı verdikleri mücadelelere odaklandı.

    How to Train Your Dragon 2 (2014)

    Seyirciyi ilk filmin beş yıl sonrasına götüren How to Train Your Dragon 2’nin başlangıcında babası, artık Vikinglerin başına geçmesinin zamanı geldiğine inansa da kendinden şüphe eden bir Hıçkıdık’la karşı karşıyaydık. Film, kahramanlarımızı ejderha avcısı Eret ve yakaladığı ejderhaları sattığı acımasız lord Drago Bludvist’le karşı karşıya getirdi. Hıçkıdık, Astrid ve diğer Vikingler’le beraber, Drago’nun jderhaları köle askerlere dönüştürme ve Berk’i işgal etme planlarına engel olmaya çalışırken, yıllardır öldüğünü sandığı annesine kavuşmuş ancak onu korumak için kendisini feda eden babasıyla vedalaşmak zorunda kalmıştı. İlk filmdeki ana seslendirme kadrosunun geri döndüğü How to Train Your Dragon 2’de Kit Harrington Eret’e, Cate Blanchett, Hıçkıdık’ın annesi Valka’ya ve Djimon Hounsou Drago Bludvist’e hayat verdi. 

    Dragons: Race to the Edge (2015 - 2018)

    Yapım yılı ikinci filmden sonra olsa da, aslında Dragons: Riders of Berk’in devamı niteliğinde olan Dragons: Race to the Edge, 2015 ve 2018 yılları arasında Netflix’te yayınlandı. Toplam altı sezon süren dizi, Hıçkıdık, Astrid, Balıkayak, Südüklü, Sert Ceviz ve Ters Ceviz’in artık birer yetişkin olarak yaşamda karşılaştıkları zorlukları ve ejderhalarla beraber Berk’i iç ve dış tehditlere karşı korumak için verdikleri mücadelelere odaklandı.

    Dragons: Rescue Riders (2019 - 2022)

    DreamWorks Animaton’ın Netflix için hazırladığı ikinci animasyon dizi olan Dragons: Rescue Riders, 2019’da yayına başladı. Aynı evrende geçse de hedef kitlesi yaş grubu açısından daha küçük çocuklar olan dizi ejderhalar tarafından büyütülen ikiz kardeşler Dak ve Leyla’nın hikâyesini anlatıyor. Dizide, Ejderhalar tarafından yetiştirildikleri için onlarla iletişim kurabilen ikizler, Winger, Aggro, Burple, Cutter ve Summer isimlerindeki ejderhalarla beraber oluşturdukları “Kurtarıcı Ekibi” sayesinde zor durumdaki ejderhaları kurtarmaya ve Huttsgalor köyünün sakinlerine yardım etmeye çalışıyor. Rescue Riders ikinci sezonun sonrasında Netflix’ten Peacock platformuna transfer oldu ve burada dört sezon daha devam etti.

    How to Train Your Dragon: Hidden World (2019)

    Yönetmen Dean DeBlois’nin bir üçleme olarak tasarladığı serinin son filmi How to Train Your Dragon: Hidden World, Hıçkıdık ve dostlarının tutsak ejderhaları kurtarmaya devam ederken Berk’in artık yeni ejderhaların barınamayacağı kadar kalabalık olması üzerine, Hıçkıdık’ın babasının bahsettiği “Gizli Dünya”yı arayışlarını konu edindi. Filmde ayrıca Hıçkıdık ve yakın dostları, Gece Öfkesi türündeki ejderhaları yok etmekle övünen ve Dişsiz’i ele geçirmek planları yapan avcı Grimmel the Grizly ile yüzleşmek zorunda kalmıştı. Grimmel, bir yandan Işığın Öfkesi türünde bir dişi ejderhayı yem olarak kullanarak Dişsiz’i yakalamaya çalışırken bir yandan da ordusuyla Berk’i yok etmeye çalışmış, adanın sakinleri kendilerine yeni bir yuva aramaya zorlanmıştı. Aradıkları “Gizli Dünya”yı bulan Hıçkıdık, Astrid ve adanın diğer sakinleri insan dünyasının ejderhalar için güvenli olmadığına karar vererek onların sırlarını saklamaya yemin etmişti. Bir önceki filmlerdeki seslendirme kadrosunun aynı şekilde geri döndüğü üçüncü filmde Grimmel’ı F. Murray Abraham seslendirdi.

    Dragons: The Nine Realms (2021 - 2023)

    DreamWorks Animation’ın Peacock ve Hulu için tasarladığı Dragons: The Nine Realms dizisi ise Hıçkıdık ve Dişsiz’in yaşadığı serüvenlerin 1300 yıl sonrasında, modern dünyada geçen bir hikâye anlattı. Anne babaları dünya yüzeyine çarpan bir kuyruklu yıldızı araştıran bir grup çocuk, aslında hiç var olmadıkları veya soylarının tükendiği düşünülen ejderhaların gerçek olduğunu keşfeder. Toplamda sekiz sezon süreden dizide Astrid ve Hıçkıdık’ın soyundan gelen Tom, ejderhası Thunder, arkadaşları Jun, D’Angelo, Alex ve Eugene, ejderhaları onları kötü emellerine alet etmeye çalışan insanlardan korumaya çalışır. 

    How to Train Your Dragon (2025)

    DreamWorks, sevilen animasyon serisinin live action yeniden çevriminin yapılması için çalışmalarına 2023 yılında başladı. Orijinal üçlemenin yanı sıra Lilo & Stitch’in de yönetmen koltuğunda oturan Dean DeBlois’nin yönettiği How to Train Your Dragon’ın vizyon tarihi 13 Haziran 2025 olarak kesinleşti. İlk filmin hikâyesini takip edecek yeniden çevrimde Hıçkıdık / Hiccup karakterini Mason Thames canlandırırken, Nico Parker ise Astrid Hofferson rolünü üstleniyor. Gerard Butler ise animasyon filmlerinde seslendirdiği Zebella / Stoick the Vast karakterini canlandırıyor. Geçtiğimiz ay gerçekleşen CinemaCon sırasında ikinci bir live-action filmin hazırlık sürecinde olduğu ve 11 Haziran 2027 vizyona girmesinin planlandığı duyuruldu.

    How to Train Your Dragon serisini Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Dean DeBlois’in DreamWorks için hayata geçirdiği animasyon film ve dizisinin yanı sıra yakın zamanda vizyona girecek live-action uyarlamaları Türkiye’den nereden izleyebileceğinizi merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberi inceleyerek çeşitli streaming plaformlarındaki kiralama, satın alma ve abonelik hizmetlerinen dilediğinizi seçebilirsiniz.

  • Son 10 Yılın A24 Yapımı En İyi 10 Filmi

    Son 10 Yılın A24 Yapımı En İyi 10 Filmi

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Kurulduğu 2012 yılından itibaren küçük, bağımsız bir film dağıtım şirketiyken bugün Hollywood’un en popüler stüdyolarından biri hâline gelen A24, büyümeye ve kataloğunu genişletmeye devam ediyor. Özellikle Daniel Scheinert ve Daniel Kwan imzalı Everything Everywhere All at Once’ın 2023 Akademi Ödülleri’nde En İyi Film’in yanında altı Oscar’ı kucaklamasıyla dikkatleri üzerine çeken şirket, bugün tür sinemasından, arthouse festival filmlerine geniş kapsamlı bir film seçkisini seyircilerle buluşturmaya devam ederken bir yandan da genç ve keşfedilmemiş yetenekleri sektörle buluşturuyor. 

    JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehber sayesinde son on yılda A24’ün imzasını taşıyan en iyi on filmi keşfedin. Sitemizin sunduğu filtreleme özelliğinden faydalanarak bu filmleri Türkiye’deki dijital platformların sunduğu kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle nereden izleyebileceğinizi öğrenin. 

    Babygirl (2024)

    Erotik gerilim sevenleri buraya alalım! Yapımcılığını A24’ün üstlendiği ve başrollerinde Nicole Kidman ve Harris Dickinson’ı izlediğimiz Babygirl, birçokları için yeni Noel klasiği olmaya aday. Doksanlı yılların Basic Instinct ve Nine ½ Weeks tarzı erotik gerilimlerinden ilham alan ve onları çok daha güncel ve feminist bir perspektiften yorumlayan Babygirl’ün yönetmenliğini Hollandalı asıllı yönetmen Halina Reijn üstleniyor. CEO olarak çalıştığı taşımacılık şirketine stajyer olarak giren Samuel isimli genç bir adamla yaşadığı BDSM ilişkiyi merkezine alan film, otoriteye, güç dinamiklerine ve kadın cinselliğine özgün ve yaratıcı bir perspektiften bakıyor. 

    A Different Man (2024)

    Son yılların yükselişteki oyuncularından Sebastian Stan’e, Joachim Trier’in filmlerinden tanıdığımız Norveçli aktris Renate Reinsve’nin eşlik ettiği A Different Man, nevi şahsına münhasır bir tür filmi. Aaron Schimberg’ün imzasını taşıyan yapım, nörofibromatozis isimli bir hastalığa sahip ve bu yüzden deforme olmuş bir yüze sahip David’in gündelik yaşamına odaklanıyor. Yan dairesine taşınan Ingrid’den hoşlanan ama onu bu haliyle etkileyemeyeceğine ikna olan David, yeni bir tedavi yöntemi sayesinde bambaşka bir yüze sahip oluyor. Bu yeni kimliğiyle Ingrid’in hayatına yeniden dahil olan David hayatı, Ingrid’in geçmişteki hastalığına sahip Oswald’la tanışmasıyla yeniden altüst oluyor… Kafkaesk atmosferi, kara mizahıyla seyircinin beğenisini toplayan A Different Man, Stan’e Berlin Film Festivali’nde ve Altın Küreler’de En İyi Oyuncu Ödülü’nü kazandırmıştı. 

    The Zone of Interest (2023)

    2024 Oscarlarına damgasını vuran The Zone of Interest, son yılların en çarpıcı ve güçlü filmleri arasında kabul ediliyor. Geçmişte Under the Skin ve Birth filmleriyle tanıdığımız Jonathan Glazer’ın oldukça farklı bir tarzda çektiği bu yapım Auschwitz toplama kampının yanı başında eşi Hedwig ve beş çocuğuyla beraber yaşadığı komutan Rudolf Höss’ün evinin kapılarını aralıyor. Martin Amis’in aynı adlı romanından esinlenen film, hepimizin aslında çok iyi bildiği bir hikâyeyi, görmeye alışık olduğumuz imgelerle değil; çerçevenin dışında kalan şiddetin sıradanlığıyla ele alıyor. Mica Levi’nin etkileyici müzikleriyle tetiklediği huzursuzluk hissi daha da artan The Zone of Interest yalnızca geçmiş değil günümüz dünyası açısından da son derece anlamlı ve önemli bir film. 

    Past Lives (2023)

    Romantik aşk filmlerinin özellikle 2000’li yıllara kıyasla çok daha az popüler olduğu bir dönemden geçtiğimizi kabul edelim. Bu sinema iklimi içinde Celine Song’un ilk uzun metrajı Past Lives âdeta türe yeni bir soluk getirdi. Altın Küre ve Oscarlarda hatırı sayılır adaylık kazanan film, Güney Kore’de çocukluk arkadaşı olan Ha Seung ve Na Young’un, önce 20’li sonrasında da 30’lu yaşlarda yollarının kesişmesini konu ediniyor. Greta Lee, Teo Yoo ve John Magaro’nun dokunaklı ve içten performanslar sergilediği, melankolisi ve romantizmi dozunda tutmayı başaran bu filmde, aşktan vazgeçen veya bir gün geldiğinde geçmiş hayatlarına dönüp bakmak zorunda kalan seyircilerin oldukça tanıdık deneyimler bulacağına şüphe yok!

    Aftersun (2022)

    Filmin birçok ülkede dağıtımcılığını üstlenmesi sebebiyle birçoklarımızın MUBI’yle özdeşleştirdiği Aftersun’ı aslında A24’ün vizyonerliğine borçluyuz. Cannes’da Eleştirmenler Haftası’nda gösterildikten sonra popülerliği bir çığ gibi büyüyen Aftersun, kısa sürede bir bağımsız sinema fenomenine dönüştü. Özellikle Türkiye’de çekilmesi sebebiyle hayranlarının daha da coşkulu bir biçimde sevdiği Aftersun, İskoç asıllı yönetmen Charlotte Wells’in ilk uzun metrajı. Paul Mescal’ın genç yaşta baba olmuş ve kızıyla beraber yaz tatili için Fethiye’ye giden Callum’u canlandırdığı film doksanlar nostaljisinden tutun çocukların duygu dünyasına, yalnızlığa ve anılara kadar birbirinden farklı unsurlarla seyircisinin kalbine dokunan bir film. 

    After Yang (2022)

    A24 dendiği zaman genellikle ilk akla gelen filmler arasında yer almasa da Kogonada’nın After Yang’ı stüdyonun tarzını hakkıyla yansıtan özgün bir bilimkurgu örneği. Columbus ve Patchinko gibi yapımlarla da tanıdığımız Kogonada filminin hikâyesini Jake ve Kyra çiftinin evlat edindikleri kızları Mika’ya abilik etmesi ve Çin kültürüyle bağlantı kurması için ailelerine dahil ettikleri Yang isimli bir robotun etrafında inşa ediyor. Yang’ın bir anda bozuluvermesinin ardından Mika’nın yaşadığı yas sürecini ve ailesinin Yang’ı geri getirebilmek için verdikleri mücadeleye odaklanan film ayrıca Yang’ın geçmişinde tanıdığı insanları, anıları, “duyguları” da keşfe çıkıyor. Oyuncu kadrosunda Colin Farrell, Jodie Turner-Smith ve Justin H. Min’in yer aldığı After Yang, bilim kurgu türü bünyesinde melankoli ve yas duygularını yakalamayı başaran nadir filmlerden.

    Uncut Gems (2019)

    Yapım şirketinin gişedeki önemli başarılarından bir tanesi de Josh ve Benny Safdie kardeşlerin suç ve gerilim türündeki filmi Uncut Gems’ti. Adam Sandler’ın, kumar bağımlısı mücevher satıcısı Howard Ratner’ı canlandırdığı yapım, seyircisinin bir saniye bile olsa rahat bir nefes almasına müsaade etmeyen temposuyla akıllara kazındı. New York yeraltı dünyasındaki eksantrik figürleri Safdie kardeşlere özgü kara mizahla ele alan film, birçok sinefil için 2019’un en iyi filmleri arasında en üst sıralarda yer alıyor.

    The Lighthouse (2019)

    A24’ün bugün bu denli popüler olmasında en çok da “nitelikli korku” çatısı altında değerlendirilen yapımların başarısının rol oynadığını biliyoruz. Robert Eggers’in New England açıklarında bir deniz fenerine bekçilik yapan iki adamın gitgide deliliğin pençesine sürüklenmesini konu edinen The Lighthouse ise bu türün en dikkat çeken örnekleri arasında yer alıyor. Robert Pattinson ve Willem Dafoe’nun olağanüstü performanslarıyla kendi sınırladıklarını zorladığı film siyah-beyaz renk paleti ve dışavurumcu estetiğiyle Robert Eggers’ın filmografisini göz önünde buludurursak kesinlikle aldığı tüm övgüleri hak eden bir film.  

    Hereditary (2018)

    Everything Everywhere All at Once’a kadar stüdyonun en yüksek gişe rakamlarına sahip filmi olarak, popülerliğinin artmasına büyük orana katkıda bulunan Hereditary, ilk uzun metrajına imza atan Ari Aster için de bir sıçrama tahtası görevi gördü. A24’ün Hereditary’yi takip eden diğer filmlerinde de yapımcı olarak yer aldığı Aster bu filmiyle trajik bir aile dramını doğaüstü ve ruhani ögelerle harmanlayarak minimal ama aynı derece özgün bir hikâyeye imza attı. Tam bir korku kraliçesi olan Toni Colette’in mimikleriyle inanılmaz bir performans sergilediği filmde ayrıca Gabriel Byrne, Alex Wolff ve Ann Dowd gibi isimler de yer aldı. 

    Moonlight (2016)

    Barry Jenkins’in mor ve pembenin iç ısıtan tonlarıyla emek emek işlediği bu dokunaklı büyüme hikâyesinin Oscarlardaki zaferini kim unutabilir ki? A24’ün bir anda tüm spot ışıklarını üzerine çekmesine vesile olan Moonlight, ana karakterinin yaşamının farklı döneminde karşılaştığı zorluklara odaklanıyor. Küçüklüğünden, ergenliğine ve yetişkinliğine uzanan bu süreçte siyahi ve eşcinsel bir erkek olmanın bireysel düzlemde karakter üzerinde nasıl etkileri olduğunu interoseptif bir bakış açısıyla ele alan film En İyi Film Oscar’ının yanı sıra, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Mahershala Ali) ve En İyi Uyarlama Senaryo ödüllerini de kazanmıştı. 

  • Friends’de Konuk Oyuncu Olarak Yer Alan Bu 10 İsmi Hatırlıyor Musunuz?

    Friends’de Konuk Oyuncu Olarak Yer Alan Bu 10 İsmi Hatırlıyor Musunuz?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Tüm zamanların tartışmasız en popüler komedi dizisi Friends, yayınlanmaya başladığı dönemin ardından otuz yıl geçmesine rağmen halen çok büyük bir hayran kitlesine sahip.

    1994’ten 2004’e kadar milyonları ekranlara kilitleyen dizinin, streaming platformları sayesinde genç kuşaklara erişerek âdeta yeniden dolaşıma girdiğini de söyleyebiliriz.

    Friends, Manhattan’da yaşayan Monica, Phoebe, Rachel, Ross, Chandler ve Joey isimlerindeki altı arkadaşın, yaşamlarını, aşklarını, mutluluklarını, hayal kırıklıklarını ve en önemlisi de dostluklarını on sezon boyunca ekrana taşıdı. İzleyen herkesin karakterlerde kendisinden bir parça bulduğu dizi sayesinde başrol oyuncuları Jennifer Aniston, Courteney Cox, Lisa Kudrow, David Schwimmer, Matthew Perry ve Matt LeBlanc da göz ardı edilemeyecek bir şöhrete kavuştu. Televizyon ekranlarını kasıp kavurduğu dönemde Hollywood’un ünlü yıldızları da Friends’in popülerliğine kayıtsız kalmamış olacak ki, bazılarını duyunca çok şaşıracağınızdan emin olduğumuz birçok isim dizide konuk oyuncu olarak yer aldı. Biz de JustWatch ekibi olarak bu sayfada Friends’e konuk olan en ikonik on ismi ve onların dizinin hangi bölümünde kimi canlandırdıklarını sizler için listeledik! 

    Brad Pitt

    Son derece çok yönlü bir aktör olan Brad Pitt’in komedi performanslarını izlemek her zaman ayrı bir keyif olmuştur. Burn After Reading ve Inglourious Basterds’da özellikle bu yönüyle öne çıkan Pitt’in unutulmaz komedi rollerinden birini de Friends’de görmek mümkün. Diziye Rachel’ı canlandıran Jennifer Aniston’la evli olduğu dönemde konuk olan yıldız oyuncu, 8. sezonun “The One With The Rumor” başlıklı 9. bölümünde Will Colbert isimli karakteri canlandırdı. Ross, Monica ve Rachel’la aynı liseye giden Will’in Ross’la beraber “Rachel Green’den Nefret Ediyorum” kulübünün kurucusu olduğunu öğrendiğimiz bu bölüm kesinlikle dizinin en ikonik bölümleri arasında ilk sıralarda!

    Gary Oldman

    Gary Oldman, yedinci sezonunun iki bölümden oluşan sezon finalinde ("The One With Monica and Chandler’s Wedding") Richard Crosby isimli ünlü bir aktörü canlandırdı. Rol yaparken karşısındaki tükürmek gibi korkunç bir huyu olan Crosby, İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir filmde beraber rol aldıkları Joey’ye zorlu anlar yaşatmıştı. İkinci kısımdaysa Monica ve Chandler’ın düğününe yetişmeye çalışan Joey, bu sefer sarhoş bir Richard’ı başından savmaya çalışma zorunda kalmıştı.  Oldman bu rolüyle Komedi Dizilerinde En İyi Erkek Konuk Oyuncu dalında Emmy’ye aday gösterildi. Ayrıca başarılı İngiliz aktörün, Joey Tribbiani olarak tanıdığımız Matt LeBlanc’la, Stephen Hopkins’in 1998 yapımı Lost in Space filminde başrolü paylaştığını da not düşelim!

    Bruce Willis

    Aksiyon filmlerinin en sevilen isimlerinden birine dönüşmeden önce Bruce Willis, adını Türkiye’de Mavi Ay olarak tanınan Moonlighting dizisiyle duyurmuştu. Willis, komedi oyunculuğunun öne çıktığı bu dönemi anımsatan bir performansla Friends’in altıncı sezonunda Ross’un öğrencisi olmasına rağmen çıkmaya başladığı Elizabeth Stevens’ın babası Paul’u canlandırdı. Paul, Ross’la Elizabeth’in ilişkisini onaylamamakla beraber Rachel’la ilgilenmiş ve ikilinin kısa bir beraberliği olmuştu. “The One Where Ross Meets Elizabeth's Dad”, "The One Where Paul's the Man" ve “The One with the Ring” bölümlerinde rol alan oyuncu bu rolüyle Komedi Dizilerinde En İyi Erkek Konuk Oyuncu Emmy’sine layık görüldü. 

    Jennifer Coolidge

    Eskilerin daha çok American Pie filmleriyle tanıdığı Jennifer Coolidge, The White Lotus’un ilk iki sezonun canlandırdığı Tanya McQuoid rolüyle gerçek bir fenomene dönüştü. Özellikle kendine has konuşma tarzıyla sık sık taklit edilen aktrisin Friends’de konuk oyuncu olarak canlandırdığı karakterinin sahte İngiliz aksanıyla akıllarda kalması tesadüf olmasa gerek. Coolidge, izinin onuncu sezonunun “The One with Ross’s Tan” bölümünde Phoebe ve Monica’nın eski ev arkadaşı Amanda Buffamonteezi’ye hayat verdi. Sürekli ortalığı karıştırması ve yüksek egosu yüzünden uzak durdukları Amanda’yla buluşmak zorunda kalan Phoebe ve Monica’nın kısa süreliğine de olsa araları bozulmuştu. Coolidge daha sonra Friends’in spin-off’u olarak çekilen Joey’de Joey’nin menajeri Bobbie Morganstern’ü canlandırdı. 

    Isabella Rossellini 

    David Lynch’in Blue Velvet filmindeki unutulmaz performansıyla hatırladığımız Isabella Rossellini’nin sinemanın yaşayan tarihi gibi bir aktris olduğunu söylesek yanlış olmaz. Kendisine Oscar adaylığı kazandıran Conclave sayesinde adını sık sık duyduğumuz başarılı oyuncu Friends’in üçüncü sezonunun “The One with Frank Jr.” bölümünde kendisini canlandırdı. 

    İlişkisi olsa bilen sevişmesine izni olan ünlüler listesi yaparken Isabella Rossellini’yi son anda çıkarmaya karar veren Ross, onunla Central Perk’te karşılaşmış, flörtleşirken liste konusunu açınca listede kendi ismini göremeyen aktris Ross’u herkesin önünde aşağılamıştı. 

    Winona Ryder

    Ross’un “freebie” listesinde yer alan Winona Ryder da dizide konuk oyuncu olarak yer alan yıldızlardan bir tanesiydi. Rachel’ın üniversite kulübünden eski arkadaşı Melissa Warburton’ı canlandıran Ryder dizinin yedinci sezonunun “The One with Rachel’s Big Kiss” bölümüne konuk oldu. Üniversitedeyken sarhoş olup öptüğü Melissa’nın bu olayı hatırlamaması üzerine Rachel bu duruma çok bozulmuş ve Phoebe’yi gerçeği söylediğine ikna edebilmek için eski arkadaşını tekrar öpmüştü. Bunun üzerine de Melissa, Rachel’a aşkını itiraf etmişti.

    George Clooney

    Friends’le aynı yıl başlayan ve kısa süre içinde kendi kulvarında kült statüsüne erişen ER, George Clooney’in kariyeri açısından da bir sıçrama tahtası görevi gördü. Clooney, Friends’in birinci sezonunda “The One With Two Parts” bölümünde ER’daki karakterine âdeta göz kırparak Dr. Micheal Mitchell rolünü üstlendi. Rachel’ın Monica’nın sigortasından faydalanabilmesi için kimliklerini değiştirdikleri bu bölümde tanıştıkları doktorlardan biri olan Clooney’ye ER’dan rol arkadaşı olan, şimdilerdeyse The Pitt’in yıldızı olarak epey konuşulan Noah Whyla eşlik etti. 

    Danny DeVito 

    Başarılı aktör It’s Always Sunny in Philadelphia’da canlandırdığı Frank Reynolds karakteriyle komedi severler için vazgeçilmez bir isim haline gelmeden çok kısa bir süre önce Friends’de konuk oyuncu olarak yer aldı. Dizinin final sezonunun “The One Where Stripper Cries” bölümünde DeVito, Rachel ve Monica’nın Phoebe’nin bekarlığa veda partisi için tuttukları striptizci Roy’u canlandırdı. “Officer Goodbody” takma adına rağmen hiç de çekici olmayan Roy’a Phoebe bu işi bırakmasını söyleyince Roy ağlamaya başlamış ve üçlü onu teselli etmenin yollarını aramıştı. DeVito da bu performansıyla Komedi Dizilerinde En İyi Erkek Konuk Oyuncu Emmy’sine aday gösterildi. 

    Reese Witherspoon

    Apple TV+’nin The Morning Show dizisinde başrolleri paylaşan Reese Witherspoon ve Jennifer Aniston’ın tanışıklığı esasen Witherspoon’un dizide Rachel’ın en küçük kız kardeşi Jill Greene’i canlandırdığı 2000’ler başına kadar uzanıyor. Jill, ablasını sinir etmek için Ross’la çıkmaya çalışmış ancak Ross kısa sürede aralarındaki ilişkiye daha başlamadan son vermişti. Altıncı sezonun “The One With Rachel's Sister" ve "The One Where Chandler Can't Cry” bölümlerine konuk olan başarılı oyuncu verdiği röportajlarında Friends’den bahsederken canlı seyirci karşısında oynamanın ne kadar zor olduğunu sık sık dile getirdiğini de not düşelim.

    Julia Roberts

    Doksanlı yıllar romantik komedilerin vazgeçilmez isimlerinden Julia Roberts da Friends’in ikonik konuk oyuncularından bir tanesiydi. Roberts ikinci sezonun “The One After the Superbowl: Part 2” başlıklı bölümünde Chandler’ın eski sınıf arkadaşı Susie Moss’u canlandırdı. Okurken sık sık uğraştığı ve dalga geçtiği Susie’yle çalıştığı film setinde tesadüfen karşılaşan Chandler, onunla randevuya çıkmıştı. Susie ondan kendi iç çamaşırını giymesini isteyince bir fantezi olduğunu düşünen Chandler bunu kabul etmiş ancak yemek sırasında Susie’nin her şeyi ondan intikam almak için planladığı ortaya çıkmıştı. Aynı bölümde ayrıca Jean Claude Van Damme da kendisi olarak yer almış; Monica yerine Rachel’a çıkma teklifi ettiği için ikilinin arasının bozulmasına sebep olmuştu. 

    Friends’e konuk olan yıldızların diğer film ve dizilerini çevrimiçi izleyin

    Friends’e konuk olan başarılı oyuncuların unutulmaz performanslarını merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. Aşağıda hazırladığımız bu liste sayesinde bu 10 yıldızın sinema ve televizyon kariyerlerine damga vurmuş diğer işlerini Türkiye’de hangi platformlardan kiralayarak ya da satın alarak izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz.

  • Pedro Pascal’ın Film ve Dizilerdeki En İyi 10 Performansı

    Pedro Pascal’ın Film ve Dizilerdeki En İyi 10 Performansı

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Oynadığı üzgün bakışlı orta yaşlı baba rollerinin sebebiyle popüler kültürün “daddy”si ilan edilen Pedro Pascal’ın popülerliği durmaksızın artmaya devam ediyor. Bu yıl Ari Aster’ın Eddington’ında, Celine Song’un The Materalists’inde ve MCU’nun yeni filmi The Fantastic Four: First Steps’te izleyeceğimiz Şilili oyuncu, kariyerinin göre ileri bir safhasında popülerliğe kavuşmuş olmasına rağmen Hollywood blockbuster’larından, post-apokaliptik dramalara ve bağımsız sanat filmlerine uzanan geniş yelpazede roller üstlenmeyi başardı.

    JustWatch olarak hazırladığımız bu sayfada Pedro Pascal’ın oyunculuk kariyerinin en önemli rollerini listeledik. Listeye göz atıp, ilgili dizi ve filmleri hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenin. 

    Game of Thrones (2011 - 2019)

    Pedro Pascal’ın kariyerine baktığımızda, gerçekten de Game of Thrones öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım yapmak mümkün. Pascal, geçmişte çeşitli televizyon dizilerinde tek bölümlük veya birkaç sezonluk yan karakterleri canlandıran bir aktörken, HBO’nun George R. R. Martin’in fantastik kitap serisinden uyarladığı dizinin dördüncü sezonda yer almasıyla bir anda popülerliği katbekat arttı. Pascal dizide, Westeros’un güneyinde yer alan Dorne’nin prensi Oberyn Martell’i canlandırdı. Kızıl Yılan lakabıyla bilinen Oberyn, Joffrey’nin düğünü için King’s Landing’e gelmiş, sonrasında onun öldürülmesiyle yargılanan Tyrion’u düelloda temsil ederek kız kardeşi Ella’nın ölümünden sorumlu Gregor Clegane’e meydan okumuştu. Oldukça kanlı ve şiddet dolu olan bu düello, dizinin en unutulmaz sahnelerinden biri olarak akıllara kazındı. 

    Narcos (2015 - 2017)

    Pascal, Game of Thrones sonrasındaki ilk projesi olan Narcos’da üç sezon boyunca ana kadroda yer alarak televizyon dünyasındaki konumunu pekiştirdi. Kolombiya yapımı bir Netflix dizisi olan Narcos, ünlü uyuşturucu baronu Pablo Escobar’a ve başında olduğu Medellin kartelinin hikâyesini anlatmıştı. Pascal dizide Uyuşturucu ile Mücadele Daire’sinde çalışan ve Escobar’ın kartelini çökertmeye çalışan ajan Javier Peña’yı canlandırdı. Peña, ilk iki sezonda operasyonun başındaki Steve Murphy’le beraber çalışmış, üçüncü sezondaysa kokain ticaretinin başını çeken Cali karteliyle mücadele etmişti. 

