‘Hayat bir soğutucuya benzer, zamanın nesneler üzerinde bir etkisi vardır; tırmanıştayken, kopmuşken değerli neyin varsa süt gibi ekşiyip bozulur. Dön‘Hayat bir soğutucuya benzer, zamanın nesneler üzerinde bir etkisi vardır; tırmanıştayken, kopmuşken değerli neyin varsa süt gibi ekşiyip bozulur. Dönüşte tedavi görmüş olsan bile çok önemli bir şeyinin, kolun ya da gözün gibi bir şeyin eksik olduğu hissini yaşarsın, hayata koltuk değnekleriyle devam etmeye mahkummuşsun gibi gelir.’ . Kendi bedenine veda etmeye hazırlanan kahramanımız nihayet varış noktasına ulaşır ve şöyle der: ‘El Zapotel’e nihayet ölmeye geldim.’ Bundan sonrası anılar, gerçekler, hayaller, yaşayanlar ve ölüler arasındaki yoğun sis bulutu olur. Ne o karar verebilir yaşadıklarının gerçekten mi yaşanıyor olduğuna, ne de biz. Belirsizlikle beraber mekanın ıssızlığına da bulaşırız. Görünür olan tek şey ise sondur. . Edebiyatçı bir aileden gelen yazar Mateo Garcia Elizondo, bir bağımlıyı içinde bulunduğu tüm o duygu değişimleriyle anlatabilmeyi başarmış Kız’la Randevu’da. Oldukça karanlık olmasına karşın tek oturuşta bitiveren bir akıcılıkta üstelik. . Roza Hakmen çevirisi, Nazlım Dumlu kapak tasarımıyla ~...more
‘Mezarlıkta bir mezar aramak, yabancı biriyle bir kafede, otel lobisinde veya kent meydanında kalabalıkta buluşmaya benzer, her ikisi de aynı bakma ve‘Mezarlıkta bir mezar aramak, yabancı biriyle bir kafede, otel lobisinde veya kent meydanında kalabalıkta buluşmaya benzer, her ikisi de aynı bakma ve orada olma biçimini doğurur: Belli bir mesafeden herkes bizi bekleyen o kişi, her mezar taşı aradığımız o mezar taşı gibi görünebilir. Aranana rastlamak için insanlarla mezarların arasında dolaşmak, karşılaşma anına dek sabırla beklemek gerekir.’ . Joseph Brodsky’nin Su Seviyesi kitabını okuduğumda içimde Venedik’te olma arzusu doğmuştu. Brodsky, Venedik sokaklarını arşınlarken o hafifliği hissetmiştim ben de. Valeria Luiselli de Brodsky’nin izinden gidiyor ama tek bir mekana değil hayatını mekanlara bölüyor sanki. Bolca düşünüyor, bolca hatırlıyor ve olanca şeffaflığıyla flanör ruhuyla anlatıyor içinden geçenleri. Tüm yolculuklar gibi başladığı yerde bitiyor.. . Kayıp Çocuk Arşivi, Kalabalıkta Yüzler ve Bana Sonunu Söyle’den sonra farklı bir üslupla buluştuğum Valeria Luiselli, yine beni etkiliyor ve yola çıkmayı düşündürüyor bana. Bu sadece kendi içimde bir yolculuk olsa bile~ . Seda Ersavcı çevirisi, Nazlım Dumlu kapak tasarımıyla ~ ...more
‘Madem ki yüreğim çarpmaya devam ediyor, bir şeyler için, birileri için çarpmak zorunda. Sağır olmadığıma göre yeniden çağrılar alacağım. Kim bilir! B‘Madem ki yüreğim çarpmaya devam ediyor, bir şeyler için, birileri için çarpmak zorunda. Sağır olmadığıma göre yeniden çağrılar alacağım. Kim bilir! Belki bir gün yeniden mutlu olacağım. Belki de.. Kim bilir?’ . Yıkılmış Kadın ve İkinci Cins’ten sonra yeniden Beauvoir okuyacağımı biliyordum, peki okuyacağım eserden bu denli etkileneceğim? Hayır. Sanırım bilhassa Mandarinler gözümü korkutuyordu. O yüzden 2025 okuma grubumuzun listesine eklemek istedim, birlikte okumanın büyüsüyle endişem de silinir diye düşündüm, öyle de oldu~ Simone De Beauvoir, Mandarinler’de bir grup entelektüel arkadaşın İkinci Dünya Savaşı sonrasında yer yer bireysel, yer yer birbirine temas eden hikayelerini anlatıyor. Kuru bir kurguyla yapmıyor bunu, nefes alan bir hikayesi var Mandarinler’in. Felsefeye, özgürlüğe, sadakate, ikili ilişkilere pek çok noktada değiniyor. Kitabı okudukça açılıyor bir çiçek misali. Dokuz yüz sayfadan fazla olan bu kitap ağırlık hissettirmiyor çünkü merak unsurunu hiç elden bırakmıyor. Görüş ayrılıklarının bir bataklığa dönüştüğü, savaş sonrası gelen rahatlamanın kutlamalar bitince ‘şimdi ne olacak’ endişesine dönüştüğü, aşkın zaman ve mekandan soyutlandığı dolu dolu bir kitaptı. . Her ne kadar Beauvoir gerçek kişileri bire bir referans almadığını söylese de okudukça okurun aklında karakterler beliriyor, bunun önüne geçmek de istemiyorsunuz açıkçası~ . Kitabı okumadan önce Selin Şanbay ile Beauvoir üzerine bir söyleşiyi, Deniz Yüce Başarır ile Filiz Aygündüz’ün Mandarinler hakkındaki podcastini dinlemek bana çok iyi geldi. Okumak isterseniz bir göz atmanızı tavsiye ederim. . Peki yazarla tanışma eseri olmalı mı? Buna cevabım hayır olurdu. Simone de Beauvoir hakkında hiçbir şey bilmeseydim (yaşamı, yaşamına etki eden isimler-olaylar ve mekanlar gibi) büyük ihtimalle Mandarinler’den bu denli keyif alamazdım~ . İlkay Kurdak’ın pek güzel çevirisi, Füsun Turcan Elmasoğlu kapak tasarımıyla ~...more
‘Eğer sözcüklerin, dedikleri gibi, bir ağırlığı yoksa dünyamızda, neden biz dibe batmaya devam ediyoruz, Doktor-Yani Tanrım- neden su yutuyor neredeyse ‘Eğer sözcüklerin, dedikleri gibi, bir ağırlığı yoksa dünyamızda, neden biz dibe batmaya devam ediyoruz, Doktor-Yani Tanrım- neden su yutuyor neredeyse insan ellerimizi biz şarkımızı söylerken? Böyle.’ . Ocean Vuong’dan savaşlara, hissedilmeyen bedende doğmaya, beyazlar içinde siyah-siyahlar içinde beyaz olmaya ve en çok anne’ye dair satırlar. En çok anneye çıkıyor yolu Vuong’un. Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz’de de Gece Göğünde Çıkış Yaraları’nda da olduğu gibi~ . Özellikle ‘Bile Değil’ şiirini çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim ~ . Gökçenur Ç. çevirisi, Özer Yalçınkaya kapak tasarımıyla~ ...more
‘Ne şey hüzünlü artık. Her şey hoş olmayan bir şekilde dağılıyor, çöküyor ya da veda ediyor.’ . Robert Simon çalışkan bir adam. Geçmişte yaşadıkları, ai‘Ne şey hüzünlü artık. Her şey hoş olmayan bir şekilde dağılıyor, çöküyor ya da veda ediyor.’ . Robert Simon çalışkan bir adam. Geçmişte yaşadıkları, ailesi, çektiği zorluklar geride kaldı. Yeni zorluklar da çıkabilir karşısına bunu biliyor ama şimdilik açtığı, daha ismini koymadığı kafenin işleriyle fazlasıyla meşgul~ . Robert Seethaler okumayı sevdiğim yazarlardan. Sakin, yormadan, nehir gibi bir akıcılıkta anlatıyor gündelik yaşamı. İsimsiz Kafe de öyleydi. Kafenin müdavimleri, savaştan yirmi yıl sonra bile kendine gelmeye çalışan bir şehrin düzeni, her günün bir öncekine benzemesi ama bu benzerlikte bile yerinde durmayanlar.. Severek okudum. Ama favori Seethaler kitabım mıydı? Hayır. Yazardan aklıma ilk gelen eser hala Bütün Bir Ömür oluyor ~ . Regaip Minareci çevirisi, Barış Şehri kapak tasarımıyla ~...more
