Kayıtlar

edebi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Küçük Kara Balık'tan Alıntılar

Resim
Blog yazarı, kızına Samed Behrengi 'nin Küçük Kara Balık 'ını okurken bu kitapta günümüze yönelik ve yetişkinleri de ilgilendiren aslında ne kadar çok şey olduğunu gördü. Blogun alt başlığı da "Sinema ve Edebiyat Üzerine" olunca aşağıdaki alıntıları buraya almak istedi. ... Küçük Balık çağlayandan atlayıp bir su birikintisine düştü. İlkin telaşlanır gibi oldu ama sonra yüzüp su birikintisinde dolaşmaya başladı. O zamana kadar böylesi büyük bir su birikintisi görmemişti.        Yumurtadan çıkmış binlerce kurbağa yavrusu kaynaşıyordu. Küçük balığı görünce başladılar alay etmeye:        - Aaaa, şunun kılığına bakın! Sen ne biçim yaratıksın böyle?        Balık tepeden aşağı süzdü onları:        - Lütfen terbiyenizi bozmayın. Benim adım "Küçük Kara Balık". Siz de adınızı söyleyin; tanışalım.        Bir kurbağa yavrusu:        - Biz birbirimize Yavru Kurbağa deriz....

Dem-Sadık Yalsızuçanlar / 2

Resim
Halvet Der Encümen ’de de anlatırdı. İsmi Nigar. Bir tilki yağmuru sonrası peşinden takip edilen kalın dudaklı o kız işte. Bakışlarını kaçırmak istesen de artık geri dönülmez bir noktada olduğunu sen de biliyorsundur. Görünce, kalbindeki bağı çözüp bana attı, kendine bağladı. Aşkın rahmetiymiş bu, bunu yıllar sonra anladım. O an neler olduğunu hatırlamıyorum. Sadece iri, badem gözlerini hatırlıyorum. Bir de gamzesini. Gülümseyince belirmişti… … İlk kez korunaksız bir kışa girecektik. Varsa yoksa Nigar. Bir gülse, konuşsa, baksa, ahh şu yağmurda bir ıslansak, birlikte yürüse, ona deliler gibi sevdiğimi söylesem, onsuz öleceğimi. İlk gençlik zamanları. Hiç unutmayacağını zannettiğin günler. Karnına bir bıçak sokulup, usul usul çeviriyor sanki. İçinde hep bir yara. Kanaman durmaksızın sürüyor. Bir pansumancı bekliyorsun Cemil. … Gözlerine uzun süre bakamıyor, bakışlarımı kaçırıyordum. İçim eriyordu. Kalbim duracakmış gibi küt küt atıyordu. O da öyleydi. Zaten onu ne zaman görsem kalbim du...

Dem-Sadık Yalsızuçanlar / 1

Resim
O gün bugündür elime verdiğin elmas kılıçla, bu kırık dökük yaşamımı, anılarımı ev acılarımı yazıyorum. Gözümü dünyaya sen açtın, şimdi senin önüme serdiğin dünyayı anlatacağım. Biliyorum gördüğüm, gerçeğin belki ilk zerresidir. Baktığım pencereden sadece deniz görünüyor. Arada bir dalgalanıyor, bir aykırılık oluşuyor. Renkleri ve biçimleri böyle algılayabiliyorum. Bir şey bilmiyor ve görmüyorum, biliyorum. Böyle yazıyor Dem’in bir yerlerinde Sadık Yalsızuçanlar , Cemil’in hayat hikâyesini anlatırken. Cemil ismini telaffuz edip geçmemeli elbet. Yazar Cemil’i anlatırken bizlere otobiyografik bir roman kuruyor. Böyle bir romanda acılarını yazıyor, acıların en ayyuka çıktığı zamanlar ergenliğin en deli çağlarından başlıyor. Kimi zaman çocukluğuna gidiyor, kimi zaman masa başında oturup bilgisayar ekranının karşısında geçirdiği günleri anlatıyor. Anılar, unutulmaya yüz tutmuş bir iş arkadaşının hastalığını da hatırlıyor ve acıtacak biçimde kalemden kâğıda geçiyor. 1960lı yılların Malatya’s...

