Nook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

E-kitap okuma cihazları hakkında diyeceklerim var...


E-kitap okuyucular hakkındaki görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Ne zaman bu konuda edilen bi' sohbete dahil olsam, e-kitap okuyucu ile kitap okuma deneyimi yaşamamış okurların e-kitaplara çok ön yargılı yaklaştıklarını ve en sık kullandıkları argümanın "Ben kâğıt kokusunu almalıyım, sayfaları çevirmeliyim, kitaba dokunmalıyım" olduğunu gördüm.

Peki...madem öyle, işte böyle! :)
Ben de size sürekli matbu kitap satın alan fakat e-kitaplarından da asla vazgeçmeyen bi' okur olarak, 3.5-4 yıllık e-kitap okuma deneyimlerimden bazılarını anlatayım.

1- E-kitap okuma cihazları ne telefon ne de tablet gibidir. Cihazı çalıştırdığınızda karşınızda gördüğünüz kâğıt üzerine mürekkep baskı kitaptır. E-ink adını verdikleri teknoloji sayesinde matbu bi' kitap mı okuyorsunuz yoksa elektronik kitap mı, farkına bile varmazsınız.
İsterseniz günlük güneşlik, çok aydınlık/ışıklı (mesela plajda) bi' ortamda olun, ekran parlama-yansıtma yapmaz. Gözünüzü yormaz; göz dostudur, son derece sağlıklıdır.

2- Okuduğunuz kitabın yazı tipini sevdiğiniz bi' yazı tipi ile değiştirme, üstelik seçtiğiniz o fontu büyütme, küçültme, beğendiğiniz bi' kelime/cümle/paragrafı işaretleme, not alma, sayfalar arasında gidip gelme ve aldığının notların tamamını bi' dokunuşla görme hatta okuduğunuz metni hemen o anda sosyal medyada paylaşabilme imkânına sahipsiniz. Sosyal medya uzmanları, bu gülücük size ;)

3- Bu benim en bi' favorim: Gece okuması/Karanlık ortamda okuma ❤
Yatağınıza girdiğinizde ekran ışığını açarak, ve ekranın parlaklık derecesini gönlünüze göre ayarlayarak, lambaya/okuma lambasına gerek duymadan, yanınızda yatan kişiyi hiç rahatsız etmeden dilediğinizce okuma konforuna sahipsiniz.
Sadece yatağınızda da değil, toplu taşıma araçlarında, uzun süren yolculuklarda -hele gece yolculuklarında- yaz akşamları balkonda, kısacası ışığın yetersiz olduğu ve sadece okumak için ışık kullanma zorunluluğu duyduğunuz ama bunu yapmak istemediğiniz veya imkân bulamadığınız her yerde okursunuz. Doğal olarak daha çok kitap okursunuz :)

4- Hafiftir; 100-200 gram arası bi' ağırlığı vardır ve içinde onlarca, yüzlerce -hatta hafıza kartını doldurursanız binlerce- kitap taşır.
Şarj süresi, ortalama okuma süresini günde 3-4 saat baz alırsak yaklaşık 4 haftadır. Sürekli ekran ışığı ile okuma yaptığınızda veya internete bağlandığınızda bu süre bi' hafta kadar kısalabilir. Yılda on, bilemediniz on beş kez şarj etmek zorunda olduğunuzdan, şarj kablosunu unutmayacağınız bi' yere koymanızda fayda var :)
Özellikle tatillerde can kurtarıcıdır; valize sığdırabileceğiniz matbu kitap sayısı oldukça sınırlıyken (özellikle uluslararası yolculuklarda) siz el çantanızda binlerce kitap taşıyor olursunuz. Üstelik, aklınıza o an gelen bi' kitabı anında satın alıp, bi' kaç dakika sonra okumaya başlayabilirsiniz.Basılı kitaplara göre fiyatları daha uygundur. Kitapçıya gitmek, online alışveriş yapıp günlerce kitaplarınızın gelmesini beklemek, hele de satın aldığınız kitap stokta yoksa, tedarikçiden temin edildikten sonra gönderileceğini bilerek beklemek gibi dertleriniz yoktur.
Özellikle de 1000+ sayfa sayısına sahip, okurken bilek ve kol kası yaptıran, tuğla tabir ettiğimiz kitapları okumanız zahmetli olmaz  :)
Parmakları yormaktan, konforlu okuyacağım diye şekilden şekle girmekten söz etmeyeceğim bile.
Hemen başka bi' bakış açısına geçelim: Doğuştan "teknolojiye aşık" yeni neslin okuma alışkanlığı kazanmasında oldukça etkilidir :)