Türkan, Orhan’ı kaybediyor. Yıllardır birlikte yaşadığı, eşi-dostu-yol arkadaşını. Çok ani oluyor sanki. Hep böyle mi olur? Bir gün ertesi gün olmayacTürkan, Orhan’ı kaybediyor. Yıllardır birlikte yaşadığı, eşi-dostu-yol arkadaşını. Çok ani oluyor sanki. Hep böyle mi olur? Bir gün ertesi gün olmayacağını bilmemize rağmen; hiç hazırlamaz mıyız kendimizi bu gidişe? Sanıyorum hayır. Türkan da hazırlıksız yakalanıyor. Saksıda susuz, güneşsiz kalan bir bitki gibi. . Çiçeklenmeler kapalı bir perdeyle- bir kayıpla başlayıp, perdeyi yavaş yavaş aralıyor. Önce ışık sonra umut doluyor odaya. İki bölümlü Çiçeklenmeler’de ilk kısımın o vurucu etkisi ikinci kısımda yoktu benim için. Acıyı sevdiğimden-acıyla yoğrulan karakterleri görmek istediğimden değil; yolculuk birden hızlandığı için. Sanki Türkan o çok sevdiği çayı bu sefer demini beklemeden içmiş gibi geldiğinden. Yine de bu soğuklara iyi geldi Türkan’ın hikayesi. . Melisa Kesmez yazdıkça onu okumaya keyifle devam edeceğim ~ . Seda Mit kapak illüstrasyonuyla~...more
Son dönemde canım tatlı bir şeyler çektiğinde (ki bu sık başıma gelir) aynı şeyi yapıyorum: en basitinden bir pandispanya. Her yaptığımda da sadece döSon dönemde canım tatlı bir şeyler çektiğinde (ki bu sık başıma gelir) aynı şeyi yapıyorum: en basitinden bir pandispanya. Her yaptığımda da sadece dört-beş malzemenin bir araya gelip bu kadar lezzetli bir şey ortaya çıkarmasına şaşıyorum. Ve keyif almamız için illa büyük büyük şeylere ihtiyacımız olmadığına inanmamı sağlıyor bu. Hyunam-Dong Kitabevi gibi.. . Youngju başkalarının imrendiği düzenli bir hayata sahiptir ama her şeyi bir kenara bırakıp kitabevi açar. Bir mahalle arasında, çok da büyük olmayan bir kitabevi. İlk başlarda geleni gideni çok olmaz, sonra Youngju başka açılardan bakmaya başlar dükkanına. Orayı daha sıcak bir hale getirir yavaş yavaş. Müşterilerle, çalışanıyla, kahve servisleriyle ışıldar Hyunam-Dong Kitabevi. . Hayata dair kısacık ama sakin anların ne denli önemli olabileceğini biliyoruz birçoğumuz. Hwang Bo Reum da biliyor üstelik aktarabiliyor da! Her karakterinin kendi sesinin olduğu, okuru mekana dahil eden, başlangıç ve sonun değil sürecin tadına yoğunlaşan bir kitap Hyunam-Dong Kitabevi. Konfor alanıma hemen girip yerleşti bile.. Kitapları seven, cesur kararlar alabilen, bir fincan kahvenin gülümsetebildiği karakterler bana çok iyi geldi.. . Nilay Özeser çevirisiyle ~ ...more
