Sabahattin Eyüboğlu'nun muhteşem çevirisi ve derlemesiyle okuma şansı bulduğum Montaigne'in "Denemeler / Essays" eseri yazarın hayata dair düşünceleriSabahattin Eyüboğlu'nun muhteşem çevirisi ve derlemesiyle okuma şansı bulduğum Montaigne'in "Denemeler / Essays" eseri yazarın hayata dair düşüncelerini kendi tecrübeleriyle samimi bir dille paylaştığı kapağını her açtığınızda sizle konuşan tek kelimeyle mükemmel bir başucu başyapıtı. Gönül isterdi ki Eyüboğlu 1400 sayfalık tüm eseri bizlere çevirebilseydi; çünkü "Denemeler"i okurken nadir yaşadığım o kitabın bitmemesini istediğim hislerini tekrar yaşadım. Her okuduğumda hayata olan bakış açımı değiştiren eserde herhalde çizmediğim satır kalmadı. Homeros'tan Cicero'ya bir sürü edebi referans barındıran kitaptan Montaigne'in neden bu kadar yüce bir yazar olduğunu anlamamak mümkün değil. Felsefe alanında çığır açan samimi ve yalın bakış açısıyla kendine farklı bir yer edinen Montaigne'in diğerlerinin aksine kimseye bir şey kanıtlamama çabasına hayran kalıyorsunuz. Montaigne hayatı kendi için yaşıyor; doğruları kendi için arıyor ve öğreniyor; kitabı da kendi için yazıyor aslında. Çünkü bu hayat kendimize ait;, biz kendimizi sevmezsek, kendimize saygı göstermezsek ve dikkat etmezsek başkaları neden etsin. "Denemeler" kalbimde bambaşka bir yer etti benim. Tekrar tekrar okunması gereken gerçek bir başyapıt olmakla beraber umarım ülkemizde de tam versiyonunun kaliteli bir çevirisi raflarda yerini alır. Montaigne'i çevirebilmek için öncelikle Montaigne'i anlamak gerektiğine inanıyorum; bu yüzden de ona layık bir tam çeviriyi okuyabilecek miyiz açıkçası pek emin değilim.
Çok başarılı ama hayattan memnun olmayan Simyacı doktor Faust’un dünyevi güç, ilim ve zevk uğruna ruhunu şeytan Mephistopheles’e satmasını konu olan "Çok başarılı ama hayattan memnun olmayan Simyacı doktor Faust’un dünyevi güç, ilim ve zevk uğruna ruhunu şeytan Mephistopheles’e satmasını konu olan "Faust, Part I", "İlyada", "Oddysseia" ve "Aeneis" gibi antik epik şiirlerin izinden gitmesine rağmen tragedya olması sebebiyle türü bir sonraki seviyeye taşıyan gerçek bir başyapıt değerinde. İnsan ırkının bitmek bilmeyen şevk ve tatminsizliğini oldukça etkileyici bir şekilde okuyucuya sunan Goethe, bu ilk bölümde karakterin sınavını “sevgi” üzerine odaklayarak Faust’un ikilemlerine daha yakından inceleme fırsatı veriyor. Dünya kadar seçenek varken içlerinden en masumları olan Gretchen’i beğenip sadece ve sadece onu isteyen Faust’un, istediğini elde ettikten sonra ilgisini kaybetmesi aslında çok yakından tanıklık ettiğimiz bir insan davranışından farklı değil. Tatminsizlik veya insanların istedilerini elde ettikten sonra elindekiyle yetinmeyip daha fazlasını istemesi üzerine harikulade bir tragedya niteliğindeki "Faust"un ilk bölümü aslında Gretchen’in tragedyası olarak tanımlanabilir. Faust’un hatasını son anda anlaması ve yaşadığı suçluluğu her ne kadar karakter açısından bir kefaret gibi görünse de Goethe, ikinci bölümü sebebiyle bunu söylemek mümkün değil. Birçok edebi kaynağa ve sanat eserine yön vermesi sebebiyle zamanına göre fazlasıyla cesur ve yenilikçi bir eser olan "Faust", ikinci bölümüyle insan olma temasının limitlerini zorluyor.