5- "Çevreci" bakış açısından bakalım: Okuma keyfi yaşamamız için ağaç kesilmiyor ayol!
Kâğıt iyi, mis, güzel kokuyor da, biz o kokuyu duyalım diye yemyeşil ağaçlar katlediliyor, bunu hepimiz biliyoruz değil mi? Eee, o zaman daha ne olsun? :)
"Ama elektronik ürünlerin geri dönüşümü daha zor" diyenler de olur aranızda elbet. E-kitap okuyucu cihazlar, telefonlar gibi altı ayda bozabileceğiniz, bataryasını öldürebileceğiniz, modası geçen, haftada bi' üst modeli çıkarılan cihazlar değil. Mesela ben Nook -Glow Light cihazımı üç buçuk-dört yıl önce satın aldım ve herhalde bi' bu kadar daha sorunsuz kullanırım, belki daha da uzun süre...
Şimdiki okurlar çok daha şanslı. Bu cihazı aldığımda Türkiye'de satılan, Türkçe kitap okutacak e-kitap okuyucu yoktu. Amerika'dan satın alıp bi' de günlerce gelmesini beklemiştim. Aldıktan bir-bir buçuk yıl sonra yeni modeli çıkmıştı. Türkiye'de ise Libronet, online satış sitesi olan babil.com ve birçok ildeki satış noktalarında "Calibro"yu okurlara sundu.. Gönlümden bi' Calibro sahibi olmak sık sık geçiyor ama günün birinde Calibro alırsam, bunu kullandığım cihazı değiştirmek zorunda olduğum için değil, tamamen kişisel zevkim-Calibro ile okumayı deneyimlemek istediğim için olur.
Hemen bi' parantez açayım, açtım. (Şu konuya açıklık getirelim: Alacağınız e-kitap okuyucunun kullandığı standart format önemlidir, hem de çok önemlidir. Bi' çok e-kitap okuma cihazı, kullandığı standard formatın yanında diğer formatları da "destekler" fakat bu demek değildir ki desteklediği tüm formatları sorunsuz okursunuz. Özellikle Türkçe karakterlerde büyük sıkıntı yaşarsınız, satın aldığınız formattaki kitabı okumak için ek programlar/izinler kullanmak zorunda kalırsınız veya pdf gibi bi' formattan okumaya kalkarsanız yazı tipini büyütme/küçüktme imkânına sahip olmaz, zoomlayamaz, okumada sıkıntı çekersiniz. "epub" dediğimiz format, en yaygın kullanılan, en kolay bulunan açık kaynak kodlu formattır. Türkiye'deki hemen tüm yayınevlerinin kitaplarını elektronik kitap olarak okuyucuya sunmakta kullandığı formattır. Google amca bile, telif hakları kamuya ait olan milyonlarca kitabı "epub" formatına çevirip ücretsiz olarak okumaya sunmuştur. Yer gök epub formata sahip kitap iken Kindle satın alırsanız, standart formatı "mobi" olduğu için derdiniz çok büyük olur. Kindle, Amazon ürünü ve haliyle Amazon'da satılan tüm elektronik kitaplar -dolayısıyla hemen hepsi İngilizce olan kitaplar- mobi formattadır. Amaç, Amazon ürünü alıp, e-kitap alışverişlerinizi de Amazon'dan yapmanızı sağlamaktır. "Ben hep İngilizce kitap okurum zaten, tüm e-kitaplarımı da Amazon'dan alacağım" derseniz o ayrı. Nook ise, Türkiye'de satışı olmayan Barnes & Noble ürünü. Yurtdışından alınması şart ve bildiğim kadarıyla -yamuluyorsam düzeltin lütfen- yurtdışından satın alınan, belli bi' fiyatın üzerindeki elektronik ürünlerde gümrük sorunu yaşanıyor. Bi' de bunun üstüne, cihaz garanti kapsamında olmuyor. "Ben Amerikan vatandaşıyım, gider kendim değiştiririm" diyorsanız; peki :)
Şahsen, Calibro satın alıp epub formattaki Türkçe kitapları okumayı tercih ederim. Üstelik iki yıl da garantili ve modelleri çok şık.) kapadım parantezi :)
Demem o ki, satın alacağınız cihazın uzun yıllar boyunca size eşlik edeceğinden emin olacaksınız ve geri dönüşüm konusunda sıkıntınız olmayacak. Çevrecilikse; alın size çevrecilik! :)

6- Say say bitmiyor ayol! :)
Bu deneyimlerimden çok kişisel görüşümdür ve 5 numaralı avantaj ile direkt bağlantılıdır.
Biraz ileri görüşlü olmakta yarar görüyorum: Gelecek e-kitapların!
Bundan yirmi-otuz yıl sonra, "dünyanın akciğeri" dediğimiz yağmur ormanlarını da -maalesef- tükettiğimizde, kâğıdın "lüks" sayılacağını, matbu kitabın yine lüks sınıfına girip, sadece satın almaya gücü yetenler ve koleksiyon yapanlarca alınacağını düşünüyorum.
Umarım yıllar benim görüşümü yanlış çıkarır, umarım yanılıyorumdur...
Umarım, uzun yıllar sonra bile, bi' yandan kâğıt üretimi devam ederken diğer yandan ormanlar çoğalmaya devam eder. E-kitaplar her zaman alternatif okuma imkânı sağlar ama bu konuda hiç iyimser olamıyorum.