    The Mandalorian (2019 - )

    Star Wars’ın dizileri arasında en çok sevilen yapımlardan biri olan The Mandalorian’la beraber, Pedro Pascal’ın popülerliği ve başarı tescillenmiş oldu. Jon Favreau’nun imzasını taşıyan dizide Pascal “Mando” lakaplı ödül avcısı Din Djarin’i canlandırdı. Dizinin başlangıcında galakside Yeni Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından iş bulmakta zorlanan Mando’nun, bir gün yakalamakla görevlendirildiği canlının aslında Güç kullanabilen bir bebek olduğunu anlayınca, onu kurtarmasını izledik. Mando ve kimilerinin “Bebek Yoda” olarak isimlendirdiği Grogu’nun maceralarını takip eden dizinin şimdilik üç sezonu yayınlandı. Karakterinin kökeni gereği devamlı maske takması ve zırh giymesi sebebiyle Pascal’ın yüzünü pek göremesek de (hatta üçüncü sezonda sadece sesiyle yer alsa da), Grogu ve Mando’nun arasındaki sevgi milyonlarca Star Wars hayranının kalbini kazandı. 

    The Last of Us (2023 - )

    HBO’nun aynı adlı video oyunu serisinden uyarladığı The Last of Us, Pascal’ın güncel olarak televizyonda yayınlanan son projesi. İnsanları zombiye dönüştüren bir virüs yüzünden yaşanması neredeyse imkânsız hâle gelmiş bir dünyada geçen dizide Pascal, 20 yıl önce kaybettiği kızı Sarah’nın ölümünden sonra yalnızca virüsten kaçıp hayatta kalmaya odaklanmış kaçakçı Joel Miller’a hayat verdi. Ellie adında 14 yaşında bir kızı karantina bölgesinden kaçırmakla görevlendirilen sonrasında onu tıpkı kendi kızıymış gibi korumaya çalışan Joel rolündeki performansıyla Pascal, Altın Küre ve Emmy Ödüllerinde Drama Dizilerinde En İyi Erkek Oyuncu adaylığı kazandı. 

    The Unbearable Weight of Massive Talent (2022)

    Pedro Pascal’ın, sayı olarak kıyaslandığında dizilerdeki performanslarıyla öne çıkan bir aktör olduğunu söylemek mümkün. Tom Gormican’ın yazıp yönettiği ve Nicolas Cage’in hayatının kurmaca bir versiyonunu anlatan The Unbearable Weight of Massive Talent ise yakın dönemde Pedro Pascal’ın beyazperdede en çok dikkat çeken rollerinden bir tanesi. Pascal filmde, Nicolas Cage’e takıntı düzeyinde hayran ve CIA’in Katalan bir politikacıyı kaçırdığından şüphelendiği azılı suçlu Javi Guiterrez’i canlandırdı. 

    Strange Way of Life (2023)

    Daha çok ana akım diziler ve filmlerde rol alan Şilili oyuncunun sanat sineması çevrelerine ilk adımını atması ise Pedro Almodovar’ın Cannes Film Festivali seçkisinde yer alan kısa filmi Strange Way of Life oldu. Almodovar’ın Ang Lee’nin Brokeback Mountain’ına bir cevap olarak hayal ettiği bu romantik Western’de Pascal, yirmi beş yıl aradan sonra yakın dostu ve partneri Jake’in şeriflik yaptığı kasabaya dönen Silva’yı canlandırdı. Almodovar tarzı melodramatik öğelerin öne çıktığı bu kısa filmde başrolü Ethan Hawke’la paylaşan Pascal oldukça şehvetli ve tutkulu bir performansa imza attı. 

    Gladiator II (2024)

    Ridley Scott’un epik klasiği Gladiator’a 24 yıl aradan sonra çektiği Gladiator II, Pedro Pascal’ın son dönemde beyazperdedeki en çok konuşulan işlerinden bir tanesi. Filmde başrolü Maximus’un oğlu Lucius’u canlandıran Paul Mescal’le paylaşan Pascal, Maximus’un ölümünün ardından Lucilla’yla evlenen General Acacius rolünü üstlendi. Lucius, karısı Arishat’ın ölümünden sorumlu tuttuğu için Acacius’tan intikam almaya yemin etse de onun kendisine yardım etmeye çalıştığını anlamasıyla onunla mücadele etmekten vazgeçse de bu Acacius’un trajik ölümünü engellemeye ne yazık ki yetmemişti.

    Kingsman: The Golden Circle (2017)

    Matthew Vaugn’un, Mark Millar ve Dave Gibbons’ın çizgi roman serisinden uyarladığı Kingman’ın ikinci filmi Kingsman: The Golden Circle’da Pedro Pascal, eğlenceli ve aksiyon dolu bir performansa imza attı. Kingsman’ın, uyuşturucu karteli “Altın Çember”i yok edebilmek adına ABD’deki istihbarat teşkilatı Statesman’la işbirliği yapmasını konu edinen filmde Pascal, Statesman’in Whiskey kod adlı ajanı Jack Daniels’ı canlandırdı. Karakterinin motivasyonu sonlara doğru sürpriz bir şekilde değişen Pascal’ın bu rolü için Burt Reynolds ve Harrison Ford gibi oyunculardan ilham aldığına şüphe yok!

    Drive Away Dolls (2024)

    Coen kardeşler genellikle kalabalık kadrolu filmleriyle tanınır. Ethan Coen’ın, kardeşi Joel olmadan çektiği ilk uzun metrajıyla bu tarzı devam ettirdiğini söylemek mümkün. Başrollerini Margaret Qualley ve Geraldine Viswanathan’ın paylaştığı Drive Away Dolls’da Pedro Pascal’ı yalnızca çok kısa süreliğine görsek de, Oberyn Martell’e ve Game of Thrones’a göz kırptığı için (yoksa gözünü oyduğu için mi demeliydik) Pedro Pascal hayranlarının kesinlikle kaçırılmaması gereken bir film. 

    The Wild Robot (2024)

    The Mandalorian’da maske taktığı için karakterinin hissettiklerini büyük ölçüde sesiyle aktarmayı başaran Pedro Pascal’ın bu rolünü takiben bir animasyonda rol almamasına şaşmamalı. Pascal, 2024’ün Oscar favorilerinden olan The Wild Robot’ta robot Roz’un adaya düştükten sonra ilk kez arkadaşlık kurduğu kırmızı tilki Fink’i seslendirdi. 

    Pedro Pascal’ın en iyi performanslarını çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehber sayesinde Pedro Pascal’ın beyazperdedeki ve televizyondaki en başarılı on performansınıi Türkiye’de hangi dijital platformlar aracılığıyla izleyebileceğinizi öğrenin. Sayfada yer alan kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden platformu kolayca bulabilirsiniz.

  • 2025 Cannes Film Festivali'nden Merakla Beklediğimiz 10 Yeni Film

    2025 Cannes Film Festivali'nden Merakla Beklediğimiz 10 Yeni Film

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Bu yıl 78.’si düzenlenen Cannes Film Festivali’nin programı geçtiğimiz hafta açıklandı. 13 - 24 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin bu yıl jüri başkanlığını usta Fransız oyuncu Juliette Binoche üstleniyor. Geçen yıl Altın Palmiye’yi kazanan Anora’nın Akademi Ödülleri’nde elde ettiği başarının da etkisiyle tüm sektörün bu yılki ilgisinin daha da arttığı festival, yine seçkisiyle sinemaseverleri şaşırtmayı başardı.

    Herkesin aylar öncesinden seçkideki filmleri tahmin etme yarışına girdiği Cannes’ın Ana Yarışması’nda yer almasına kesin gözüyle bakılan bazı isimlerin yokluğunun yanı sıra sayıca ilk uzun metrajların çokluğu da dikkat çekiyor. JustWatch ekibi olarak seçkinin en çok merak edilen on filmini sizler için bu rehberde bir araya getirdik. Bu sayfayı düzenli olarak takip ederek filmlerin Türkiye’de ne zaman vizyona gireceğini ve hangi streaming platformlarında gösterildiğini öğrenebilirsiniz. 

    Eddington (2025)

    Son dönemde adını Beau is Afraid (2023) ve Midsommar (2019) ile duyduğumuz Ari Aster, merakla beklenen yeni filmiyle Cannes Ana Yarışması’nın en merak edilen filmlerinden bir tanesine imza attı. Western tarzı bir kara komedi olduğu söylenen film ismini hikâyenin geçtiği Eddington, New Mexico’dan alıyor. Kasabanını şerifi ile belediye başkanı arasında çıkan anlaşmazlığın herkesi birbirine düşürmesini konu edinen filmin yıldızlarla dolu kalabalık bir kadrosu var. Ari Aster’la daha önce Beau is Afraid’le beraber çalışan Joaquin Phoenix’e başrolde Pedro Pascal eşlik ediyor. A24 yapımı filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Emma Stone, Austin Butler, Luke Grimes, Deirdre O'Connell, Michael Ward ve Clifton Collins Jr. gibi isimler yer alıyor. 

    Sentimental Value (2025)

    Oslo, August 31st (2011) ve The Worst Person in the World (2021) gibi filmleriyle 20’li 30’lu yaşlarındaki yetişkinlerin varoluş sancılarına ve duygusal yaşamlarına incelikli bir bakış getiren Norveçli yönetmen Joachim Trier, dört yıl aradan sonra yeniden Ana Yarışma’da. Trier’in uzun yıllardır beraber çalıştığı senaristi Eskil Vogt’un kaleme aldığı film, Nora isimli bir aktrisin ve kız kardeşi Agnes’in annelerinin ölümünün yasını tutarken uzun yıllar ayrı kaldıkları babaları Gustav’ın hayatlarına yeniden girmesini konu ediniyor. Başrolünde Trier’in önceki filmlerinde de beraber çalıştığı ve geçtiğimiz yıl A Different Man (2024) ve Armand (2024) yapımlarında izlediğimiz Renate Reinsve’nin yer aldığı filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Inga Ibsdotter Lilleaas, Stellan Skarsgård, Elle Fanning ve Cory Michael Smith rol alıyor. Filmin dağıtımcılığını ise MUBI üstleniyor. 

    The Mastermind (2025)

    Amerikan bağımsız sinemasının başarılı auteur’lerinden Kelly Reichardt en son Showing Up (2023) filmiyle Cannes Ana Yarışması’nda yer almıştı. Senaryosunu Reichardt’ın kaleme aldığı filmin bir suç filmi olduğu ve arka planında Vietnam Savaşı’nın yer aldığı söyleniyor. James Mooney isimli bir hırsızın yaptığı ustalıklı bir planla önemli bir sanat eserini çalmaya çalıştığı filmin ayrıca dönemin toplumsal ve politik değişimlerini de ele alması bekleniyor. James Mooney’i Josh O’Connor’ın canlandırdığı The Mastermind’da ayrıca Reichardt’ın First Cow (2020) ve Showing Up filmlerinde beraber çalıştığı John Magaro rol alıyor. Alana Haim, Hope Davis, Bill Camp, Gaby Hoffmann, Amanda Plummer ve Eli Gelb ise filmin oyuncu kadrosundaki diğer isimler. 

    Alpha (2025)

    Cronenberg esintili body horror filmi Titane (2021) ile Altın Palmiye’yi kucaklayan Fransız yönetmen Julia Doucournau’nun epey bir süredir konuşulan yeni filmi Alpha’nın, Ana Yarışma’nın ağır toplarından birisi olacağı kesin. Senaryosuyla ilgili tüm detaylarını henüz bilmediğimiz filmin seksenli yıllarda New York’u anımsatan kurmaca bir şekilde geçtiği belirtiliyor. Şimdilik özetinden annesiyle beraber yaşayan 13 yaşında Alpha’nın bir gün okuldan koluna yapılmış bir dövmeyle gelmesiyle tüm dünyasının altüst olduğunu öğrendiğimiz filmin, AIDS epidemisiyle bağlantılı olabileceğine dair söylentiler de mevcut. Alpha’yı Mélissa Boros’un canlandırdığı filmde ayrıca Golshifteh Farahani ve Tahar Rahim rol alıyor. 2021’den bu yana 4 Altın Palmiyeli filmin de ABD dağıtımcılığını üstlenen NEON’un, Doucarnau’nun filmini festival öncesinden aldığını da not düşelim. 

    The Phoenician Scheme (2025)

    Cannes Ana Yarışması’nın vazgeçilmez isimlerinden olan - ve hatta tam da bu yüzden sık sık eleştirilen - Wes Anderson on ikinci uzun metrajı The Phoenician Scheme’le karşımızda. Yönetmenin daha önceki filmlerinde senaryoya katkıda bulunan Roman Coppola’yla kaleme aldığı The Phoenician Scheme’in kara komedi soslu bir casusluk filmi olduğu söyleniyor. Avrupa’nın en zengin iş adamlarından biri olan Zsa-zsa Korda’nın rahibe kızı Liesl’i tek varisi ilan etmesi sonrasında başka işadamlarının, teröristlerin ve katillerin hedefi haline gelmesini konu edinen film - Wes Anderson’dan bekleneceği üzere - hayli kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip. Korda’yı Benicio Del Toro, Leisl’ı ise Mia Threapleton canlandırıyor. Michael Cera, Riz Ahmed, Tom Hanks, Bryan Cranston, Mathieu Amalric, Richard Ayoade, Jeffrey Wright, Scarlett Johansson ve Benedict Cumberbatch ise filmde yer alan diğer isimler. 

    Nouvelle Vague (2025)

    Bu yıl Berlin Film Festivali’nde yarışan filmi Blue Moon’la (2025) Gümüş Ayı kazanan Richard Linklater, ayağının tozuyla Cannes sahillerinde yeni filmini seyirciyle buluşturmaya hazırlanıyor. Adından da anlaşılacağı üzere Fransız Yeni Dalgası’nın çıkış dönemini konu edinen Nouvelle Vague, özellikle sinefillerin gündemini epey meşgul edeceğe benziyor. Jean-Luc Godard’ın sinema hareketinin sembollerinden kabul edilen filmi À bout de souffle’un çekim süreci etrafında şekillenen filmde Godard’ı Guillaume Marbeck, Jean Seberg’ü Zoey Deutch ve Jean-Paul Belmondo’yu Aubry Dullin canlandırıyor. Fransız Yeni Dalgası’nın François Truffaut, Agnès Varda, Claude Chabrol ve Eric Rohmer gibi diğer önemli figürlerinin de filmde karakter olarak yer alması bekleniyor. 

    The History of Sound (2025)

    Josh O’Connor hayranları açısından epey bereketli bir Cannes olacağa benziyor zira başarılı İngiliz oyuncu bu yıl bir değil iki filmle Ana Yarışma’da yer alıyor. Yakın dönemden Moffie (2020) ve Living (2022) filmleriyle hatırlayacağımız Oliver Hermanus’un yönettiği The History of Sound, Ben Shattuck’un aynı adlı hikâyesine dayanıyor. 1919 yılında New England taşrasında folk şarkıları kaydetmek için yolculuk yapan Lionel ve David’in ilişkilerine odaklanan filmin başrollerinde sırasıyla Paul Mescal ve Josh O’Connor var. Filmin, En İyi Erkek Oyuncu ödülünün favorilerinden olduğunu şimdiden söyleyebiliriz!  

    Eleanor the Great (2025)

    Kamera önünde yer almaya biraz mola verip yönetmen koltuğuna oturmayı seçen oyuncular kervanına son katılan isimler arasında Scarlett Johansson var! Başarılı aktris bu yıl, Cannes’ın Belirli Bir Bakış (Un Certain Regard) bölümünde ilk uzun metrajı Eleanor the Great ile yarışacak. Geçtiğimiz yıl Thelma (2024) filminde izlediğimiz June Squibb’in başrolünü üstlendiği film, 90 yaşında Floridalı bir kadının, 19 yaşındaki New York’lu bir öğrenciyle arasındaki alışılmadık dostluğu konu ediniyor. Filmde ayrıca Chiwetel Ejiofor, Jessica Hecht, Erin Kellyman, Will Price ve Greg Kaston rol alıyor. 

    Highest 2 Lowest (2025)

    En son Cannes Ana Yarışma’da BlacKkKlansman (2018) Büyük Ödül’ü kazanan Spike Lee, 2021 yılında festivalde jüri başkanlığı yapmıştı. Lee’nin yeni filmi Highest 2 Lowest ise bu yıl festivalin Yarışma Dışı seçkisinde prömiyer yapacak. Akira Kurosawa’nın High and Low (1963) filminin modern bir yeniden uyarlaması olduğunu söylenen filmin senaryosuna dair henüz detaylı bir bilgiye sahip değiliz. Ancak yine de müzik endüstrisinde önemli konumdaki bir prodüktörün kendisini hayatına mal olabilecek bir ahlaki ikilemin ortasında bulmasına odaklandığı yorumunu yapabiliriz. Denzel Washington’ın başrol oynadığı filmde ayrıca Ilfenesh Hadera, Jeffrey Wright, Ice Spice, A$AP Rocky, Dean Winters ve John Douglas Thompson rol alıyor. Filmin festival sonrasında Apple TV+ üzerinden yayınlanması bekleniyor. 

    Mission: Impossible - The Final Reckoning (2025)

    İkonik serinin hayranları için hasret bitiyor ve Hollywood’daki grevlerden uzun soluklu prodüksiyon sürecine kadar epeyce ertelenen Mission: Impossible serisinin sekizinci ve son filmi Mission: Impossible - The Final Reckoning nihayet seyirciyle buluşuyor. Christopher McQuarrie’nin yönetmenliğini üstlendiği ve yaklaşık 400 milyon dolarlık bir bütçeye sahip filmle Ethan Hunt’ın hikâyesi noktalanacak. Mission: Impossible: Dead Reckoning’in (2023) direkt devamı niteliğindeki filmde Tom Cruise, Hayley Atwell, Ving Rhames, Simon Pegg, Vanessa Kirby, Esai Morales, Pom Klementieff, Nick Offerman, Angela Bassett gibi isimler rol alıyor. Festivalde 14 Mayıs’ta prömiyer yapacak film ülkemizde 23 Mayıs’ta gösterime girecek.

  • Son 10 Yılın En İyi 10 Animesini Çevrimiçi İzleyin

    Son 10 Yılın En İyi 10 Animesini Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Streaming sektöründe sayıları arttıkça kalitesi düşen diziler son yıllarda birçoğumuzun hoşnutsuzluğunu dile getirmekten çekinmediği bir format olsa da animeler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Hayranlarına sundukları yaratıcı ve yenilikçi anlatı evrenleriyle her geçen gün çıtayı daha da yükselten animeler arasında uzun yıllar konuşulacak birçok yeni yapıma rastlamak mümkün.

    Solo Leveling (2024)

    Webtoon dünyasında zaten hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinmiş olan Solo Leveling, anime uyarlamasıyla birlikte daha geniş bir izleyiciye ulaşmayı başardı. Başlangıçta oldukça sıradan bir karakter olarak karşımıza çıkan Sung Jinwoo’nun yavaş yavaş güçlenip kendi sınırlarını zorlaması, yalnızca aksiyon dozu yüksek sahneler değil, aynı zamanda bireysel mücadeleyle ilgili tanıdık ama sürükleyici bir anlatı sunuyor. Özellikle karakterin yalnızlığı ve çevresinin ona bakışı gibi detaylar, anlatıyı derinlerde saklı duygularla da besliyor. Stilize dövüş sahneleri ve tempolu kurgusuyla öne çıksa da, Solo Leveling esas gücünü Jinwoo’nun içsel dönüşümünü adım adım izleyiciye hissettirmesinden alıyor.

    Jujutsu Kaisen (2020)

    Jujutsu Kaisen, lise öğrencisi Yuji Itadori’nin, arkadaşlarını kurtarmak için lanetli bir objeyi yutmasıyla başlayan ve onu büyücülerle lanetler arasında geçen başka bir dünyanın içine çekilmesiyle devam eden bir hikâye anlatıyor. İlk bakışta tanıdık bir shōnen formülünü kullanıyormuş gibi görünen yapım, karakterlerin ruhsal derinliği ve inşa ettiği evrenin karanlık estetiğiyle benzerlerinden ayırıyor. Gege Akutami'nin aynı adlı mangasından uyarlanan animeye prequel görevi gören Jujutsu Kaisen 0 isimli bir film de mevcut. Ölüm, kayıp ve anlam arayışı gibi kavramları ele alan dizinin ürkütücü ve karanlık anlatılara ilgi duyan animeseverlerin ilgisini çekeceği kesin. 

    Demon Slayer (2019)

    Japonya’da Taisho döneminde geçen Demon Slayer, ailesi bir iblis tarafından katledilen ve hayatta kalan tek kardeşi Nezuko’yu kurtarmaya çalışan Tanjiro Kamado’yu merkezine alıyor. 2019’da başlayan ve kısa sürede büyük bir fenomene dönüşen animenin bu denli sevilmesinde Ufotable’ın animasyon konusunda gösterdiği özenin önemli bir etkisi olduğu kesin. Tanjiro’nun hikâyesi görece sade ve basit bir yapıya sahip olsa da, geleneksel Japon estetiğinden ilham alan estetiği animeye farklı bir boyut katıyor. Şimdilik dört sezonu yayınlanan animenin derleme niteliğinde üç film uyarlaması mevcut. Animenin devamı niteliğindeki film üçlemesinin ilk ayağı olan Demon Slayer: Kimetsu no Yaiba – The Movie: Infinity Castle’ın önümüzdeki aylarda yayınlanması bekleniyor. 

    My Hero Academia (2016)

    My Hero Academia, her bireyin süper güçlere sahip olmasının normal kabul edildiği bir dünyada, güçsüz doğmuş olan Midoriya Izuku’nun kahraman olma yolundaki mücadelesini anlatıyor. Genç bir çocuğun büyük hayallerinin peşinden gitme çabası, klasik bir kahramanlık öyküsü gibi görünse de, animenin başarısı, karakter derinliği ve psikolojik katmanlarıyla izleyiciyi içine çekmesinde yatıyor. Anime, gençlerin büyüme sürecini, hayallerini ve zorluklarını ele alırken, eğlenceli karakter tasarımları ve aksiyon sahneleriyle da dikkat çekiyor. Şimdilik yedi sezonu bulunan animenin sekizinci ve final sezonu bu yıl Ekim ayında yayınlanacak. Bunun yanında toplam dört filme sahip animeye prequel görevi gören My Hero Academia: Vigilantes ise geçtiğimiz günlerde yayına girdi. 

    One Piece (1999)

    Eiichiro Oda’nın tüm zamanların en çok satan aynı adlı manga serisinden uyarlanan One Piece zaten bu statüsüyle başlı başına bir efsaneye dönüşmüş durumda. 1999 yılında başlayan animenin toplamda 1100’den fazla bölümü mevcut ve geçtiğimiz Ekim ara verilen 21. sezonun yeni bölümleri geçtiğimiz günlerde yayına başladı. Çocukluğundan beri korsan olmanın hayalini kuran Monkey D. Luffy ve ona “One Piece” adlı büyük hazineyi arama yolculuğunda eşlik eden Hasır Şapka Korsanları’nın maceralarını konu edinen anime, eğlenceli karakterleri ve sürükleyici hikâyeleriyle keyifli bir seyir deneyimi vadediyor. Luffy, adadan adaya yolculuk yaparken birbirinden ilginç karakterlerle tanışıyor ve her birinin geçmişinden, hayattaki amaçlarından ve ideallerinden yeni bir şeyler öğreniyor. One Piece, 25 yılı aşkın bir süredir devam etse de 2023 yılında Netflix’te yayınlanan live-action uyarlaması vesilesiyle yeni kuşaklara ulaşmayı ve güncelliğini korumayı başarmış bir anime. 

    One-Punch Man (2015)

    One’nin aynı adlı mangasından uyarlanan One-Punch Man, kahramanlık anlatılarına alışılmışın dışında bir bakış getiriyor. Animenin merkezinde tek yumruğuyla rakiplerini kolaylıkla alt edebilen Saitama var. Ancak Saitama, bu özel gücünün ona sağladığı kolaylık yüzünden aradığı aksiyon ve heyecanı bulamayan, girdiği her dövüş artık sıkıcı hale gelmiş bir kahraman. Listenin hiç şüphesiz en komik animelerinden olan One-Punch Man, bir yandan da Saitama'nın mustarip olduğu içsel boşluk ve yaşadığı hayal kırıklıklarıyla, incelikli bir hikâye de vadediyor. Mizahı, aksiyonu ve karakter derinliğiyle One-Punch Man’in türüne kesinlikle yeni bir soluk getirdiğini söylemek mümkün.

    Vinland Saga (2019)

    Vinland Saga, tarihî dramaları ve epik hikâyeleri sevenler için mükemmel bir yapım. Makoto Yukimura’nın aynı adlı mangasından uyarlanan yapım Vikingler’in altın çağında geçiyor ve Thorfinn adlı genç bir adamın intikam yolculuğunu konu ediniyor. Babasının ölümünden sonra, Thorfinn, ona ihanet eden Askeladd’in peşine düşse de yolculuğu intikam arzusunun ötesine geçiyor ve hayata ve savaşa dair bir büyüme sürecine dönüşüyor. Vinland Saga, aksiyonun yanı sıra, savaşın anlamını, insan doğasını ve geçmişin kişinin üzerindeki etkilerini de sorgulayan bir yapım. Güçlü karakterleri, etkileyici görselliği ve derinlemesine işlenen temaları öne çıkan Vinland Saga kesinlikle animeseverler tarafından keşfedilmeyi hak ediyor. 

    Cyberpunk: Edgerunners (2022)

    Cyberpunk: Edgerunners, Night City'nin karanlık sokaklarında hayatta kalmaya çalışan bir grup gencin hikâyesini anlatıyor. Ana karakter David, yaşamını değiştiren bir olaydan sonra, vücudunda sibernetik modifikasyonlar yapmaya başlıyor. David’i bir yandan güçlü kılan, ama bir yandan da insanlığından uzaklaştıran bu değişimler aracılığıyla yapım teknolojinin insan doğasını nasıl dönüştürdüğünü, ahlaki sınırları nasıl zorladığını ve hayatta kalmak için verilen mücadeleyi ele alıyor. Etkileyici aksiyon sahneleri, güçlü görselliği ve karakterlerin içsel çatışmaları, Edgerunners’ı sadece aksiyon sevenler için değil, distopik dünyalarla ilgili anlatılar arayan izleyiciler için de ilgi çekici kılıyor. 

    Dorohedoro (2020)

    Tıpkı Edgerunners gibi distopik bir dünyada geçen Dorohedoro, seyircisine aksiyon, büyü ve kara mizah yüklü bir anlatı vadeden bir anime. Q Hayashida’nın aynı adlı mangasından uyarlanan yapım, bir büyü yüzünden insan yerine kertenkele kafasına sahip olan ve gerçek kimliğine dair hiçbir şey hatırlamayan Caiman’ı merkezine alıyor. Garip ve çarpıcı karakter tasarımlarıyla dikkat çeken anime, görsel olarak da cesur bir stil kullanıyor ve hikâye açısından izleyicisini sürekli olarak şaşırtıyor. Dorohedoro, hem korkutucu hem de komik olan bu karanlık dünyada, izleyiciyi sıradışı bir yolculuğa çıkarıyor. 2020 yılında Netflix’te geniş bir seyirci kitlesiyle buluşan animenin ikinci sezonunun bu yıl görücüye çıkacağını da not düşelim. 

    Odd Taxi (2021)

    2021 yılında yayınlanan Odd Taxi son dönemin en ilginç yapımlarından bir tanesi. Kara mizah ve suç temaların ustaca harmanlayan anime, izleyicisini farklı bir seyir deneyimine davet ediyor. Hikâye, yalnız bir taksi şoförü olan Hiroshi Odokawa'nın etrafında şekilleniyor, ancak bu dünyada insanlar yerine, antropomorfik hayvan karakterleri yer alıyor. Odokawa, rutin bir şekilde taksicilik yapmaya devam ederken, kaybolan genç bir kadınla ilgili bir dizi karmaşık olayın ortasında buluyor kendini. Odd Taxi’nin en dikkat çekici özelliklerinden biri, karakterlerin sadece hayvan formunda olması değil, aynı zamanda her birinin derin, insanlık halleriyle yoğrulmuş, çok katmanlı kişilikleriyle dikkat çekmesi. Görsel açıdan sade ama etkili bir üsluba sahip olan Odd Taxi, klasik bir suç hikâyesi olmanın ötesine geçerek, insan ilişkileri ve topluma dair özgün bir yorum getiriyor. 

    Son 10 Yılın En İyi Animelerini Çevrimiçi İzleyin

    JustWatch olarak hazırladığımız bu rehber sayesinde anime türünün distopik anlatılardan, fantastik maceralara uzanan geniş yelpazesi arasından en dikkat çeken yapımlarını keşfedin. Yapımların Netflix veya Crunchyroll gibi platformlarda sunduğu izleme seçeneklerine göz atmak için sitemizin sunduğu filtreleme özelliğini kullanabilirsiniz. 

  • Avengers: Doomsday Öncesinde Hangi Filmler İzlenmeli?

    Avengers: Doomsday Öncesinde Hangi Filmler İzlenmeli?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Geçtiğimiz haftalarda Marvel Sinematik Evreni’nin 6. Evresi’nin köşe taşlarından biri olması beklenen Avengers: Doomsday’in oyuncu kadrosu açıklandı. 1 Mayıs 2026’da vizyona girecek bu yeni Avengers filminin, ekibin ana kadrosundan X-Men’e ve Fantastik Dörtlü’ye uzanan oldukça geniş kapsamlı bir kadroya sahip olacağı kesin. Film vizyona girdiğinde kim kim diye düşünüp kafa karışıklığı yaşamak istemiyorsanız doğru adrestesiniz!

    JustWatch ekibi olarak hazırladığımız bu liste sayesinde Avengers: Doomsday’den önce bu filmleri izleyerek hafızanızı tazeleyebilir ve MCU’ya yakın zamanda dahil olan karakterleri daha yakından tanıyabilirsiniz. 