Politik alt metniyle derin, gençlik temasıyla ele alış biçimiyle etkileyici ve özgür irade temasıyla düşündürücü bir roman olan "A Clockwork Orange / Politik alt metniyle derin, gençlik temasıyla ele alış biçimiyle etkileyici ve özgür irade temasıyla düşündürücü bir roman olan "A Clockwork Orange / Otomatik Portakal", Anthony Burgress'in argo bir şekilde kaleme alarak kendine her açıdan hayran bırakan bir eser. Dost Körpe'nin mükemmel çevirisinin de hakkını vermek gerek. Kitap, özgür irade ve özgürlük kavramlarının ne demek olduğunu inceleyerek okuyucuyu iyi kötü üzerine ciddi sorgu içine bırakıyor. Okuduktan sonra Stanley Kubrick'in ne kadar mükemmel bir uyarlama çıkardığını anladığımız kitabın filme koyulmayan finali ise eserin kesinlikle zirve noktası.
Her ne kadar okuyucuya hitap ediyor gibi gözükse de aslında Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius'un kendine yazdığı öğütleri içeren "MeditationsHer ne kadar okuyucuya hitap ediyor gibi gözükse de aslında Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius'un kendine yazdığı öğütleri içeren "Meditations / Düşünceler", yaşama ve ölüme, kısaca hayata ve ahlak felsefesine dair ders niteliğindeki muhteşem tasvirleri ve vicdan muhasebeleriyle başucu kitabı niteliğinde bir eser. Okuyucuya hitap etmediği için fazlasıyla samimi olmasının yanında okudukça Aurelius'un hayat görüşüne hayran kaldığınız kitapta Stoacı ve Epikurosçu felsefeye yakından bakma şansı buluyoruz. Platon, Socrates ve Aristoteles'in düşüncelerini kullanan ve zaman zaman geliştiren Aurelius'un "Düşünceler"i kısaca okuyucunun kendinizi geliştirdiği zamansız bir eser. Tekrar tekrar okunması gereken gerçek bir başyapıt.
Stefan Zweig'in intihar etmeden önce yazdığı son kitap olma özelliği taşıyan "Schachnovella / Satranç", yazarın Hitler zamanında yaşadığı zorlukları oStefan Zweig'in intihar etmeden önce yazdığı son kitap olma özelliği taşıyan "Schachnovella / Satranç", yazarın Hitler zamanında yaşadığı zorlukları okuyucuya hissettiren bir ustalık örneği. Kısa olmasına rağmen anlatmak istediğini kesin ve yalın bir dille anlatmayı başaran romanı tek solukta okuyabilirsiniz. Hem Avusturya edebiyatını anlamak hem de Avrupa tarihine farklı bir açıdan bakmak için kesinlikle okunması gereken eserler arasına rahatlıkla koyabilirim.
Rus Edebiyatı'nın babası sayılan Alexander Pushkin'in tüm öykü ve romanlarını barındıran Hasan Ali Yücel Dizisinin "Yüzbaşının Kızı - Bütün Öyküler, BRus Edebiyatı'nın babası sayılan Alexander Pushkin'in tüm öykü ve romanlarını barındıran Hasan Ali Yücel Dizisinin "Yüzbaşının Kızı - Bütün Öyküler, Bütün Romanlar" toplaması 38 gibi genç bir yaşta hayatını kaybetmiş Pushkin'in ne kadar harika bir yazar olduğunu okuyucuya sunan fazlasıyla değerli bir eser. Dostoyevski, Tolstoy ve Çehov gibi kendinden sonraki tüm Rus yazarlara ilham kaynağı olmuş Pushkin'in eselerini okudukça bu kadar genç yaşta ölmüş olmasına gerçekten