Sinan'ın Kitabı-Gleb Şulpyakov

Resim
Bu kitapla ilgili okuduktan sonra uzun bir düşünme sürecine girdim diyebilirim. Daha önce biraz da merak uyandırmak için çeşitli sorular sormuş ve genç bir Rus mimar’ın Sinan sevgisini anlamak istemiştim. Babası Türkiye’ye yerleşiyor ve Küçük Galip ile annesini yalnız bırakıyor. Bunun travması ile hep bu ülke ve onun en güzel kaotik kentine gelmek isteyebilir. Kitabın ilerleyen anlarında evli bir sevgili bulup onunla kaçamak için yine aynı sebeplerden İstanbul’a yolu düşüyor. Aşkın cazibesi bu olsa gerek. Sevdiği insan yüzünden hiç bilmediği bir kenti sevmek… Sonra şimdiki zamandaki sevgilisi master amacıyla yeni kıtaya doğru uçunca mecburi istikamet olarak yönünü İstanbul ve Mimar Sinan’a dönüyor. Bu Şehr-i İstanbul’un sokaklarında dolaşıp tarihin kültürün iç içe geçtiği köşelerinde yeni bir ruh arıyor. Birilerinden Koca Mimar’ı dinliyor. Onun doğduğu köye kadar uzanıyor. Fakat kitap okuyucuyu sarıp sarmalayamıyor. Bir yerlerde bir boşluk hep kalıyor. Sırf Türkçe ve Türkiye ilgisi ne...

Bizansiyya üzerine notlar...

Resim
Otobiyografik roman tanımlamasının tam oturacağı bir kitap dersek çok önemli bir şey söylemiş olmam çünkü Lale Müldür'de tam bundan bahsediyor. Yıllar önce kaleme aldığı günlükleri ile çekmecesinin bir kenarında duran roman projesi birleşiyor ve ortaya yarı otobiyografik bu roman çıkıyor. Mesela bir yerlerde ileriki hayatı ile ilgili önemli bir hedef koyuyor. ‘On dokuz yaşındayım, üstümde mini etekli bir elbise var, saçlarım uzun ve siyah. Yanımda bana her türlü kapıyı açabilecek kadar ayrıcalıklı bir Amerikan diploması ve kafamda sadece iki şey var: şiir ve onun gibi biri’ Daha sonraki satırlarda ‘ şiir ve onun gibi biri ’ her daim karşımıza çıkacak ve onun yaşamının yönlendirilmesinde en önemli iki temel yükselme tahtası olacaktır. Öncelikle, kitabın ismini çözümlememize fırsat vermeden kendisi tanımlıyor. ‘Bizansiyya, Bizans’la Konstantiniyye’nin birleşiminin adı.' Müldür kimi zaman yemek tarifleri notlarını bizimle paylaşıyor kimi zamansa kendi hayatından önemli ayrıntıları...

Lale Müldür-Alev Alatlı

Resim
Lale Müldür'ün Bizansiyya'sını okurken Alev Alatlı'nın romanlarındaki kadın karakterlerin bu kitaba sızdığı gibi bir hisse kapıldım. Müldür ve Alatlı'nın çok farklı görüşlere ve dünyalara sahip olup olmadığı hakkında bir fikrim yok ancak sanki Bizansiyya'da ki pembe etekli kız, Floransa'dan trene biniyor ve Elbruz'da istasyondan Gogol'un İzinde de ki Güloya olarak iniyor. Birisi daha neşeli ve konuşkan; diğeri daha ketum ve ciddi...

"Bir Hayal Olmuş Sana"

Resim
Şehirden soyulunca çalı çitlerin sınırlarında, dere boyunca yürümüş, iki katlı kerpiç evin bahçesine kavuşmuştun. uzun, örgülü saçların, beyaz tenin, simsiyah badem gözlerin ve koltuğundaki kitaplarınla mahcup mahcup bakmış ben’i sormuştun. Ben’likten geçmek için uğramam gereken uğrakların birinde yolumu ve kendimi yitirmiştim. Annem bir merhamet ırmağı gibi akıyordu evimizden sokağa. Sokak hep bir insana açılıyordu. Açıkuçlu bir şehre. Saçlarına yine yırtılan bir çocuk yüzü yerleşmişti. Çocuk yağmur olup yağmağa başlamıştı. Yağmur çiçek bitirmişti. Acılarımızı dindiren bir çocuk bir yağmur ve bir çiçek halinde yağmıştın. Nigar. Sevgili çocuk. Yedi yıl sonra şehirlerarası otobüsün penceresinde astsubay eşini uğurlarken Görmüştüm. Kucağında ikinci çocuğun. Nemli, yapışkandı hava her zamanki gibi Dörtyol’da. Noterde çalıştığını söyledi yanımdaki Adam. Deliçay köprüsünü geçince bir yağmur hüzün indirmeye başladı. Şehirden soyulunca sadece otoban metal ve beton. Yorgun ve örgülü saçların g...