‘Az arkadaşı ama çok fikirleri olan’, aileleriyle derin bağlarını korudukça o bağlardan uzaklaşmayı da bir kenara kaldıran , onlardan beklenenleri bek‘Az arkadaşı ama çok fikirleri olan’, aileleriyle derin bağlarını korudukça o bağlardan uzaklaşmayı da bir kenara kaldıran , onlardan beklenenleri beklendiği şekilde sunamayan, ‘normal’ ne demekse o kalıba sığamayan iki sessiz yetişkin: Leonard ve Paul. Hayatları değişecek mi? Hayatları gerçekten değişime ihtiyaç duyuyor mu? . Leonard ve Hevesli Paul beni beklemediğim bir yerden yakaladı. İki erkeğin gündelik hayatı ve arkadaşlıkları olarak başlasa da bana çok önemli bir şeyi hatırlattı: dümdüz olmayı. İlk başta hem Leonard hem Paul’ün sosyofobisinin olduğunu ya da asosyal olduklarını düşünmüştüm ne yanılgı ama! Onlar bana sıradan görünen hayatların içinde neler barındırdığını da anımsattı. O kadar alışmışım ki büyük büyük cümlelere, hedeflere, karmaşalara sadece duran, hayatın onlara sunduklarından bir şeyler oluşturmaya çalışan karakterler bana çok iyi, çok gerçek geldi. . İrlandalı yazar Rónan Hession’ın karakterlerini kendi hallerine bırakışı, onları taşıyamayacakları sıfatlardan uzak tutuşu, ebeveyn olmanın bazen nasıl bir bağımlılığa dönüştüğü gibi büyük meseleleri sayfa aralarına yedirişi çok başarılıydı. Yazarın dilimize çevrilen diğer eseri Panenka’yı da çok bekletmeden okumak istiyorum ~ . Özlem Uygun çevirisiyle~...more
Claire büyükanne ve büyükbabasını ziyarete, Tokyo’ya gider. Orada kaldığı süre içerisinde Fransızca dersler de verir. İşte biz o tatilinin arka planın Claire büyükanne ve büyükbabasını ziyarete, Tokyo’ya gider. Orada kaldığı süre içerisinde Fransızca dersler de verir. İşte biz o tatilinin arka planını okuyoruz Paçinko Bilyeleri’nde. Seslerini çok duymadığımız büyükanne ve büyükbabanın Zainichi olduğunu öğreniyoruz. Japonya’da yaşayan Koreliler olduklarını. Ne Koreli ne Japon olarak kabul edilemediklerini, hep bir şeylerin eksik kaldığını hissediyoruz. Gitmenin de kalmanın da zor olduğunu anlıyoruz. Kısa sürüyor Claire’in tatili. Bir ömür süren ‘olmamışlık hissi’ne kıyasla çok çok kısa hatta.. . Elisa Shua Dusapin Sokço’da Kış’ta olduğu gibi yine köklerinden uzaklaşmıyor, sade anlatımıyla kırılgan bir hikaye anlatıyor. Daha uzun, detaylı anlatmasını isterdim tabii. Ama yine de hoş bir kitaptı benim için Paçinko Bilyeleri~ . Şirin Etik çevirisi, Utku Lomlu kapak tasarımıyla ~...more
‘Hepimiz uğruna yaşayacak manasız amaçlar bulmalıyız yoksa neden soluk alıp vermekle uğraşalım? Çünkü geriye dönüp baktığında, bir kez kendi yüzünü gö‘Hepimiz uğruna yaşayacak manasız amaçlar bulmalıyız yoksa neden soluk alıp vermekle uğraşalım? Çünkü geriye dönüp baktığında, bir kez kendi yüzünü görüp gözlerinin rengini tanıdıktan, havayı tadıp, toprağı kokladıktan, pirüpak çeşmelerden ve leş gibi kuyulardan içtikten sonra hayata dair söyleyebileceğim en hoş şey bu.’ . Bazen her şey bir ölümden sonrasına bağlıdır, nedenler-nasıllar bu ölümü bekliyormuşçasına açılır. Maali Almeida’nın ölümü gibi. O ve çektiği fotoğraflar anlatmaya başlıyor. Önce hayatının neden bittiğini, sonra bir ülkenin günden güne nasıl renk değiştirdiğini.. . Sri Lanka yakından bildiğim bir ülke değildi, 1983-2009 arasında devam eden iç savaşından haberdardım, Tamil Kaplanları’nı da duymuşluğum okumuşluğum vardı ancak hepsi yüzeysel bilgilerdi. O yüzden Maali Almeida’nın Yedi Ay Dönümü’ne ‘acaba yakalayabilir