    X-Men Serisi

    Doomsday ile ilgili en heyecan verici duyurulardan biri de başta Ian McKellen ve Patrick Stewart olmak üzere orijinal X-Men serisinden önemli isimlerin filmin kadrosunda yer alacak olmasıyla ilgiliydi. Mutantlar ve insanların nasıl yaşaması gerektiğine dair fikir ayrılıkları yaşayan ve birbirlerine düşman olan eski dostlar Magneto ve Profesör Xavier’in yanında Nightcrawler, Mystique, Cyclops ve Beast gibi mutantların da boy göstereceğini öğrendiğimiz Doomsday öncesinde Profesör X’in ekibinin Magneto’ya karşı verdiği mücadeleyi anlatan orijinal üçlemeyi (X-Men, X2 ve X-Men: The Last Stand) izlemek kesinlikle yerinde olacaktır. 

    X-Men serisi açısından hem prequel görevi gören hem de üçüncü filmin sonunda yaşanan olayları değiştiren X-Men: Days of Future Past’in de izlenmesinin faydalı olabileceğini not düşelim. Zira bu filmde Wolverine (Hugh Jackman) geleceği değiştirmek adına geçmişe giderek Charles Xavier (James McAvoy) ve Erik Lehnsherr’den (Michael Fassbender) yardım istemişti. 

    Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings (2021)

    Marvel Sinematik Evreni’ne 2021 yılında dahil olan Simu Liu, Avengers: Doomsday’de yer alacağı açıklanan oyuncular arasındaydı. Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings’de babasıyla ve kendi geçmişiyle yüzleştiğini izlediğimiz Shang-Chi, kendisine miras kalan Ten Halka sayesinde insanüstü güçlere sahip olan bir süper kahramandı. Yeni Avengers filminde bu güçlü Halkaların kilit bir rol oynamasını bekleyebiliriz. 

    Doctor Strange in the Multiverse of Madness (2022)

    Filmin adından da anlaşılacağı üzere MCU’da sık sık ele alınan “çoklu evren” kavramının en kapsamlı bir şekilde Doctor Strange in the Multiverse of Madness’ta ele alındığını söyleyebiliriz. Farklı boyutlar arasında geçiş yapmasını sağlayan doğaüstü güçlere sahip Stephen Strange’in (Benedict Cumberbatch), America Chavez (Xochitl Gomez) eşliğinde Scarlet Witch’le (Elizabeth Olsen) mücadele ettiği filmde karakterlerin yolculuk yaptığı alternatif gerçekliklerin birinde X-Men ekibinden tanıdık bir simayı da görmüştük. Dr. Strange’in Doomsday’de yer alıp almayacağını henüz bilmesek de çoklu evren kavramı açısından kesinlikle önemli bir film. 

    Thor: Love and Thunder (2022)

    Orijinal Avengers ekibinden - en azından şimdilik - yalnızca Thor’un (Chris Hemsworth) Avengers: Doomsday’de geri döneceğini göz önünde bulundurursak, Gök Gürültüsü Tanrısı’nı son gördüğümüz film olan Thor: Love and Thunder’ı izlemek yerinde olacaktır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Avengers: Endgame’deki olaylardan sonra Guardians of the Galaxy ekibine eşlik eden Thor, kanser olduğunu öğrenen eski sevgilisi Jane Foster (Natalie Portman), Valkyrie (Tessa Thompson) ve Kong’la (Taika Waititi) beraber tanrılardan intikam almaya yemin eden Gorr’la mücadele etmişti. 

    Ant-Man and the Wasp: Quantumania (2023)

    Paul Rudd’un canlandırdığı Ant-Man, Doomsday’in ana kadrosunda yer alan süper kahramanlardan bir tanesi. Ant-Man and the Wasp: Quantumania’da Scott Lang, Hope van Dyne (Evangeline Lilly), Cassie (Kathryn Newton) and Hope’un ailesiyle beraber Quantum Evreni’nde mahsur kalmıştı. Film, Kang the Conqueror’ın (Jonathan Majors) Quantum Evreni’nden kaçma planlarına değinse de (hatta bir sonraki Avengers filminin isminin “Kang Dynasty” olması bekleniyordu), MCU bu hikâye akışından vazgeçmeye karar verdi. Dolayısıyla Ant-Man’in bu değişikliğin ardından Doomsday’de nasıl bir rol oynayacağını anlamak açısından Quantumania kilit bir film. 

    Black Panther: Wakanda Forever (2022)

    T’Challa’nın ölümünden sonra Black Panther unvanını üstlenen Shuri (Letitia Wright), Avengers: Doomsday’de karşımıza çıkacak. Ayrıca su altındaki Talokan krallığının lideri Namor (Tenoch Huerta Mejía) ve yeni Wakanda Kralı M’Baku (Winston Duke) da yeni filmde yer alması kesinleşen isimlerden. Namor’un yine Doomsday’de yer alacak Sue Storm’la (Vanessa Kirby) bağlantısını da düşünürsek, en son Black Panther: Wakanda Forever’da izlediğimiz karakterlerin, Dr. Doom gibi büyük bir tehdit karşısında nasıl bir rol oynayacağını anlayabilmek için Wakanda Forever’ı yeniden izlemek yerinde olacaktır. 

    Deadpool & Wolverine (2024)

    Geçmişte 20th Century Fox’a bağlı olan X-Men serisinin kesin bir şekilde MCU’ya geçtiği film olarak nitelendirebileceğimiz Deadpool & Wolverine de çoklu evrenler ve varyant kavramını anlamak açısından önemli bir film. Şimdilik Deadpool ve Wolverine’i canlandıran Ryan Reynolds veya Hugh Jackman’ın Doomsday’de rol alması beklenmiyor. Ancak Deadpool'un filmde “Hiçlik” boyutunda karşılaştığı ve beraber Cassandra Nova’ya (Emma Corrin) karşı mücadele ettiği Gambit’i canlandıran Channing Tatum’un oyuncu kadrosunda yer alacağı kesinleşti. Ancak Tatum’un geçtiğimiz günlerde bir röportajında filmdeki rolünün Gambit olmayabileceğine dair bir yorumda bulunduğunu da not düşelim. 

    Captain America: Brave New World (2025)

    Steve Rogers’ın Avengers: Endgame’de kalkanını ve unvanını devrettiği Sam Wilson (Anthony Mackie), Doomsday’in kadrosunda yer alacağı kesinleşen isimlerden bir tanesi. Captain America: Brave New World’de, Captain America’nın yardımcısı Falcon unvanını üstlenen Joaquin Torres’in (Danny Ramirez) de Doomsday’de karşımıza çıkacağı duyuruldu. Dolayısıyla Captain America ve Falcon’ın The Leader’la (Tim Blake Nelson) mücadelesini konu edinen ve ABD Başkanı Thaddeus Ross’un (Harrison Ford) Red Hulk’a dönüştüğü Brave New World’ü izlemenin, kahramanları en son nerede bıraktığımızı hatırlamak açısından faydalı olacağını söyleyebiliriz. 

    Thunderbolts* (2025)

    CIA’in başındaki Contessa lakaplı Valentina Allegra de Fontaine tarafından gizli bir görev için bir araya getirilen ve ideal süper kahramanlar olmaktan son derece uzak “anti-kahraman” grubu Thunderbolts’un, Doomsday’de kilit bir rol oynayacağı kesin. Ekibin çekirdek kadrosunu meydana getiren Buckey Barnes (Sebastian Stan), Yelena Belova (Florence Pugh), Red Guardian (David Harbour), Sentry (Lewis Pullman) ve Ghost (Hannah John-Kamen)’ın Doomsday’de yer alacağını göz önünde bulundurduğumuzda, önümüzdeki haftalarda (2 Mayıs 2025) vizyona girmesi beklenen Thunderbolts*’u izleme listenizin en üst sıralarına koymanız yerinde olacaktır!

    The Fantastic Four: First Steps (2025)

    MCU’da Tony Stark rolüyle herkesin kalbini kazanmış Robert Downey Jr.’ın Doomsday’de Dr. Doom’u canlandıracağı büyük bir sansasyon yaratmıştı. Dr. Doom’un ezeli düşmanlarının The Fantastic Four olduğunu düşünürsek, yeni Avengers filmi açısından en çok MCU’nun altıncı evresini başlatacak The Fantastic Four: First Steps’in kilit bir rol oynayacağını söyleyebiliriz. Reed Richards (Pedro Pascal), Sue Storm (Vanessa Kirby), Johnny Storm (Joseph Quinn) ve Thing’in (Ebon Moss-Bachrach), Doomsday’de geri döneceğinin kesinleştiğini de not düşelim. Dolayısıyla 25 Temmuz 2025’te vizyona girecek First Steps listemizin olmazsa olmazlarından. 

  • Beyond the Spider-Verse ve CinemaCon’da Açıklanan 10 Yeni Sony Filmi

    Beyond the Spider-Verse ve CinemaCon’da Açıklanan 10 Yeni Sony Filmi

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Universal, Disney, Warner Bros ve Paramount gibi büyük stüdyoların önümüzdeki dönemlerdeki projelerini açıkladığı ve bu yapımlarla ilgili daha önce görülmemiş tanıtımlara yer verdiği CinemaCon, bu yıl da dolu dolu geçti. Bu stüdyolar arasında süper kahraman filmlerinden video oyunu uyarlamalarıyla heyecan verici bir film seçkisi sunan Sony de dikkat çekti.

    Sony’nin açıkladığı yapımlardan özellikle Sam Mendes’in 2028 yılında aynı ay içinde vizyona girecek dört The Beatles biyografisi büyük ses getirdi. Paul Mccartney’i Paul Mescal’ın, John Lennon’ı Harris Dickinson’ın, George Harrison’ı Joseph Quinn’in ve Ringo Starr’ı Barry Keoghan’ın canlandıracağı yapımlar, The Beatles’ın hikâyesini grubunun her bir üyesinin perspektifinden anlatacak.

    Sony’nin CinemaCon 2025’te açıkladığı öne çıkan yapımları bu sayfada bir araya getirdik. İkonik serilerin devam filmlerinden, live action yeniden uyarlamalara stüdyonun gelecek dönemdeki tüm filmlerini nereden izleyebileceğinizi bu sayfadan takip edebilirsiniz! 

    Spider-Man: Beyond the Spider-Verse (2027)

    Son derece dinamik ve yaratıcı animasyon tarzıyla “çoklu evren” kavramına yeni bir boyut katan Spider-Man: Into the Spider-Verse (2018) kısa sürede Sony’nin en çok sevilen serilerinden biri hâline geldi. Serinin devamı niteliğindeki Spider-Man: Beyond the Spider-Verse’ün normalde 2024’te seyirciyle buluşması planlansa da Hollywood’daki grevler sebebiyle bu tarih ertelenmişti. CinemaCon sırasında vizyon tarihini 4 Haziran 2027 olarak açıkladı ve filmden ilk görsellerin tanımını yaptı. Miles Morales, Gwen Stacy ve The Spot’un yer aldığı görseller, serinin üçüncü filminin de yine renkli ve baş döndürücü bir dünya vadettiğinin habercisi niteliğindeydi.

    Spider Man: Brand New Day (2026)

    Sony, Disney ve Marvel Studios ile imzaladığı anlaşma sayesinde üzerinde finansal ve kreatif kontrole sahip olduğu live action film serisiyle ilgili duyurular da yaptı. İsmi “Spider-Man: Brand New Day” olarak açıklanan dördüncü filmin 31 Temmuz 2026 tarihinde vizyona girmesi bekleniyor. Başrolü yine Tom Holland’ın üstleneceği Spider Man: Brand New Day’in nasıl bir hikâye anlatacağı ya da Zendaya’nın filmde yer alıp almayacağına dair detaylar kesinleşmiş değil.

    Starship Troopers

    Robert A. Heinlein’ın 1959 tarihli bilim kurgu romanı daha önce Tristar Pictures çatısı altında Paul Verhoeven’ın yönettiği Starship Troopers (1997) filmiyle beyazperdeye uyarlanmıştı. Sony’nin romandan daha çok ilham alacağı söylenen bu yeni uyarlamayı ise District 9 (2009) ve Chappie (2015) filmleriyle tanınan Neill Blomkamp üstlenecek. Daha önce Sony’yle 2023 tarihli filmi Gran Turismo için çalışan Blomkamp, yeni Starship Troopers uyarlamasında senarist ve yapımcı olarak de yer alacak. Filmin vizyon tarihi ise henüz belli değil. 

    The Legend of Zelda (2027)

    Nintendo’nun ikonik video oyunu serisi The Legend of Zelda’nın live action uyarlaması için hazırlıkların başladığı ilk kez 2023’ün Kasım ayında duyurulmuştu. CinemaCon sırasında The Legend of Zelda’nın 26 Mart 2027 tarihinde gösterime gireceği açıklandı. Video oyunu serisinin yaratıcısı Shigeru Miyamoto ve Avi Arad’ın yapımcılığını üstleneceği filmin yönetmen koltuğuna ise Wes Ball oturacak. Ball geçmişte The Maze Runner (2014) ve Kingdom of the Planet of the Apes (2024) filmlerine imza atmıştı. The Legend of the Zelda’nın oyuncu kadrosunda hangi isimlerin yer alacağı şimdilik bilinmiyor. 

    Resident Evil (2026)

    Sony kısa bir süre önce Resident Evil’ın film haklarını satın aldığını duyurmuştu. CinemaCon sırasındaysa son dönemlerde Barbarian (2022) ve Weapons (2025) gibi yapımlarla adını sık sık duyduğumuz Zach Cregger’ın yöneteceği yeni Resident Evil’ın vizyon tarihi 18 Eylül 2026 olarak açıklandı. 1994’te PlayStation formatında piyasaya sürülen oyun ilk olarak 2002 tarihli Resident Evil’la beyazperdeye uyarlandı. Başrollerinde Milla Jovovich ve Michelle Rodriguez’in rol aldığı film serisi, Resident Evil: The Final Chapter (2016) ile noktalanmıştı. Johannes Roberts’ın 2021 tarihli reboot’u Resident Evil: Welcome to Raccoon City olumlu eleştiriler alsa da stüdyo yoluna yeni bir reboot’la devam etmeye karar vermiş gibi gözüküyor… 

    28 Years Later: The Bone Temple (2026)

    CinemaCon katılımcıları bu yıl 20 Haziran’da vizyona girecek 28 Years Later’dan (2025) yeni bir fragman izleme şansı elde etti. Danny Boyle’un yönetip Alex Garland’ın beraber kaleme aldığı 

    28 Days Later’la (2002) başlayan serinin üçüncü filminde Aaron Taylor Johnson, Jodie Comer ve Ralph Fiennes gibi isimler yer alıyor. CinemaCon sırasında serinin 28 Years Later’la arka arkaya çekilen dördüncü filmi 28 Years Later: The Bone Temple’la ilgili duyurular da yapıldı. Filmin vizyon tarihi 16 Ocak 2026 olarak açıklandı. Candyman (2021) ve The Marvels (2023) yapımlarıyla tanınan Nia DaCosta’nın yönettiği filmden ilk görseller de görücüye çıktı. 

    Jumanji 3 (2026)

    1995 tarihli kült fantastik-macera filmi Jumanji’nin dördüncü (yeni film serisin dahilinde üçüncü) filminin gösterim tarihi 11 Aralık 2026 olarak açıklanmıştı. CinemaCon sırasında Jumanji 3’ün yönetmenliğini yine Jake Kasdan’ın üstleneceği duyuruldu. Kasdan, serinin ilk iki filminin yanı sıra Bad Teacher (2011) ve Sex Tape (2014) filmlerinde de yönetmen koltuğuna oturmuştu. Jumanji 3’ün oyuncu kadrosunda kimlerin yer alacağına dair söylentiler dolaşsa da Dwayne Johnson, Jack Black veya Karen Gillan gibi isimlerin geri dönüp dönmeyeceği şimdilik belli değil. 

    Caught Stealing (2025)

    En son The Whale (2022) filmini izlediğimiz Darren Arronofsky’nin bu yıl 29 Ağustos’ta gösterime girecek yeni filmi Caught Stealing’den (2025) ilk fragman CinemaCon’da gösterildi. Başrollerinde Austin Butler, Regina King, Zoe Kravitz, Matt Smith, Liev Schreiber, Bad Bunny  ve Vincent D’Onofrio’nun rol aldığı film, Charlie Huston’ın aynı adlı kitabına dayanıyor. 90’lı yıllarda geçen film, Hank Thompson isimli eski bir beyzbol oyuncusunun yavaş yavaş New York’un yeraltı dünyasına bulaşmasını konu ediniyor. 

    A Big Bold Beautiful Journey (2025)

    Colombus (2017), After Yang (2022) ve Pachinko (2022) gibi yapımlarla tanıdığımız Kogonada’nın yeni filmi A Big Bold Beautiful Journey’in resmi fragmanı CinemaCon’da görücüye çıktı. Yönetmeni bir kez daha Colin Farell’la buluşturan filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Margot Robbie, Lily Rabe, Jodie Turner-Smith, Phoebe Waller-Bridge, Billy Magnussen, Brandon Perea, Sarah Gadon gibi isimler yer alıyor. Senaryosunu Seth Reiss’ın kaleme aldığı film 19 Eylül 2025’te gösterime girecek. 

    Klara and the Sun

    Geçmişte kitapları The Remains of the Day (1993) ve Never Let Me Go gibi filmlerle beyazperdeye taşınan Kazuo Ishiguro’nun en son romanı Klara and the Sun’ın sinema uyarlaması da Sony’nin CinemaCon’da adını geçirdiği filmler arasındaydı. Taika Waititi’nin yönettiği Klara and the Sun’ın oyuncu kadrosunda Jenna Ortega, Amy Adams, Mia Tharia, Natasha Lyonne, Simon Baker ve Steve Buscemi gibi isimler yer alıyor. Klara isimli bir robotun kendisini satın alan farklı ailelerle beraber yaşamını ve onlarla kurduğu ilişkileri merkezine alan filmin vizyon tarihi hakkında CinemaCon sırasında beklenenin aksine herhangi bir duyuru yapılmadı.

  • Tüm Zamanların En Yüksek Gişe Yapan Animasyon Filmleri

    Tüm Zamanların En Yüksek Gişe Yapan Animasyon Filmleri

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Geçtiğimiz aylarda Hollywood, Çin yapımı animasyon filmi Ne Zha 2’nin hem ülkesinde hem dünyada hasılat rekorları kırıp Inside Out 2’yi tahtından etmesiyle büyük bir sürpriz yaşadı. Çin mitolojisinden ilham alan ve yönetmen Jiaozi’nin imzasını taşıyan ilk filmin (Ne Zha) devamı niteliğindeki Ne Zha 2, dünya çapında 2,1 milyar dolar değerinde bir gişe elde etti. Eğer Ne Za 2 ve Inside Out 2 dışında başka hangi animasyon filmlerin hasılat rekorları kırdığını merak ediyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch olarak hazırladığımız bu rehber sayesinde, gişe rekortmeni animasyonları hangi platformlardan izleyebileceğinizi de öğrenebilirsiniz. 

    1. Ne Zha 2 (2025) - 2,1 milyar dolar

    Çin mitolojisindeki aynı adlı karaktere ve Xu Zhonglin’in 16. yüzyılda yazdığı romanına  “Fengshen Yanyi” (Tanrıların Yaratılışı) dayanan Ne Zha (2019), vizyona girdiği dönemde, ABD yapımı olmayan animasyonlar arasında en yüksek gişe yapan film olarak büyük beğeni topladı. IMAX formatında çekilen ilk Çin yapımı animasyon olan Ne Zha’nın devam filmi ise geçtiğimiz aylarda gösterime girdi. Vizyon tarihi tam Çin Yeni Yılı’na denk gelen Ne Zha 2, 80 milyon dolarlık bütçesi karşısında 2,1 milyar dolar hasılat elde ederek rekor kırdı. Şimdilik 2025 yılının en yüksek gişeli filmi olarak kabul edilen film ayrıca tüm zamanların en yüksek hasılatlı yapımları listesinde de beşinci sıraya yerleşti. 

    2. Inside Out 2 (2024) - 1,69 milyar dolar

    2015 yılında gösterime giren Inside Out, Pixar Stüdyoları’nın animasyon tarzıyla özdeşleşen Toy Story serisinin popülerliğini geride bırakıp hem çocuklar hem de yetişkinler nezdinde inanılmaz bir hayran kitlesi kazanmayı başardı. Riley isimli küçük bir kızın zihnindeki Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku ve Tiksinti duygularına odaklanan filmin, dokuz yıl sonra çekilen devam filmi Inside Out 2 (2024), şaşırtıcı bir şekilde ilk filmin gişe başarısını ikiye katlayarak 1,6 milyar dolarlık hasılat elde etti. Riley’nin ergenliğe girmesiyle zihninde etkili olmaya başlayan Kaygı, Gıpta, Bıkkınlık ve Utanç duygularının diğer duygularla çekişmesini konu edinen film, tüm zamanların en yüksek gişeli filmleri listesinin ise dokuzuncu sırasında yer alıyor. 

    3. The Lion King (2019) - 1,65 milyar dolar 

    Disney, hayranlarının en çok sevdiği klasik animasyon serileri arasında yer alan Aslan Kral’ı 2019’da olarak yeniden uyarlamaya karar verdi. Özellikle The Jungle Book’un uyarlamasının gişe başarısının büyük rol oynadığı bu yeni uyarlamanın yönetmenliğini ise Jon Favreau üstlendi. CGI kullanılarak yaratılan karakterlerin neredeyse gerçek aslanlar gibi görünmeleri sebebiyle The Lion King (2019) ne ölçüde animasyon film olarak kabul edilebileceği epey tartışma yaratsa da film seyirci nezdinde yankı buldu. Yaklaşık 260 milyon doları bulan bütçesiyle tüm zamanların en maliyetli filmleri arasında yer alan yapımın benzer animasyon tarzına sahip prequel’ı Mufasa: The Lion King, 2024 yılında gösterime girdi. 

    4. Frozen 2 (2019) - 1,45 milyar dolar

    Arendelle Kraliçesi Elsa’nın kız kardeşi Anna, dostları Kristoff ve Olaf’la beraber maceralarının devam ettiği Frozen 2 (2019) kız kardeşlerin ailelerinin geçmişine ve krallığı çevreleyen ormanla ilgili sırları keşfetmesini konu edindi. İlk filmden farklı olarak kolektif travmalar, kolonyalizm ve geçmişin yaralarını tamir etme çabaları gibi günümüz toplumlarında da yankı bulan temalara sahip film aynı zamanda bir müzikal olduğu için özgün müzikleriyle de büyük beğeni topladı. Vizyona girdiği dönemden itibaren üç yıl boyunca, gişede en yüksek hasılatlı açılışı yapan animasyon filmi unvanını kazanan Frozen 2’nin devam filminin ise 2027 yılında vizyona girmesi bekleniyor. 

    5. The Super Mario Bros. Movie (2023) - 1,36 milyar dolar

    Bugün farklı kuşaklardan çok sayıda insanın bildiği ve sevdiği Mario’nun, video oyunlarından dizilere çok sayıda uyarlamaya sahip. Karakterin sinema uyarlamaları arasından Aaron Horvath ve Michael Jelenic imzalı The Super Mario Bros. Movie (2023) vizyona girdiği yıl sürpriz bir başarıya imza attı. Popülerliğinde hiç şüphesiz Chris Pratt, Jack Black, Anya Taylor-Joy, Charlie Day, Keegan-Michael Key, Seth Rogen ve Fred Armisen gibi isimlerin yer aldığı seslendirme kadrosunun büyük payı olan film gişede 1,36 milyar dolarlık hasılat elde etti ve en yüksek gişe başarısına sahip video oyunu uyarlaması olarak Guinness rekoru kırdı. 

    6. Frozen (2013) - 1,29 milyar dolar

    Disney’in yakın dönemdeki en sevilen film serileri arasında kabul edilen Frozen, özellikle küçük kız çocukları arasında büyük bir fenomene dönüştü. Stüdyoyla özdeşleşen klasikleşmiş prenses anlatılarına Elsa ve Anna aracılığıyla yeni ve çok daha modern bir yorum getiren Frozen güçlü kadın karakter temsilleri açısından da seyirciden ve eleştirmenlerden geçer not aldı. Buzla ilgili sihirli güçleri duygularıyla bağlantılı olduğu için onları kontrol etmekte güçlük çeken Prenses Elsa’nın anne ve babası ölünce tahta geçmek zorunda kalmasını konu edinen müzikal film “Let It Go” ve “Do You Want to Build a Snowman?” gibi şarkılarıyla da akıllara kazındı. 

    7. Incredibles 2 (2018) - 1, 24 milyar dolar

    Her biri farklı süper güçlere sahip bir aileye odaklanan bir ailenin maceralarını anlatan The Incredibles, vizyona girdiği dönemde büyük bir hayran kitlesi kazansa da yönetmen Brad Bird’in serinin devam filmiyle geri dönmesi 14 yıl sürdü. Bob (Mr. Incredible), Helen (Elastigirl), Violet, Dash, Jack-Jack’in yanında Lucius Best (Frozone) ve Edna Mode gibi sevilen karakterlerin yeniden seyirciyle buluştuğu Incredibles 2’nin seslendirme kadrosunda Craig T. Nelson, Holly Hunter, Bob Odenkirk, Samuel L. Jackson gibi isimler yer aldı. Halkın süper kahramanlara güvenini kaybetmesi sonrasında imajlarını düzeltmeye çalışan kahramanların macerasını anlatan film gişede 1,24 milyar dolarlık hasılat elde etmeyi başardı. 

    8. Minions (2015) - 1,15 milyar dolar

    Dünyanın en büyük hırsızı olmaya çalışırken beklemediği bir şekilde üç kız babası olan Gru’nun maceralarını anlatan Despicable Me serisinde, Gru’nun sevimli ve yaramaz yardımcıları Minyonlar herkesin sevgisini kazandı. 2015 yılında vizyona giren Minions, bu sarı yaratıkların ortaya çıkış hikâyelerine ve Gru’yla tanışmadan önce tarih boyunca dünyanın en kötülerine hizmet etmeye çalışırken sebep oldukları türlü kargaşalara odaklandı. Vizyona girdiği dönemde Illumination Stüdyoları’nın en yüksek hasılat (1,15 milyar dolar) elde eden filmi olan Minions’ın devam filmi Minions: The Rise of Gru, 2022 yılında gösterime girdi. 

    9. Toy Story 4 (2019) - 1,07 milyar dolar

    Pixar denince ilk akla gelen animasyon filmleri arasında yer alan Toy Story serisi, 2010 yapımı üçüncü filmle noktalansa da, stüdyo dokuz yıl aradan sonra hayranlarını sevindirerek dördüncü filme imza attı. Yönetmen koltuğunda Josh Cooley’in oturduğu Toy Story 4 Bonnie ve dostlarıyla beraber yolculuk yapan Woody’nin onlardan ayrıldığı zaman hayatının aşkı Bo Peep’le yeniden karşılaşmasını konu edindi. 1,07 milyar dolar hasılat elde eden film, En İyi Animasyon Oscar’ıyla ödüllendirildi.  

    10. Toy Story 3 (2010) - 1,06 milyar dolar

    2010 yapımı Toy Story 3, Pixar’ın en sevilen serilerinden birine hem heyecan hem de duygusallık katan (geçici) bir kapanış sundu. Andy’nin büyümesiyle oyuncaklarının yeni bir yolculuğa çıkmak zorunda kalmasını konu alan film, Woody ve arkadaşlarını bir anaokulunda hayatta kalma mücadelesi verirken bir araya getirdi. Lee Unkrich’in yönettiği yapım, gişede 1,05 milyar doları aşan başarısıyla dikkat çekerken, En İyi Animasyon Oscar’ını kazanarak serinin unutulmazları arasına girdi. 

    Gişe rekortmeni animasyon filmleri Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Eğer siz de animasyon filmleri çok seviyorsanız ve izleyecek yeni ve yaratıcı animasyonlar arıyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch olarak hazırladığımız rehberde yer alan tüm filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden erişiminiz olduğuna göz atın. Filtreleme özelliği sayesinde kiralama, satın alma veya abonelik seçenekleri arasından dilediğinizi seçin.

  • The Big Bang Theory’yle Bağlantılı Tüm Dizileri Çevrimiçi İzleyin

    The Big Bang Theory’yle Bağlantılı Tüm Dizileri Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    2007 yılında Chuck Lorre ve Bill Prady tarafından yaratılan The Big Bang Theory kısa bir süre içinde tüm zamanların en popüler sit-com’larıından bir tanesine dönüştü. Türkiyeli seyircinin CNBC-E kanalı sayesinde tanıdığı dizi özellikle doksanlı yıllar kuşağında ciddi bir hayran kitlesi buldu kendine. İki fizikçi ev arkadaşın, komşuları ve üniversiteden diğer yakın arkadaşlarıyla gündelik yaşamına odaklanan dizi geek kültürünü ve mizahını çok daha bilinir ve tanınır hale getirdi.

    Toplamda 12 iki sezon süren The Big Bang Theory’nin, streaming platformlarıyla genç kuşaklarca yeniden keşfedilmesi, Lorre ve Prady’nin, spin-off’larla dizinin evrenini genişletmesine ön ayak oldu. JustWatch’ın hazırladığı bu rehber sayesinde The Big Bang Theory ile bağlantılı tüm dizileri hangi sırayla ve hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi keşfedin!

    The Big Bang Theory (2007)

    Kaliforniya’da yaşayan ve üniversitede fizik bölümünde çalışan ev arkadaşları Leonard ve Sheldon’ın, yakın arkadaşları Raj ve Howard’la beraber gündelik yaşamını merkezine alan The Big Bang Theory, ikilinin yaşadığı dairenin karşısına aktris olma hayallerini kuran Penny’nin taşınmasıyla başladı. Parlak zekâsına rağmen sosyal açıdan son derece geçimsiz olan Sheldon karakteri, mimikleri, jestleri ve konuşmasıyla kısa sürede bir ikona dönüştü. Video oyunları, çizgi romanlar, bilim kurgu ve fantastik türlerinde kült diziler ve filmler konusunda takıntı düzeyinde bilgi sahibi olan bu grubun Penny’yle ve diğer kadınlarla olan uyumsuzluğu genelde dizinin odak noktasını oluşturdu. İlk kez üçüncü sezonda yer alan Amy ve Bernadette karakterleri ise ilerleyen sezonlarda dizi ekibine kesin olarak dahil oldu. 