üzülüyorsunuz. Bazı eserlerini bitirememiş olmasına rağmen betimlemeleri ve anlatımıyla Rus edebiyatının temel taşı haline gelen Pushkin öykülerinden özellikle "Povesti pokoynogo Ivana Petrovicha Belkina / The Tales of the Late Ivan Petrovich Belkin / Merhum İvan Petroviç Byelkin'in Öyküleri" (1831), "Dubrovsky / Dubrovski" (1841) ve "Suç ve Ceza"daki Raskolnikov karakterine ön ayak olan "Pikovaya Dama / The Queen of Spades / Maça Kızı" (1834) öyküleri bir harika. Fakat bunların içinden en iyisi kuşkusuz toplamaya da adını vermiş gerçek bir başyapıt olan "Kapitanskaya Dochka / The Captain's Daughter / Yüzbaşının Kızı" (1836). Öykülerinde sanat özgürlüğünü savunan, Rus sosyetesini eleştiren ve Rusya tarihi hakkında önemli bilgiler veren Pushkin'in tüm öykülerinin toplandığı bu muhteşem eser her edebiyat severin kitaplığında mutlaka bulunması gereken kitaplardan. Kitabın içindeki hikayeler sırasıyla:
• Arap Petra Velikogo / Peter the Great's Negro / Büyük Petro'nun Arabı (1828) • A Novel in Letters / Mektuplarla Roman (1829) • Povesti pokoynogo Ivana Petrovicha Belkina / The Tales of the Late Ivan Petrovich Belkin / Merhum İvan Petroviç Byelkin'in Öyküleri (1831) • Vystrel / The Shot / Atış • Metel / The Blizzard / Tipi • Grobovschik / The Undertaker / Tabutçu • Stanzionny Smotritel / The Stationmaster / Menzil Bekçisi • Baryshnya-krestyanka / The Squire's Daughter / Köylü Genç Bayan • Istoriya sela Goryuhina / The Story of the Village of Goryukhino / Goryuhino Köyü Tarihi (1837) • Roslavlev (1936) • Dubrovsky / Dubrovski (1841) • Pikovaya Dama / The Queen of Spades / Maça Kızı (1834) • Kirdzhali / Kırcali (1834) • Yegipetskie Nochi / Egyptian Nights / Mısır Geceleri (1837) • Kapitanskaya Dochka / The Captain's Daughter / Yüzbaşının Kızı (1836) • Puteshestvie v Arzrum / A Journey to Arzrum / 1829 Seferi Sırasında Erzurum'a Yolculuk (1836)
Merkezine insanı almayarak cağdaşlarından (Konfüçyüs) kendini ayırmayı başaran Çinli filozof Laozi'nin M.Ö. yaklaşık 500'lü yıllarda yazdığı ölümsüz eMerkezine insanı almayarak cağdaşlarından (Konfüçyüs) kendini ayırmayı başaran Çinli filozof Laozi'nin M.Ö. yaklaşık 500'lü yıllarda yazdığı ölümsüz eseri "Dao De Jing / Tao Te Ching", karşıtların birbirini doğurduğunu ve işte bu yüzden toplumda halihazırda bir düzen kalmadığını savunan fazlasıyla değerli bir eser. Okurken satır satır altını çizeceğiniz bir felsefi kaynak olan kitapta Laozi, bir liderin nasıl olması gerektiğini yalın ve etkileyici bir dille okuma şansı buluyorsunuz. En sağnak yağmurların bile sürekliliğini sağlayamadığını, işte bu yüzden insandan da süreklilik beklenmemesi gerektiğini söyleyen Laozi, katı ve sertin yerinin ölümün yanı olduğunu ancak yumuşak ve esnek olunursa başarılı olunacağını suyun taşa şekil vermesi üzerinden anlatarak tek kelimeyle mükemmel bir noktaya parmak basıyor. Okurken sıkılmayacağınız "Tao Te Ching", kesinlikle tekrar tekrar okunası eserler arasında.