miyim kitaptaki süreçleri’ diye çekinerek başladım. . Maali Almeida’nın Yedi Ay Dönümü 2022 yılında Booker ödülünü kazanıp, dilimize çevrildiğinde o kadar sevildi ve öyle çok paylaşıldı ki haliyle büyük bir beklentiye sokmuş oldu beni ve evet beklentilerim boşa çıkmadı, severek okudum. Yayınevinin ve Kerem Işık’ın özenli çevirisi de bunu perçinledi. Sadece politik yönüyle değil, ölüm ve sonrasına dair düşündürmesiyle de sevdim kitabı. Kitabın ortalarında biraz dağılsam da sona doğru yine yükselişe geçen kurgusuyla tadı damağımda kalan eserlerden oldu. . Hacmi sizi korkutmasın, başladığı gibi kendini okutuyor. Okumanızı tavsiye ederim:) ...more
‘Hikayemiz tek bir hikaye. Bütün romanlar, bütün şiirler, içimizdeki hiç bitmeyen iyi-kötü çekişmesi temeli üzerine kuruludur. Ayrıca bana öyle geliyo‘Hikayemiz tek bir hikaye. Bütün romanlar, bütün şiirler, içimizdeki hiç bitmeyen iyi-kötü çekişmesi temeli üzerine kuruludur. Ayrıca bana öyle geliyor ki, kötülük hiç durmadan yeniden canlanıyor; oysa iyilik, erdem ölümsüzdür. Kötülüğün hep yeni, taptaze bir çehresi vardır, oysa erdem dünyada hiçbir şeyin olamayacağı kadar köklü ve saygındır.’ . Cennetin Doğusu için Steinbeck şöyle diyor: ‘Hep bu kitabı yazmak istedim, bu kitabı yazabilmek için çalıştım, bu kitabı yazabilmek için dua ettim.’ Beklendikçe her şeyin daha güzel olacağına dair inancın bir meyvesi olsaydı bu kitaba benzerdi, kadim kaynaklardan beslendiğinden unutulmaz bir eser olarak. . Amerikan İç Savaşı’ndan Birinci Dünya Savaşı’na uzanan dönemde iki ailenin yer yer kesişen, yer yer çok uzaklara düşen hikayesini anlatıyor usta kalem John Steinbeck. Habil ile Kabil’in hikayesinden (ve İncil’den pek çok kıssayla) yola çıkarak öyle bir hikaye dinliyoruz ki.. Her karakterin kötülüğü kadar iyiliğini de yakalıyoruz, içindeki gölgelere kadar sızıyoruz onlara. Salinas Vadisi (ki yazarın diğer eserlerinden de aşina olduğumuz topraklar) avucumuzun içi kadar bildiğimiz bir yere dönüşüyor. Mevsimler yıllara, yıllar kuşaklara evriliyor. Lee, Cal, Sam, Adam gibi unutulmaz isimler bırakıyor geride. Çok, çok sevdim Cennetin Doğusu’nu. Yazardan Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri’ni de okumuştum daha önce ama Cennetin Doğusu bana en çok dokunanı oldu.. . Roza Hakmen’in müthiş çevirisiyle~...more
Bir, iki, üç, dört ve beş.. Sayıyor ve şimdi Deborah’ı dinliyoruz: ne hissettiğinden çok ne hissetmesi gerektiğini düşünen, aynalardan uzak, yalnızlığBir, iki, üç, dört ve beş.. Sayıyor ve şimdi Deborah’ı dinliyoruz: ne hissettiğinden çok ne hissetmesi gerektiğini düşünen, aynalardan uzak, yalnızlığıyla kalabalık bir genç kız Deborah. Jung Jin olarak Seul’den Amerika’ya göçleriyle ve artık Deborah ismini kullanmaya başlamasıyla içinde günden güne açılan boşluğu anlamlandırmak zaman alıyor. Ve parça parça eksiliyor. . Arafta bir çizgi roman. Sade olduğu kadar çarpıcı. Deb JJ Lee kendini anlatıyor, Deborah’ı da Jung Jin’i de anlamamızı sağlıyor. Hikaye göçmenlik, güzellik standartları, kendini sevme, özşefkat, ebeveynlik gibi konulara temas ederken acıma beklemiyor okurdan. Kimseyi kötülemiyor, kimseyi göklere de çıkarmıyor. Deborah pek çoğumuzun geçtiği çakıllı yollardan geçiyor. Çünkü farklı coğrafyalarda farklı biçimlerde de olsa büyüme sancıları çekiyoruz hepimiz, kimimiz yolunu buluyor, kimimiz kayboluyor. . Arafta’yı hem çizimleri hem hikayesiyle çok sevdim~ . Tolga Yozcu çevirisiyle ~...more