    Young Sheldon (2017)

    Yukarıda da belirttiğimiz üzere The Big Bang Theory’nin başarısında, Jim Parsons’ın canlandırdığı Sheldon Cooper’ın dizinin hayranları nezdindeki popülerliğinin etkisi çok büyüktü. Sezonlar ilerledikçe duygusal açıdan daha anlayışlı birine dönüşmesini izlediğimiz Sheldon’ın Teksas’taki çocukluğuna odaklanan spin-off dizi Young Sheldon, 2017 yılında The Big Bang Theory devam ederken yayına başladı. Küçük yaşta bir dahi olan Sheldon’ın pek de uyum sağlayamadığı yaşıtlarıyla ilişkilerinin yanı sıra kendisinden son derece farklı olan ailesiyle olan dinamiklerine odaklanan dizi toplamda yedi sezon sürdü. Sheldon’ın annesi Mary, babası George Sr., büyükannesi Meewa, ablası Missy ve abisi Georgie’yle olan ilişkileri karakterine daha da renk kattı.  

    Georgie & Mandy’s First Marriage (2024)

    Young Sheldon’ın ardından Chuck Lorre ve Steven Molaro, bir The Big Bang Theory spin-off’u daha kaleme aldı ve bu defa Sheldon’ın abisi Georgie’yi merkezine alan Georgie & Mandy’s First Marriage’a imza attı. Kendisinden on iki yaş büyük olan Mandy’yle evlenen Georgie’nin eşi ve kızı CeeCee’yle günlük yaşamına odaklanan dizinin anlatısı evliliğin ve genç yaşta ebeveyn olmanın zorlukları üzerine kurulu. Young Sheldon’dan tanıdık yüzlerin konuk oyuncu olarak yer aldığı dizi 2024 Ekim’inde yayına başladı ve ikinci sezon onayını çoktan aldı. 

    'The Big Bang Theory' ve onunla bağlantılı tüm dizileri Türkiye’den çevrimiçi izleyin

    Geçtiğimiz aylarda Chuck Lorre, The Big Bang Theory ile bağlantılı yeni bir dizi projesi üzerinde çalıştığını duyurdu. Projeye henüz resmi olarak yeşil ışık yakılmasa da, orijinal diziden Stuart, Kripke, Denise ve Bert’ün geri dönmesi bekleniyor. The Big Bang Theory ve spin-off dizilerinin Türkiye’de hangi platformlarda izlenebileceğine dair tüm gelişmelere, bu sayfayı sık sık ziyaret ederek rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

  • Michael Fassbender’ın Beyazperdedeki En İyi Performansları

    Michael Fassbender’ın Beyazperdedeki En İyi Performansları

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    X-Men filmlerinde Magneto rolündeki performansıyla büyük kitlelerin beğenisini kazanan, bunun dışında Steve McQueen’le çektiği etkileyici dramalarla tanınan Michael Fassbender son dönemde titiz ve soğukkanlı bir seri katili canlandırdığı Netflix yapımı The Killer’da dikkat çekmişti. Almanya ve İrlanda asıllı BAFTA ödüllü aktör, bu yıl ise geçtiğimiz haftalarda vizyona giren suç gerilimi Black Bag ile karşımızda. Yönetmen koltuğunda Steven Soderbergh’in oturduğu ve başrolde kendisine Cate Blanchett’in eşlik ettiği filmde Fassbender, eşiyle beraber İngiliz istihbarat servisi için çalışan bir casusu canlandırıyor. 

    Michael Fassbender’ın filmografisine göz atıp, hafızanızı tazelemek istiyorsanız doğru adrestesiniz! JustWatch ekibi olarak hazırladığımız bu liste sayesinde Fassbender’ın kariyerine damga vuran performanslarını ve söz konusu filmleri nereden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. 

    Shame (2011)

    Michael Fassbender, kariyerinin en dokunaklı ve çarpıcı performanslarından birine Steve McQueen’in Shame filminde imza attı. Filmde New York’ta yaşayan seks bağımlısı yönetici Brandon’ı canlandıran Fassbender bu rolüyle Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. Bar şarkıcısı olarak çalışan kız kardeşi Sissy’nin (Carry Mulligan) ona haber vermeden evinde birkaç gün geçirmek için gelmesi Brandon’ın düzenini altüst eder. Fassbender, seks takınıtısı yüzünden kendisinden nefret eden ve bitmek bilmeyen bir utanç duygusuyla boğuşan Brandon’ın tüm iç çelişkilerini ve kırılganlığını başarıyla ekrana taşıdığını söylemek mümkün.  

    Inglourious Basterds (2009)

    Quentin Tarantino’nun Nazi Almanyası ve 2. Dünya Savaşı’nın gidişatını kendine özgü üslubuyla yeniden yazdığı Inglourious Basterds, çok sayıda oyuncusunun birbirinden başarılı performanslarıyla hafızalarda iz bırakan bir film. Amerikalı Yahudi askerlerin Hitler’e suikast düzenlemek amacıyla organize ettikleri operasyonu konu edinen filmde Fassbender, Teğmen Aldo Raine’le (Brad Pitt) beraber çalışan İngiliz komutan Archie Houx’u canlandırdı. Alman askeriymiş gibi davranan ancak içki siparişi verirken yaptığı el hareketiyle kimliğini ele veren Houx’un sahnesi bugün bile filmin en ikonik sahnelerinden biri olarak hatırlanıyor.

    Steve Jobs (2015)

    2011 yılında hayatını kaybeden Apple’ın kurucu ortağı ve CEO’su Steve Jobs, bu dönemde popüler kültürde epey dikkat çeken bir figür haline gelmişti. Ashton Kutcher’ın başarılı iş adamının gençliğini canlandırdığı Jobs’ın ardından Danny Boyle, senaryosunu Aaron Sorkin’in yazdığı bir biyografi filmi daha çekti. Steve Jobs filminde başrolü üstlenen Michael Fassbender’ın performansı, özellikle Jobs’un çalışma arkadaşları ve yakınları tarafından büyük beğeni topladı. Jobs’un hayatının ilk Macintosh bilgisayarının piyasaya sürüldüğü zamandan iMac lansmanına kadarki 14 yıllık dönemini kapsayan film, başarılı CEO’nun kızı Lisa’yla olan çalkantılı ilişkisini merkezine aldı. 

    The Killer (2023)

    David Fincher’ın Fransız bir grafik roman serisinden beyazperdeye uyarladığı The Killer, Fassbender’ın son yıllarda en çok konuşulan filmlerinden bir tanesi. Prensip sahibi ve son derece titiz bir tetikçinin, bir görevinde başarısız olması üzerine kız arkadaşının saldırıya uğraması ve işverenleri tarafından bir hedef haline gelmesini konu edinen film, tetikçinin hep peşindekileri alt etme hem de sevgilisinin intikamını alma çabalarına odaklanmıştı. Fassbender’ın dış ses aracılığıyla anlatıcı olarak da yer aldığı filmde, kalabalıklar içinde “hiç kimse” olmaya çalışan, gerçek kimliğine dair hiçbir şey öğrenemediğimiz bu anti-karakteri olabilecek en mesafeli şekilde ekrana taşıdığı için başarılı bir performansa imza attığını söyleyebiliriz. 

    Frank (2014)

    Başarılı oyuncunun kariyerine baktığımız zaman genelde daha ağır ve ciddi konulara sahip dramalarda rol aldığını görmek mümkün. Bu açıdan, Lenny Abrahamson’un yönettiği Frank adının geçirilmesini hak eden bir istisna. Filmde kafasında kocaman bir başlıkla dolaşan eksantrik müzisyen Frank’i canlandıran Fassbender, yüzü görünmediği için duygularını yalnızca sesi, vücudu ve jestleriyle yansıtmaya çalıştığı bu zorlu rolün de layığıyla altından kalkarak eleştirmenlerin beğenisini topladı. 

    Fish Tank (2009)

    Genellikle sorunlu ilişkilere sahip alt sınıf ailelerin ve gençlerin hayatlarını merkezine alan toplumsal gerçekçi filmleriyle tanınan Andrea Arnold’un Fish Tank filminde Michael Fassbender ahlaki açıdan oldukça kompleks bir figür olan Connor O’Reily rolünde derinlikli bir karakter portresi çizdi. 15 yaşındaki yalnız ve asi Mia’nın annesi Joanne’ın yeni sevgilisi Connor, genç kıza yakınlık gösterip, onun ilgisini manipüle etmekten çekinmeyen; işler ciddileştiğinde de kendi çıkarlarından başka hiçbir şeyi umursamayan bir karakter olarak çıktı karşımıza. Fassbender, bencil ama bir o kadar da karizmatik Connor’la iyi-kötü gibi net kalıplara sığmayan derinlikli bir performansa imza attı.  

    12 Years a Slave (2013)

    Fassbender, Steve McQueen’le üçüncü işbirliğine imza attığı 12 Years a Slave ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında ilk Oscar adaylığını kazandı. Solomon Northup’un aynı adlı özyaşam öyküsünden uyarlanan film, Northup’un özgür bir müzisyen olmasına rağmen kandırılıp kaçırılarak Güney’e bir köle olarak satılmasını ve 12 yıl boyunca esaret altında yaşamasını konu edindi. Fassbender filmde sadist, acımasız toprak sahibi Edwin Epps rolünü üstlendi. 

    X-Men: First Class (2011)

    Fassbender, kariyerinin önemli performanslarından biri, X-Men serisinin prequellarında canlandırdığı Erik Lehnsherr / Magneto karakteriydi. Önceki filmlerde Ian McKellen’ın hayat verdiği Magneto’nun henüz genç bir mutantken Charles Xavier’le tanıştığı dönemi ve aralarında yeşeren dostluğu konu edinen X-Men: First Class’ta Fassbender’ın rol arkadaşı James McAvoy’la aralarındaki kimya seyircinin beğenisini topladı. Başarılı oyuncu bu filmde Erik’in, İkinci Dünya Savaşı’nda soykırım yüzünden yaşadığı travmaların ilerde kişiliğini ve inançlarını nasıl şekillendirdiğini incelikli bir şekilde beyazperdeye yansıttı ve Magneto karakterine derinlik katarak Marvel hayranlarının sempatisini kazandı. 

    Prometheus (2012)

    Michael Fassbender, X-Men dışında Hollywood’un en ünlü bilim kurgu serileri arasında kabul edilen Alien’ın prequel filmlerinde Prometheus gemisinin bakımından sorumlu android David’i canlandırdı. Ridley Scott’un yönetmenliğini üstlendiği Prometheus’ta Fassbender, çocuksu merakı, soğukkanlılığı ve bu iki unsuru bir arada barındırmasıyla ortaya çıkardığı tehditkar izlenimle özgün bir karakter inşa etmeyi başardı. Fassbender’ın performansı hem seyirci hem de eleştirmenler tarafından beğenilince serinin devam filmi Alien: Covenant’ta David’in yanı sıra daha ileri bir model olan Walter rolünü de üstlendi ve bu ikili rolle performansına daha da derinlik kattı. 

    Slow West (2015)

    Oyuncunun kariyerinden bahsedilirken pek adı geçirilmese de John Maclean’in ilk uzun metrajı Slow West’te de Fassbender, ilgi çekici bir karaktere imza atmıştı. Başrolü Kodi Smit-McPhee’yle paylaşan oyuncu filmde Silas Selleck isimli bir ödül avcısını canlandırdı. Smit-McPhee’nin karakteri Jay Cavendish’le yolu kesişen Silas, Jay’in âşık olduğu genç kızın ve babasının başlarına ödül konduğunu öğrenince Jay’e yardım edeceğini söyleyip aslında 2000 dolarlık ödülün peşine düşmüştü. Zaman geçtikçe Jay’e bağlanan Silas’ın geçirdiği ahlaki değişimi vurgulayan bir oyunculuk ortaya koyan Fassbender, bu rolle kanun kaçağı tarzı anti-kahraman figürüne modern bir yorum getirmişti.

    Michael Fassbender’ın filmlerini Türkiye’de nereden izleyebilirim?

    JustWatch ekibinin hazırladığı streaming rehberi sayesinde Michael Fassbender’ın en başarılı performanslarını sergilediği bu on filmi Türkiye’de hangi dijital platformlar aracılığıyla izleyebileceğinizi öğrenin. Sayfada yer alan kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden platformu kolayca bulabilirsiniz.

  • Adolescence’ı Sevdiyseniz Bu Dizi ve Filmleri de Seveceksiniz

    Adolescence’ı Sevdiyseniz Bu Dizi ve Filmleri de Seveceksiniz

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Netflix’te geçtiğimiz günlerde yayına başlayan İngiltere yapımı mini dizi Adolescence kısa sürede dünya çapında izlenme rekorları kırarak platformun son dönemlerdeki en gözde yapımları arasında ilk sıralara yükseldi. Her bölümü plan-sekans olarak çekilen Adolescence patriyarkanın, sistematik zorbalığın ve “incel kültürü”nün çağımızın gençlerini ne denli etkileyebileceğini konu edinen çarpıcı bir suç dizisi. Jack Thorne ve Stephen Graham’ın imzasını taşıyan dizinin yönetmenliğini ise Philip Barantini üstleniyor. 

    Adolescence’ı izleyip çok beğendiyseniz ve benzer tarzda başka yapımlar izlemek istiyorsanız doğru adrestesiniz. JustWatch ekibinin hazırladığı bu sayfa sayesinde Adolescence benzeri film ve dizileri Türkiye’de nereden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. 

    Baby Reindeer (2024)

    Netflix bir dizisiyle en son Richard Gadd’in hem yazıp hem de başrolünü üstlendiği Baby Reindeer’la bu denli popüler olmuştu. Stand-up komedyeni Donny’nin, kendisini takıntılı bir şekilde takip eden Martha isimli bir kadınla olan ilişkisini konu edinen Baby Reindeer’da Donny  hayatının kontrolünü elinde tutmaya çalışırken, geçmiş travmalarının pençesinde giderek daha kırılgan hale geliyordu. Adolescence da tıpkı Baby Reindeer gibi psikolojik gerilimi ve duygu yoğunluğu yüksek bir drama dizisi. 

    Unbelievable (2019)

    Yine Netflix yapımı olan Unbelievable adlı mini dizi şüpheli ve göründüğünden çok daha karmaşık bir soruşturmayı konu ediniyor. Tecavüze uğradığına dair polise şikayette bulunan, ancak sonrasında şikâyetini geri çeken Marie Adler’ı merkezine alan Unbelievable, çevresi onu yalancılıkla suçlamasına rağmen ona inanan iki kadın dedektifin vakayı çözme çabalarına odaklanıyor. Genç bir bireyin kendisini son derece acımasız ve zorlu bir süreç olabilen bir adli soruşturmanın ortasında bulmasının psikolojik sonuçlarını ele almaları açısından da benzerlik taşıyan Adolescence ve Unbelievable duygusal ve psikolojik travmaların izlerini sürüyor.

    Mindhunter (2017)

    David Fincher ne zaman yeni bir projeye başlasa, hayranlarının üçüncü sezonunu çekmediği için tepki gösterdiği Mindhunter, suç ve drama dizileri denince ilk akla gelen yapımlardan bir tanesi. 1970’li yıllarda FBI bünyesindeki Davranış Birimi’nde çalışan Holden Ford ve Bill Tench adlı iki ajanın etrafında şekillenen dizi, ikilinin güncel vakaları çözmek için hüküm giymiş katillerle röportaj yaparak, onları cinayet işlemeye iten motivasyonlarını anlama çabalarını konu ediniyor. Adolescence ve Mindhunter, konu itibariyle pek benzerlik göstermese de cinayeti kimin değil de söz konusu kişinin cinayeti neden işlediği sorusunu sormaları açısından paralellikler taşıyor.  

    Criminal: United Kingdom (2019)

    Ağır suç veya cinayet soruşturmalarını konu edinen diziler genellikle her bölümde bir vakaya odaklanan standart bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda Criminal: United Kingdom, türün diğer örneklerinden pek de ayrılan bir yapım değil. Ama özellikle İngiltere toplumuna ışık tutması açısından Adolescence’ta da karşımıza çıkan toplumsal dinamikleri anlayabilmek için ilgi çekici bir alternatif olabilir. Ayrıca Kit Harrington, Kunal Nayyar, David Tennant, Hayley Atwell gibi başarılı oyuncular dizide konuk oyuncu olarak yer aldığını da not düşelim.

    En helt vanlig familj - A Nearly Normal Family (2023)

    Türkçeye “Neredeyse Sıradan Bir Aile” başlığıyla çevrilen İsveç dizisi En helt vanlig familj, Adolescence’la benzer bir konuyu ele alıyor. Dizi, 15 yaşındaki kızları Stella, Christopher Olsen isimli bir iş insanını öldürmekle suçlanan Sandell ailesine odaklanıyor. Tıpkı SAdolescence’taki Miller ailesi gibi bir durumla karşı karşıya kalan Ulrika ve Adam Sandell’ın, kızlarını kurtarmak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu görüyoruz…

    Störst av allt - Quicksand (2019)

    Yine İsveç yapımı bir suç - psikolojik drama dizisi olan Störst av allt, lisede silahlı saldırı gerçekleştirmek ve eski erkek arkadaşı Sebastian’ı öldürmekle suçlanan 18 yaşındaki Maja Norberg’in hikâyesini anlatıyor. Aynı adlı romandan televizyona uyarlanan dizide Maja, soruşturmanın başından suçunu itiraf etse de avukatı Peder Sander, olayın anlatılandan çok daha karmaşık olduğuna ikna oluyor. Dizi boyunca olayları Maja’nın perspektifinden izlediğimiz yapım, seyircinin “gerçeği” flashback’ler aracılığıyla yavaş yavaş inşa etmesine olanak tanıyor. 

    Un monde (2021)

    Adolescence’ta Jamie’nin okul arkadaşları tarafından sistematik bir şekilde akran zorbalığına maruz kaldığını görmüştük. Hikâyesinde cinayet gibi sarsıcı ve travmatik bir unsur olmasa da Belçikalı yönetmen Laura Wandel’in imzasını taşıyan Un monde da akran zorbalığının çocuklar ve gençler açısından nasıl yıkıcı etkilerinin olabileceğini ortaya koyan çarpıcı bir film. Abel ve Nora isimli iki kardeşin yeni başladıkları okullarında diğer çocuklar tarafından zalimce zorbalandığı filmde, çevresindekilerin davranışlarının kardeşlerin arasındaki ilişkiyi de zedelemesi ele alınmıştı. 

    Boiling Point (2021)

    Adolescence’ın arkasındaki yaratıcı ekibin imzasını taşıyan Boiling Point konu itibariyle oldukça farklı bir film. Yönetmen Philip Barantini’nin tamamını tek planda çektiği filmde, Adolescence’in yapımcısı ve oyuncularından Stephen Graham’ı başrolde izliyoruz. Londra’nın önde gelen restoranlarından birinin mutfak şefi Andy Jones’un ve ekibinin stresli bir akşam yemeği servisinde yaşadıklarını dinamik ve gerilimli bir şekilde ekrana taşıdığı film, Barantini’nin yönetmenlik tarzını sevenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir yapım. Filmin başarısının ardından devamının BBC tarafından dizi olarak çekildiğini de not düşelim!

    Adolescence’a benzer yapımları nereden izleyebilirim?

    JustWatch ekibinin hazırladığı bu streaming rehberi sayesinde Netflix’in son dönemdeki en popüler dizisi Adolescence’a benzer dizileri ve filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden seçeneği tercih edebilirsiniz.

  • Bong Joon-ho’nun Tüm Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Bong Joon-ho’nun Tüm Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Güney Kore sinemasının en başarılı auteur’leri arasında kabul edilen Bong Joon-ho, 2019’da En İyi Film Oscar’ını kazanan Parasite’la ülkesinin sınırlarını aşarak tüm dünyada bir fenomene dönüştü. Bu zaferden sonra önünde Hollywood’un tüm kapıları açılan usta yönetmen bu yıl Mickey 17 isimli bilim kurgu filmiyle salonlara geri döndü. Başrollerinde Robert Pattinson, Mark Ruffalo, Toni Collette, Steven Yeun ve Naomi Ackie’nin yer aldığı Mickey 17’i izlemeye hazırlanıyorsanız ya da izledikten sonra Bong Joon-ho’nun sinemasını daha yakından incelemek istiyorsanız bu sayfa tam size göre. JustWatch ekibi olarak hazırladığımız bu sayfa usta yönetmenin tüm filmleriyle ilgili bilgileri bulabilir, bu filmleri Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. 

    8. Barking Dogs Never Bite - Havlayan Köpekler Isırmaz (2000)

    Bong’un ilk uzun metrajı olan Barking Dogs Never Bite, yönetmenin sinemasına özgü kodların ve temaların henüz tam olarak oturmadığı ancak güçlü sinyallerinin sezildiği eklektik bir kara komedi. İşsiz bir akademisyenin yaşadığı binadaki köpek havlamalarından rahatsız olup dayanamayacak noktaya gelince bu işi kendi bildiği yoldan çözmeye karar vermesini konu edinen film, pastel renkleri, simetrik kadrajları ve eksantrik mizahıyla Bong’un henüz “bir şeyler denediği” bir sinema anlayışına sahip. Yine de filmin kafkaesk tonu ve sosyopolitik alt metni yönetmenin ilerde de göreceğimiz üzere güçlü bir potansiyele sahip olduğunu kanıtlıyor. 

    7. Mickey 17 (2025)

    Edward Ashton’ın Mickey7 adlı bilim kurgu romanından uyarlanan Mickey 17, sancılı bir prodüksiyon süreci geçirdi. Universal’a 120 milyon dolara mal olsa da gişe rakamları beklenenin altında kaldığı için birçoğunun bir başarısızlık olarak nitelendirdiği Mickey 17 aslında Bong sinemasının aşina olduğumuz tüm unsurlarını bünyesinde barındırıyor. Çevre, türcülük ve ekoloji temalar etrafında şekillenmesi sebebiyle daha çok Okja’ya benzetebileceğimiz film politik hiciv konusunda biraz abartıya kaçtığı ve karakterler arasındaki dinamikleri yeterince derinleştirmediği için yönetmenin hayranlarına zayıf gelebilir. Başrolde izlediğimiz Robert Pattinson ise muhteşem performansıyla filmi tek başına sırtında taşıyor desek yeridir!

    6. Okja (2017)

    Okja, farklı türleri son derece özgün bir şekilde harmanlayan ilginç anlatısıyla tasviri güç bir yapım olsa da şaşırtıcı biçimde ana akım seyirci nezdinde yankı bulmayı başaran bir film. My Neighbor Totoro’nun ekolojik bir fabl biçiminde yeniden yorumlanması gibi ifade edebileceğimiz filmde genetiği değiştirilmiş bir yaban domuzu ve onu besleyip büyüten küçük bir kızın dostluğu etrafında şekillenen film kapitalist tüketim kültüründen, hayvan haklarına çok çeşitli temaları ele alıyor. Jake Gyllenhaal ve Tilda Swinton’ın grotesk ve abartılı performanslarının özellikle dikkat çektiği film, görünürde Bong’un diğer filmleri kadar “karanlık” olmamasının sebebi ise, sosyal ve politik eleştirisini varoluşumuzu çok daha sinsi bir şekilde etkisi altına alan kapitalist sisteme hiciv aracılığıyla yöneltmiş olması. 

    5. Snowpiercer - Kar Küreyici (2013)

    Yönetmenin İngilizce çektiği film olmasıyla da kariyeri açısından bir dönüm noktasına karşılık gelen Snowpiercer her şeyden önce sıkı bir aksiyon filmi. Tüm dünyanın buzullarla kaplandığı distopik bir gelecekte hayatta kalan bir avuç insanın, dünyanın etrafını durmaksızın dolaşan bir trende hayatta kalmaya çalışması gibi ilginç bir konuya sahip olan Snowpiercer, sınıfsal tabakalaşma, örgütlülük ve politik aksiyon üzerine yaratıcı bir alegori sunuyor. Alt sınıf - üst sınıf ayrımını yatay bir düzlemde ilerleyen trende ele aldığı içinde görsel dünyası ayrıca ilginç olan filmde Chris Evans, Marvel Sinematik Evreni’ndeki filmlerindeki oyunculuğunun fersah fersah ötesinde bir performansa imza atıyor. 

    4. The Host - Yaratık (2006)

    Bong’un filmografisine baktığımız zaman popüler sinema türleriyle oynamayı sevdiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Temelinde Hollywood’un ana akım canavar filmlerinin kodlarını baz alan The Host, bu türe hem farklı bir yorum getiren hem de ufak da olsa hicveden bir tarza sahip. Han Nehri’ndeki kimyasal atıkların sebep olduğu kirlilik sebebiyle ortaya çıkan yaratığın Seul’de terör estirdiği filmde, bir babanın kızını kurtarma ve ailesini bir arada tutma çabalarını izliyoruz. Diğer canavar filmlerinin aksine Bong’un karakterleri idealize edilmiş kahramanlar olmaktan çok uzak ve yönetmen canavarın sebep olduğu kaosun ve aksiyonun ortasında bile karakterlerinin insani zaaflarını ve değerlerinin peşine düşmeyi bir an olsun bile ihmal etmiyor. 

    3. Mother - Ana (2009)

    Belki de yönetmenin filmografisinin en karanlık filmi diyebileceğimiz Mother tıpkı Memories of Murder gibi bir cinayet etrafında geçiyor. Güney Kore taşrasında geçen filmde zihinsel engelli oğluna derinden bağlı bir annenin, oğlu bir genç kızı öldürmekle suçlanınca onun masum olduğunu kanıtlama çabalarını takip ediyoruz. Kim Hye-ja’nın benzersiz bir performans sergilediği film bir cinayet soruşturmasının ötesinde, insanların sevdikleri uğruna neler yapabileceğini çok çarpıcı biçimde ortaya koyan ve tam da bu sebeple asap bozan bir film. 

    2. Parasite - Parazit (2019)

    Oscar tarihinde En İyi Film ödülünü alan ilk yabancı film olarak tarihe geçen Parasite, gişe rekorları kırarak Bong Joon-ho’nun uluslararası düzeyde geniş kitlelerce tanınmasına olan sağladı. Seul’un kenar mahallelerinde yaşayan bir ailenin, zekice bir plan yaparak hep beraber zengin bir ailenin evinde çalışmayı başlamasını konu edinen film, ilk bakışta tipik bir sınıf çatışması anlatısı gibi gözükse de bu çatışmaların maddi dünyada sahip olduklarımızın ötesinde; insan doğasının temeline kadar nüfuz ettiğini kanıtladığı için benzerlerinden farkını ortaya koyuyor. Parasite, Bong’un titizlikle tasarladığı mizansenleri ve gerilimi tırmandıran plan-sekanslarıyla âdeta bir yönetmenlik dersi niteliğinde. 

    1. Memories of Murder - Cinayet Günlüğü (2003)

    Amerikalıların Zodiac’ı varsa, Güney Kore’nin de Memories of Murder’ı var! 1986 yılından 1994 yılına kadar işlenen gizemli cinayetleri çözmeye çalışan polis dedektiflerinin hikâyesini anlatan film Bong’un sinema çevreleri tarafından kabul görmesini sağlayan yapım oldu. İyi polis - kötü polis gibi cinayet soruşturmalarında ve polisiye anlatılarda oldukça aşina olduğumuz unsurlarının yer aldığı film, bu temaları çok daha kompleks bir ahlaki düzlemde işleyerek seyircisinin de tıpkı ana karakterleri gibi bocalamasına sebep oluyor. Çekildiği dönemde katil hâlâ bulunamadığı için sonuyla bizlere tatmin edici bir final sunmayan film, tam da sebeple Güney Kore toplumunun ve kurumlarının toplumsal istikrarsızlık karşısında nasıl yetersiz kaldığına dair incelikli bir eleştiri ortaya koyuyor. 

  • Cate Blanchett’ın Beyazperdedeki En İyi Performansları

    Cate Blanchett’ın Beyazperdedeki En İyi Performansları

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Neredeyse 30 yıldır güzelliği ve zarafetiyle ekranlarda nefes kesen performanslara imza atan Cate Blanchett bugün Hollywood’un en başarılı aktrisleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Sekiz kez Oscar’a aday gösterilen ve bu adaylıklar arasından iki defa En İyi Kadın oyuncu ödülünü kazanan Avustralyalı oyuncu fantastik filmlerden bağımsız sanat filmlerine kadar oldukça geniş yelpazede roller üstlendi.

    En son Alfonso Cuaron’un Disclaimer dizisiyle beğeni toplayan Blanchett, ünlü yönetmen Steven Soderbergh’in yeni filmi Black Bag’de Michael Fassbender’la başrolü paylaşıyor. JustWatch ekibi olarak yetenekli aktrisin kariyerine damga vuran performanslarını bu sayfada bir araya getirdik. 

    TÁR (2022)

    Blanchett, Todd Field’ın Venedik Film Festivali’nde ve Oscar sezonunda büyük ses getiren filmi TÁR’da orkestra şefi ve besteci Lydia Tár rolünü üstlenerek kariyerinde yeni bir zirveye ulaştı. Hırslı, egoist. çıkarcı ama bir o kadar da yetenekli olan bu karakteri tüm zaafları ve çekiciliğiyle ustalıkla ekrana taşıyan oyuncu, karakter odaklı dramalarda çok az oyuncunun bu seviyede bir performans sergileyebileceğini de göstermiş oldu. Yıl boyunca anlatının Tár karakterine nasıl bir bakışla yaklaştığı üzerine sayısız tartışmanın devam ettiğini düşünürsek, filmin bu popülerliği büyük ölçüde Blanchett’a borçlu olduğunu söyleyebiliriz. 

    Carol (2015)

    Todd Haynes’ın, bugün artık Noel filmleri listelerinin demirbaşı haline gelmiş retro esintili aşk hikâyesi Carol, Blanchett’in daha ölçülü ama tam da bu yüzden son derece güçlü performanslarından bir tanesi. Patricia Highsmith’in The Price of Salt romanından uyarlanan filmde Blanchett’e Rooney Mara eşlik etti. Ellili yıllarda New York’ta fotoğrafçı olmak isteyen tezgahtar bir genç kadının, kendisinden yaşça büyük başka bir kadınla aşkını anlatan filmde Blanchett, kocasıyla sancılı bir boşanma süreci geçiren çekici ve gizemli Carol Aird’i canlandırdı. Maara’yla aralarında nefes kesici bir çekim yakalayan Blanchett, bu filmde ikonik kıyafetlerinden, kadifemsi ses tonuna kadar kariyerinin en unutulmaz karakterlerinden birini bahşetti biz seyirciye. 