Rönesans döneminde yazılmış ilk modern roman olma özelliği taşıyan, sadece komedi türüne değil edebiyat ve sanatın her alanına yön vermiş Miguel de CeRönesans döneminde yazılmış ilk modern roman olma özelliği taşıyan, sadece komedi türüne değil edebiyat ve sanatın her alanına yön vermiş Miguel de Cervantes Saavedra'nın ünlü eseri "Don Quijote / La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote", sadece zamanının şövalye romanlarını eleştirmekle kalmayıp zamanında normlaşmış bir sürü olguyu yıkarak çığır açan mizah dozu yüksek tek kelimeyle mükemmel bir eser; kısaca başyapıt. Don Quijote ile silahtarı Sancho Panza'nın harika uyumuyla okudukça daha çok sevdiğiniz bir esere dönüşen kitabın okuyucuya sunduğu üst kurmaca tekniği ve ironiler gerçekten hayranlık uyandırıcı. Okurken hiç bitmesin istediğiniz maceraların her biri birbirinden güzel olmakla beraber insana dair derin felsefi öğeler barındırmakta. Özellikle Virgil'in "Aeneid / Aeneis" ve tabii ki Homeros'un "İlyada" ve "Odysseia" destanlarından yaptığı alıntılarla dikkat çeken eserde François Rabelais'in "Gargantua" ve "Pantagruel" esintilerine rastlamak da mümkün. Her ne kadar gülsem de Don Quijote ve Sancho'nun maceralarını okurken zaman zaman üzüldüğümü belirtmek isterim. Ama bundan daha önemlisi hayatımda ilk defa bir romanı bitirirken üzülmüş olmamdır. Okurken gerçekten hiç bitsin istemedim.
"Animal Farm / Hayvan Çiftliği"ndeki akıcı ama sade dilini geliştiren George Orwell'in yine aynı akıcılıkta ama bu sefer usta bir dille okuyucuya sund"Animal Farm / Hayvan Çiftliği"ndeki akıcı ama sade dilini geliştiren George Orwell'in yine aynı akıcılıkta ama bu sefer usta bir dille okuyucuya sunduğu eseri "1984", "Hayvan Çiftliği"ndeki politik düşünceyi en üst seviyeye taşıyan mükemmel bir politika dersi niteliğinde. Üzerinde fazlasıyla düşünülmüş derin ve felsefi hikayesiyle günümüzde bile hala geçerliliğini koruyan -ve korumaya devam edecek- eserin yarattığı karşı-ütopya dehşet verici olmakla beraber kendine hayran eden metaforik bir gerçekçilik taşıyor. Politikanın güçten ibaret olduğunun ve gücü elinde tutanın ise sadece iktidarı düşündüğünün altını çizen Orwell'in sunduğu hiçbir şeyin 1 veya 0, evet ya da hayır olmadığına dair olan felsefi yaklaşımını bu kitapta da görüyoruz. Yakın tarihte bu yaklaşıma eserlerinde en çok rastladığımız sanatçının ise Christopher Nolan olduğunu söylemekte fayda var. Okudukça kendinizi alamadığınız kitabın ikinci bölümden itibaren başlayan politika dersi niteliğindeki söylemi bile "1984"ün neden başyapıt olduğunu özetler nitelikte. Tek kelimeyle inanılmaz bir modern klasik!
Hayatı doğru yaşamanın merkezine hisleri ve deneyimi koyarak felsefe alanında devrim yaratan "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma / An EnquirHayatı doğru yaşamanın merkezine hisleri ve deneyimi koyarak felsefe alanında devrim yaratan "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma / An Enquiry concerning Human Understanding" eseriyle İskoç filozof David Hume, zihnin hislerin bir kölesi olduğunun vurgusunu yapıyor. Aldığımız kararlarda mantıktan daha çok duygularımızın esiri olduğumuzu söyleyen Hume’un belirttiği şey doğru karar verebilmemiz için duygularımızı eğitmemiz gerektiği. Kısaca, insanları ikna etmek için mantığın yeterli olmadığını, öncelikli olarak sempati, teşvik ve sanatı kullanmamız, ardından ise bunları mantıkla desteklememiz gerektiğini söylüyor. Bunu yaparken de deneyimlerimizin büyük bir rol oynadığının defalarca altını çizen ünlü filozofun asıl olayı ise din kavramının mantıklı hiçbir tarafının bulunmadığını belirtmesi. Davranışlarımızın nedeninin sorumlusu Tanrı’ysa kötü davranışlarımızın suç ortağının Tanrı olduğunu yazan Hume, böyle bir şeyin ne kadar mantıksız olduğunu ve bunun sonucunda Tanrı kavramının yanlış anlaşıldığını söylüyor. İnsanların bilgisizlikten olağanüstü gibi gördüğü olaylar sebebiyle mucize kavramının ortaya çıktığını da okuma şansı bulduğumuz kitapta Spinoza benzeri bir yaklaşım görmek mümkün. Din gibi rasyonel kavramların ihtiyaç sebebiyle alışkanlığa dönüştüğünü ima eden Hume’un asıl vermek istediği en önemli mesaj ise gözlerimizdeki perdeyi kaldıran bilginin önemi. Okudukça altını çizmekten kendinizi alamayacağınız oldukça önemli felsefi eserlerden biri olan "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma" finali ise çok vurucu: Nicelik ya da sayıyla alakalı soyut veya olgusal durum ve var oluş hakkında deneysel bir muhakeme içermeyen şeyleri yakın gitsin, zira içinde safsata ve yanılsamadan başka bir şey yok demektir.