7- Denemeden, deneyimlemeden "Ay kâğıt kokusu, burnunu dayayıp koklamak, dokunmak, hissetmek, ellemek, parmak tükürükleyip sayfa çevirmek" vs. demeyin, n'olur demeyin.
Tamam, bunları yapmak çok güzel, okuyucuya tatmin duygusu veriyor, ben de bi' okurum sonuçta, kendimden biliyorum :)
Fakat doğru tek değil, güzel tek değil... Bi' şeyi  güzel ve doğru sayıyor olmamız, onun dışında kalan diğer her şeyin yanlış ve tü-kaka! olacağı anlamına gelmiyor. "Kitap" okuyoruz sonuçta. Deneme gereği bile duymadan "Tabletten/telefondan e-kitap okudum, hiç sevemedim, gözümü mahvetti, kitap gibisi yok!" demek, e-kitap okuyucu cihaz kullananların yüzünde bi' gülümseme oluşturur sadece. Ay ne fena bi' şeydir o gülüş, düşmanım karşılaşmasın böyle bi' gülüşle :)
Demek istediğim şu ki: Sadece matbu kitap okuyor olmanız sizi daha entelektüel yap-maz! :)
bkz: entelektüel-wikipedia
"Entelektüel, zekâsını ve analitik düşünme yetisini mesleği gereği ya da şahsî amaçlarına erişmekte kullanan kişi. Entelektüel kelimesinin kökeni Latince intellectus (anlamak) sözcüğüne dayanır ve günümüzde genellikle şu anlamlardan birinde kullanılır:
- Kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren soyut konularla derinlemesine ilgilenen kişi.
- Mesleği, mal ve hizmet üreten diğer meslek gruplarından farklı olarak, fikir ve bilgi üretmek ve/veya yaymak olan kişi (akademisyenler, bilim insanları vb).
- Kültür ve sanat konularında uzman kabul edilen, bu konulardaki bilgisi birikimi kültürel bir otorite olmasına olanak sağlayan ve toplum karşısında çeşitli konularda değerlendirmeler yapan kişi.
Geçmişte tahsilli, bilgili kişiye münevver denilirdi. Daha sonraları aydın sözcüğü "kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse)" anlamında kullanılmaya başlandı. Entelektüelin ise, düşünüre yakın bir anlamı vardır."
"Entelektüel birikim"in daha çok okumaktan, dolayısıyla daha çok düşünüp anlamaktan, edinilen bilgileri analiz etmekten, bilgiyi biriktirmekten vs. geçtiğini varsayalım; bu durumda e-kitap okuyucuları bi' adım önde olmuyorlar mı? :) Her ortamda, daha çok kitap okuma imkânına sahipler.

Bu gönderiden çıkarılacak ders: Ön yargılı olmak kötüdür. Onca kitap okuyoruz ama daha ön yargılı olmamayı bile beceremiyoruz. Babannemin deyişiyle "Havaaaaye!" okuyoruz demek ki :)))
der, bu gönderiyi de burada bitiririm.

E-kitap virüsünüz Sittirella, Polonya'dan bildirdi.

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Küçüğüm, daha çok küçüğüm...


Yeni yıla ne çok anlam yüklüyorum, hayret!
Sanki dünden bugüne bi' çağ değiştirmişim gibi; değişmedi işte, değişmedi...

Baktım da bloguma, geçen yıl neredeyse hiç ''özel'' gönderi yapmamışım. Sadece okuduğum kitapları paylaşmışım. İyi de olmuş. Ben konuştukça saçmalayanlardanım çünkü...bi' kere .ıçtım mı -kendimi durduramayıp- onu iyice sıvayanlardanım.
Yıllar önce yazdığım bi'kaç gönderime baktım da az önce, güldüm kendime :)
Ne sığ, ne çiğ, ne toy...''muşum'' değil; ''um'' hâlâ...
An itibariyle dinlediğim şarkının sözleri özetliyor durumumu:
''Küçüğüm, daha çok küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım, övünmem bu yüzden, bu yüzden kendimi özel-önemli zannetmem...
Küçüğüm, daha çok küçüğüm bu yüzden bütün saçmalamam, yenilmem bu yüzden, bu yüzden kendime hâlâ güvensizliğim.
Ne kadar az yol almışım ne kadar az, yolun başındaymışım meğer, elimde yalandan, kocaman-rengarenk, geçici oyuncak zaferler...
Küçüğüm, daha çok küçüğüm...''

Büyüyeceğim elbet, ben de günün birinde ''Aba Kız'' olacağım; az konuşup çok susacağım...ama bundan sonra çok yazacağım! :)

Gönderi görselindeki minnak kule, 2015'in sonuna dek okumayı planladığım kitapların yalnızca bi' kısmından oluşuyor. Birbirinden güzel yüzlerce kitabımı saklayan Nook'um da var, daha ne olsun?
Bugün yaptığım ilk iş Goodreads'te kendime yeni bi' ''Reading Challenge'' oluşturmak oldu. 2015 için 44 kitap okumayı hedef olarak belirledim: bkz:sağtaraftaki''kapışıyoruz''şeysi :)
Aslında her hafta bi' kitap okumak hedefim fakat işim dolayısıyla çok fazla kitap okuduğumdan (mesela bu yıl tam 21 kitap okumak zorunda kaldım) ve bu kitapları Goodreads'te paylaşamadığımdan kitap sayısını 44'de bıraktım.
Hadi bakalım, kolay gelsin! :)

Az insan, çok kitap, iki kedi; mutluluğumun formülü bu :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Moby Dick


Yazar: Herman Melville
Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu - Mina Urgan
Orijinal Dili: İngilizce
Basım Yılı: 1851 / Basım: 1987
Yayınevi: Cem Yayınevi

Yıllar önce okumuştum Moby Dick'i, çocuktum desem yeri. Yıllar yıllar sonra, birkaç ay önce sevgili arkadaşım Yerazness, Moby Dick'in tam metnini okumamı tavsiye etti; iyi ki etti!
Teşekkür ederim Ness'im :) Moby Dick, bugüne dek okuduğum en iyi kitaplar arasında yerini almış oldu böylece, sayende...