Aramızdaki En Kısa Mesafe-Barış Biçakçı

Resim
Çocukluk günlerinin hep kendine ait bir lezzeti ve her hatırlandığında burnumuzun direğini sızlatan tuhaf bir kokusu vardır. Çocukluk günleri herkes için biraz da yokluk ve mahrumiyettir aslında. Büyüdükçe, uzak bir hatıra kalır küçük ailenizle yaşadıklarınız. Babanız işten çıkarılmıştır ve başı öne eğik bir biçimde kapıdan içeri girer. Siz hissedersiniz bir şeyler olmuştur. Evi geçindirebilmek için çeşitli arayışlarınız olur. “Boza yapıp satalım düşüncesi kimindi bilmiyorum. Bu düşünce de heyecan ve neşeyle karşılandı. … Dışarısı soğuk ve sessizdi. İçimi bir sıkıntı kapladı. Kimsenin, bizim gibi iki çocuğa güvenip boza almayacağını, sokaklarda yapayalnız dolaşıp duracağımızı düşündüm.” Abi kardeş ne güzel yaşayıp giderken, bir gün kardeşinizin olacağı haberini alırsınız. Karnınıza ağrılar girer. Anne ve babanız size bir rakip mi getireceklerdir. Küçük bir kardeş nasıl biridir ve kime benzemektedir. Babanız annenizi hastaneye götürür ve sizin için de beklemelerin sona ermesine...

Bilim Adamına Söyletmek İstediklerimiz

Resim
Bu ülkenin en büyük sorunlarından biridir bu. Ne kadar evrensel çapta tanınmış bir bilim adamı/aydın/entelektüel olursanız olun; birileri kendi duymak istedikleri gerçekler ağzınızdan çıktığında sizi –tanıma cüreti- gösteriyorlar. En son Şerif Mardin ve Vamık Volkan mevzuları buna örnektir. Onlarca yıldır bilim duvarına tuğla yerleştirmekle uğraşsanız da ancak yerel ve kısır tartışmaların bir ucundan tuttuğunuzda –kıymet ve –değer- görmeniz çok acı. Uzun yıllardır uluslar arası bilim camiasının saygın isimlerinde olan Kemal H. Karpat hocamızla ilgili de böyle bir durum sergilenmekteydi hatırlarsınız. Kemal H. Karpat popüler olarak tanınan bir isim değil ülkemizde. Akademik camiada ise belirli çevrelerde saygınlığı ve bilimsel yetkinliği takdir gören bir isim. Yaşayan en büyük tarihçi olarak tüm dünyada kabul gören Osmanlı Tarihçisi Halil İnalcık, kendisiyle yapılan nehir söyleşinin bir yerinde Karpat hocamızdan bahsediyor ve onunla da bir nehir söyleşisi yapılmasının iyi olacağını hat...

Hayallerinin Peşinde İki Adam: Mitat Enç ve Mirco Mencacci

Resim
Mirco Mencacci dört yaşındayken, bir kaza sonucu yanlışlıkla kör oluyor. Gözlerinin görmemesi nedeniyle bir körler okuluna gönderiliyor. Körler okulundaki kötü koşullar ve eğitimin yetersiz olması onun hayal gücünü tetikliyor. Burada eline geçen bir ses kayıt cihazı ile hem -görememe-ye alışıyor hem de diğer çocukların hayallerinin yeşermesine vesile oluyor. Mencacci, sonrasında İtalya’nın en önemli ses editörlerinden birisi oluyor. Sonra da bir yönetmen böyle bir idealist adamın hayat hikayesinin en önemli kırılma anını beyaz perdeye aktarıyor . Aslında böyle kötü bir eğitim sistemi ve kötü bir idarenin altında çocuklarımızın bedenen olmasa da ruhi olarak yetmezlik çektiklerine şahit oluyorsunuz. Şablonlar ve kalıpların dayatıldığı bir okul düzeni, insanlardan farklı olmanızın getirdiği zorlukların daha da zorlaşmasına neden oluyor. Bununla bağlantılı Türkiye’de tanınmayan bir adamdan söz etmek istiyorum. Mitat Enç, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Birinci sınıfını bitirip memlek...

Vahapzade'nin ardından Elveda...

Resim
Diyorum; Sefası bitti ömrümün, Şimdi dağa çıkarım, düze elveda. Düze duman çöker, düze kar yağar, Bahara elveda, yaza elveda... Bahtiyar; Derinde sızlayıp yaran, Kalbini dağlayıp üzer herzaman. Göze hüzün çöker, göze yaş dolar, Sevince elveda, düşe elveda... Şimdi özkökünden süzülen benim, Özge budaklara dizilen benim, Şimdi ne sen sensin ne de ben benim, Biz ki biz değiliz bize elveda.