Euripides’in “Medea”sı tragedya türüne yön veren bir başyapıttı. Seneca ise aynı adlı oyununda bu başyapıtı süslü dili ve engin bilgisiyle tragedya tüEuripides’in “Medea”sı tragedya türüne yön veren bir başyapıttı. Seneca ise aynı adlı oyununda bu başyapıtı süslü dili ve engin bilgisiyle tragedya türünü bir üst seviyeye taşıyor. Tragedyanın konusunun ne kadar başarılı ve dramatik olduğunu tartışmaya gerek yok; bu versiyonda dikkat edilmesi gereken nokta Seneca’nın oyunu edebi anlamda geliştirerek Shakespeare gibi yazarlara nasıl yön verdiği. Öte yandan, oyun Euripides’i versiyonu kadar okuması kolay bir oyun değil; ciddi bir mitoloji birikimi gerekiyor. O yüzden benim gibi Antik Yunan edebiyatını bitirip, Antik Roma edebiyatını okumaya başlamış olmak şart.
Aslında adı "Yanılgılar Komedyası" olan; fakat dilimize "The Comedy of Errors / Yanlışlıklar Komedyası" olarak geçen William Shakespeare'in mizah doluAslında adı "Yanılgılar Komedyası" olan; fakat dilimize "The Comedy of Errors / Yanlışlıklar Komedyası" olarak geçen William Shakespeare'in mizah dolu oyunu oldukça zekice ve titizlikle yazılmış harika bir eser. Meşhur Shakespeare tesadüflerinin bulunduğu kitapta karakterlerin birbirleriyle karşıtırılmasıyla gelişen olayları okurken gülmekten yarılıyorsunuz. Gerçekten yazarın ne kadar yetenekli olduğu her bir satırda tekrar tekrar tanıklık ettiğiniz eserin Shakespeare'e başlamak için en ideal eserler arasında olduğunu söyleyebilirim.
Alan Moore'un mükemmel bir şekilde kaleme aldığı "Batman: The Killing Joke", Joker ile Batman arasındaki ilişkiyi muhteşem bir seviyeye taşıyan gerçekAlan Moore'un mükemmel bir şekilde kaleme aldığı "Batman: The Killing Joke", Joker ile Batman arasındaki ilişkiyi muhteşem bir seviyeye taşıyan gerçek bir Batman başyapıtı. Joker'in geçmişine ışık tutmasıyla tanınan çizgi romanda bahsedilen geçmişin aslında Joker'in her seferinde uydurduğu yeni geçmişlerden biri olduğunu farketmek mümkün ki, bu eseri ölümsüz kılan en önemli özelliklerden biri. Joker'in Jim Gordon'ın kızı Batgirl/Barbara Gordon'a yaptıkları sebebiyle Batman efsanesi açısından her anlamda önem taşıyan çizgi roman, aynı zamanda Christopher Nolan'ın "The Dark Knight / Kara Şövalye" filmine yön veren eserlerden biri. Eserin hala tartışılan finalini de unutmamak gerek. Tek kelimeyle mükemmel!