Setsugoan göz önünde olan siyasilerin, güç sahibi kişilerin mekanı. Kahkahaların da çıkar ilişkilerinin de eksilmediği bir restoran. Ama onu daha da dSetsugoan göz önünde olan siyasilerin, güç sahibi kişilerin mekanı. Kahkahaların da çıkar ilişkilerinin de eksilmediği bir restoran. Ama onu daha da değerli kılan sahibesi Kazu. Kazu ne kadar kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız ve güzel bir kadın olsa da ihtiyaçları da var elbet. Kök salmak ve bir ailenin üyesi olmak gibi. Karşısına çıkan Noguçi, ona bu aileyi sunacak mı peki? . Yukio Mişima, Kazu üzerinden gelenek ve moderniteyi, ideal olanı, erdemi ve hileyi anlatıyor. Bunu yaparken tek bir karakteri didik didik etmesi müthiş! Çünkü biz tüm zıtlıkları içimizde barındırabiliyoruz. Kazu’nun gücüne rağmen bir mezar taşına bakarken yaşadığı hüznü anlayabiliyoruz, siyasi çekişmelerdeki ikiyüzlülüğü tanıyoruz, sevginin sadece bir yüzü değil onlarca maske takıp karşımızda belirivereceğini de biliyoruz. Mişima yine ruhun derinliklerinden sesleniyor bize. Kimseyi yargılamıyor, ayrılan yolların her zaman iyi-kötüye varmak zorunda olmadığını da gösteriyor. Çok sevdim Şölenden Sonra’yı. Tam da bugünlerde okumak iyi geldi~ . Vaner Alper çevirisi, Aylin Güler kapak uygulamasıyla~...more
Reply 1988’i izlediğimde en sevdiğim karakter Choi Taek’ti. Baduk oyuncusuydu ve ben Baduk ne bilmiyordum. Sonra pek çok kuralı-görgüsü olan, stratejiReply 1988’i izlediğimde en sevdiğim karakter Choi Taek’ti. Baduk oyuncusuydu ve ben Baduk ne bilmiyordum. Sonra pek çok kuralı-görgüsü olan, strateji oyunu olduğunu öğrendim. Siyah ve beyaz taşlar satrancı, damayı anımsatıyordu ama alan daha genişti, oyun yavaş akıyor ve oyun bittiğinde iki oyuncudan hangisinin kazandığını anlamak mümkün olmuyordu. Tabii bunun da bir sebebi varmış, hepsini yavaş yavaş gördüm. Baduk nam-ı diğer Go, hayatıma sadece uzaktan bir izleyici olsam da girmişti. Ama bir Go oyununun kitabını okumak aklımda yoktu. Söz konusu Kawabata olunca bu da gerçekleşti. . 6 ay süren yenilmez usta Hon’inbō Shūsai ile yükselen isim Ōtake arasındaki maçı anlatıyor Kawabata. Eskiyle yeninin, gençlikle yaşlılığın, gelenekle bugünün yansımaları bu iki oyuncu. 1951 yılında bir dergide tefrika edilmesine karşın; 1938’de geçiyor maç, Japonya için kritik bir dönemde. Çin ile savaşın tırmanışında, İkinci Dünya Savaşı’nın arefesinde~ Sonu baştan belli bir hikayede yazar detaylarıyla bağlıyor okuru. . Yasunari Kawabata’nın da en tamamlanmış eseri olarak gördüğü Go Ustası’nı çok sevdim. Ama yazarla tanışmanızı bu eserle yapmamanızı da tavsiye edebilirim ~ . Habibe Salğar çevirisi, Ayşe Merdit kapak uygulamasıyla ~...more