Tek itirazım Mina Urgan'a!
Öyle bir önsöz yazmış ki; yazarın hayatını özet geçmekle kalmayıp Moby Dick'in de tüm özetini çıkarmış ve önsözün kapanışını da kitabın sonunda olacakları/son sahneyi söyleyerek yapmış.
Yani, kitabı daha elinize aldığınızda bölüm bölüm neler olacağını ve romanın nasıl biteceğini bilerek okumaya başlıyorsunuz! Saçma! Okuyucuya saygısızlık! 
Bunu yapan Mina Urgan bile olsa -ki yapmaması gereken ilk kişi bi' yazar olarak kendisi olmasına rağmen- affedilmez bi' hata!
İyi ki, romanı daha önce okumuştum ve olayların akışını zaten biliyordum. Bilmesem -herkes bilmek zorunda değil- okumama gerek kalmayacaktı ve kitabın kapağını önsözden sonra kapamam gerekecekti.
Siz siz olun, bu romanı okumaya karar verirseniz önsözünü okumayın. Okuma zevkinize vuracağınız en büyük darbe - kendinize yapacağınız en büyük kötülük bu olur.

Hanimiş: geçen hafta sinemada, film başlamadan önce diğer filmlerin tanıtımları yapılırken birden ''In the Heart of the Sea'' isimli bi' filmin tanıtımı başladı, minik bi' ''Moby Dick!'' çığlığı attım. Etrafımdakilerin homurdanmalarına da aldırmadım :)
Tanıtımın sonunda ''Moby Dick'' yazısını görünce nasıl mutlu oldum, anlatamam.
Moby Dick'i birebir senaryolaştırmamışlar, alıntı yapmışlar ve film Mart 2015'te sinemalarda olacak.
Dilerim, bu güzelim romanın hakkını veren bi' film olmuştur, olmamışsa da bilet için ödeyeceğim para karşılığı kadar küfür edeceğim doğrudur!
Gönderinin en sonunda sizlerle filmin Imdb'de yayınlanan afişini paylaşacağım.

Hanimişiki: Balina avı yasaklansın! Yasaklanmalı!
Dilerim siz de en az benim kadar seversiniz Moby Dick'i...

Altını Çizdiğim Cümleler:
"Bir büyü var bu işin içinde. Dünyanın en dalgın adamını, en derin hülyalara dalmışken alın; ayağa kaldırıp yürütün; bu adam, hiç şaşmadan, nerede su varsa oraya götürecektir sizi.''

''Denizci olarak bir hayli görgüm olduğu halde de gemiye ne amiral, ne kaptan, ne ahçıbaşı olarak binmek isterim, isteyenin olsun bu mevkilerin şanı şerefi. Ben kendi hesabıma, her çeşit yüksek görevin dertlerinden, sıkıntılarından tiksinirim.''

"Köle olmayan var mı bu dünyada, sorarım size?''

"Para vermekle para almak arasında da dünyanın farkı var. Para vermek, meyve bahçesindeki iki hırsızın, yani Adem ile Havva'nın başımıza açtıkları dertlerin en büyüğüdür belki de. Şaşılacak şey doğrusu: Paranın yeryüzündeki tüm kötülüklerin başı olduğunu, paralı insanın hiçbir zaman cennete gidemeyeceğini biliriz. Gene de, bize verilen paraları el etek öpüp alıveririz. Ah, nasıl da can atarız cehennemlik olmaya!"

"Bence yaşama ve ölme konusunda çok yanlış düşünüyoruz. Benim asıl özüm; yeryüzündeki gölgem dedikleri şeydir bence. Biz ruh işlerine bakarken, tıpkı güneşe suyun içinden bakan istiridyeler gibiyizdir bence; üstlerindeki ağır suyu, havaların en hafifi sanan istiridyeler gibi. Bence bedenim, asıl varlığımın tortusudur ancak. İsteyen alsın bedenimi, evet alsın; çünkü o, ben değilim.''

''Derdin dibi ne denli derinlerde olursa, sevincin tepesi de o denli yükseklerde olur.''

''Hoş, belki de gerçekten filozof olmak için, insanın, filozofça yaşadığını bilmemesi gerekir. Bir adamın filozof geçindiğini duydum mu, yediğini sindiremeyen bir kocakarı gelir aklıma; ''bu adam da midesini bozmuş olmalı'' derim.

''Bu dünyadaki her şeyin değeri, kendi karşıtıyla meydana çıkar. Hiçbir şey kendiliğinden şöyle ya da böyle değildir. Kendinizi uzun süredir ve tamamiyle rahat buluyorsanız, artık size rahatsınız denemez...''

''Ey ün kazanmak isteyen delikanlılar, şunu bilmiş olun ki, insanlardaki her yücelik bir hastalıktır aslında.''

"Çünkü herkesin din işlerine büyük bir saygı vardır bende, bu din işleri ne denli gülünç olursa olsun. Zehirli bir mantara tapan bir karıncalar cemaatini bile hor görmeye gönlüm razı değildir.''

''Biraz önce de söyledim. Onun bunun dinine bir diyeceğim yoktur benim. Kimseyi öldürmesin, kendi inancında olmayanları kötülemesin de, istediğine inansın. Ama bu inanç gerçekten bir çılgınlık haline gelince, insanı işkenceye sokup, bu dünyamızı içinde oturulamaz bir hana çevirince; böylesi dindarları bir kenara çekip bu iş üstünde konuşmanın tam sırasıdır artık.''