"It's all a joke! Everything anybody ever valued or struggled for... It's all a monstrous, demented gag! So why can't you see the funny side? Why aren't you laughing?" - Joker
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diyerek devlet yönetimi konusunda çığır açan bir görüş ortaya koyan "Toplum Sözleşmesi / The Social Contract"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diyerek devlet yönetimi konusunda çığır açan bir görüş ortaya koyan "Toplum Sözleşmesi / The Social Contract / Du contrat social, ou Principes du droit politique", Rousseau’nun magnum opusu olmakla beraber felsefe yön vermiş gerçek bir başyapıt niteliğinde. "İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Falan kimse kendini başkalarının efendisi sanır ama, böyle sanması, onlardan daha da köle olmasına engel değildir." diye eserine başlayarak sadece zamanının değil aynı zamanda günümüz sistemine de adeta tokat atan ünlü filozofun eserinin temelinde özgürlük bulunuyor. İnsan özgürlüğünü her şeyden üstün tutarak "mükemmel demokrasi"yi savunan Rousseau’nun özgürlükten vazgeçmenin insanlıktan vazgeçmek olduğunu altını çiziyor. "İnsan boyun eğmeye zorlanıyorsa, boyun eğmek zorunda değildir." diyerek 30 sene sonraki Fransız Devrimi’ni ateşleyen eserin bir diğer dikkat çeken tarafı ise gücün hak yaratmadığı. İnsanın özgür doğduğunu ve özgürlüğü desteklemeyen bir yönetim biçiminin uygulanamayacağını savunan Rousseau, insanların birlik olarak ortaya çıkardığı güçle "cumhuriyet" tanımını okuyucuya sunuyor. Toplum sözleşmesiyle insanların doğal özgürlüğünü kaybederek toplumsal özgürlüğü yani elindeki şeylerin sahipliğini kazandığını belirterek Hobbes’u andıran bir görüş ortaya koyan eserde Machiavelli’yi de öven kısımlar mevcut.
Devlet yönetimini halk, egemen varlık ve yasacı olarak üçe bölündüğü kitapta Platon’un 5’e ayırdığı yönetim biçimlerini Rousseau demokrasi, aristokrasi ve monarşi olarak 3 bölümde inceliyor. İyi bir devlette zengin ile fakir arasındaki farkın oldukça az olduğuna dikkat çeken eser, cezaların sıklığını devletin zayıflığına ve tembelliğine bağlıyor. Her yönetimin her devlete gitmediği, özgürlüğün her iklimde yetişen bir bitki olmadığını belirten Rousseau’nun asıl bombası ise dindarların köle olmak için yaratıldığını, bu yüzden de dinle yönetilen devletlerin zorbalığa meyilli olduğunu belirtmesi. Okudukça altını çizdiğiniz kitabın tabii ki sorgulanacak birçok yeri mevcut ama görüşleriyle çağının çok ötesinde bir esere imza atan Rousseau, Platon, Aristoteles, Cicero, Hobbes ve Montesquieu’nun izinden giderek insan odaklı bir devlet sistemiyle sadece Fransa değil aynı zamanda ABD ve Türkiye gibi ülkelerin de sistemlerini belirliyor.
Başta Dostoyevsky olmak üzere kendinden sonraki bir sürü yazara esin kaynağı olmuş Alman edebiyatının dünyaca ünlü, en önemli yazarlarından biri olan Başta Dostoyevsky olmak üzere kendinden sonraki bir sürü yazara esin kaynağı olmuş Alman edebiyatının dünyaca ünlü, en önemli yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe'ye ait okuduğum ilk eser olma özelliğini taşıyan "Die Leiden des jungen Werthers / The Sorrows of Young Werther / Genç Werther'in Acıları", her okuyucunun içinde kendinden bir şeyler bulabileceği bir şaheser niteliğinde. Başladığım andan itibaren altını çizmeye başladığım kitapta Goethe'nin harikulade edebiyat bilgisine ve hünerli kalemine şahitlik ediyorsunuz. Kısaca O-okurken Dostoyevsky'nin neden durmadan Alman yazardan bahsettiğini daha iyi anladım. Homeros'tan Eski Ahit'e kadar kendinden önceki birçok esere atıfta bulunan Goethe'nin hayata dair olan gözlemleri ise tek kelimeyle mükemmel. Açıkçası başta kendimden bu kadar şey bulacağımı hiç ama hiç tahmin etmiyordum. Tekrar tekrar okunması gereken bir eser...