    The Aviator (2004)

    Cate Blanchett’ın Martin Scorsese’yle beraber çalıştığı ilk (ve şimdilik son) film olan The Aviator, başarılı aktrise En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında ilk Oscar’ını kazandırdı. Howard Hughes’ın hayatını anlatan biyografik filmde Leonardo DiCaprio’yla başrolü paylaşan Blanchett, Hughes’ın fırtınalı bir aşk yaşadığı Katherine Hepburn’e hayat verdi. Hollywood’un en efsanevi kişiliklerinden biri olan Hepburn’ün zekâsını, karizmasını, hazırcevaplığını buluşturan Blanchett’ın, bu filmle Scorsese’nin filmografisindeki en özgün ve renkli kadın karakterlerden birine imza attığını söylemek mümkün.

    Blue Jasmine (2013)

    Genelde bazı oyuncuların Oscarlarını gerçekten hak ettikleri filmle değil de, gecikmeli olarak aldığı söylenir. Blanchett’ın En İyi Kadın Oyuncu kategorisindeki ilk Oscar’ı birçokları için bu şekilde yorumlansa da nevrotik Jasmine French yine de aktrisin unutulmaz rolleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Woody Allen, daha çok kendi alter egosu olarak tasarladığı erkek karakterlerin etrafında şekillenen filmlerle tanınsa da Blue Jasmine bu yöndeki istisnalardan bir tanesi. Blanchett’ı filmde kocası sahtecilik yaptığı için tüm serveti elinden alınan ve bu yüzden San Francisco’daki kız kardeşinin yanına taşınmak zorunda kalan alkolik ve dengesiz Jasmine rolünde izliyoruz. 

    Elizabeth (1998)

    Tarihsel biyografiler başrol oyuncularının performanslarını öne çıkarabilecekleri için kariyerleri açısından bir sıçrama tahtası görevi görür genellikle. Nitekim Shekhar Kapur’un Kraliçe Elizabeth’in İngiltere tahtına çıkış yıllarını anlattığı Elizabeth filminin de Cate Blanchett’ın kariyeri açısından benzer bir etkisi oldu. Elizabeth’in henüz kararsız ve toy bir lider olduğu ve Lord Robert Dudley’le aşk yaşadığı dönemi elen filmin 2007 yılında Elizabeth: The Golden Age adlı devam filmi de çekildi. 

    I’m Not There (2007)

    Blanchett’in Todd Haynes’le ilk işbirliği olan I’m Not There, Bob Dylan’ın hayatının farklı dönemlerini altı farklı oyuncunun beyazperdeye taşıdığı yaratıcı bir biyografi. Blanchett’ın yanı sıra Heath Ledger, Christian Bale, Marcus Carl Franklin, Richard Gere ve Ben Whishaw’ın ünlü müzisyeni canlandırdığı filmde Blanchett “Jude Quinn” isimli karakteri üstlendi. Dylan’ın folk müzikten uzaklaşıp elektronik müziği benimsediği döneme karşılık gelen bu kısımda, Blanchett sanatçının hem içsel hem de dışsal dünyada karşılaştığı gelgitleri yaratıcı bir biçimde ekrana taşıdı.  

    Manifesto (2017)

    Oyuncu nasıl ki I’m Not There’de Bob Dylan’ın farklı personalarından bir tanesini canlandırmıştı; Alman sanatçı Julian Rosefeldt’in projesi Manifesto’da bu defa kendisi 13 farklı rol üstlendi. Fütürizm’den Dadaizm’e, Pop-Art’tan Komünist Manifesto’ya 20. yüzyılın politik, toplumsal ve sanatsal tarihine damga vuran manifestolardan ilham alınarak hayata geçirilen Manifesto aslında başlangıçta çoklu ekranlı bir video yerleştirmesi olarak tasarlanmıştı. On iki kısa filmden oluşan projede âdeta bir bukalemun gibi rolden role giren Blanchett, performanslarında her zaman çok yönlülüğü ve radikalliği arayan bir isim olduğunu bir kez daha kanıtladı. 

    Rumours (2024)

    Genelde drama filmlerindeki performansları öne çıkan Blanchett, geçtiğimiz yıl Kanadalı eksantrik yönetmen Guy Maddin imzalı politik taşlaması Rumours’da rol alarak komedi konusunda aslında ne kadar yetenekli olduğunu hatırlattı bizlere. Global bir krizle ilgili ortak bir açıklama yazmaya çalışan G7 ülkeleri liderlerinin bu sırada ormanda kaybolmasının hikâyesini anlatan filmde Blanchett, Alman şansölyesi Hilda Ortmann’a hayat verdi. Angela Merkel’in parodisi diyebileceğimiz bu karakterin özellikle Kanada Başbakanı’yla olan ilişkisi izleyenleri kahkahaya boğacak düzeyde komik ve Blanchett’ın performansı için bile izlenmeye değer!

    The Lord of the Rings Üçlemesi

    Peter Jackson’ın The Lord of the Rings filmlerinde Cate Blanchett’ın ekran süresi görece az olsa da Lothlorien Ormanı’nın Leydisi Galadriel’in onun popüler kültür açısından en çok iz bırakan rolü olduğunu söyleyebiliriz. Elflere veren Güç Yüzüklerinden birinin sahibi olan Galadriel, Frodo’ya ve Yüzük Kardeşliği’ne Sauron’a karşı yürüttükleri mücadelede destek oldu. Sapsarı ve upuzun saçlarıyla Tolkien’in elf tasvirlerinin kusursuz bir şekilde vücut bulduğu bu karakter yıllar sonra çekilen Hobbit filmlerinde de karşımıza çıktı. 

    The Curious Case of Benjamin Button (2008)

    David Fincher’ın yaşlı bir adam görünümünde doğan giderek gençleşen Benjamin Button’ın hikâyesini anlattığı fantastik filminde elbette odak noktası büyük oranda başroldeki Brad Pitt’ti. Ancak Benjamin Button’ın hayatının farklı dönemlerinde bir şekilde yolunun kesiştiği büyük aşkı Daisy Fuller rolünde, Cate Blanchett da kayda değer bir performansa imza attı. Karakterinin hayatının farklı dönemlerinde geçirdiği değişimi görsel efekt ve prostetik makyajın ötesine taşıyan Blanchett’ın Brad Pitt’le yakaladığı kimya da beğeni topladı. 

    Cate Blanchett’in en iyi performanslarını çevrimiçi izleyin

    JustWatch ekibinin hazırladığı bu streaming rehberi sayesinde Cate Blanchett’ın en başarılı performanslarını Türkiye’de hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Kiralama, satın alma ve abonelik seçeneklerini filtreleyerek size en çok hitap eden seçeneği tercih edebilirsiniz.

  • Robert Pattinson’ın Beyazperdedeki En İyi Performansları

    Robert Pattinson’ın Beyazperdedeki En İyi Performansları

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Genç kızların delirircesine hayran olduğu yakışıklı bir genç aktörken, bugün adı sinemanın en başarılı auteur’leriyle beraber anılan Robert Pattinson, gerçekten oldukça ilginç bir kariyere sahip. Harry Potter ve Twilight gibi gençlik edebiyatının sinema uyarlamalarıyla şöhreti yakalasa da sonrasında Robert Eggert, Safdie’ler ve David Cronenberg gibi isimlerle çalışarak kendisine bambaşka bir yol çizen İngiliz oyuncu son olarak Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho'nun yeni bilimkurgu filmi Mickey 17’nde başrolü üstlendi. Biz de filmin vizyona girmesini fırsat bilip, Robert Pattinson’ın filmlerdeki en başarılı performanslarını bu sayfada bir araya getirdik. 

    Good Time (2017)

    Robert Pattinson’ın hiç şüphesiz kariyerinin en başarılı filmlerinden birine imza attığı Good Time, seyircisinin bir an olsun bile rahat bir nefes almasına izin vermeyen yüksek tempolu ve yaratıcı bir aksiyon filmi. Josh ve Benny Safdie’nin yönetmen koltuğuna oturduğu filmde Pattinson, alışık olduğumuz imajından son derece farklı karaktere bürünüyor. Sapsarı dağınık saçları, uzun sakalı ve kırmızı eşofman üstüyle film boyunca dur durak bilmeden koşan Pattinson, beraber banka soyarken yakalanan kardeşi Nick’i hapisten kurtarmaya çalışan Connie’yi canlandırıyor. 

    Mickey 17 (2025)

    Mickey 17, Bong Joon-ho’nun filmografisi içinde üst sıralarda yer alan bir film değil belki ama Pattinson’ın bu filmde gerçekten hayranlık uyandıran bir performans (hatta performanslar desek daha doğru olur!) sergilediği kesin. Edward Ashton’ın Mickey7 romanından uyarlanan filmde Pattinson, kendi kendisinin yeniden klonlandığı bir uzay görevine yazılan Mickey Barnes’ı canlandırıyor. Mickey’nin farklı versiyonlarının farklı kişiliklere sahip olduğunu not düşelim. Pattinson’ın özellikle aralarında çatışma yaşanan Mickey 17 ve Mickey 18 karakterlerini canlandırırken beden dili ve sesiyle ortaya nasıl bambaşka performanslar çıkarabileceğini görmek son derece etkileyici.  

    The Lighthouse (2019)

    Pattinson, modern folk horror denince ilk akla gelen yönetmenlerden olan Robert Eggers’ın The Lightouse filminde Willem Dafoe’yla başrolü paylaştı. New England açıklarında bir deniz fenerinde bekçilik yapmakla görevlendirilen Euphraim Winslow (Thomas Howard) karakterine hayat veren Pattinson yavaş yavaş deliliğin pençesine düşen bu bekçiyi canlandırırken bir kez daha kendi sınırlarını zorlamaktan çekinmeyen bir oyuncu olduğunu kanıtladı. İki karakter arasındaki kaotik ilişkideki değişimlerin daha çok beden dili ve yüz ifadelerinde yankı bulduğu filmde Pattinson’ın, anlatının tüm psikolojik ve dramatik yükü kendisinin ve Dafoe’nun sırtında olmasına rağmen çok zor ve kompleks bir performansın altından başarıyla kalktığını söylemek mümkün.

    High Life (2018)

    Fransız yönetmen Claire Denis’nin İngilizce ilk filmi olan High Life aslında konu itibariyle Mickey 17’yi anımsatan bir film. Ama ele aldığı temalar ve estetiği açısından son derece farklı bir tarza sahip. Ölüm cezası alan suçluların kara deliklerden enerji elde etmek üzere görevlendirildiği bir uzay gemisinde geçen filmde Pattinson’ın Monte isimli karakteri canlandırıyor. Gemideki mahkumları kullanarak yapay döllenme deneyleri yapan Dibs adındaki araştırmacının saplantısı haline gelen Monte, hem diğer mahkumların hem de Dibs’in oluşturduğu tehditler karşısında hayatta kalmaya çalışıyor. Son derece atmosferik bir yapıya sahip High Life’ta Pattinson fazla göze batmayan ama son derece ölçülü bir performans sergiliyor. 

    The Devil All the Time (2020)

    Robert Pattinson’ın kariyerine baktığımız zaman neredeyse hiç “kötü karakter” rolünü canlandırmadığını söylemek mümkün. The Devil All the Time ise buna bir istisna. Hem de ne istisna! Farklı dönemlerde geçen, birbirleriyle bağlantılı hikâyelerden meydana gelmesi sebebiyle kalabalık bir oyuncu kadrosuyla dikkat çeken filmde Pattinson, Coal Creek kasabasında rahiplik yapan Preston Teagardin’i canlandrdı. Nev-i şahsına münhasır Güneyli aksanı ve, neredeyse grotesk denebilecek düzeyde teatrallik kattığı performansıyla Rahip Preston karakteri, başarılı oyuncunun kariyerinde kesinlikle ikonik bir konuma sahip. 

    The Batman (2022)

    Beyazperdede defalarca uyarlanan ve şimdiye kadar Michael Keaton’dan Ben Affleck’e birçok karakterin canlandırdığı Batman’in pelerinine bir kez daha bürünmek ve perfomansıyla kendi farkını ortaya koyabilmek her oyuncunun harcı olmasa gerek. Ama Robert Pattinson’ın Matt Reeves’ın 2022 tarihli Batman uyarlamasında bunu layığıyla başardığını söyleyebiliriz. Önceki Batman filmlerine kıyasla çok daha karanlık, duygusal ve içe kapanık bir Bruce Wayne portresi çizen Robert Pattinson, özellikle Marvel ve DC’nin model aldığı “süper kahraman” tiplemesinin dışında bir Batman yorumu sundu seyirciye. Siyah göz makyajından, etkileyici beden diliyle aktardığı öfke ve acı duygularıyla, Pattinson’In bu rolüyle Reeves’in neo-noir film evrenini layığıyla sırtladığını söyleyebiliriz.

    Cosmopolis (2012)

    David Cronenberg sineması denince ilk akla gelen filmlerden olmasa da, yönetmenin gerçek hayranlarının sıklıkla bir başyapıt olarak nitelendirdiği Cosmopolis’in herkese hitap eden bir film olmadığını baştan söyleyelim! Ve tam da bu yüzden Pattinson’ın en başarılı performansları arasında anılmayı hak ediyor. Don DeLillo’nun aynı adlı romanından uyarlanan filmde Pattinson, Eric Parker isimli bir fon yöneticisi ve milyarderi canlandırıyor. Büyük bir çoğunluğu Parker’ın limuzinin içinde geçen filmde Pattinson, gelecek, teknoloji, kapitalizm, varoluş gibi çeşitli konular hakkında muğlak ve aşırı stilize replikleri ustalıkla aktarıyor seyircisine. Cronenberg’in Don DeLillo gibi bir yazarın metnini, yalnızca Twilight serisiyle tanınan bir aktöre emanet ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, Pattinson’ın daha o zamandan ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğunu görebiliyoruz… 

    Twilight (2008)

    Twilight serisi Robert Pattinson’sız bu denli popüler olur muydu bilinmez ama başarılı oyuncunun kariyeri açısından Twilight yadsınamaz bir öneme sahip. Bir dönemi kasıp kavuran vampir romanları furyasının en popüler serilerinden olan Twilight’ın beyazperde uyarlamasında Pattinson yakışıklı, melankolik ve karizmatik vampir Edward Cullen’a hayat verdi. Ekran partneri Kristen Stewart’la yaşadığı fırtınalı ilişkinin de etkisiyle 2010’lu yıllara damgasını vuran Twilight serisi, özellikle de ilk filmlerin amatörlüğüne rağmen bugün popüler kültür nezdinde kült statüsüne erişmiş durumda. Pattinson ise fantastik film serileri sayesinde ünlü olan birçok aktörün aksine Twilight defterini kapatıp kendi yoluna devam etmeyi başarabilmiş bir isim. 

    Harry Potter and the Goblet of Fire (2005)

    Robert Pattinson’ın popülerliği Twilight’la tavan yapsa da Harry Potter serisinin dördüncü filmindeki Cedric Diggory rolüyle dikkatleri çoktan üstüne çekmeyi başarmıştı aslında. Hufflepuff’ın Quidditch takımının kaptanı olan ve Harry’yle beraber Üçbüyücüler Turnuvası’nda Hogwarts’ı temsil eden Cedric Diggory, elbette film içinde kısmen küçük bir role sahip ama Pattinson daha o zamandan yakışıklılığıyla Daniel Radcliffe’i sollamış ve neredeyse filmin esas odağı haline gelmişti. 

    Tenet (2020)

    Kompleks hikâyeler ve çok katmanlı zaman algısıyla karakterlerden çok anlatı evreninin ön plana çıktığı filmlere imza atan Nolan sinemasında bir oyuncunun performansıyla dikkat çekmesinin görece zor olduğunu söyleyebiliriz. Hele de Tenet gibi yönetmenin hikâyesi en karmaşık filmi söz konusu olduğunda neredeyse imkânsız bile denebilir. John David Washington’ın canlandırdığı “Kahraman”a  görevinde eşlik eden yetenekli ve karizmatik ajan Neil rolünde izlediğimiz Pattinson’ın, Nolan’ın evrenine hiç zorlanmadan uyum sağladığı aşikar! Neil, bir yan karakter olmasına rağmen Kahraman’la dinamiğinin filmin geçmiş ve gelecek arasında gidip gelen karmaşık yapısını hafiflettiği ve daha izlenebilir kıldığını söylemek mümkün.

  • Anora’yı Sevdiyseniz Bu Filmlere de Göz Atın!

    Anora’yı Sevdiyseniz Bu Filmlere de Göz Atın!

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    97. Akademi Ödülleri’nde kazandığı beş Oscar’la popülerliğini ikiye katlayan Anora, bir süre daha epey konuşulacağa benziyor. Mütevazı bütçeli bağımsız filmleriyle tanınan Amerikalı yönetmen Sean Baker’ın imzasını taşıyan film, Brighton Beach’li bir striptizci Ani’nin zengin bir Rus oligarkının oğluyla yaşadığı ilişki sonrasında bir anda değişiveren hayatını ve sonrasında yaşadığı hayal kırıklıklarını konu ediniyor. 

    Başrollerinde Mikey Madison, Yura Borisov ve Mark Eydelshteyn’ın rol aldığı film, screwball komedilerden suç hikâyelerine birçok farklı türden beslenen bir evrene sahip. Eğer Anora’yı ve seyircisini her saniyesinde canlı ve tetikte tutan ritmini sevdiyseniz ekibimizin size özel hazırladığı bu listeye mutlaka göz atın. 

    Uncut Gems

    Sean Baker sinemasından bahsedilirken sık sık adı geçen Safdie Kardeşler’in bu başyapıtı kesinlikle temposu ve her an beklenmedik bir şey olacakmış hissi veren anlatısıyla Anora’yı akla getiren bir film. Tıpkı Anora gibi New York’ta geçen Uncut Gems, sokak kültürü ve suç temaları açısından da benzerlikler taşıyor. Kumar bağımlılığı yüzünden başı belaya giren bir mücevher satıcısının peşindekileri atlatıp, borcunu ödemek için zamana karşı yarıştığı film saatli bir bomba gibi. Adam Sandler, Julia Fox, LaKeith Stanfield, Idina Menzel, Kevin Garnett gibi isimlerin oyuncu kadrosunda yer aldığı film Safdielerin bugüne kadarki en yetkin filmi sayılabilir. 

    Pretty Woman

    Garry Marshall’ın romantik klasiğinin Anora’ya benzediğini söylersek iki filme de haksızlık etmiş oluruz zira Anora, “anti Pretty Woman” şeklinde nitelendirebileceğimiz bir film. İki film de bir seks işçisi ve müşterisi arasında yeşeren romantik aşk konu ediniyor ve Ani’yle Ivan da tıpkı, Vivian ve Edward gibi bir anlaşma yapıp bir hafta boyunca sevgiliymiş gibi davranıyor. Ancak Sean Baker’ın versiyonunda peri masalı kısa sürede bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Elbette Pretty Woman’da yeraltı dünyasının kovalamacalı atmosferi yok. Ama Julia Roberts ve Richard Gere’in arasındaki muhteşem kimya için kesinlikle yeniden keşfedilmeyi hak eden bir yapım var karşımızda.

    American Honey

    Amerikan rüyası ve mitlerine natüralist ve bir o kadar da modern bakışla Anora’yla benzer bir haleti ruhiyeye sahip olduğunu söyleyebiliriz American Honey için. İngiliz yönetmen Andrea Arnold’un ABD’de çektiği ilk film olmasına rağmen, ülkenin sosyo-kültürel yapısını büyük bir yetkinlikle ele aldığı bu öyküyü, hem bir yol filmi hem de bir gençlik filmi olarak nitelendirmek mümkün. Ve en önemlisi Sasha Lane’in canlandırdığı Star karakteri, filmin başında dışardan sert ve güçlü bir karaktere sahipmiş gibi görünürken, yaşadıkları sonrasında kırılganlığının yüzeye çıkması da Ani’nin filmde yaşadığı hayal kırıklığı ve duygusal travmalarla paralellikler taşıyor. 

    After Hours 

    Scorsese’nin kariyerinin ilk dönemlerinden bu değeri az bilinen kara komedi klasiği anlatı yapısı açısından Anora’yla benzerlikler taşıyor. Hatta After Hours’ın, Baker, Safdie ve Jarmusch gibi birçok yönetmen açısından temel bir referans noktası olduğunu söylemek dahi mümkün. İçinde bulundukları talihsiz durumdan kurtulabilecek kapasitede olduklarını düşünen, ancak bunun için çabaladıkça daha çok bocalayan Ani ve Paul için kader ortağı desek yeridir! Özellikle Toros, Garnik ve İgor’un Ani’yi ikna etmeye çalıştığı ve sonrasında Ivan’ı aramaya çıktıkları kısımlar, ton ve atmosfer açısından Scorsese’nin vizyonuyla çok yakın bir noktada konumlanıyor. 

    Zola

    Detroitli bir striptizci olan Zola’nın yeni tanıştığı dansçı Stefani’yle beraber yüklü miktarda para kazanma hayaliyle Florida’ya gitmesini konu edinen Janicza Bravo imzalı filmin, seks işçiliği, suç ve gençlik temaları açısından, Sean Baker sinemasıyla çok benzer dünyaları konu edindiğini söylemek mümkün. Renkli ve toksik karakterleriyle günümüz Amerikasına ince bir hicivle yaklaşan Zola ton olarak daha absürt bir tarza sahip. Taylor Paige’in Zola’sı ve Riley Keough’nın Stefani’sinin, Ani’ye kıyasla biraz karikatürize kaldığı doğru ancak, iki filmin de post-internet çağının mizahını yakalamaya çalışın ve Z kuşağını çok iyi tanıdığını düşünen millennial vizyonuna sahip olduğu kesin

    Shiva Baby

    Başroldeki Rachel Sennott’ın Danielle karakteriyle harika bir çıkış yaptığı Shiva Baby, komedi tarzının yanı sıra mizahını kültürel klişeler üzerinden kurması açısından da Anora’yla birlikte okunabilir. Emma Seligman’ın yönetmenliğini üstlendiği filmde Danielle isimli bir genç kız, akrabalarından birinin ölümü sonrasında ailesiyle matem (şiva) döneminde bir araya gelir Ancak internetten görüştüğü ve kendisinden yaşça epey büyük olan Max’ın ve eski sevgilisi Maya’nın da törende olması Danielle’i epey zor bir duruma sokar. Ana karakterin deneyimlediği bu kapana kısılmışlık hissini, incelikli bir mizahla harmanlayan Shiva Baby son yılların en özgün komedi filmlerinden bir tanesi. 

    Le notti di Cabiria

    Bizzat Sean Baker’ın Anora’ya ilham kaynağı olduğunu belirttiği Le notti di Cabiria, İtalyan usta Federico Fellini’nin en dokunaklı filmlerinden bir tanesi. Daha çok renkli, kalabalık ve kaotik bir sinemayla özdeşleşen Fellini’nin İtalyan neorealizminin etkilerinin halen hissedilği döneminde imza attığı film, Cabiria isimli bir seks işçisinin iyi bir hayat kurmaya hayalleriyle adım attığı ilişkilerinin hep hayal kırıklığıyla sonuçlandığı hikâyelerden oluşuyor. Karakter yapıları açısından Ani ve Cabiria pek benzemese de besledikleri umutların boşa çıkması sonrasında deneyimledikleri çaresizlik kesinlikle ortak. 

    Compartment Number 6

    Akademi Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu’yu kazanarak başarısı tescillenen Mikey Madison, Anora’daki tek etkileyici performans değil kesinlikle. Vanya’nın ailesinin adamlarından Igor’u canlandıran Yura Borisov da bu sezonun öne çıkan aktörlerinden biri oldu. Ancak Borisov’un, Anora’dan önce de özellikle festival çevrelerinde epey tanınan bir isim olduğunu söylemeden geçmeyelim. Eğer yetenekli oyuncunun diğer filmlerdeki performanslarını merak ediyorsanız, Cannes Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü alan Rus-Fin ortak yapımı Compartment Number 6’e mutlaka göz atın!

  • Mikey Madison’ın Film ve Dizilerdeki En İyi Performansları

    Mikey Madison’ın Film ve Dizilerdeki En İyi Performansları

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Geçtiğimiz günlerde Mikey Madison, 97. Akademi Ödülleri’nin en büyük sürprizlerinden birine imza attı ve Sean Baker imzalı Anora filmindeki performansıyla En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kucakladı. Madison, henüz sadece 25 yaşında olmasına rağmen beyazperdede ve televizyondaki rolleriyle adını duyurmayı başarmış bir isim. JustWatch ekibi olarak Madison’ın film ve dizilerdeki en dikkat çeken performanslarını bu sayfada bir araya getirdik.

    Anora (2024)

    Madison, yönetmenliğini Sean Baker’ın üstlendiği bu modern Külkedisi masalında, Brighton Beach’te bir striptiz kulübünde çalışan Ani’yi canlandırdı. Madison, zengin bir Rus oligarkının kendisi yaşlarındaki oğlu Ivan’la yoğun bir aşk yaşayan, tam hayallerinin gerçek olduğunu düşünürken kendisini yalnız, aşağılanmış ve kandırılmış bir halde bulan genç kadının duygularını çarpıcı bir şekilde ekrana taşımayı başardı. Karakter için yoğun bir hazırlık süreci geçiren aktrisin, ödülünü bileğinin hakkıyla kazandığı kesin!

    Once Upon a Time… in Hollywood (2019)

    Yıldız oyuncu, Quentin Tarantio’nun Manson ailesi cinayetlerini merkezine aldığı Once Upon a Time… in Hollywood’da Susan “Sadie” Atkins karakterine hayat verdi. Filmdeki performansı süre olarak sınırlı olsa da Rick Dalton’ı (Leonardo DiCaprio) öldürmek için evine gittiği sekans, tüm şiddeti ve acımasızlığıyla akıllara kazındı. Sean Baker’ın Madison’ı Anora rolüne seçmesinde bu filmdeki performanısının epey etkili olduğunu da not düşelim. 

    Scream (2022)

    Kült korku film serisinin yeniden çevrimi olan Scream, Mikey Madison’ın büyük çaplı bir film serisindeki ilk başrolü olması açısından önem taşıyor. Tıpkı ilk Scream filmi gibi Ghostface’ın terör estirdiği Woodsboro’da geçen yeniden çevrimde Madison, saldırıya uğrayan lise öğrencisi Tara Carpenter’ın arkadaşlarından biri olan Amber Freeman’a hayat verdi. Oyuncu, filmin sonlarına doğru aslında göründüğü gibi biri olmadığı ortaya çıkan Amber’ın derinlerde yatan bu karanlık ve acımasız yönünü de inandırıcı ve etkileyici bir tonda ekrana taşıdı.

    Better Things (2016 - 2022)

    Pamela Adton ve Louis C. K. tarafından yaratılan  komedi dizisi Better Things de Madison’ın kariyerinin öne çıkan basamaklarından bir tanesi. FX ekranlarında beş sezon oynayan dizi, Los Angeles’ta üç kızını büyütmeye çalışan aktris Sam Fox’un (Pamela Adton) hayatına odaklandı. Madison ise dizide Sam’in sancılı bir yetişkinliğe adım atma sürecinden geçen en büyük kızı Maxine “Max” Fox’a hayat verdi. Madison’ın karakterini “asi genç kız” klişesine indirgemeksizin; doğal ve gerçekçi bir yaklaşımla canlandırması, Sam’in kompleks ve inişli çıkışlı yapsını çok daha sahici kıldı. 

    Monster (2018)

    Madison, 1999 tarihli aynı adlı romandan uyarlanan Netflix filmi Monster’ın da oyuncu kadrosunda yer aldı. Haksız yere bir cinayet işlemekle suçlanan Steve Harmon’ın adını temize çıkarmak için mücadele ettiği filmde Madison, Steve’in kız arkadaşı Alexandra Floyd’u canlandırdı. Alexandra, hikâye açısından önemli bir role sahip olmasa da Steve’in kaybetme riski karşı karşıya olduğu yaşamını temsil etmesi açısından duygusal ağırlığı oldukça yoğun hissedilen bir karakterdi. 

    Lady in the Lake (2024)

    Geçtiğimiz yıl Madison, Anora’nın yanı sıra başrollerinde Natalie Portman ve Moses Ingram’ın paylaştığı Apple TV mini dizisi Lady in the Lake’de boy gösterdi. 1960’lı yıllar Baltimore’unda faili meçhul iki cinayeti çözmeye çalışan Maddie Schwatz adlı gazetecinin hikâyesini anlatan dizide Maddison, Maddie’ye soruşturmasında yardım eden Judith Weinstein’ı canlandırdı.

  • 8 Mart Kadınlar Günü’nde Çevrimiçi İzleyebileceğiniz 8 Film

    8 Mart Kadınlar Günü’nde Çevrimiçi İzleyebileceğiniz 8 Film

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Yaşamın her alanına sızmış sistematik eşitsizliklerin, kadına şiddetin ve zorbalığın azalmaksızın gitgide daha yoğun hissedildiği ülkemizde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün önemi çok büyük. Milyonlarca kadının dayanışmalarını ve hak mücadelelerini kamusal alana taşıdığı bu günün ruhuna uygun bir film izlemek istiyorsanız doğru yerdesiniz. JustWatch olarak Türkiye’deki streaming platformları üzerinden izleyebileceğiniz 8 filmi bir araya getirdik. 

    Aaahh Belinda (1986)

    MUBI Türkiye bu yıl 8 Mart’a özel Türkiye sinemasının en başarılı kadın yıldızlarından Müjde Ar’a odaklanan bir seçkiyle karşımızda. Kuralları Baştan Yazmak başlıklı seçkide yer alan filmlerden bir tanesi de Aaahh Belinda. Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın üstlendiği filmde Ar, bir şampuan reklamında evli, çocuklu bir ev kadınını canlandıran ve bir sabah kalktığında kendisini bu hayatı gerçekten yaşarken bulan tiyatro oyuncusu Serap’ı canlandırıyor. Etrafında hiç kimse başına gelenlere inanmayan Serap’ın hikâyesi, farklı sosyal çevrelerdeki kadınların gündelik yaşamlarında maruz kaldıkları sıkıntılara sınıfsal bir bakış da atıyor. 

    Orlando (1992)

    İngiliz yönetmen Sally Potter’ın Virginia Woolf’un kült romanı Orlando’nun sinema uyarlaması da feminist sinemanın tartışmasız başyapıtları arasında kabul ediliyor. Film, hayatına Kraliçe Elizabeth döneminde zengin bir aristokrat olarak başlayan ancak bir türlü yaşlanmayan ve bir sabah kalktığında kadının bedenine sahip olduğunu fark eden Orlando’nun 400 yıllık öyküsünü takip ediyor. Genç Tilda Swinton’ın androjen dış görünüşüyle Orlando’nun değişimini etkileyici bir şekilde ekrana taşıdığı film özellikle cinsiyet rollerinin tarihsel anlamı ve evrimi açısından önemli bir anlatıya sahip. 