"Dünyanın bizi adam yerine koymamasının başlıca nedenlerinden biri, bizim mesleğimizi bir çeşit kasaplık olarak görmesi; bizi iş başında, türlü pislikler içinde çalışır bilmesidir... Doğru, kasaplıktır bizimki. Ama dünyanın her yerde ve her zaman şerefe boğduğu komutanlar da birer kasaptır, hem de en kanlı türünden. Bizim  işimizi pis görmelerine gelince, size henüz pek bilmediğiniz birçok şeyi hemen söylemek isterim. Bunları öğrenince, bir balina gemisinin, bu derli toplu dünyadaki en temiz şeylerden biri olduğunu alkışlar arasında kabul edersiniz. Ama bunu kabul etmeseniz bile, balina gemilerinin güvertelerindeki vıcık vıcık kargaşalık mı daha pistir, yoksa savaş alanlarının o anlatılmaz, o iğrenç leş yığınları mı?''

"Yaşlılar pek uyumaz. Yaşlandıkça, insan ölüme benzeyen her leyden kaçar gibidir.''

''Onun çentik çentik olmuş, buruşuk alnına iyice bakarsanız, orada daha da garip ayak izleri görebilirdiniz: Hiç uyumayan, gece gündüz yürüyen, tek bir düşüncenin izlerini...''

"Beni dinle, küçük pay düşkünü: Gözle görünen şeyler mukavvadan maskeler gibidir. Ama her olan biten şeyde, her canlı işde, her su götürmez olayda, bilinen her şeyin içinde, bilinmez bir akıl vardır. Bu akıl, kendi damgasını vurur o akılsız mukavva maskeye. Eğer insan vuracaksa o maskeye vurmalı''

"Ey önseziler, uyarmalar. Neden bir görünür geçersiniz böyle? Ama uyarmadan çok; birer belirtisiniz siz, ey üstümüze düşen gölgeler! Hatta dışardan gelme değilsiniz siz, içimizde olup bitenlerin belirtilerisiniz; çünkü asıl içimizdeki gerçektir bizi sürükleyen.''

"Eskiden doğan güneş beni coşturur, batan güneş dinlendirirdi. Geçti o günler. O güzel ışık, aydınlatmıyor artık beni. Her güzellik bir sıkıntı benim için; çünkü hiçbir şeyden tad almaz oldum artık. Anlama gücüm artıkça arttı; tad alma gücüm ise yok oldu büsbütün. Çok kurnazca ve insafsızca lanetlenmişim ben.''

"Ey yaşam, insan işte böyle anlarda -ruhun ezildiği anlarda- farkına varıyor senin yüzünden ne soysuz, ne aşağılık işlere katlanmak zorunda kaldığını! Ey yaşam, şimdi algılıyorum sende ne korkunç şeyler saklı olduğunu! Ama bu korkunç şeyler benim içimde değil; benim dışımda bunlar! İçimdeki insanca duygularla savaşacağım seninle, ey karanlık, korkulu gelecek!"

"İnsan deliliğinde çoğu zaman sinsice ve kurnazca bir şeyler vardır. Geçti sandığınız sırada, o delilik belki daha ince bir biçime bürünmüştür. sadece, dağ boğazlarından geçerken, daralan Hudson Nehri'nin bereketli suları azalmaz, derinleşir olsa olsa.''

"Beyazlık, doğanın yarattığı birçok şeylere temiz bir güzellik katan özel bir değer kazandırır onlara; mermerde, kamelyada, incide olduğu gibi. Birçok ulus da, krallara yakışan bir çeşit üstünlük görmüşlerdir bu renkte. Peru'nun barbar ve haşmetli eski kralları, kendilerine her şeyden önce ''Beyaz Fillerin Beyi'' derlerdi. Siyam'ın yeni krallarının bayraklarında da bembeyaz bir fil vardı. Hannover bayrağındaki savaş atı, kar gibi beyazdır. Roman haşmetinin mirasçısı büyük Avusturya imparatorluğu, kendine renk olarak gene aynı görkemli rengi - beyazı seçmiştir. Bu üstünlüğün insan ırkları açısından da bir önemi olduğu anlaşılıyor; çünkü beyaz adam, tüm koyu renkli kabilelerin başına geçiyor nedense."

"En yüce dinlerin bile kutsal geleneklerinde beyazlık, kusursuz ve lekesiz Tanrı gücünün belirtisidir."

"Beyaz renk, güzel, şanlı, yüce olan her şeyi içinde toplamakla beraber, gene de bu renkte, gizemli, elle tutulmaz bir korku saklıdır, insanın ruhunu, kanın kırmızılığından daha fazla sarsan bir korku...
Bu beyazlık, hoş ve güzel şeylerden ayrılınca, üstelik korkunç bir varlıkta bulununca, insanın korkusunu büsbütün artırır, en aşırı hale götürür, kutupların beyaz ayısı, sıcak denizlerin beyaz köpek balığı gibi. Bunların akılları durduran korkunçluğu, o dümdüz pamuk beyazlığından gelmiyor mu? O iğrenç beyazlık, bu canavarların sessiz azgınlığına kalleşçe bir yumuşaklık katar; insanı korkuttuğu kadar tiksindirir, öyle ki, kaplanın vahşi dişleri ve heybetli postu bile, beyaz ayı ile beyaz köpek balığının o kefen rengi kadar yıldıramaz insanı!"