Dante'nin Homeros, Ovidius ve Vergilius gibi yazarların mirasını kusursuz bir şekilde devam ettirdiği "Divine Comedy / İlahi Komedya", yazarın şair olDante'nin Homeros, Ovidius ve Vergilius gibi yazarların mirasını kusursuz bir şekilde devam ettirdiği "Divine Comedy / İlahi Komedya", yazarın şair olarak tam anlamıyla şov yaptığı bir başyapıt niteliğinde. Zaten yazara yolculuğunda Vergilius'un eşlik etmesi başlı başına referans. Eserin ilk bölümü "Inferno / Cehennem" ile kusursuz bir politik alegoriya imza atan Dante, okuyucuyu sadece Cehennem'in dokuz katına yaptığı yolculuğa ortak etmekle kalmıyor aynı zamanda Platon'dan Brutus'a kadar birçok ünlü kişiyi de bu yolculuğa ortak ederek eğlenceli bir destan okuyucuya sunuyor. Dante'nin özellikle Cehennem'in son katmanlarında İslam peygamberiyle karşılaştığı bölümün fazlasıyla dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim. Okudukça hayran kaldığınız eserin eleştiri odağındaki yer ise Dante'nin memleketi Floransa. Bu yüzden, İtalyan tarihini ilgilendiren bazı yerlerde dikkatiniz ister istemeden dağılabiliyor. Buna rağmen, anlatmak istediğini eksiksiz biçimde okuyucuya anlatan kitap, bir sonraki bölüm olan "Araf" için sabırsızlanmanıza neden oluyor.
"Kitabı Mukaddes" göndermelerinin iyice ağırlaştığı "İlahi Komedya"nın ikinci bölümü "Purgatori / Araf", "Cehennem"in bir tık altında da olsa Dante'nin ilk bölümdeki şovuna devam ettiği bir eser olarak göze çarpıyor. Yazarın aynı "Cehennem"de olduğu gibi "Araf"ın da seviyelerini dolaştığı eserde bu sefer yedi ölümcül günahtan (Kibir, Açgözlülük, Şehvet düşkünlüğü, Kıskançlık, Oburluk, Öfke ve Tembellik) arınma sürecindekilerin çektiklerini okuma şansı buluyoruz. Bunu yaparken başta Floransa olmak üzere tüm Avrupa'yı acımasızca eleştiren Dante'nin ana hedefinde ise yozlaşan kilise bulunuyor. Platon, Homeros ve Julius Caesar gibi ünlü tarihi kişilikleri barındıran "Cehennem"e kıyasla daha az ünlü isim barındıran "Araf"ta daha çok zamanının Avrupa tarihini ilgilendiren kişilerine göndermeler yapılıyor. Bu yüzden, ikinci bölümü okurken ilk bölümdeki keyfi yer yer alamıyorsunuz. Buna rağmen, özellikle mükemmel ötesi betimlemeleri ve harika metaforlarıyla kendine bir kere daha hayran bırakan Dante, uzun hissedilen "Araf"ın ardından aynı kendi gibi sizin de "Cennet"i dört gözle beklemenize neden oluyor.