    Frida (2002)

    Julie Taymor’ın Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun yaşamöyküsünü anlattığı film konvansiyonel bir biyografi olsa da başroldeki Salma Hayek’in duygu yüklü ve etkileyici performansıyla benzerlerinden sıyrılmayı başarıyor. 18 yaşında geçirdiği trajik trafik kazasının sanatı ve yaşamı üzerindeki etkilerinden Diego Rivera’yla inişli çıkışlı beraberliğine, Frida Kahlo’nun kapsamlı ve derinlikli bir portresini çizen film, yaratıcılığını acısıyla ve dayanıklılığıyla besleyen bu sanatçı figürüyle seyircisine de ilham veriyor.

    Little Women (2019)

    Bağımsız Amerikan filmlerinde rol alarak başladığı sinema kariyerine yönetmen olarak devam eden Greta Gerwig, ikinci uzun metrajı Little Women’la, Louisa May Acott’un aynı adlı klasiğine modern bir yorum getirmişti. Başrollerinde Saoirse Ronan, Timothée Chalamet, Florence Pugh, Emma Watson, Laura Dern ve Meryl Streep gibi yıldızların yer aldığı oyuncu kadrosuyla dikkat çeken film 6 dalda Oscar’a aday gösterildi. Little Women, bir önceki filmine kıyaslandığında bir ansambl kadroyla, daha büyük bir prodüksiyonun altından kalkmayı başaran Gerwig’in yönetmen olarak konumunu da sağlamlaştırmış oldu. 

    Never Rarely Sometimes Always (2020)

    Son dönemlerde ülkemiz dahil olmak üzere kürtaj karşıtı politikaların kadınlar üstünde baskısının beyazperdeye da yansıdığını söylemek mümkün. Genellikle bu süreçte kadınların yaşadığı fiziksel ve psikolojik zorlukların daha sansasyonel ve çarpıcı bir dille anlatıldığı “kürtaj filmlerinin” aksine Eliza Hittman imzalı Never Rarely Sometimes Always şefkatli ve hassas bakışıyla farkını ortaya koyuyor. Hamile olduğunu öğrenen 17 yaşındaki Autumn’un Pennsylvania’da aile izni olmadan kürtaja izin verilmediği için kuzeniyle beraber kürtaj olmak adına New York’a gitmesini konu edinen film, kürtajla ilgili tüm sinema klişelerinden ustalıkla sıyrılmayı başarıyor.  

    Corsage (2022)

    Marie Kreutzer’in Avusturya-Macaristan’ın ikonik İmparatoriçesi Elisabeth’i, nam-ı diğer Sissi’yi merkezine alan tarihsel biyografisi, anakronik müzikleri ve yaratıcı görsel dünyasıyla Sofia Coppola’nın Marie Antoinette’ini akla getiren bir film. Sissi rolünde Vicky Krieps’e Cannes’da Belirli Bir Bakış seçkisinde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıran Corsage, zorla sokulmaya çalıştığı kalıplardan özgürleşmenin yolunu arayan Elisabeth’in, bugün bile birçok kadının hayatında yankı bulan isyanını anlatıyor. 

    How to Have Sex (2023)

    Molly Manning Walker’ın ilk uzun metrajı How to Have Sex, yaz tatillerini Girit adasında geçirme planı yapan 16 yaşındaki üç genç kızı merkezine alıyor. Sabahtan akşama durmaksızın içki içen ve partileyen gençlerin tatillerindeki en önemli hedefleriyse biriyle sevişmek! Dışardan son derece girişken ve rahat biriymiş izlenimi veren Tara’nın bu süreçte yaşadığı travmaları ve kendini keşfetme sürecini ele alan filmde yönetmen, rızanın değişken doğasını ele alırken, ana karakterine karşı hem duyarlı hem de mesafeli bir bakış açısıyla yaklaşıyor. 

    Anatomie d’une chute (2023)

    Geçtiğimiz yılın şüphesiz en çok konuşulan filmlerinden biri olan Anatomie d’une chute, balkondan düşüp ölen kocasını öldürmekle suçlanan roman yazarı Sandra’nın masumiyetini kanıtlama mücadelesine odaklanıyor. Dışardan bakıldığında “mahkeme filmi” kategorisine kolaylıkla girebilecek film aslında Sandra’nın bir anne ve eş olarak zayıf yönlerinin nasıl aleyhine kullanılabileceğini göstermesi açısından çok anlamlı zira hukuk sisteminin temelinde patriyarkal düzenin bir izdüşümü olduğunu ortaya koyuyor.

     

  • Anthony Mackie’nin En İyi 8 Performansı

    Anthony Mackie’nin En İyi 8 Performansı

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Captain America: Brave New World’le beraber artık resmi olarak Captain America rolünü üstlenen Anthony Mackie, bugün Marvel Sinematik Evreni’nin en gözde oyuncularından biri kabul ediliyor. Mackie, kariyeri açısından bir sıçrama tahtası görevi gören süper kahraman filmleriyle tanınsa da aslında, aksiyon filmlerinden tarihsel dramalara uzanan çeşitli türlerde başarısını kanıtlamış yetenekli bir oyuncu.

    JustWatch ekibi olarak hazırladığımız bu listede Mackie’nin beyazperdedeki en iyi 10 performansını sizler için bir araya getirdik. Sitemizin filtreleme özelliğini kullanarak farklı platformlar arasından kiralama, satın alma ve abonelikle izleme seçeneklerinden size en çok hitap edeni bulabileceğinizi de unutmayın.  

    The Hurt Locker

    Kathryn Bigelow’a hem en iyi yönetmen hem de en iyi film Oscar’ı kazandıran The Hurt Locker, Anthony Mackie’nin kariyerinde de bir dönüm noktası oldu. Filmde başrolü, daha sonra Marvel filmlerinde de beraber rol alacağı Jeremy Renner’la paylaşan Mackie, Çavuş J.T. Sanborn’u canlandırdı. Irak’taki ABD ordusunda bomba imha ekibinde yer alan Sanborn’un, Renner’in fevri, ani kararlar veren karakteri William James’in aksine işine soğukkanlı yaklaşan ve ekibin diğer üyelerinin güvenliğini düşünen bir asker olması ikilinin arasında gerilimlere sebep olmuştu. Filmde, Mackie’nin karaktere kattığı duygusal boyut özellikle dikkat çekti.

    Synchronic

    Justin Benson ve Aaron Moorhead’in yönettiği filmde Mackie başrolü Jamie Dornan’la paylaşmıştı. Bilimkurgu türündeki filmde Steve ve Dennis isimli iki sağlık görevlisi bir dizi ölüme sebep olan Synchronic isimli bir ilacın peşine düşmüştü. Steve’in de maruz kalmasıyla yaşamını tehdit etmeye başlayan ilacın aslında gerçeklik algısını bozarak zaman yolculuğuna imkan sağladığı ortaya çıkmış, ikili Dennis’in bir anda ortadan kaybolan kızı Brianna’yı bulmaya çalışmıştı. Aksiyon, drama ve varoluşsal temaları ustaca harmanlayan filmde Mackie’nin performansı oyuncunun bilim kurgu türünde bile insanın özüne temas eden duyguları ekrana yansıtabildiğini ortaya koymuştu. 

    Captain America: The Winter Soldier

    Mackie’nin Sam Wilson / Falcon karakterini ilk kez canlandırdığı Captain America: The Winter Soldier filmiyle, Marvel Sinematik Evreni’ne giriş yaptı. Steve Rogers’a Hydra bünyesindeki bir komployu çözmesine yardım eden Sam, Steve’e iyi bir ekip arkadaşı oldu. The Winter Soldier filmiyle beraber, İkilinin arasında savaşlardaki ortak deneyimleri ve travmaları sebebiyle yakın ve güven veren ilişkinin de temelleri atıldı. 

    Banker

    Anthony Mackie’nin usta oyuncu Samuel L. Jackson’la başrolleri paylaştığı bu tarihsel dramada ikili ABD’nin ilk Afro-Amerikalı bankerlerinden Bernard Garrett ve Joe Morris’i canlandırmıştı. Filmde Garrett ve Morris şirketlerinin yöneticisiymiş gibi göstermek için Matt Steiner (Nicolas Hoult) isimli bir beyazla anlaşmış ve onun sayesinde önce Los Angeles, sonrasında Teksas da siyah ailelerin de işletme kurmak veya ev satın almak için kredi çekmelerine imkân tanımıştı. Ta ki kurdukları düzen ortaya çıkıncaya kadar!

    Pain & Gain

    Aksiyon filmleri denince ilk akla gelen isimlerden olan Michael Bay’in Pain & Gain filminde Mackie, Mark Wahlberg ve Dwayne Johnson’la başrolleri paylaştı. Mackie, Mark Wahlberg’in karakteri Daniel Lugo'nun en yakın arkadaşlarından biri olan bir vücut geliştiricisi Adrian Doorbal’a hayat verdi. Filmde Doorbal, Lugo’nun zengin bir iş adamını kaçırıp ondan zorla para almaya yönelik planına dahil olmuştu. Lugo kadar hırslı ve manipülatif biri olmayan Doorbal, başlangıçta güç ve statü kazanma hayaliyle çıktığı bu yolda, giderek geri dönüşü olmayan bir suç girdabına sürüklenmişti. Amerikan rüyasının hicvedildiği bu filmde Mackie’nin komedi yeteneğinin ön plana çıktığını söylemek mümkün. 

    Captain America: Civil War

    Winter Soldier’dan itibaren birçok MCU yapımında yer alan Mackie’nin diğer bir dikkat çekici performansı Captain America: Civil War filminde karşımıza çıktı. Mackie, Avengers ekibinin ikiye bölünmesiyle bir yandan yakın dostu Steve Rogers’ın arkasında durmak isteyen ancak Rogers’ın Tony Stark’la olan çekişmesinin giderek şiddetlenmesi karşısında vicdanı rahat olmayan Ssm Wilson’ın yaşadığı ikilemleri ustalıkla ekrana taşıdı. Filmin kalabalık oyuncu kadrosuna rağmen karakterinin ağırlığını ortaya koymayı başaran Mackie bir anlamda Sam Wilson’ın ilerde MCU’da daha önemli roller üstleneceğinin sinyallerini de vermiş oldu. 

    Half Nelson 

    Ryan Fleck’in yönettiği ve Ryan Gosling başrolde oynadığı film, madde bağımlılığından kurtulmaya çalışan Dan Dunne adlı bir öğretmenin 13 yaşındaki öğrencisi Drey’le (Shareeka Epps) kurduğu dostluğu konu edinmişti. Mackie ise filmde Drey’i kendisi için çalıştırmak için uğraşan uyuşturucu satıcısı Frank’e hayat verdi. Mackie Frank rolünde, basmakalıp bir kötü adam tiplemesinden çok daha derinlikli bir performansa imza attı. 

    The Night Before

    Yönetmen koltuğunda Jonathan Levine’ın oturduğu Noel temalı bu komedi filminde Mackie başrolleri Joseph Gordon-Levitt ve Seth Rogen’la paylaştı. Her yıl Noel’i beraber kutlamak için bir araya gelen üç arkadaşı konu edinen filmde Mackie başarılı bir Amerikan futbolu oyuncusu olan Chris Roberts karakterini canlandırmıştı. Listedeki diğer filmlere kıyasla bir komedi filmi olarak geri planda kalsa da oyuncunun farklı türlerde performans ortaya koyma becerisini kanıtladığı için yine de göz önünde bulundurulması gereken bir yapım.

  • Görsel Efekt Oscar’ı Kazanan En İyi 10 Film

    Görsel Efekt Oscar’ı Kazanan En İyi 10 Film

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Görsel efektlerin sinema endüstrisi içindeki önemi, Akademi Ödülleri’nin daha ilk döneminden itibaren vurgulanmıştır. 1939 yılında resmi olarak En İyi Özel Efekt kategorisinde değerlendirilen bu ödül, 1963’a kadar filmdeki hem görüntü hem de ses efektlerini kapsamaktaydı. 1964’ten itibaren sadece görsel efektlerin değerlendirildiği kategorinin tarihine baktığımız, dönemine göre alanında çığır açan teknolojilerin kullanıldığı başyapıtlarla dolu olduğunu görmek mümkün.

    JustWatch ekibi bu sayfada kategorinin bugün bile konuşulan ve etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen 10 ödülllü filmi bir araya getirdi. Türkiye’deki streaming platformlarıyla ilgili her gün güncellenen bilgilere sahip veri tabanımız sayesinde, filmleri çevrimiçi olarak nereden izleyebileceğinizi de öğrenebilirsiniz. Ayrıca filtreleme özelliğini kullanarak kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleri arasından size en çok hitap eden seçeneği tercih edebilirsiniz. 

    Dune: Part Two (2024)

    Frank Herbert’in epik Dune evrenini beyazperdeye uyarladığı ilk filmiye de Görsel Efekt Oscar’ını kazanan Denis Villeneuve ve ekibi bu 2025 Oscar ödüllerinden de zaferle döndü. 

    Üst düzey CGI teknolojisinin, maketlerin ve pratik setlerin bir arada kullanıldığı film çöl gezegeni Arrakis’in etkileyici manzaralarından, Harkonnen’lerin siyah beyaz gezegeni Giedi Prime’a, Dune evreninin atmosferini zenginleştirmeyi ve çok daha etkileyici hale getirmeyi başardı. 

    Inception (2010)

    Özellikle son on yılda bilgisayar tabanlı görsel efektlerin öne çıktığı bu kategori açısından Christopher Nolan filmlerinin her zaman özgün bir vizyon sunmayı başardığını söylemek mümkün. Nolan’ın CGI kullanımını minimum düzeyde tutarak pratik efektlere öncelik tanımaya çalıştığı Inception da buna bir istisna değil. Paris’te şehrin kendi üzerine kapandığı sekanstan, dönen devasa bir set kullanılarak çekilen otel koridorundaki kavgaya kadar unutulmaz sahnelerle dolu olan Inception karşısında diğer adayların zaten pek de şansı olmadığını söyleyebiliriz. 

    Avatar (2009)

    Kategorinin bir önceki yılki kazananı Avatar ise, görsel efektler açısından neredeyse taban tabana zıt bir yaklaşıma sahip. Birçoğumuzun da bildiği üzere James Cameron imzalı Avatar, 2009 yılında gösterime girdi ve ana akım sinemayı baştan aşağı değiştirdi. Filmin hareket yakalama, 3D ve CGI teknolojileri açısından benzersiz efektlerle âdeta dijital sinemaya yön verdiğini söylemek mümkün. Filmin özel efektlerinden sorumlu Weta Digital oyunculara, yüz ifadelerini kaydeden kameralı başlıklar giydirerek, Nav’i ırkına mensup karakterlere daha gerçekçi bir görünüm kazandırdı. Cameron, çekimler sırasında oyuncuları simültane olarak CGI ortamlarda gözlemlemesini sağlayan bir virtüel kamera sistemi kullandı. Üç boyut teknolojisini de daha immersive hale getiren film, özellikle fantastik ve bilim kurgu türünde VFX bazlı dünya yaratımını bir standart haline dönüştürdü. 

    Pirates of the Caribbean: Dead Man’s Chest (2006)

    Marvel’ın son dönem yapımlarında CGI temelli karakterler konusundaki özensizliği ne zaman gündeme gelse kıyaslama adına mutlaka Pirates of the Caribbean: Dead Man’s Chest referans olarak gösterilir. Elbette bunda Bill Nighy’nin canlandırdığı Davy Jones karakterinin payı çok büyük. Görsel efektlerini Industrial Light & Magic’e borçlu olan filmde, bilgisayar temelli efektler kullanılarak yaratılan bir karakter, live-action çekimlerle ilk defa bu denli homojen ve gerçekçi bir etki yaratmayı başardı. 

    The Lords of the Rings: The Two Towers (2002)

    Peter Jackson’ın The Lord of the Rings üçlemesinin tamamı üç yıl boyunca art arda En İyi Görsel Efekt Oscar’ıyla ödüllendirildiği için aralarında seçim yapmak aslında oldukça zor. Yine de Andy Serkis’in Gollum’u hareket yakalama teknolojisiyle ilk kez canlandırdığı The Two Towers’ın bu açıdan çığır açtığını söylemek mümkün. Avatar’ın görsel efektlerine de imza atan Weta, LOTR’a katkılarıyla da endüstrinin dikkatini çekmişti. Gollum, önceki CGI temelli karakterlere göre çok daha gerçekçi fiziksel hareketlere ve yüz ifadelerine sahipti. Weta ayrıca bu süreçte MASSIVE adlı teknoloji sayesinde savaş sahnelerindeki kalabalıkları çok daha inandırıcı hale getirdi. 

    The Matrix (1999)

    Lana ve Lily Wachowski’nin cyberpunk klasiği The Matrix, Star Wars’ın yeni üçlemesinin ilk filmini geride bırakarak En İyi Görsel Efekt Oscar’ını kucakladı. Genelde fantastik ve bilimkurgu türündeki filmlerin öne çıktığı kategoride, aksiyon yönü ağır basan The Matrix’in ödül alması ayrıca dikkat çekti. Wachowski’lerin filmiyle özdeşleşen “mermi zamanı” isimli teknik, hareket yakalama ve CGI aracılığıyla, kamera normal hızda hareket etse de görüntünün sanki yavaşlatılmış, hatta dondurulmuş izlenimi vermesini mümkün kıldı. Pratik efektler ve gerçekçi aksiyon sahneleriyle de dikkat çeken yapım, dijital teknolojilerden ayrıca bu efektleri daha da vurgulamak amacıyla da faydalandı. 

    Jurassic Park (1993)

    Sinema tarihinde görsel efektler açısından diğer bir dönüm noktasına Jurassic Park’la Steven Spielberg imza attı. Fillm, özellikle CGI ve pratik efektleri oldukça büyük çaplı bir kullanım düzeyinde harmanlamasıyla benzerlerinden ayrıldı. Burada “büyük çaplı” dediğimizde dinozorlardan bahsettiğimizi herhalde vurgulamaya gerek yok. Bilgisayar temelli grafikler için Industrial Light & Magic’le çalışan Spielberg dinozorların yaratımında ayrıca animatronik teknolojiler de kullandı. Stan Winston’ın başında olduğu görsel efekt ekibi iki tane hidrolik T-Rex kuklası inşa etti. Jurassic Park’la beraber CGI, stop-motion animasyon karşısındaki üstünlüğünü de bir nevi kanıtlamış oldu.  

    Star Wars: The Empire Strikes Back (1980)

    Dead Man’s Chest ve Jurassic Park’tan bahsederken adını geçirdiğimiz Industrial Light & Magic esasında Star Wars serisinin ilk filminin yapım sürecinde George Lucas tarafından kuruldu. A New Hope’la En İyi Görsel Efekt Oscar’ını kazanan Lucas, bu kategorideki esas başarısına Empire Strikes Back’le imza attı. Stop-motion tekniğinin geliştirilmesiyle elde edilen go-motion sayesinde filmdeki dev zırhlı savaş araçlarının hareketi sağlandı. Filmdeki birçok gezegen, uzay gemisi ve direniş üssü, detaylı minyatürler tasarlanarak beyazperdeye aktarıldı. Atmosfer yaratımındaysa Ralph McQuarrie ve Harrison Ellenshaw’ın uyguladığı mat boyama tekniği gerçek olarak çekilmesi imkânsız mekânların filmde yer almasına imkân tanıdı. 

    Alien (1979)

    Ridley Scott imzalı Alien, görsel efektlerin halen minyatürler ve animatronik teknolojileri gibi pratik yöntemlerle hayata geçirildiği bir dönemde bu ödüle layık görüldü. Bilimkurgu ve korku türünü harmanlayan Alien, son derece gerçekçi bir atmosferin yanı sıra, uzaylıları basit bir hayal ürünü olmaktan çıkarıp fiziksel bir gerçeklik katarak ekrana taşımasıyla devrim niteliğinde bir iş olarak görüldü. H. R. Giger’ın tasarımlarıyla hayata geçen  Xenomorph yaratıklardan, Nostromo uzay gemisine tam bir mekanik ve optik işçilik şaheseri olan Alien, daha evvel Star Wars ve 2001 filmlerinde kullanılan hareket kontrolü teknolojisini de bir adım ileriye taşıdı. 

    2001: A Space Odyssey (1968)

    Stanley Kubrick’in aldığı tek Oscar’ını tasarladığı görsel efektlerle alması açısından da önem taşıyan 2001, realizm açısından dönemine göre bilimkurgu türünde erişilmesi oldukça güç bir seviye ortaya koydu. Star Wars ve Jurassic Park gibi filmlerde daha ilerletilmiş aşamalarının kullanıldığı hareket kontrolü teknolojisinin ilk kez kullanıldığı film, uzay gemilerinin çok daha akışkan ve gerçekçi bir şekilde hareket ediyormuş izlenimi vermesini sağladı. Discovery One uzay üssünün eşsiz bir incelikle inşa edildiği film, dönen setler kullanarak yapay yerçekimi illüzyonu yaratmayı başardı. Kendisinden sonraki birçok filmi için bir mihenk taşı görevi gören 2001 bugün bile “İnsanın Şafağı” ve “Yıldız Geçidi” sekanslarıyla nefesimizi kesmeye devam ediyor. 

  • 2025 Oscarlarının Öne Çıkan Ödülleri ve Kazanan Filmler

    2025 Oscarlarının Öne Çıkan Ödülleri ve Kazanan Filmler

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    97. Akademi Ödülleri dün akşam Los Angeles’ta Conan O’Brien’ın sunuculuğuyla gerçekleşen törende sahiplerini buldu ve böylelikle birçok sinemaseverin merakla takip ettiği ödül sezonu da sona erdi. Geceye En İyi Film de dahil olmak üzere toplamda beş ödül kazanan Anora damgasını vururken, The Brutalist ve Emilia Perez de gecenin öne çıkan filmleri arasında yer aldı.

    JustWatch’ın hazırladığı bu sayfa sayesinde 2025 Oscar Ödülleri’nde büyük ödülleri kazanan filmleri inceleyebilir ve çevrimiçi hangi platformlar üzerinden izlenebildiklerini öğrenebilirsiniz. 

    En İyi Uluslararası Film: I’m Still Here

    Özellikle başrol oyuncusu Fernanda Torres’in En İyi Kadın Oyuncu dalında adaylık kazanmasıyla ödül sezonuna epey renk katan Brezilya yapımı I’m Still Here sürpriz olarak nitelendirebileceğimiz bir zaferle En İyi Uluslararası Film Oscar’ını kazandı. Walter Salles’in imzasını taşıyan politik ve tarihsel drama, Brezilya’da askeri diktatörlük rejimi döneminde tutuklanan kocasını bulmaya çalışan Eunice Paiva gerçek yaşam öyküsüne dayanıyor. 

    En İyi Animasyon: Flow

    Gecenin bir diğer sürprizi ise animasyon kategorisinde yaşandı. The Wild Robot ve Memoir of a Snail gibi daha ana akım tarzda filmlerle karşı karşıya olan Letonya yapımı animasyon Flow ödülün kazananı oldu. Gints Zilbalodis’in yönetmenliğini üstlendiği film, küçük bir kedinin tüm dünyayı sular altında bırakan bir tufan sırasında hayatta kalma çabalarını ve bu yolculuğu sırasında diğer hayvanlarla etkileşimlerini konu ediniyor. 

    En İyi Uyarlama Senaryo: Conclave

    Son derece klasik bir anlatıya ve estetiğe sahip olsa da kendine kayda değer bir hayran kitlesi yaratmayı başaran Edward Berger imzalı Conclave uyarlama senaryo ödülüne layık görüldü. Peter Straughan’ın Robert Harris’in aynı adlı romanından uyarladığı film, Vatikan’da yeni bir Papa’nın seçim sürecinde yaşanan gerilimlere odaklanıyor.

    En İyi Orijinal Senaryo: Anora

    Komediyi dramayla; gerçek hayatı masalla harmanlayan Anora, En İyi Orijinal Senaryo ödülüne layık görüldü. Senaryosunu Sean Baker’ın kaleme aldığı film, bir striptiz kulübünde seks işçisi olarak çalışan Ani’nin, zengin Rus genci Ivan’la tanışmasıyla bir anda değişen hayatını ve kendisini sonu hüsranla biten bir Külkedisi masalının içinde bulmasını anlatıyor. 

    En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Kieran Culkin - A Real Pain

    Oscar tahminleri yapılırken genelde kesin gözüyle bakılan ödüllerden biri de Kieran Culkin’in En İyi Erkek Oyuncu Oscarı’ydı. Jesse Eisenberg’ün yazıp yönettiği A Real Pain’de Culkin dokunaklı ve bir o kadar eğlenceli bir performans ortaya koydu. Renkli kişiliğiyle ödül törenlerinin sevilen yüzleri arasında yer alan Culkin, samimi konuşması da beğeni topladı. 

    En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Zoe Saldaña - Emilia Perez

    Filmin başrol oyuncusu Karla Sofía Gascón’un geçmişte attığı tweetlerin ortaya çıkmasıyla büyük bir skandalla sarsılan Emilia Perez’in Oscar’larda umdukları performansı gösteremediğini söyleyebiliriz. Ama bu durum, neyse ki filmin en güçlü yönlerinden birini oluşturan Zoe Saldaña’nın performansının göz ardı edilmesiyle sonuçlanmadı neyse ki.

    En İyi Yönetmen: Sean Baker - Anora

    Sean Baker, Walt Disney’dan sonra aynı gecede toplam 4 Oscar alan ikinci kişi olarak Akademi Ödülleri’nin tarihine geçti. İlk uzun metrajına 2000 yılında imza atsa da uluslararası düzeyde tanınırlığına 2013 yapımı Tangerine’le ulaşan Baker, zaman içinde Amerikan bağımsız sinemasının en özgün seslerinden birine dönüştü. Anora’yla beraber bu konumu da tescillenmiş oldu. 

    En İyi Erkek Oyuncu: Adrien Brody - The Brutalist

    Kazanacağına kesin gözüyle bakılan bir diğer ödül de Adrien Brody’nin The Brulalist’teki performansına gitti. Brady Corbet imzalı bu modern Amerikan epiğinde Holokost’tan kaçarak Amerika’da yeni bir hayat kurmaya çalışan Yahudi mimar László Tóth’u canlandıran Brody, The Pianist’in ardından ikinci Oscar’ını da kucaklamış oldu. 

    En İyi Kadın Oyuncu: Mikey Madison - Anora

    Karla Sofía Gascón’un ödül kazanma şansının epey düşmesiyle kategori favorisi The Substance’ın yıldızı Demi Moore olarak anılsa da, gecenin kazananı 25 yaşındaki Mikey Madison oldu. Daha evvel Once Upon a Time… in Hollywood ve Scream filmlerinde rol alan genç oyuncu için bu ödülün kendisi için de sürpriz olduğu dikkatlerden kaçmadı. 

    En İyi Fİlm - Anora

    Anora’nın Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye almasıyla başlayan ödül sezonu yolculuğu dün gece En İyi Film Oscar’ını almasıyla noktalandı. Sean Baker, ödül konuşmasında filmin yalnızca 6 milyon dolar gibi, Hollywood standartları için son derece mütevazı bir bütçeyle hayata geçirdiklerini vurguladı. Bağımsız filmlerin endüstri açısından zaferini tescilleyen filmin, Hollywood’un süper kahraman filmleri ve yeniden çevrimlerle kuraklaşan ve sıradanlaşan atmosferine yeni bir soluk getirdiği kesin!

    Oscar ödüllü filmleri Türkiye’de nereden izleyebilirim?

    JustWatch’ın hazırladığı bu rehber sayesinde bu yılın Oscar ödüllerinden zaferle dönen filmleri hem çevrimiçi hem de sinemalarda nereden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Güncel streaming seçeneklerinden haberdar olmak ve size en çok hitap edeni tercih etmek için filtreleme özelliğini kullanmayı unutmayın!

  • En İyi Film Oscar’ına Aday Gösterilen En İyi 10 Aksiyon Filmi

    En İyi Film Oscar’ına Aday Gösterilen En İyi 10 Aksiyon Filmi

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Aksiyon filmleri yüksek gişe hasılatına ve seyirci nezdinde ciddi bir popülerliğe sahip olsa da Oscar sezonu geldiğinde genelde geri planda kalan bir türdür. Bu filmler daha çok görsel efektler, ses kurgusu ve ses miksajı gibi teknik dallarda öne çıksa da aralarından bazıları bu kalıpları aşarak kendisine En İyi Film kategorisinde yer bulmayı başarmış; hatta bazı durumlarda rakiplerini sollayıp Oscar’ı kucaklamıştı. 97. Akademi Ödülleri yaklaşırken En İyi Film Oscar’ına aday gösterilen en başarılı 10 aksiyon filmini sizler için listeledik. 

    Top Gun: Maverick (2022)

    Özellikle Mission: Impossible serisiyle Hollywood’un en başarılı aksiyon starlarından biri olarak tanıdığımız Tom Cruise, 36 yıl aradan sonra Pete “Maverick” Mitchell karakteriyle ekranlara geri döndü. Filmde Cruise’a Miles Teller, Glen Powell, Val Kilmer, Jennifer Connelly, Monica Barbaro ve Jon Hamm gibi isimler eşlik etti. Deneyimlerine rağmen kariyerine test pilotu olarak devam eden Maverick’in, donanmanın elit pilotlarının eğitildiği Top Gun akademisine geri çağrılması filmin hikâyesinin çıkış noktasını oluşturmuştu. Filmde Maverick, aralarında eski dostu Goose’un oğlu Rooster’ın da bulunduğu bir grup pilotu eğitip, onlarla beraber nükleer bir tehditi ortadan kaldırmak için harekete geçmişti. Yine CGI yerine pratik efektlerin öne çıktığı filmde oyuncular sıkı bir uçuş eğitiminden geçirildi. Gökyüzünde nefes kesici uçak sahneleriyle seyirciyi kendine hayran bırakan film altı kategoride Oscar’a aday gösterildi ve En İyi Ses ödülünü kazandı.