"Acaba beyazlık, anlatılmaz niteliğiyle, dünyamızı saran o hain boşluklara ve enginlere bir ayna tutar gibi mi oluyor?''

"Yaşam dediğimiz bu acayip, bu karmakarışık işle, öyle garip anlar olur ki, insan şu koca evreni büyük bir şaka olarak görür. Bu şakayı pek anlamasa bile, kendisiyle alay edildiği kuşkusuna düşer.''

"Karada olsun, denizde olsun, şu bizim basmakalıp dünyamızda, bir adam başkalarına kumada ederken, kumandasında olanlarda birinin, kendinden çok daha mert, çok daha erkek olduğunu görünce, o adama karşı, önüne geçilmez bir nefret duyar, garez bağlar hemen. Fırsatını buldukça da, bu emir kulunun gurur kulesini yıkmak, tuz buz etmek, küçük bir toz yığını haline getirmek ister."

"Çünkü, baylar, dünyanın garip bir cilvesi olarak, serseriler nasıl hep adalet sarayları çevresinde toplanırsa, günahkârlar da, kutsal yerlere düşer."

"Nuh'un tufanı daha bitmedi. Şu güzelim dünyanın üçte ikisini kaplıyor hâlâ Nuh'un tufanı!''

"Sizin aç gözlülüğünüzü pek ayıplamıyorum kardeşlerim. Sizin huyunuz öyle; çaresi yok bunun. Ama bu kötü huyunuzu önlemeye çalışmalısınız; tüm sorun bu! Siz köpek balığısınız elbet; ama içinizdeki köpek balığını dizgin altına alırsanız, o zaman bir melek olup çıkarsınız işin içinden. Çünkü melek dediğin, kendini sıkı sıkı dizginleyen bir köpek balığından başka bir şey değildir."

"Ey insanoğlu bir balinaya bak da ona benzemeye çalış! Sen de buzlar arasında sıcak kalmasını öğren. Bulunduğun dünyada, o dünyanın bir parçası olmadan yaşa. Ekvator'da serin serin ol; kutuplarda kanın donmasın. San Pietro'nun büyük kubbesi gibi, koca balina gibi, her mevsimde kendi sıcaklığınla yetin, ey insanoğlu!''

"Kendini kanıtlamak için hiçbir şey yapmamasıyla ortaya çıkar onun büyük dehası."

"Çünkü bence bir insanın ahlâkı bir hayli anlaşılır bel kemiğinden. Kim olursanız olun, kafatasınızı değil, bel kemiğinizi yoklamak isterim. Cılız bir bel kemiği, hiçbir zaman büyük ve soylu bir ruhu ayakta tutamaz. Benim dünyaya açtığım bayrağın sağlam ve sarsılmaz direğidir bel kemiğim: övünürüm onunla."

"Ben, derinliği olan hiçbir varlık görmedim ki, bu dünyaya söyleyebilecek bir sözü olsun. Geçimini sağlamak için, birkaç söz kekelemek zorunda kalır, olsa olsa."

"Kuşkuya ve yadsımaya karşı çıkan bu sezişler pek az insanda bulunur. Yeryüzüyle ilgili her şeyden kuşkulanan ve gökyüzüyle ilgili kimi şeyleri sezen insanlar, ne imanlı, ne de imansız olurlar; kuşkulara da, sezişlere de; aynı serinkanlı gözlerle bakarlar."

"Bu sözlerle Stubb şunu anlatmak istiyordu belki de: insan insanı ne denli severse sevsin, insan dediğin para kazanan bir hayvandır; ve para kazanma isteği, iyilik etme isteğinden ağır basar çoğu zaman."

"Çünkü nice nice uzun denemelerden sonra gördüm ki, insan elde edebileceği mutluluk kavramını pek yücelerde tutmamalı, biraz değiştirebilmelidir, hiç olmazsa. Mutluluğu kafamızda, hayalimizde değil de; günlük yaşantımızda, eşimizde, yüreğimizde, yatağımızda, soframızda, atımızın sırtında, ocağımızın başında, yurdumuzda aramalıyız."

"Dünyamızın karanlık yanı olan, üçte ikisi olan okyanusu saklayamıyor güneş, öyleyse içinde dertten çok sevinç taşıyan bir ölümlü insan, ya gerçekten insan değildir, ya da olgunlaşmamıştır henüz."

"Boyuna dokuyor okumacı Tanrı. Kendi işinin gürültüsüyle sağır olmuş, hiçbir insan sesi duymuyor. Dokuma tezgâhını seyreden bizler de sağır olmuşuz uğultusundan. Ancak iyice uzaklaşabilirsek duyuyoruz içinde konuşan binbir sesi. Yeryüzündeki tüm fabrikalar da böyledir. Hızla işleyen mekikler arasında duyulmayan sözler, duvarların dışına çıktık mı bir bir duyulur açık pencerelerden. Nice hainlikler böyle açığa vurulmuştur. Ey insanoğlu! Gözünü dört aç öyleyse. Çünkü şu koca dünya tezgâhının bunca gürültüsü arasında, senin en gizli düşüncen bile, tâ uzaklardan duyulabilir..."

"Çünkü ateşle yapılan şeyin dönüp dolaşıp gideceği yer, ateştir gene. Cehennemin varlığını gösterir bu."

"Her şeyi bir düzeye indiren ölümün eşiğinde, tüm gizler bir an çözülür gibi olur; ama bunu ancak ölüler dünyasından geri dönebilecek bir yazar doğru dürüst anlatabilir."