Beyaz Mesela

Resim
İnsan duvarları olmayan tapınakta Bir gece uyusa Sanıyor ki kederi azalacak. Ama yetmiyor Bezler bağlıyor Bulduğu her ağaca. Hikâyeler anlatıyor İnanıyor aşkın hep olacağına. Oysa aşk biter Dinginliği başlar göllerin. Bekleyiş, Sonsuz mavi bir göz olur Camdan ve gittikçe uzayan. Acı verir bazan renkler Beyaz meselâ Kuş gibidir insan beyaz bir yatakta Ölümü gibi çocukların Soluğu kesik Suda dolaşan. Bir kaya mezarında ağlayan adam Ölülerini suya ve göğe gömüp, Gelir acısıyla avunmaya. Dua ve kuş gibidir zaman Bir şey olur bulutlara, Bir ağırlık Bir koyuluk taşırlar uzaktan. Tuhaf yitik hayatların Seslerini doldururlar kovuklara. Bir şey olur Sarnıçtaki sularda Unutulmuş anahtar parlayınca Yağmurumuz der biri Sarnıçlarımızda gizli Acımız avuçlarımızda. Bejan Matur

İntihal sonrası gelen intihar

“Yazılarımın birinde, belirli bir paragrafın gerçek yazarı ben değilim. Başka bir yazara ait 40 sözcüklük bir bölümü onursuzca çalmış ve bunun pek göze çarpmayacağını sanmıştım: Oysa özenli bir okurum, yaptığım çalıntıyı bana anımsattı. Dostlarım lütfen beni bağışlayın.” Edebiyat eleştirmeni yazar Ken Adachi hakkında intihal suçlaması yapılınca intihar yolunu seçmiş ve yukarıdaki notu bırakmış. Not: Yukarıdaki alıntıyı Kitap Zamanı 'nda Kaan Uysal'ın 'Yazının tehlikeli sularında: (Ç)alıntı' isimli yazısında gördüm ve buraya koyma ihtiyacı hissettim. Yazıyı özellikle okumanızı salık veririm çünkü hiç aklınıza gelmeyecek ünlü kişilerin isimleri geçiyor.

Gog-Giovanni Papini

Resim
Bu adanın tuhaflığı, dedi, manzarasında değil. Hemen hemen öteki Pasifik adaları gibi. Halkında değil. Onlar da ırklarının adetlerini, geleneklerini değiştirmemişler. Garip olan şey şu: Kabile reisleri, adanın belli sayıda insan besleyeceğini yıllardan beri kabul etmişler. Tam sayı yedi yüz yetmiş. Adanın büyük kısmı dağlık. Denizde de balık bol değil. Dışarıdan da beklenecek bir şey yok. Onlardan sonra kimse bu adaya uğramamış, ilk gelenlerin çocukları ile torunları ise büyük gemi yapma sanatını unutmuşlar. Bunun sonucu, kabile reisleri, pek eski zamandan beri, çok garip bir kanun çıkartmışlar: Her doğum, bir ölüme sebep olacaktır, ta ki ada halkının sayısı hiçbir vakit yedi yüz yetmişi aşmasın. Öyle sanıyorum ki, böyle bir kanunun dünyada eşi yoktur. Büyücü ve savaşçılardan seçilmiş kurul onu şiddetle uygulatıyor. Bütün dünyada olduğu gibi, doğum sayısı ölümünkinden fazla, öyle ki, her yıl, dünyadan uzak kalmış bu bahtsızlardan on ya da yirmi kişi kabilece ölüme mahkum ediliyor. Açl...

Bütün Bir Hayat

Resim
Gündoğumuna bir saat kala saçlarına düşen mavi gibidir mahmurluğun güneşleri; bir kuşun mezarının üstünde, otların hızıyla biterler. Onları da baştan çıkarır, zevkin teknelerinde oynadığımız rüya oyunları. Zamanın tebeşirden kayalıklarında onları da hançerler bekler. Daha mavidir derin uykunun güneşleri: Bir zamanlar saçının bukleleri gibi. Bir gece rüzgârı olup, kız kardeşinin parayla açılan kucağına sığınmıştım; Üzerimizdeki ağaçtan sarkıyordu saçların, ama sen yoktun. Biz dünyaydık sanki sense büyük kapının önünde bir çalılık. Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın saçları gibi: O, yükselen sularla gelmişti, sen kumlukta bir çadır kurduğunda. Sönmüş gözleriyle, başımızın üzerinde mutluluğun hançerini kaldırmıştı. Paul Celan

Uzun zamandır beklediğim...