Eleştiri oklarını Papalık Devleti'nin dini sömüren yönetim şekline çeken "İlahi Komedya"nın son bölümü "Paradiso / Cennet", Dante'nin "Laiklik" düşüncesini ön plana çıkararak yazarın Tanrı'ya ulaşma yolculuğundaki son kısmı okuyucuyla buluşturuyor. Yazarın kendine hayran bırakan dili ve tanımlamalarını okumaya devam ettiğimiz eserin alt metninde ise sevgi var. Zaten Dante'nin Cennet'in dokuz atmosferinde dolaştığı eserde bu sefer ona eşlik eden kişi de "Araf"ın sonunda ortaya çıkan birici aşkı Beatrice'in ruhu. Tanrı'ya yaklaştıkça Beatrice'e olan aşkı kusursuzluğa erişen yazarın Tanrı'yı ışık olarak resmederek "bilim"i tercih etmesine özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Öte yandan, ağır eleştirileri ve din ile ilgili modern düşünceleri nedeniyle ülkesinden sürülen; ama buna rağmen yazmaya devam eden Dante'nin dini ve politik öğeleri bu kadar kullanmasının nedeni kuşkusuz zamanının İtalya'sından kaynaklanıyor. Bu yüzden, okumanın "Cehennem"e göre daha zorlaştığı eseri okurken "Cehennem"in neden diğer iki bölümden daha iyi ve daha çok okunduğunu olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Buna rağmen, yazarın zamanının İtalya'sıyla ilgili verdiği bilgiler gerçekten takdire şayan.
Özetlemek gerekirse; "Kitabı Mukaddes" ve Erken ve Yüksek Dönem Orta Çağı İtalya'sı göndermelerinin ağır bir şekilde yer aldığı "İlahi Komedya", insanlığa armağan niteliğinde bir başyapıt.
William Shakespeare’in yazı üslubunun Manyerist akımdan Barok akıma geçişini simgeleyen “Othello”, Sophocles’in tragedyalarını hatırlatan ünlü yazarınWilliam Shakespeare’in yazı üslubunun Manyerist akımdan Barok akıma geçişini simgeleyen “Othello”, Sophocles’in tragedyalarını hatırlatan ünlü yazarın belki de en acı tragedyalarından biri. Ataerkil tutumun kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerine açıkça değinmesi sebebiyle belki de Shakespeare eserleri arasındaki en feminist oyun olma özelliği taşıyan oyunda kıskançlık teması odak noktasına taşınıyor. Othello’nun gitgide kendini bitirdiği hikayede aynı bir Kral Oidipus karakteri yaratan Shakespeare, saf dürüstlüğün yalan ve düzen dünyasına yenilişini acı bir şekilde bizlere sunuyor. Sevgide güven duygusunun ne kadar önemli olduğunu ancak bu kadar dehşet verici bir örnekle görebilirdik herhalde. Öte yandan, saf kötü rolündeki Iago karakteri benzersiz yapısıyla oyunun öne çıkan bir diğer özelliği. Okudukça yazarın Antik Yunan tragedya yazarlarına saygı duruşunda bulunduğu eser, akıcı dili, karanlık tonu ve ikonik olay örgüsüyle sadece Shakespeare’in değil edebiyat tarihinin de en iyi tragedyalarından biri. Kesinlikle okunması gereken bir başyapıt.
Rus romantik akımının öncüsü “Ölü Canlar”, Gogol’un en olgun eseri olmakla beraber; bitirememesi sebebiyle okuyucuyla tam olarak buluşamamış bir yarımRus romantik akımının öncüsü “Ölü Canlar”, Gogol’un en olgun eseri olmakla beraber; bitirememesi sebebiyle okuyucuyla tam olarak buluşamamış bir yarım başyapıt niteliğinde. Okudukça Gogol’un tamamlayamamış olmasına üzüldüğünüz eserde sadece zamanının Rus insanına değil günümüz insanına dair muhteşem akıcı bir dille yazılmış keskin eleştirileri okuma şansı buluyoruz. Zaman zaman okuyucuyla iletişime geçmekten çekinmeyerek eserin felsefi alt yapısını öne çıkararak eleştirilere cevap veren Gogol’un yarattığı Çiçikov karakteri fazlasıyla orijinal. Hatta karakterin ölü canlar için yaptığı yolcuğun Odysseus’u hatırlattığını söylemekte fayda var. İnsanoğlunun tüm özelliklerini tüm çıplaklığıyla okuyucuya sunan yazarın her sayfayla daha da derinleşen eserinin bitmemiş olması insanlık açısından gerçekten çok büyük bir kayıp. Bunu Hasan Ali Yücel Dizisi'nin dahil ettiği eksik "İkinci Cilt"i bitirince bir kere daha anlıyorsunuz. Kesinlikle okunması gereken eserler arasında.