"Keşke biraz sürekli olabilse bu huzur anları! Ama yaşamın dokumasındaki enine ve boyuna iplikler gibi, durgun havalarda fırtınalar birbirine örülür; her huzur anının ardından bir bora gelir. Hiç geriye dönmeyen sürekli bir ilerleme yoktur."

"Ben tertemiz, derli toplu, hesaplı kitaplı, kız gibi işler yapmak isterim. Benim yapacağım işlerin, başı başlangıcında, ortası ortasında, sonu da sonunda olmalı. Ortasında biten, sonunda başlayan yarım-yamalak işlerden hoşlanmam."

"Duymak yeter de artar bile ölümlü insanlara. Düşünmek insanın haddine mi! Yalnız Tanrı düşünebilir. Düşünmek nedir? Daha doğrusu ne olmalıdır; Bi serinlik, bir durulma... Oysa bizim zavallı beyinlerimiz zonklar, zavallı yüreklerimiz çırpınır boyuna."

Kahramanımsın Moby Dick!
Keyifli okumalar :)



Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka
imdb.com

Niyet ettim bir gönderi yapmaya...

Yiteeeeeer!
Sürekli bi' şeyler yazmak istiyorum. ''Bunu blogda paylaşayım muhakkak'' diye notlar alıyorum, fotoğraflar çekiyorum. Sonuç: eve geldiğimde yorgunluktan sızan ben :/
Allam yaleppim, nütfen bi' an önce bu koşuşturmaca bitsin de normal düzenime döneyim.
Çok yoruldum artık :/
Oturup iki satır yazamayacak, bi' telefon görüşmesi yapamayacak kadar meşgul olmak çok daha kötü bi' şey.
Niyet ettim -daha doğrusu inat ettim- bugün bir gönderi yapacağım.
Evin ilk hali böyle, burayı adam ediyoruz, varın siz düşünün yorgunluğumu :)


Bu da salon ve de salondan balkona açılan kapının fotoğrafı :)


Harıl harıl çalışılıyor, duvarlar, yerler, banyo-seramikler.
Mutfak projeleri, montaj ekipleri...

Bu' da büyüyünce mutfak olmaya karar vermiş bir ev bölümünün halleri:



İki ev ve de ofis arasında ve hatta gerekli malzemeler ve mobilyalar için alışveriş merkezleri-yapı marketleri arasında koşturmaktan bitik durumdayım :/
Bi' de iş yoğunluğu ve uzayan mesai saatleri eklenince bu koşturmacanın üzerine; tadından yenmiyor :)))
Bakalım ne zaman tamamlanacak da taşınacağız.

***

Bak şimdi aklıma geldi; benim Yoda kızım ko-nu-şu-yor! :/
İlk başta sevimli geliyor ama basbayağı derdini seslerle -miyavlayarak değil- anlatmaya başlayınca insan afallıyor :/
Balkon kapısının kapalı olmasına mı canı sıkkın?
Oynarken topunu kaybetti de onu mu arıyor?
Uykusu gelmiş, kucak istiyor ama sen ilgilenmediğin için sana kızıyor mu yoksa naz mı yapıyor?
Aç mı? Canı mı sıkkın? Mutlu mu? Her duygusunu -aynen insan gibi- seslerle anlatıyor!
Bi' de, çok güzel bi' kedi olmasına rağmen özellikle uykuluyken öyle suratsız, öyle çirkin görünüyor ki; adının hakkını veriyor :)))
Sesi de bi' çirkin, bi' çirkin; kulak tırmalıyor :)
Olsun, ben onu böyle tipsiz-geveze haliyle seviyorum :)
bkz:uykulutipsizvegevezehali




bkz:normalhali



Bu da ablasını yattığı yerden atmak için arkasından haince işler çevirdiği hali :)



***

Bu yorgunluğun tek artısı son günlerde pek mutfağa girmemek oldu :)
O kadar koştur koşturdan sonra bi' de saatlerce yemek mi yapacağım ayol?
Ayol...ayol...
Bu lafı pek severim :)
#direnayol

Fırsattan istifade canım ne çektiyse sipariş veriyorum :)
bkz:balıkçorbasıvesuşi


Kalite kontrol sorumlumuz Yoda'nın patileri de kadraja girmiş :)
Her ne kadar yemese de, terbiyesizlik etmese de, o meraklı-minnak burun muhakkak koklayacak eve giren her yabancı maddeyi :)
Porsiyonlar çok küçük diye, ben iki porsiyon balık çorbası söyledim.
Sevgilim de mantarlı-bambulu olanından sipariş verdi.
Yanında da atıştırmalık suşi! :) Mmmm çorbalar ''eh işte, idare eder'' olsa da futomakiler enfesti! :)))

Dün akşam da menü buydu efenim:


Son zamanlarda en çok ''köfte'' yediğime sevindim sanırım.
Eve dönerken yemeği dışarıda yemeğe karar vermiştik. Ben lazanyası güzel oluyor diye her seferinde lazanya söylüyordum ama bu sefer köfte görünce şaşırdım ve sipariş verdim.
Enfesti! :)
Nasıl mutlu-mesut yedim köftelerimi anlatamam :)))