Resim
Kemal Karpat 'ın 2 yılı aşkın bir zamandır beklediğim nehir söyleşi kitabı 'Dağı Delen Irmak' nihayet çıktı. Okuyalım bakalım...

Gazze Avazı'ndan

Resim
... dünyanın çekirdeğini çitleyecekti çocuk tam o anda közlenmiş kalbini yiyiverdi talmud!.. ... akıp giden kan sanmayın, kan da susar bir çocuğun susuşudur, sustukça çoğalan utanç... akıp giden kan sanmayın, kan susmayacaktır bir çocuğun susmasıdır tarihinizdeki utanç ... bir çocuk her zaman büyüktür bir devletten bu zulüm karşısında bir şairin çığlıklarında mezarlara mevzilenir aşk'ın aşk'ın ölüm askerleri... dünya vurgunu gözleri yok hükmünde mi olacak onların, onlarsız mı vuracak yeryüzüne yıldızların ışığı, ılık tıpırtısı güz yağmurlarının. ... - o bıçağı saplayacağım yüreğime yitireceğim hiçbir şey yok düşlerimi yanıma aldım, değişimin mahşerine ya insan kalmak ya da onursuz bir dünya! Şiirin tamamı Çizgi: Osman Turhan©

Dünyaya Sarkıtılan İpler

Resim
Yıl 1996. Genç bir üniversite öğrencisi kitapçı tezgahlarına bakıyor. Şiir seviyor ve her yeni şairin her sözü onun için çok anlamlı oluyor. Bu sözlerden kendi evreni için çıkarımlar yapıyor ve büyük evreni daha farklı gözlerle yorumlamasına yardımcı oluyor. Bir kitap dikkatini çekiyor. Bir şair, büyük evrene bir sarkıtıp okuru içine çakmak istiyor. Genç okuyucu o ipe sarılıp kendi evreninden şairin evrenine yükseliyor. Şimdi o üniversite öğrencisi hala kitapçı tezgahlarında yeni şiir evrenlerinin peşinde ama eski sarkıtılan ipleri unutmadan... Ve o şair, şimdi evrenin anlaşılabilmesi için kitleye bir ip atıyor. Kitle o ipi tutar mı bilinmez...

Tarih-Lenk

Resim
' Muhafazakâr Düşünce ’ dergisinin 7. sayısında Prof. Dr. Ali Birinci , "Tarihçilikte Meslek Ahlâkı ve Ahlâksızlığın Tarihçiliği Meselesi" başlıklı bir makale kaleme almıştı. Şimdi Türk Tarih Kurumu 'nun başında olan Birinci, bu makalesinde tarih konusunda kamuoyunun tanıdığı bilim adamlarının yaptıkları intihal ve yanlışlardan bahsetmişti. Söz konusu makale, akademik camiada büyük gürültü kopardı. Zaten, derginin bir sonraki sayısında bahsi geçen isimlerin birçoğu cevap haklarını kullandılar. Bazıları yanlış yaptıklarını da kabul ettiler hatırladığım kadarıyla. Hakan Erdem ’in kitabını görünce aklıma bu makale geldi. Erdem, Doğan Kitap’tan çıkan ‘Tarih-Lenk’ isimli kitabında Birinci’nin ortaya koyduğu noktaları hem daha ileriye götürüyor hem de daha kapsamlı bir biçimde tartışıyor. Erdem’in kitabında ilgimi çeken esas mevzu, tarih gibi ciddiyet gerektiren bir bilim dalına bile espri gözlüğü takarak bakabilmesi olmuş(Bu esprili dil kitabın kapağına da yansımış.) Belki...

Evvele Yolculuk'tan...

Resim
‘Aşkın hakikatini tam olarak hiçbir kimse dile getirememiştir. Çünkü aşk, sonsuzluk âlemine aittir ve kıyısı olmayan derin bir denizdir, bir okyanustur.’ ‘Âşık, gayesini bulabilmek için o derin denize dalarak, denizin içerisindeki o misli görülmemiş inciyi (durr-i yekta) bulan kimsedir.’ ‘Dönüşen, değişen, oluşmaya çalışan şeyler aşkın nesnesi olamazlar. Eğer olur derseniz hüzün, çile, ıstırap, ihanet, kaybetme vb. gibi kavramlarla karşılaşmaya da hazırlıklı olmalısınız.’ ‘Âşıklar sabahlara kadar inleyen, seher vakti esen yelden maşukunun kokusunu bekleyen kimselerdir.’