    Dune (2021)

    Denis Villeneuve’ün Frank Herbert’in kült roman serisinden uyarladığı Dune’un aksiyondan ziyade bir bilim kurgu filmi olduğu doğru. Filmde, Arrakis gezegenini yönetmesi için İmparator tarafından görevlendirilen Atreides Hanedanı’nın Harkonnen’ler tarafından uğradığı ihaneti ve sonrasında Lord Atreides’in oğlu Paul ve Lady Jessica’nın gezegenin yerli halkı Fremenlere sığınmasını izlemiştik. Herbert’in kurduğu evrenin temellerinin atıldığı bu ilk film etkileyici prodüksiyonu ve temposuyla büyük beğeni topladı. Özellikle kum solucanlarının olduğu sahneleriyle aksiyonu epik bir düzeye çıkaran Dune, En İyi Film de dahil olmak üzere on dalda Oscar’a aday gösterildi. En İyi Ses, En İyi Kurgu, En İyi Orijinal Müzik, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi, En İyi Prodüksiyon Tasarımı ve En İyi Görsel Efekt ödüllerini kazandı. 

    Mad Max: Fury Road (2015)

    Listemizdeki filmler arasında konumunu en çok hak eden filmlerden bir tanesi hiç şüphesiz Mad Max: Fury Road. Mel Gibson’ın başrolünde yer aldığı filmlerle seksenli yıllara damgasını vuran aksiyon dolu serinin yaratıcısı George Miller, 2015 yılında bir Mad Max reboot’una imza attı. Tom Hardy, Charlize Theron, Nicholas Hoult, Zoe Kravitz ve Riley Keough gibi isimlerin rol aldığı film özellikle CGI yerine pratik görsel efektlerin kullanılmasıyla büyük beğeni topladı. Neredeyse büyük bir çoğunluğu dev zırhlı araçlar üzerinde geçen film seyircisini diken üstünde tutan aksiyon sahneleriyle geçtiğimiz on yıla damgasını vurdu. Toplamda on dalda aday gösterilen Mad Max: Fury Road, altı Oscar’la ödüllendirildi. 

    Inception (2010)

    Christopher Nolan’ın bu zekice kurgulanmış, baş döndürücü yapıtını aksiyon filmi olarak nitelendirmek haksızlık olabilir. Zira rüyalar içinde gezinen hırsızları konu edinen Inception sinematik türlerin çok ötesine geçen bir film. Dom Cobb adında, insanların rüyalarına girerek fikirlerini çalan ya da zihinlerine fikir yerleştiren bir hırsızın, iş adamı Robert Fischer’ın babasından miras kalan şirketi bölmesini sağlamaya çalıştığı filmde Leonardo DiCaprio, Cillian Murphy, Joseph Gordon-Levitt, Tom Hardy, Marion Cotillard ve Michael Caine gibi isimler rol aldı. Rüya içinde rüya gibi kafa kurcalayan kavramların etkileyici bir görsellikle aktarıldığı Inception’da özellikle farklı bilinç düzeyleri arasındaki bağlantılar son derece sürprizli aksiyon sahneleriyle beyazperdeye aktarıldığını söylemek mümkün. Nolan’ın oteldeki dövüş sahnesini dönen bir set kullanarak çektiğini düşünürsek filmin En İyi Görüntü Yönetimi ve En İyi Görsel Efekt Oscar’larını hak ettiği kesin!

    Avatar (2009)

    Bugün Star Wars ve Marvel gibi film serileri, yaratıcılık ve dünya yaratma konusunda sınıfta kalırken James Cameron’ın şimdiden yirmi yıla yayılan epik projesi Avatar sinemaseverleri hiç olmadığı kadar heyecanlandırmaya devam ediyor. Bu projenin ilk ayağı olan 2009 tarihli ilk film Avatar da vizyona girdiği dönemde hareket yakalama teknolojisi, 3-D kullanımı ve nefes kesen görselliğiyle seyircisini büyüledi. Pandora gezegeninde Jake’in Toruk’u bağ kurduğu sahnelerden Nav’i’lerin RDA (Kaynakları Geliştirme İdaresi) karşısında verdiği savaş filmin unutulmaz aksiyon sahnelerinden sadece birkaçı. Avatar Akademi Ödülleri’nde toplam dokuz dalda aday gösterilse de bunların yalnızca üçünü (En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Görüntü Yönetimi ve En İyi Görsel Efekt) kazanabildi. 

    The Lord of the Rings: Return of the King

    Ana akım olarak nitelendirebileceğimiz film serileri arasında Akademi Ödülleri’nde en çok Yüzüklerin Efendisi filmlerinin kazançlı döndüğünü söylesek yanlış olmaz. Peter Jackson’ın J. R. R. Tolkien’in kitaplarından beyazperdeye uyarladığı epik serinin üçüncü filmi ise bu başarının zirve noktası niteliğinde. Jackson’ın, kurduğu dünyanın zenginliğinden taviz vermeksizin her bir detayını inanılmaz bir işçilikle inşa ettiği Return of the King, üçlemenin hem duygusal hem de dramatik açısından en etkileyici sahnelerine sahip filmi. Bir yandan Frodo ve Sam’ın Hüküm Dağı’na doğru Mordor’daki yolculuklarını takip ederken, bir yandan Sauron’ın ordularının Minas Tirith’i kuşatması ve onlara Rohan Süvarileri’nin verdiği mücadeleyi izlediğimiz film, bugün benzerlerine çok nadiren rastladığımız bir sinema şöleni sunuyor seyircisine. Return of the King’in sinema açısından yetkinliği, Akademi nezdinde de yankı bulmuş olacak ki, En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil olmak üzere, aday gösterildiği 11 kategorinin 11’inden de ödülle döndü. Titanik ve Ben-Hur’ün de paylaştığı bu rekoru henüz başka bir film aşabilmiş değil!

    Crouching Tiger, Hidden Dragon (2000)

    Aksiyon filmlerinden bahsederken, dövüş sanatları filmlerini es geçmek olmaz. Uzakdoğu dövüş sanatları filmleri genelde Akademi Ödülleri’nde pek yer bulamasa da usta yönetmen Ang Lee’nin Crouching Tiger, Hidden Dragon filmi bu açıdan bir istisna. Qing hanedanlığı devrinde Çin’de geçen filmde, savaşçı Li Mu Bai’nin emekli olmaya karar verip “Yeşil Kader Kılıcı”nı yakın dostu Yu Shu Lien’e emanet eder. Ancak kılıç gizemli bir şekilde çalınınca Li Mu Bai ve Shu Lien kılıcın peşine düşer. Yeşil Kader’i, soylu ailesinin ayarladığı anlaşmalı evlilikten kaçmak ve özgür bir hayat sürmek isteyen Jen Yu kılıcı çalmıştır. Ancak ona dövüş sanatlarının inceliklerini öğreten hocası Jade Fox’un da Li Mu Bai’yle kapanmamış bir hesabı olduğu ortaya çıkar. Michelle Yeoh, Chow Yun-fat, Zhang Ziyi ve Chang Chen’in başrollerinde oynadığı etkileyici ve akıcı dövüş koreografileriyle akıllara kazındı. O yıl yabancı bir filmin on dalda Oscar’a aday gösterilmesiyle rekor kıran film En İyi Yabancı Film, En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Görüntü Yönetimi ve En İyi Özgün Müzik ödüllerini kazandı. 

    Gladiator (2000)

    Crouching Tiger, Hidden Dragon’la aynı yıl En İyi Film’e aday gösterilen bir başka epik-aksiyon filmi olan Gladiator kategorinin kazananı oldu. Ridley Scott’un Maximus isimli generalin İmparator’un yozlaşmış oğlu Commodus tarafından ihanete uğrayıp köle olarak satıldığı ve sonrasında bir gladyatör olarak intikam peşinde koştuğu filmin oyuncu kadrosunda Russell Crowe, Joaquin Phoenix ve Connie Nielsen başrol oynadı. Gladiator’ün yukarıda adını andığımız diğer filmler gibi düz bir aksiyon filmi sayılmadığı ve epik anlatısının daha çok öne çıktığı doğru. Ancak yine de arenadaki heyecan verici dövüşlerin hakkını da yememek gerek. Akademi Ödülleri’nde Gladiator on iki dalda aday gösterildi ve En İyi Film de dahil olmak üzere baş ödül kazandı. 

    The Fugitive (1993)

    Daha adını duyar duymaz kaçma ve kovalamalarla dolu olduğunu anlayabileceğimiz The Fugitive, Andrew Davis’in imzasını taşıyor. Karısını öldürmekle suçlanan ve kendisi masum olduğunu iddia etse de tüm deliller aksini gösteren Dr. Richard Kimble adlı bir cerrahın adalet arayışına odaklanan filmin başrolünde Harrison Ford var. 1963 - 1967 yılları arasında yayınlanan aynı adlı televizyon dizisinden uyarlanan filmde Kimble’ın hapishaneye transferi sırasında kaçmasını sağlayan kaza sahnesinden peşindeki polis şefi Samuel Gerard’dan kılpayı kurtulduğu heyecan verici sahneler filmin aksiyon türü açısından öne çıkan unsurlarından yalnızca birkaçı. The Fugitive toplamda yedi Oscar’a aday gösterilse de sadece Samuel Gerard rolündeki Tommy Lee Jones En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüyle döndü. 

    Indiana Jones: Raiders of the Lost Ark (1981)

    Bir başka Harrison Ford klasiği olan Indiana Jones’u da es geçmemek gerek. Bugün aksiyon-macera sineması açısından bir klasik haline gelen serinin ilk filminin yönetmen koltuğunda Steven Spielberg oturuyor. Karizmatik arkeolog Indiana Jones’un kutsal güçleri olduğuna inanılan Ahit Sandığı’nı bulmak için uğraşırken bir yandan da onu ele geçirmeye çalışan Nazi ajanlarıyla mücadele ettiği film Nepal’den Mısır’a uzanan tempolu bir macera sunuyor seyircisine. Komedi, aksiyon ve kurmaca tarihsel ögeleri dengeli bir şekilde harmanlayan filmin aldığı dokuz Oscar adaylığını ve beş ödülü kesinlikle hak ettiğini söyleyebiliriz. 

  • İnanılmaz Hulk’ın Yer Aldığı Tüm Filmler (En İyiden En Kötüye)

    İnanılmaz Hulk’ın Yer Aldığı Tüm Filmler (En İyiden En Kötüye)

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Hulk / Bruce Banner karakteri bugün Marvel Sinematik Evreni’nin ve Avengers takımının en ikonik karakterlerinden biri olarak hayranlarının zihninde önemli bir yere sahip. MCU’nun öncesinde de iki farklı sinema uyarlaması bulunan Hulk’ın yer aldığı tüm filmleri başarı sıralamasına göre listeledik.

    1. Thor: Ragnarok

    Genellikle yalnızca çevresindeki her şeyi yok eden bir canavar olarak tasvir edilen Hulk, Taika Waititi imzalı Thor: Ragnarok filminde, çok daha renkli ve eğlenceli bir kişiliğe sahip olmasıyla beğeni topladı. Sakaar gezegenindeyken uzun süre Hulk formunda kaldığı için daha gelişmiş bir kişiliğe sahip olan yeşil devin Thor’la olan diyalogları ve yaptığı espriler filme damgasını vurmuştu.

    2. The Avengers

    Mark Ruffalo’nun ilk kez Bruce Banner / Hulk olarak karşımıza çıktığı The Avengers filminin listenin ilk sıralarında yer almasına şaşmamalı. Ruffalo bu filmde, Hulk olarak kimliğini kabul etmiş ve onu yavaş yavaş anlamaya ve tanımaya başlayan bir Bruce Banner portresi çizmişti. Ekip içinde hem zekası hem de Hulk formundayken ustalıkla kullandığı öfkesi sayesinde Loki’nin etkisiz hale getirilmesinde önemli bir rol oynamıştı. 

    3. Avengers: Age of Ultron

    Age of Ultron filminde Bruce Banner ve Hulk’ın yaşadığı çatışmalar dikkat çekti. Bruce’un ayrıca, Scarlett Johansson’ın canlandırdığı Natasha Romanoff / Black Widow karakteriyle aralarında duygusal bir yakınlaşma meydana geldi. Hulk’ın zihinsel kontrolünü kaybedip sivil halka saldırması ve Iron Man’le karşı karşıya gelmesi, kontrolünü kaybetme korkusunu daha da şiddetlendirdi. 

    4. Avengers: Endgame

    Avengers’ın Thanos’a karşı verdiği son savaşı konu edinen Endgame’de çok sayıda karakter yer aldığı için teker teker her kahramanın öne çıkması pek mümkün değildi. Yine de Hulk, filmde “Smart Hulk” şeklinde isimlendirilen bir formda karşımıza çıktı. İki kişiliğinin de farklı yönlerine sahip bu formuyla benliğini tamamen kabullendiğini gördüğümüz Bruce / Hulk, Thanos’un Sonsuzluk Eldiveni’ni kullanarak onun The Snap sırasında yok ettiği insanların geri gelmesine katkıda bulunmuştu. 

    5. Avengers: Infinity War

    Infinity War’ın başında Thanos, Hulk’la karşı karşıya gelmiş ve onu yıkıcı bir yenilgiye uğratmıştı. Bu yenilgi sonucunda film boyunca Bruce, Hulk formuna geçiş yapmakta zorluk çekmişti. 

    6. The Incredible Hulk

    2008 tarihli Iron Man’le yavaş yavaş şekillenmeye başlayan Marvel Sinematik Evreni’nin ikinci filmi kabul edilen The Incredible Hulk’ta Bruce Banner’a Edward Norton hayat verdi. Banner’ın durumuna çare ararken bir yandan da ABD ordusundan kaçtığı filmde, kahramanımız tıpkı onun gibi güçlü olabilmek için tehlikeli deneylere maruz kalan Emil Bronsky’yle, diğer ismiyle Abomination’la karşı karşıya geldi. 2025 yılında gösterime giren Captain America: Brave New World’le beraber The Incredible Hulk’taki The Leader, Thaddeus Ross ve Betty Ross’ta MCU’ya geri dönmüş oldu. 

    7. Captain America: Brave New World

    Bizzat Hulk’ın kendisi filmde yer almasa da Harrison Ford’un canlandırdığı ABD başkanı Thaddeus “Thunderbolt” Ross’un Red Hulk’a dönüşeceği daha film vizyona girmeden önce bile duyurulmuştu. Bu dönüşümün MCU’nun geleceğini nasıl etkileyeceğini ise ilerde bekleyip göreceğiz. 

    8. Hulk

    2003 tarihli ilk Hulk filmini, süper kahraman filmlerini düşününce sürpriz bir isim olarak akıllarda kalan Ang Lee yönetti. Bruce Banner / Hulk’ı Eric Bana’nın canlandırdığı film Bruce’un Hulk’a dönüşmesinin yol açtığı psikolojik travmalara odaklandı daha çok. Bruce’un, kendi üzerinde deneyler yaparak genetik mutasyonlarına sebep olan babası David Banner’la (yani Absorbing Man’le) yüzleştiği filmde öfkesi arttıkça boyutu da büyüyen bir Hulk vardı karşımızda. Ang Lee’nin çizgi roman panellerine benzer bir görsellik yakalamaya çalıştığı film seyirci nezdinde ne yazık ki pek de olumlu eleştiriler almamıştı. 

  • Tüm Paddington Filmlerini Sırayla İzleyin

    Tüm Paddington Filmlerini Sırayla İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    İngiliz çocuk edebiyatında son derece önemli bir yere sahip Ayı Paddington beyaz perdede ilk kez 2014 yılında hayranlarıyla buluştu. Serinin üçüncü filmi Ayı Paddington: Ormanda Macera’nın (Paddington in Peru) vizyona girmesini fırsat bilerek, JustWatch ekibi serideki diğer filmleri hangi platformlar üzerinden izleyebileceğinizi sizler için listeledi.

    Yazar Michael Bond’un yarattığı, kırmızı yıpranmış şapkası ve mavi yünlü kabanıyla akıllara kazanan Ayı Paddington’ın ilk sinema uyarlamasına Paul King imza attı. Serinin ilk filmi, Lucy ve Pastuzo tarafından evlat edinilen Paddington’la tanıştırdı bizi. Paddington’ın teyzesi Lucy, Pastuzo’nun ölümü üzerine yeğenini Londra’ya, geçmişte tanıştıkları bir kaşifin yanında yaşamaya göndermişti. Ayıcık, Londra’ya vardığında onu Brown ailesi bulmuş ve ona Paddington adını vermişti. Brown ailesi, Paddington’a Lucy teyzesinin bahsettiği kaşifin izini sürme konusunda yardım etmeye çalışırken, Doğa Tarihi Müzesi’nde çalışan Millicent Clyde isimli taksidermist Paddington’ın varlığından haberdar olmuş ve onu koleksiyonuna dahil etme fikrini kafasına takmıştı.İlk filmde sevimli Paddington’ı başarılı aktör Ben Whishaw seslendirirken ona Hugo Bonneville, Imelda Stanton, Michael Gambon, Sally Hawkins, Peter Capaldi, Julie Walters ve Jim Broadbent gibi isimler eşlik etmiş, ayrıca Millicent Clyde rolünü Nicole Kidman üstlenmişti.

    Serinin 2017 tarihli ikinci filmi Ayı Psddington 2’deyse artık Brown’larla beraber Londra’da yaşayan Paddington, teyzesi Lucy’nin yüzüncü yaşı için özel bir kitap almak istediği için türlü türlü işlerde çalışmaya başlamıştı. Ancak bir akşam bu kitabın çalındığına şahit olan Paddington, hırsızı yakalayacağım derken etrafta başka kimse olmadığı için şüpheli konumuna düşmüştü. Brown ailesi, dışarda gerçek suçluyu bulmak için uğraşırken, hapishanede yeni arkadaşlar edinen Paddington da oradan kaçmanın yollarını aramıştı. İkinci filmde orijinal oyuncu kadrosuna ayrıca Hugh Grant ve Brendan Gleeson dahil olmuştu.

    Bu yıl vizyona giren Ayı Paddington Peru, Paddington’ın teyzesi Lucy’nin onu çok özlediği ve garip davranışlar sergilediği haberini alması üzerine Brown ailesiyle beraber Peru’ya yolculuk etmesini konu ediniyor. Oraya vardıklarında Lucy’nin ortadan kaybolduğunu öğrenen Paddington ve Brown’lar onu bulmaya çalışırken, kendilerini kayıp şehir El Dorado’yla bağlantılı bir gizemin ve maceranın ortasında buluyor. Filmin esas kadrosuna bu defa hazine avcısı Hunter rolünde Antonio Banderas ve Baş Rahibe Clarissa rolünde Olivia Colman dahil olmuştu.

    Büyük bir hayran kitlesine sahip Ayı Paddington serisine ilerde yeni bir filmin daha ekleneceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Serideki tüm filmler hakkındakı güncel streaming bilgilerine bu sayfa aracılığıyla ulaşabilirsiniz. Ayrıca televizyonda yayınlanan animasyon dizi Ayı Paddington’ın Maceraları’na da göz atmayı unutmayın!

  • En İyi Kaptan Amerika Filmleri ve Dizileri

    En İyi Kaptan Amerika Filmleri ve Dizileri

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Marvel Sinematik Evreni içinde Iron Man’den sonra belki de en önemli rol oynayan süper kahraman kabul edilen Kaptan Amerika, beyazperdede ilk kez karşımıza çıktığı İlk Yenilmez filminden bu yana birçok MCU filminde yer aldı ve sayısız dönüşüm geçirdi. Geçtiğimiz günlerde gösterime giren Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya’yı izlemeye hazırlanan sinemaseverler için Kaptan Amerika’nın yer aldığı en iyi film ve dizileri listeledik.

    Kaptan Amerika: Kış Askeri (Captain America: The Winter Soldier)

    Genelde listelerdeki serideki diğer filmlerin yeri sık sık değişse de Kaptan Amerika: Kış Askeri’nin serinin neredeyse tüm hayranları tarafından en iyi Kaptan Amerika filmi kabul edildiğini söyleyebiliriz. S.H.I.E.L.D için çalışmaya başlayan Steve Rogers’ın organizasyonun içine Hydra’nın sızdığını keşfettiği film, beyni yıkanmış bir katile dönüşen dostu Bucky Barnes’la mücadele etmek zorunda kalmasını konu edinmişti. Süper kahraman ve aksiyon türünü politik gerilimle harmanlaması açısından beğeni toplayan film, seride daha sonra önem kazanacak Sam Wilson / Falcon karakterinin seyirci karşısına çıkması açısından da önemli bir yere sahip.

    Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı (Captain America: Civil War)

    Süper kahraman anlatıları genellikle iyilerin kötülerin mücadelesi üzerine kuruludur. Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı, süper kahramanları benimsedikleri ideolojiler ve görüşler arasındaki farklılıklar yüzünden karşı karşıya getirmesi açısından son derece özgün bir film. Avengers’ın Tony Stark ve Kaptan Amerika’nın önderlik ettiği iki gruba bölündüğü filmde Steve Rogers’ın süper kahramanların hükümetlerden bağımsız bir şekilde hareket etmesini savunmasını ve bir yandan da Bucky’yi korumak mücadele etmesini izlemiştik.

    Yenilmezler (The Avengers)

    Kendisini tamamen yabancı olduğu bir dünyada bulan Steve Rogers’ın Nick Fury sayesinde Yenilmezler’e katıldığı ilk Avengers filmi, onun bu yeni kimliğine ayak uydurma çabalarını ve Tony Stark’la grubun liderliği ve otorite konusundaki çatışmalarına odaklanmıştı. Bu filmle beraber Loki’nin yenilmesinde kilit bir rol oynayan Kaptan Amerika’nın, Avengers ve S.H.I.E.L.D içinde gelecekteki konumu da şekil almaya başlamıştı.

    Yenilmezler: Oyunun Sonu (Avengers: Endgame)

    Steve Rogers’ın Kaptan Amerika kimliği açısından belirleyici bir konuma sahip bu filmde Kaptan Amerika, Sonsuzluk Taşları’nı ele geçirmek için zamanda yolculuk yapmıştı. Burada Peggy Carter’la yeniden karşılaşan Steve, Thanos yenildikten sonra Mjolnir ve Sonsuzluk Taşları’nı ait oldukları zaman dilimine geri götürmek için zamanda yolculuk yapan Steve, geçmişte Peggy’yle kalmayı seçerek, kalkanını ve Kaptan Amerika kimliğini Sam Wilson’a devretmişti. Yenilmezler: Oyunun Sonu, bir anlamda da Chris Evans’ın Kaptan Amerika rolünü üstlendiği son film oldu.

    Yenilmezler: Sonsuzluk Savaşı (Avengers: Infinity Game)

    Bu filmde Steve Rogers’ı ilk olarak, Kaptan Amerika kimliğini bırakıp Black Widow ve Falcon’la beraber kimli gizli şekilde çalışarak görsek de, Thanos tehdidi ortaya çıkınca Avengers’a geri dönmüştü. Scarlet Witch ve Vision’ı kurtarmaya yardım eden Kaptan Amerika, ayrıca Thanos’a karşı Wakanda’yı savunmak için mücadele etmişti. Film, Steve Rogers’ın, Thanos yüzünden en yakın dostu Bucky’yi kaybetmesi sebebiyle duygusal açıdan yoğun ve sarsıcı bir boyuta sahip olmasıyla dikkat çekmişti.

    Yenilmezler: Ultron Çağı (Avengers: Age of Ultron)

    Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı’nın hikâyesinin ana hatlarının şekillenmeye başladığı filmde Steve Rogers’la Tony Stark arasındaki görüş farklılıklarının gitgide keskin bir hale gelmesini izlemiştik. Filmin sonunda Kaptan Amerika, Avengers’ın yeni üyeleri Falcon, Scarlet Witch, War Machine ve Vision’ı eğitmek görevini üstlenmişti.

    Kaptan Amerika: İlk Yenilmez (Captain America: The First Avenger)

    Steve Rogers’ın ve Kaptan Amerika karakterinin ilk kez karşımıza çıktığı İlk Yenilmez filmini anmadan geçmek olmaz. İkinci Dünya Savaşı sırasında asker olmanın hayalleri kuran, Brooklyn’li çelimsiz bir askerken, dahil olduğu Süper Asker programıyla Kaptan Amerika unvanını alan Steve bu filmde Hydra ve Red Skull’la mücadele etmiş ve uçağı Kuzey Kutbu’na düştüğü için, yetmiş yıl sonra S.H.I.E.L.D tarafından bulunana kadar donmuş bir halde kalmıştı.

    Falcon ve Kış Askeri (The Falcon and the Winter Soldier)

    Marvel Sinematik Evreni filmlerine göre The Falcon and The Winter Soldier bir Disney+ dizisi olarak daha arka planda kalmış olsa da Sam Wilson’ın resmi olarak Kaptan Amerika rolünü üstlenmesi açısından önemli bir aşamaya karşılık geliyor. Bucky ve Sam’in Endgame’den sonraki yaşamlarına odaklanan dizide ikili Flag-Smashers isimli bir terörist organizasyonla mücadele etmişti.

    Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya (Captain America: Brave New World)

    Brave New World ne yazık ki pek olumlu eleştiriler almadı. Politik gerilim ögelerinin baskın olduğu söylenen filmde, keşfedilen yeni ve güçlü bir metal olan adamantium’u ABD başkanı Thaddeus “Thunderbolt” Ross’un kullanmak istemesi ülkeler arasında bir krize yol açıyor. Bu sırada Kaptan Amerika mirasını devam ettiren Sam Wilson, ekip arkadaşlarıyla beraber yaklaşmakta olan dünya çapında bir tehdidi önlemek için harekete geçiyor.

    Hikâyesi 2008 tarihli Hulk filmi ve Eternals’la bağlantılar kuran Cesur Yeni Dünya’nın Marvel’ Sinematik Evreni’nin Altıncı Evresi’ndeki diğer yapımlarda nasıl yankı bulacağını ise bekleyip göreceğiz.

  • Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya Öncesinde Neler İzlenmeli?

    Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya Öncesinde Neler İzlenmeli?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    30’dan fazla film ve 20’den fazla diziyle gün geçtikçe büyümeye devam eden Marvel Sinematik Evreni’ne yeni eklenen yapımları izlemek çoğu zaman kafa karıştırıcı olabilir. Yapımcıların ve senaristlerin geçmişteki filmlere gönderme yaparak hayranlarının ilgisini canlı tutmaya çalıştığını bildiğimiz MCU’nun yeni filmi Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya da bu açıdan bir istisna değil.

    Oyuncu kadrosunda Anthony Mackie, Danny Ramirez, Shira Haas, Carl Lumbly, Xosha Roquemore  Giancarlo Esposito, Liv Tyler, Tim Blake Nelson ve Harrison Ford’un yer aldığı dördüncü Kaptan Amerika filmini izlemeyi düşünüyorsanız, hafızanızı tazelemek adına JustWatch’in sizin için hazırladığı bu rehbere göz atabilirsiniz.

    Cesur Yeni Dünya, Harrison Ford’un canlandırdığı Thaddeus “Thunderbolt” Ross sebebiyle 2008 tarihli İnanılmaz Hulk’la doğrudan bağlantılı bir film. Mark Ruffalo’dan önce Edward Norton’ın hayat verdiği Bruce Banner’ın yaşadığı mutasyona çare ararken General Ross’un onu kendi çıkarları için kullanmaya çalıştığı yapım MCU’nun bir parçası olmasa da filmde yer alan Liv Tyler ve Tim Blake Nelson, aynı karakterleri canlandırarak Cesur Yeni Dünya’da da karşımıza çıkıyor.

    Elbette Thaddeus Ross ve Hulk, Cesur Yeni Dünya’nın yalnızca bir boyutunu meydana getiriyor. Dördüncü filmde Kaptan Amerika sıfatıyla karşımızda daha önce Falcon olarak tanıdığımız Sam Wilson var. Ancak Kaptan Amerika’nın hikâyesi ta İkinci Dünya Savaşı’na ve o dönemde Süper Asker programına kaydolan Brooklyn’li genç Steve Rogers’a kadar uzanıyor. Rogers’ın nasıl Kaptan Amerika’ya dönüştüğünü anlatan 2011 tarihli Kaptan Amerika: İlk Yenilmez’den sonra kahramanımız, yetmiş yıl aradan sonra Nick Fury’nin bir araya getirdiği Yenilmezler grubuna Tony Stark’la beraber liderlik etmiş ve Loki’ye karşı mücadele etmişti.

    Kaptan Amerika: Kış Askeri’nde öldüğünü sandığı yakın dostu Bucky Barnes’la karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştı. Sam Wilson’ın Falcon olarak ilk kez karşımıza çıktığı Kış Askeri’nden sonra gelen Ultron Çağı’nda Rogers’ın Tony Stark’la liderlik konusunda yaşadığı sorunlar giderek artmış ve Kahramanların Savaşı’nda Yenilmezler ekibi iki gruba ayrılmıştı. Sonsuzluk Savaşı ve Oyunun Sonu filmlerinde, Yenilmezler’in Thanos’la mücadelesinde kilit rol oynayan Steve Rogers geçmişe dönerek bir türlü unutamadığı Peggy Carter’la yaşamayı seçerek, kalkanını ve Kaptan Amerika kimliğini Sam Wilson’a emanet etmişti. 

    Oyunun Sonu ve Cesur Yeni Dünya arasında köprü görevi görmesi açısından Bucky ve Sam’in Flag-Smashers örgütüyle mücadelesini ele alan Falcon ve Kış Askeri dizisini izlemek de yerinde olabilir. Son olarak Cesur Yeni Dünya’nın anlatısında önemli bir rol oynayan Adamantium isimli metalin kökenini anlamak açısından diziyle aynı yıl çıkan Eternals filmine tekrar göz atmayı unutmayın!

  • Sevgililer Günü’ne Özel Erotik Aşk Filmleri

    Sevgililer Günü’ne Özel Erotik Aşk Filmleri

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Rutininizin dışına çıkıp Sevgililer Günü akşamınıza biraz renk katmak mı istiyorsunuz? Unutulmaz erotik gerilimlerden, romantizmin şehvet ve tutkuyla ekrana yansıdığı aşk filmlerine kadar farklı tarz ve zevklere hitap eden çok sayıda filmi sizin için bir araya getirdik. Sitemizin filtreleme özelliklerini kullanarak kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleri arasından size en uygun olanı tercih edebilirsiniz. 

    Carol

    Todd Haynes imzalı Carol, soğuk bir kış günü başlayan ve giderek alevlenen bir beraberliği konu ediniyor. 1950’lerin toplumsal baskıları arasında, Carol ve Therese arasındaki çekim, ilk bakışta bir fısıltı gibi duyulur ama zamanla içlerine işleyen bir yangına dönüşür. Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın büyüleyici performansları, filmin pastel renkleri ve incelikli yönetmenliğiyle birleşince, ‘Carol’ sadece bir aşk hikâyesi değil, dokunmayı bile riskli kılan bir çağın içinde aşkın kendini var edişinin şiirsel bir anlatısı oluyor.