***
Kendimi sakatlamakta sınır tanımıyorum :)
Banyo seramiklerini yukarı taşırlarken azıcık yardım edeyim dedim, bi' paketi kucakladım ve kalakaldım.
Sırtımdan (veya belimden?) kırrt! diye ses geldi resmen. Ne ağırmış yahu :/
Yaramaz çocuklar gibiyim; kolum--bacağım çürük-çizik dolu. Şu taşınma işi bitse de ben de yarasız-beresiz günlerime dönsem artık.
Doktora gittim elbet. Sonuç: nur topu gibi bi' röntgen filmim ve de ağrı kesici hapım ile kremim oldu.
Fena incitmişim, iyi ki fıtık gibi büyük bir derde yol açmamışım, bu da iyi bi' şey tabisi de :)
Bu koşturmaca arasında bi' doktorum eksikti, o da oldu anlayacağınız.
Doktorum bedenimin yorgunluktan çığlık attığını, dinlenmem gerektiğini söyledi.
Söz dinleyen-uslu kız olmak istedim ama ''normalde üç hafta, en az iki hafta dinlenmelisin'' deyince yalvar yakar bi' haftaya razı edebildim.
Bir gün resmi tatil olduğundan 4 gün raporla yırttım. Dinlenmek istemediğimden değil, cici evimiz henüz hazır değilken, bu koşturmaca arasında dinlenemeyeceğimi bilirken bu hakkımı kaybetmekten korktum resmen :)
Hele bi' taşınalım, ister iki hafta desin ister üç hafta. Resmen dinleneceğim, yan gelip yatacağım, cici evimizin tadını çıkaracağım!
Dayan Sittirella, #dirensittirella!

Bu seferlik de bu kadar olsun :)
Az önce kızlarla twitter'da e-book reader ve onlara uygun kılıflar hakkında soppet ederkene :) şu sonuca vardım tekrar efenim:
En kral e-book reader: NOOK!
Başka da büyük yok! :)


Oçıkalın! :)

Görsel: Sahibinin sesi-Sittirella marka



Kalp kalp :)


Tamam, adam gibi bir fotoğraf makinesi almanın şart olduğunu biliyorum.
Ama alıncaya dek emekli telefonumla şipşakladıklarımla yetineceksiniz.
Meğersem bu fotoğraf en süfer makineyle çekilmiş...olma mı? :)

İş çıkışı salına salına geldiğim evimde, ayakkabılarımı çıkarır çıkarmaz kahve için su koyuyorum ateşe.
Cümleye bak; "Ateşe su koymak"...ben var çok susamak - çok yorulmak :)
Soyunup silkinesiye dek geçen zamanda su hazır oluyor, hemen en mis!inden bi' köpüklü 'nesgayfe' hazırlıyorum :) Şimdi diyeceksiniz ki ''Türk kahvesi gibisi yok!''. Onu ben de biliyorum ama bu kahveyi de seviyorum işte! Hıh! :)
Tarçınlı, kalp formlu kurabiye favorim :) Tarifini vermeyeceğim, benim özelim kalsın şekerim.... dermişim :) Şaka nan! Neeeerde bende o yetenek? Gelirken köşedeki marketten alıyorum. Günlük çıkarıyorlar, mis gibi-tazecik . Kokusu da-görüntüsü de beni benden almaya yetiyor :)
Bulanık-mulanık ''Nook''umla tanıştırmış oldum sizi. Çok büyük aşk yaşıyoruz bir haftadır ;)
Yüzyıllık Yalnızlık'ı okudum-bitirdim, Ejderha Dövmeli Kız'ın son elli-elli beş sayfasındayım.
Bir haftada sadece geceleri yatmadan önce kapadım, sabah gözümü açar açmaz hemen Nook'uma sarıldım :) Hatta bir gece uyuyakalmışım, kapamamışım :)
Kahvaltıda-işe giderken-kahve molamda, öğle yemeğinde sürekli okuyorum. Bol bol ekran ışığı ile okudum, yatakta gözler kapanıncaya dek öyle keyifli oluyor ki okuması... Bi' ton işlem yaptım: Bataryası -du' bakem- 53% an itibariyle.
Demek ki: tek bir şarjda iki hafta sürekli kullanım garanti, günde sadece 3-4 saat okuyup kapasam: 1 ay, mis! :)
Neyse, bunun için sağlı-sollu, ekranı ışıklı bir sürü fotoğraf çekip ayrıntılı bi' gönderi yapacağımdır :)
Yalnız, bi' konuyu da tarihe not düşeyim burada;  masamdan kalktığım anda gözler kitaba sabit hareket ettiğimden kelli, tüm departman çalışanlarının pis pis/az kıskanç bakışlarını üzerime mıknatıs gibi çektiğimi hissediyorum :) Bir insanın, sabah ofise girdiği andan-çıktığı ana dek, her boş anında-molasında, nasıl olup da sus-pus kitaba gömüldüğüne basmıyor beyinleri :)
Öğrenecekler aplası/abisi! Alayına kitap aşkı aşılamayı planlıyorum :)
Konudan hop diğer konuya:
Kafka on the Shore/Sahilde Kafka masamın üzerinde "Oku beniiii" diye fısıldıyor sanki :)
Beklesin azıcık! Ben onu çok beklemiştim ne de olsa :)
Şimdi gidip bi' twit şettireyim, ardından kitabıma gömülüp bitireyim ki, yarın size en tazesinden, dumanı tüten bi' ''Ejderha Dövmeli Kız'' gönderisi yapabileyim, değil mi?
En güzelinden akşamlar/geceler hepimizin olsun :)

Esen kalın.

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...