    Beni Adınla Çağır (Call Me By Your Name)

    Luca Guadagnino’nun bu unutulmaz filmi, bir yaz gününün sıcaklığı gibi teninize işleyen, naif ama sarsıcı bir tutkunun hikâyesini konu ediniyor. Elio ve Oliver’ın birbirine yaklaşması, aşkın kaçınılmazlığı kadar geçiciliğini de hissettiriyor. Göz alıcı renk paleti, meyve metaforları ve Sufjan Stevens’ın melankolik melodileriyle birleşince ortaya unutulmaz bir aşk hikâyesi çıkıyor. Erotizm burada, doğanın ve gençliğin iç içe geçtiği büyülü bir atmosferde nefes alıyor.

    Piyano (Piano)

    Jane Campion’un kadın arzusunu en saf ve en ilkel hâliyle anlattığı Piyano, suskunluğun içinde yankılanan bir tutku hikâyesi. Konuşamayan ama piyanonun tuşlarıyla dünyaya sesini duyuran Ada’nın, arzunun yasakla ve özgürlükle nasıl kesiştiğini keşfetmesi, filmin şiirsel tonunu daha da derinleştiriyor. Doğa, yağmur ve çamura bulanmış bedenler, bu aşkın kaçınılmazlığını vurguluyor.

    Gözleri Tamamen Kapalı (Eyes Wide Shut)

    Stanley Kubrick’in gizemli dünyasında, arzunun nerede başlayıp nerede bittiği sorusu belirsizleşiyor. Nicole Kidman ve Tom Cruise’un canlandırdığı evli bir çiftin, birbirlerinin arzuladıkları ya da kaçındıkları kişiler olup olmadıklarını sorgulaması, filmi sadece erotik değil, aynı zamanda rahatsız edici bir yolculuğa dönüştürüyor. ‘Eyes Wide Shut’, tutkuyu ve sadakati soyut bir oyun alanına çekerken, gizemli maskelerin ardında kalan en çıplak hâlimizin ne olduğunu düşündürüyor.

    Aşk (Love)

    Gaspar Noé’nin ‘Love’ı, aşk, şehvet ve erotizmin sınırlarını cesurca zorlayan bir deneyim vadediyor. Murphy ve Electra arasındaki ilişki, şehvetin ve bağlılığın iç içe geçtiği bir girdaba dönüşüyor. Film, cinsel sahneleriyle olduğu kadar, karakterlerin aşkı nasıl tanımladığıyla da öne çıkıyor. Noé, aşkın sarhoş edici ve yıkıcı doğasını en ham ve doğrudan hâliyle sunarak, izleyiciyi duygusal ve fiziksel olarak sarsan bir yolculuğa çıkarıyor.

  • Sevgililer Günü’ne Özel Son Yılların En İyi Romantik Filmleri

    Sevgililer Günü’ne Özel Son Yılların En İyi Romantik Filmleri

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Notting Hill, When Harry Met Sally, Titanic, Pretty Woman… Sevgililer Günü denince genellikle ilk akla gelen romantik dramalar ve komediler bellidir. Eğer kalıpların biraz dışına çıkıp yakın dönem filmleri arasından yeni keşifler yapmak istiyorsanız bu rehber tam size göre! JustWatch ekibi son beş yılın en iyi romantik filmlerini sizler için listeledi.

    Öğle Güneşinde Yıldızlar (Stars at Noon)

    Fransız yönetmen Claire Denis genelde romantik filmleriyle tanınan bir isim değildir. Ancak başrollerinde Margaret Qualley ve Joe Alwyn başrollerini paylaştığı Öğle Güneşinde Yıldızlar (2022) bu açıdan harika bir istisna diyebiliriz. Nikaragua’da mahsur kalan genç bir Amerikalı gazetecinin, gizemli bir İngiliz iş adamıyla yaşadığı aşkı anlatan film klasik Hollywood film-noir’larını akla getiren anlatısı ve estetiğiyle oldukça özgün bir tarza sahip. Tindersticks imzalı müzikler ise filme son derece romantik ve erotik bir hava katıyor. Film, TV+ üzerinden izlenebilir!

    Şeflerin Aşkı (La Passion de Dodin Bouffant)

    Vietnam asıllı Fransız yönetmen Trần Anh Hùng’ın imzasını taşıyan bu film sadece romantik değil aynı zamanda iştah kabartan da bir film. Usta aktris Juliette Binoche’u Benoît Magimel’in canlandırdığı şef Dodin’ın yanında 30 yılı aşkın bir süredir çalışan aşçı Eugénie’ye hayat verdiği film, ikilinin gastronomiye yönelik tutkularından beslenen romantik beraberliklerini konu ediniyor. TV+ ve MUBI Türkiye kataloğu aracılığıyla izleyebileceğiniz filmdeki yemekleri yapmayı deneyip Sevgililer Günü akşamını yaratıcı ve eğlenceli hale de getirebilirsiniz. 

    Dünyanın En Kötü İnsanı (Verdens verste menneske)

    Yirmili yaşlarının sonlarında, hem kişisel hem de profesyonel yaşamında belirsizliklerle boğuşan Julie’nin aşk hayatına odaklanan Dünyanın En Kötü İnsanı, filmde kendi deneyimlerinin çok benzerini bulan genç seyirci kitlesini önemli ölçüde etkilemişti. Norveçli yönetmen Joachim Trier’in kamerasından ekrana yansıyan muhteşem Oslo manzaraları ve uzun yaz gecelerinin bu soğuk Şubat ayında içinizi ısıtacağından emin olabilirsiniz. Başrollerinde Renate Reinsve, Anders Danielsen Lie ve Herbert Nordrum’un oynadığı filmi BluTV ve Apple TV üzerinden izleyebilirsiniz. 

    All of Us Strangers

    Son dönemin en popüler ve başarılı aktörlerinden Andrew Scott ve Paul Mescal’ın başrollerini paylaştığı All of Us Strangers, yukarıda bahsettiğimiz filmlere kıyasla biraz daha ağır tempolu ve dramatik bir film. Adam isimli bir yazarın, yaşadığı binada tanıştığı Harry’yle yaşadığı beraberliğe ve bu ilişki aracılığıyla geçmişi ve kaybettiği ailesiyle yüzleşmesini konu edinen film, kuir kimliklerin kolektif travmalarına dair de oldukça dokunaklı bir bakış açısına sahip. Ağlamak için mendilleriniz hazırladıysanız All of Strangers’ı Disney+ üzerinden izleyebilirsiniz. 

    Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi (Portrait de la jeune fille en feu)

    Bugün sinema alanında gerek filmleri gerek politik duruşuyla feminist bakışın en önemli temsilcilerinden Céline Sciamma’nın son yılların en özgün anlatılarından birine imza attığı Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi’ni anmadan geçmek olmaz! 18. yüzyılda Marianne isimli bir ressamın evlenmek üzere olan genç ve asi Héloise’in portresini çizmekle görevlendirildikten sonra ikili arasında başlayan yakınlaşmayı odaklanan film, muhteşem görselliği ve başrolleri paylaşan Adèle Haenel ve Noémie Merlant’ın etkileyici performanslarıyla tutku ve aşkın oldukça özgün ve şehvetli bir temsilini sunmuştu. Filmi Apple TV ve MUBI Türkiye üzerinden izleyebilirsiniz. 

    Son yılların en iyi aşk filmlerini çevrimiçi izleyin 

    JustWatch olarak hazırladığımız bu rehberi detaylı bir şekilde inceleyerek geçtiğimiz beş yılda gösterime giren en iyi aşk filmlerini Türkiye’de çevrimiçi nereden izleyebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Sitemizin filtreleme özelliklerini kullanarak kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleri arasından size en uygun olanı tercih edebilirsiniz.

  • Bridget Jones Serisi Nereden İzlenebilir?

    Bridget Jones Serisi Nereden İzlenebilir?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Bridget Jones, ilk olarak İngiltere merkezli The Independent gazetesinin “Bridget Jones’un Günlüğü” adlı köşesinde aşk ve iş hayatındaki yaşadıklarından bahseden otuzlu yaşlarında kurmaca bir karakter olarak karşımıza çıktı. Kısa sürede büyük bir fenomene dönüşen karakterin yaratıcısı Helen Fielding, 1996 yılında yazılarını kitaba dönüştürdü ve seri 1999 tarihli ikinci kitapla devam etti.

    Doksanlı yıllarda şehirli kadınların evlilik, aşk ve başarıyla ilgili takıntılarının bir yansıması niteliğindeki Bridget Jones’un dünya çapında bir fenomene dönüşmesini ise 2001 yapımı film uyarlaması Bridget Jones’s Diary mümkün kıldı. Renée Zellweger'in kişisel ve profesyonel yaşamıyla ilgili sorunlarla boğuşan Bridget Jones’u canlandırdığı filmde, Bridget’in âşık olduğu karizmatik patronu Daniel’a Hugh Grant, sonrasında aralarında beklenmedik bir romantizm filizlenen çocukluk arkadaşı Mark Darcy’ye Colin Firth hayat verdi.

    Hikâyesinin temeli Jane Austen’ın Gurur ve Önyargı romanına dayanan ilk film, 2004 yapımı Bridget Jones: The Edge of Reason’la devam etti. Mark ve Bridget’ın beraber yaşamasına rağmen ilişkilerinde sorunların baş gösterdiği ve Bridget’ın evlilik konusundaki beklentilerinin karşılıksız kaldığı filmde Daniel - Bridget - Mark arasındaki aşk üçgeni devam etmiş, film Mark’ın Bridget’e evlenme teklifi etmesiyle noktalanmıştı.

    2016 yapımı Bridget Jones’s Baby’de ise kırklı yaşlarında, Mark’tan ayrıldıktan sonra bekarlık günlerine geri dönmüş bir Bridget vardı karşımızda. Bir televizyon kanalında prodüktör olarak çalışmaya başlayan Bridget, iş arkadaşı Miranda’nın ısrarıyla bir müzik festivaline katılmış ve orada tanıştığı Jack’le tek gecelik bir ilişki yaşamış, ancak hemen ertesi gün Mark’le tekrar bir araya gelmişti. Haftalar sonra hamile olduğunu öğrenen Bridget kendisini bir kez daha iki erkeğin arasında bulmuştu.

    Helen Fielding’in 2013 tarihli romanından uyarlanan Bridget Jones: Mad About the Boy ise bu yıl Sevgililer Günü’nde hayranlarıyla buluşuyor. Mark Darcy’nin ölümünden sonra bir dul olarak yaşamına devam etmeye çalışan Bridget’in ailesi, dostları ve eski sevgilisi Daniel’ın (evet Hugh Grant bir kez daha karşımızda!) yeni bir başlangıç yapma yolları arayacağı filmde, kahramanımız kendisinden Roxster isminde, kendisinden 20 yaş genç biriyle aşk yaşayacak. Bunun yanında oğlunun okulundaki öğretmenlerden biri olan Bay Wallaker’la da flörtleşmesini izleyeceğiz. Dokuz yıl aradan sonra Bridget rolüne geri dönen Renée Zellweger filmde başrolleri Leo Woodall ve Chiwetel Ejiofor ile paylaşıyor. Filmde ayrıca Emma Thompson, Jim Broadbent, Gemma Jones, Isla Fisher gibi isimler de yer alıyor. (Muhtemelen flashback’lerde Mark Darcy rolünde Colin Firth’ü de göreceğimizi de not düşelim.)

    Bridget Jones filmlerini çevrimiçi izleyin

    Bridget Jones filmlerinin Türkiye’de hangi dijital platformlarda bulunduğunu öğrenmek için düzenli olarak bu sayfaya göz atabilir, filtreleme özelliğini kullanarak kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleri arasından size en uygun olanını tercih edebilirsiniz.

  • Fantastik Dörtlü Dizilerini ve Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Fantastik Dörtlü Dizilerini ve Filmlerini Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Çizgi roman dünyasının en sevilen ekiplerinden olan Fantastik Dörtlü, bu yıl nihayet Marvel Sinematik Evreni’ne giriş yapıyor. Önümüzdeki aylarda vizyona girecek The Fantastic Four: First Steps’i heyecanla beklerken, şimdiye kadar televizyon ve sinema için yapılmış tüm Fantastik Dörtlü uyarlamalarını sizler için derledik.

    Diğer birçok Marvel karakteri gibi Fantastik Dörtlü de ilk kez animasyon formatında seyirciyle buluştu. 1967 tarihli Fantastic Four’da serinin ikonik kahramanları Mr. Fantastic, Invisible Woman, Human Torch ve The Thing’in yanı sıra Galactus ve Dr. Doom gibi düşmanları da yer aldı. 1978 yapımı The New Fantastic Four’da ise Human Torch yerine H.E.R.B.I.E. isimli bir robot gruba dahil oldu. Stan Lee’nin de yer aldığı ve iki sezon süren bir diğer animasyon dizi olan Fantastic Four ise 1994 yılında yayınlandı.

    1994 yılında ayrıca Fantastic Four’un ilk live-action versiyonunun vizyona girmesi planlansa da, o dönemde serinin haklarını elinde tutan Bernd Eichinger’in onları kaybetmemesi için düşük bütçeli bir versiyon çekmesiyle daha vizyona girmeden rafa kaldırıldı. Serinin beyazperdede live-action olarak ilk uyarlaması ise 2005 yılında hayranlarıyla buluştu.

    Bir 20th Century Fox filmi olan Fantastic Four’un yönetmen koltuğuna o sıralar Taxi filmiyle tanınan Tim Story oturdu. Mr. Fantastic / Reed Richards’ı Ioan Gruffudd canlandırırken, Jessica Alba Invisible Woman / Susan Storm’a hayat verdi. Marvel Sinematik Evreni’ndee daha sonra Kaptan Amerika olarak yer alacak Chris Evans, ise Human Torch / Johnny Storm rolünü üstlendi. The Thing / Ben Grime’e ise Michael Chiklis hayat verdi. Filmde ayrıca Julian McMahon Victor Von Doom’u canlandırdı. Serinin dördüncü animasyon uyarlaması olan Fantastic Four: World’s Greatest Heroes, 2006 yılında Cartoon Network’te yayınlandı ve diğer dizilerin aksine çizgi romanlardan bağımsız özgün hikâyelere sahip olmasıyla dikkat çekti.

    2005 yapımı filmin devamı Fantastic Four: Rise of the Silver Surfer, 2007 yılında gösterime girdi. Gişede görece daha az başarı elde eden filmin ardından üçüncü bir filmin daha çekilmesi planlansa da stüdyo seriyi iptal etti ve yıllar sonra yeni bir oyuncusuyla tekrar başlatma kararı aldı. Hikâyesi dörtlünün daha genç versiyonlarının etrafında şekillenen filmde Miles Teller Reed Richards’ı, Michael B. Jordan, Johnny Storm’u, Kate Mara, Susan Storm’u, Jamie Bell ise Ben Grimm’i canlandırdı. Ancak bu film de gişede büyük bir başarısızlık elde etti. 

    Fox’un tüm haklarının 2019 yılında Disney tarafından satın alınmasıyla serinin Marvel Sinematik Evreni’ne dahil olmasını sağlayacak yeni uyarlama The Fantastic Four: First Steps’in, 2025 yazında vizyona girmesi bekleniyor. Şimdilik retro-fütürist bir estetikle, Marvel’ın ana zaman kronolojisinden bağımsız bir hikâye akışına sahip olduğunu bildiğimiz filmin ilerde diğer filmlerle nasıl kesişeceği / birleşeceği merak konusu.

    Fantastik Dörtlü filmlerini ve dizilerini nereden izleyebilirim?

    Başrollerinde Pedro Pascal, Vanessa Kirby, Joseph Quinn ve Ebon Moss-Bachrach’ın rol aldığı yeni Fantastic Four filminin ne zaman çevrimiçi olarak izlenebileceğini öğrenmek ve serideki diğer yapımların hangi dijital platformlarda yer aldığından haberdar olmak için bu sayfayı düzenli olarak ziyaret edebilirsiniz.

  • Jurassic World Filmlerini ve Dizilerini Çevrimiçi İzleyin

    Jurassic World Filmlerini ve Dizilerini Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Beyazperdedeki yolculuğuna Steven Spielberg’ün 1993 yapımı filmiyle başlayan Jurassic Park serisi bugün bünyesindeki dizi ve filmlerle bilim kurgu türünün en sevilen yapımlarından biri kabul ediliyor. Jurassic Park evreni içinde yeni bir seri olarak başlayan Jurassic World ise genç kuşak izleyicilerin de ilgisini kazanmayı başardı. Bu yıl Temmuz ayında yeni filmi Jurassic World: Rebirth vizyona girmesi beklenen serideki en iyi filmleri ve dizileri sizler için bir araya getirdik.

    En İyi Jurassic World Filmleri ve Dizileri

    1. Jurassic World

    2015 tarihli Jurassic World, Jurassic Park’ta yaşanan felaketlerin ardından 2005 yılında açılan ve on yıl boyunca sorunsuz çalışan “Jurassic World” isimli dinozor parkını konu edinmişti. Isla Nubar’da kurulan bu park, genetiği değiştirilerek yaratılan “Indominus rex” adlı dinozor kontrolden çıkıp dehşet saçmaya başlayınca parkın yöneticisi Claire Dearing, etolog Owen Grady ile beraber ortadan kaybolan yeğenleri Zach ve Gray’i bulmaya çalışmış, bir yandan da Indomus rex’i etkisiz hâle getirmek için uğraşmıştı. Başrollerinde Chris Pratt, Bryce Dallas Howard, Vincent D’Onofrio ve Omar Sy gibi isimlerin yer aldığı film gişede büyük bir başarı elde etti.

    2. Jurassic World: Fallen Kingdom

    Parkın kapatılmasının üç yıl sonrasında geçen ikinci filmdeyse Claire ve Owen, Dr. Hammond’ın ortağı Benjamin Lockwood’un ekibi tarafından volkanik patlama tehdidiyle karşı karşıya olan terk edilmiş adadaki dinozorların yerini tespit edip onları güvenli bir yere götürmekle görevlendirilmişti. Ancak kısa sürede Lockwood’un asistanının dinozorları karaborsada satmayı planladığı ortaya çıkmıştı. İlk filmi kadar beğenilmese de, özellikle filmin ikinci yarısındaki gotik korku unsurlarının seriye farklı bir tat kattığını söylemeden geçmeyelim. 

    3. Jurassic World Dominion

    Orijinal üçlemenin kahramanları Alan Grant, Ellie Sattler ve Ian Malcolm’ı yeni seriye dahil ettiği için nostalji severlere kesinlikle hitap etse de, serinin - şimdilik - en zayıf filmi olarak kabul edilen Jurassic World Dominion’da, kahramanlarımız genetiği değiştirilmiş çekirgeler üreten biyoteknoloji devi Biosyn’le mücadele etmek zorunda kalmıştı. Jeff Goldblum, Laura Dern ve Sam Neill’in geri dönüşü gişeye büyük bir başarı olarak yansısa da, filmin serinin hayranlarını ikiye böldüğünü de belirtmek gerek. 

    4. Jurassic World Camp Cretaceous

    Jurassic World evreninde geçen bu animasyon dizi Isla Nubar’da Camp Cretraeous adlı bir macera kampına katılmaya hak kazanan Darius, Brooklynn, Kenji, Yaz, Ben ve Sammy’nin hikâyesini anlatmıştı. İlk filmdeki olaylara paralel olarak işleyen dizi, çocukların adada serbest kalan dinozorlar karşısında verdikleri hayatta kalma mücadelesine odaklanmıştı. 

    5. Jurassic World: Chaos Theory

    Jurassic World Dominion’ın sonrasında; insanların ve dinozorların ortak bir yaşam alanını paylaştığı bir dünyada geçen bu dizi ise Camp Cretaceous’un artık birer yetişkin olan altı kahramanını yeniden bir araya getirdi. Bir önceki diziye göre daha olgun bir tona sahip olan dizinin ikinci sezonunun 2025’te yayınlanması bekleniyor.

    Yukarıda bahsettiğimiz filmler ve diziler dışında Jurassic World’ün ayrıca LEGO evreninde geçen The Secret Exhibit ve Double Trouble gibi özel TV programlarının yanında Legend of Isla Nublar adlı bir dizisi de mevcut. Jurassic World’le ilgili tüm dizi ve filmlerinin yayın tarihlerine göre sıralamaları ise şu şekilde:

  • LEGO Serisindeki Tüm Filmleri Çevrimiçi İzleyin

    LEGO Serisindeki Tüm Filmleri Çevrimiçi İzleyin

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    LEGO, birçoğumuz için küçükken oynadığımız üç boyutlu bloklardan ibaret olsa da popüler filmlerden dizilere popüler kültürde önemli yer tutan bir marka olduğunu da unutmamak lazım.

    Star Wars’tan Marvel’a birçok film serisinin hikâyelerini legolar aracılığıyla animasyon filmler hâline getiren LEGO’nun imza attığı tüm uzun metraj filmleri ve bu filmleri nereden izleyebileceğinizi JustWatch ekibinin hazırladığı bu rehberden öğrenebilirsiniz.

    Emmet Brickowski isimli bir inşaat işçisinin bir yanlış anlaşılma sonucunda dünyayı kurtarmakla yükümlü olarak bulmasını konu edinen ilk LEGO filmi, 2014 yılında gösterime girdi. Seslendirme kadrosunda Chris Pratt, Will Ferrell, Elizabeth Banks, Morgan Freeman, Liam Neeson, Jonah Hill, Cobie Smulders ve Nick Offerman gibi isimlerin oluşturduğu filmde DC süper kahramanlarından, Yüzüklerin Efendisi, The Simpsons ve Ninja Kaplumbağalar gibi çeşitli serilerden karakterler de filmde yer aldı.

    İlk filmin beklenmedik başarısının ardından 2017 yılında hem LEGO Batman hem de LEGO Ninjago adlı iki spin-off film, Warner Bros.’un imzasıyla seyirciyle buluştu. LEGO filminde de Batman’i seslendiren Will Arnett’in aynı rolde geri döndüğü LEGO Batman filminde kahramanımız bu evrende de azılı düşmanı Joker’le mücadele etmek zorunda kaldı. Batman’dan yedi ay sonra gösterime giren Ninjago filmi ise Lloyd Garmadon isimli bir ninja’nın dünyayı ele geçirme peşindeki babası Lord Garmadon’u durdurma mücadelesini konu edindi.

    Ninjago’nun ayrıca filmden bağımsız  2011’de başlayıp 15 sezon süren Ninjago: Masters of Spinjitsu (2019’da adı Ninjago olarak değişmiştir) ve daha sonra 2023’te yayın hayatına başlayan LEGO Ninjago: Dragons Rising adlarında iki dizisi de mevcuttur. LEGO dünyasıyla bağlantılı ve ilk filmde de yer alan Prenses Unikitty’nin ana karakter yer aldığı Unikitty! de üç sezon boyunca Cartoon Network’te yayınlanmıştır.

    LEGO filminin devamı niteliğindeki Lego Filmi 2 ise 2019 yılında gösterime girmiştir. İlk filmdeki seslendirme kadrosundan birçok isim geri dönerken Maya Rudolph, Tiffany Haddish, Stephanie Beatriz de filmde yer almıştır.

    LEGO serisindeki tüm bu filmler Warner Bros.’un imzasını taşısa da Universal Pictures 2020 yılında, LEGO markasıyla beş yıllık bir sözleşme imzaladı. Bu filmlerden ilki olan Piece by Piece 2024’te gösterime girmiştir. Müzisyen Pharell Williams’ın kariyerini ve yaşamını Lego’lar aracılığıyla anlatan filmde Pharell’a sesleriyle Kendrick Lamar, Justin Timberlake, Snoop Dogg, Gwen Stefani, Timbland gibi müzisyenler eşlik etmiştir.

    LEGO Filmleri Türkiye’de çevrimiçi nereden izlenebilir?

    Universal’ın önümüzdeki yıllarda beş yeni LEGO filmine imza atması bekleniyor. Seriyle ilgili güncel gelişmelerden ve filmlerin gösterildikleri streaming platformlarına dair bilgilerden haberdar olmak için bu rehbere sık sık göz atmayı unutmayın!

  • Buz Devri Serisi Çevrimiçi Nereden İzlenebilir?

    Buz Devri Serisi Çevrimiçi Nereden İzlenebilir?

    Öykü Sofuoğlu

    Öykü Sofuoğlu

    JustWatch Editörü

    Michael J. Wilson’ın 2002 yılında hayata geçirdiği ve bir grup memeli hayvanın Buzul Çağı sırasındaki maceralarına odaklanan Buz Devri serisi bugün Türkiye’nin en sevilen animasyon serileri arasında yer alıyor. Tembel hayvan Sid, mamut Manny ve kılıç dişli kaplan Diego’nun karşılarına çıkan tehlikelerle mücadele ederken filmden filme ailelerini de genişlettiği serisi bir meşe palamudu peşinde koşan sevimli sincap Scrat’in talihsiz maceralarına da yer vermişti.

    Türkiye’de özellikle Ali Poyrazoğlu, Yekta Kopan ve Haluk Bilginer’den oluşan efsane seslendirme kadrosu ve onların Türkçeye kazandırdıkları ikonik repliklerle hatrımızda kalan serinin tüm filmlerini nereden izleyebileceğinize dair tüm bilgileri bu sayfadan edilenebilirsiniz.

    Sid, Manny ve Diego’nun yollarının ilk kez kesiştiği Buz Devri’nde, henüz dostlukları yeni yeni yeşeren grup, kılıç dişli kaplan sürüsü ve bir insan kabilesi arasındaki çatışmanın ortasında, öksüz bir bebeği insanlara ulaştırmaya çalışmış ve Diego’nun fedakarlığı sayesinde bunda başarılı olmuştu.

    Buzulların erimeye başlamasını konu edinen Buz Devri 2’de ise Manny, Diego ve Sid buz bir duvar tarafından korunan ve çok çeşitli canlının yaşadığı bir vadi keşfetmiş ancak buzdan duvar eridiği için sular altında kalma riskiyle karşı karşıya olan bu vadiyi bir an önce boşaltmaları gerekmişti. Bu sırada Ellie isimli başka bir mamutla ve Crash ile Eddie adlarında iki keseli sıçanla dost olmuşlardı.

    Buz Devri 3’te Ellie’nin hamile kalmasıyla onları kaybetmekten korkan Manny ile grubun diğer üyeleri arasında çatışmalara sebep olmuş, Diego onlardan giderek uzaklaşırken, Sid ise tesadüf eseri bulduğu üç dinozor yumurtasına göz kulak olmaya karar vermiş, ancak anne Tyrannosaurus Rex, yavrularıyla beraber Sid’i de kalıp götürünce, Manny, Diego, Ellie, Scratch ve Edie onu kurtarmak zorunda kalmıştı.

    Serinin 2012 tarihli dördüncü filmi Buz Devri 4’te ise Manny ve Ellie’nin Peaches isimli bir kızları olmuştur. Peaches, babasının ısrarlarına rağmen dünyayı keşfetme isteğiyle doludur. Bu sırada Sid’in ailesi geri dönmüş ve ailenin huysuz büyükannesini ona emanet etmiştir. Scrat’in sebep olduğu ani bir kıta kayması yüzünden Manny, Diego, Sid ve Büyükanne grubun diğer üyelerinden ayrı düşmüş ve onlarla yeniden bir araya gelebilmek için uğraşırken yolları korsanlarla kesişmiştir. Buz Devri 5’te ise ekip, sürpriz bir şekilde karşılarında buldukları eski dostları ile kendi yaşamları kadar gezegeni de tehdit eden asteroidleri durdurmaya çalışmıştır.

    Buz Devri’nin yaratıcısı Blue Sky Studios kapansa da Disney, 20th Century Animation’ı satın aldıktan sonra dinozor avcısı Buck’ın ana kahramanı olduğu, Buz Devri: Buck Wild’ın Maceraları isminde bir spin-off’a da imza atmıştır. Buz Devri serisinde ayrıca Scrat’in başından geçen absürt ve talihsiz maceralara odaklanan çok sayıda kısa film de yer almaktadır. 

    Buz Devri serisindeki tüm filmleri çevrimiçi izleyin

    Disney, Buz Devri 6’nın 18 Aralık 2026’da gösterime girmesini planladıklarını duyurdu. Serinin yeni filmiyle ilgili gelişmelerin yanı sıra diğer filmleri hangi platformlardan izleyebileceğinizi öğrenmek için düzenli olarak bu sayfaya göz atmayı unutmayın!

1 2 3

1-50 / 127

JustWatch | Akış Kılavuzu
We are hiring!
© 2025 JustWatch Tüm harici içerikler hak sahibinin mülkiyetindedir. (3.9.3)

En iyi 5 film
  • My Body Is Not Obscene
  • Flirts
  • Dayı: Bir Adamın Hikayesi 2
  • Bir Minecraft Filmi
  • Us x Her
En İyi 5 TV Şovu
  • The Last of Us
  • Mahsun J
  • Kimler Geldi Kimler Geçti
  • Prens
  • Gibi
En iyi 5 sağlayıcı
  • Disney Plus
  • YouTube Premium
  • Netflix
  • blutv
  • puhutv
Sağlayıcıdaki en iyi 5 yeni
  • Disney Plus'teki yenilikler
  • YouTube Premium'teki yenilikler
  • Netflix'teki yenilikler
  • blutv'teki yenilikler
  • puhutv'teki yenilikler
Yayına girecek filmler
  • Silent Night, Deadly Night
  • Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya
  • Bağlantı Hatası
  • Air Force Elite: Thunderbirds
  • Soğuk Rekabet 2
Yayına girecek diziler
  • Tires Sezon 2
  • Somebody Feed Phil Sezon 8
  • Our Unwritten Seoul Sezon 1
  • Cold Case: The Tylenol Murders Sezon 1
  • Better Late Than Single Sezon 1
En iyi 5 yenilik
  • Blair Witch Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?
  • Lilo & Stitch Serisini Türkiye’de Çevrimiçi İzleyin
  • Çocuklar İçin En İyi 10 Dinozor Filmi
  • The Conjuring (Korku Seansı) Filmleri Hangi Sırayla İzlenmeli?
  • Tom Hardy’nin En İyi 10 Performansını Çevrimiçi İzleyin