Kayıtlar

sinekritik etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Duck Butter (2018)

Resim
Film iki kadının 24 saat içerinde yaşadığı haz ve tutku arayışının içinde yüzleşmeleri de barındıran minimal bir film. sıkıcı denilebilecek diyaloglar var o yüzden  ilgimi çekmedi diyebilirim. Lakin filmin ilk sahnesinde yaşanan olay ve buolayın sonunda kişinin işine son verilmesi olayı üzerinde birkaç gün düşündüm.                Filmin iki ana karakterinden biri olan ve oyunculuk yapan Nima, menejerinden aldığı bir telefonla bir çekim kadrosuna dahil edilir. Çekim ekibi içerisinde daha önce hayranlık beslediği oyuncular ve yönetmen vardır. orada çekimler ve diyaloglar ile ilgili nazik bir dille yaptığı uyarılar ilk önce "bak böyle uyarıları bizde zamanında yaptık ama işimizi kaybettik" imasıyla kibar bir dille ifade edilir. Sonrasında çekim arası bir yemek esnasında aklına takılan şeyler ile ilgili konuşmak istediğinde yine o nazik tepki le karşılaşır ve ertesi gün çekime hazırlanırken menajerinden gelen bir telefonla işine son ver...

Kindergarten Teacher (2018)

Resim
Kaçımız artık iyi bir şiirin izini sürüyoruz ki. Dünyanın herhangi bir yerinde, yeryüzünün herhangi bir köşesinde iyi bir şiir okumak, dinlemek için çaba sarf edenler olması ne güzel. Filmin İsrail yapımı ilk versiyonu olmasına rağmen ben ABD yapımını daha çok beğendim. Bunun başrol oyuncusu ve yönetmenin tercihleri ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Belki de bu coğrafya ve toplum farkı ile de ilgili olabilir.

First Reformed (2017)

Resim
Filmin konusu kısaca bir din adamının bir çevre eylemcisine dönüşmesinin hikayesi. Kolaylıkla olmuyor bu tabi. Kendi inancını ve inanç sistematiğini sorgularken kendi öz yaşamı ile de hesaplaşmak durumunda kalıyor.  Bir başına kaldığında kendine söyleyemediklerini kiliseye gelen bir avuç topluluğa söylemek zorunda kalması ve içselleştiremediği inancı trajik olaylarla gözünü açıyor. Oğlunu ülkesi için savaşmaya uğurlarken ki ruh hali karşısına çıkan bir çevre eylemcisi sayesinde büsbütün karmaşıklaşıyor. İçindeki dini motivasyon bir çevre duyarlılığına bürünüyor. İnsanoğlunun bu dünyaya ettiklerini bir dine yamamaya çalışanlarla çatışırken aşkı da buluyor belkide. Ölenlerin ardından yas tutmak yerine doğanlar için bir şeyler yapmak onun tek gayesi oluyor artık...

Ahlat Ağacı (2018) - Taşrayı Taşrada Kaybetmek

Resim
Öğlene yakın bir vakitte ücra bir sinemada birkaç kişiyle birlikte izledim Nuri Bilge Ceylan sinemasının son örneği olan filmi Ahlat Ağacı’nı. Babasının borçları ile yüzleşmek zorunda kalan ve döndüğü taşrada bir kitap bastırma hayali peşinde olan yeni üniversiteden mezun olmuş bir gencin(Sinan) yaşadıkları.   bir çok yayın organında ve filmin resmi sitesindeki öyküsünde konusundan genel olarak bu şekilde bahsediliyordu. (tam olarak benim cümlelerim gibi olmasa da) Film, bir camın ardında çayını hızlı bir şekilde içip bitirmeye çalışan bir genç sahnesiyle açılmakta. Çayını içer, çayın parasını masanın üzerine bırakır ve kadrajdan çıkar. Sonra Çanakkale’nin bir kaç temel değerinden biri olan Truva atının önünden geçerek ilçe minibüslerinin bulunduğu garaja gider. Film başlamıştır. Çanakkale’den çıkan otobüs bir ilçe merkezine doğru ilerlemektedir ve biz bunu yukarıdan açık ve seçik bir şekilde görürüz. O andan itibaren Nuri Bilge Ceylan Sineması’nda hep bir y...

Sivas (2014)

Resim
Hep o erkin eziciliği altında kalmıyor muyuz? büyüklerimiz kendileri ezildikleri için kendi çocuklarını, torunları ve yeğenlerini de ezmiyorlar mı? Öğretmen kendi hocası tarafından burnu sürtüldüğünden şimdiki neslin burnunu sürtmek için uğraşmıyor mu? Aslında acımasız bir gelenek olmuş bu.  Filmimizde de bu konu benim için çok etkileyiciydi. "Atı sür" nereye gideceğini bilemden. Sana da öyle yapmışlar. sen de küçük kardeşini ez ezebildiğin kadar.  Hayat bir şekilde öğreniliyor. Ama açılan yaralar ve kurşunlar ömür boyu kalıyor tenimizde.

Çobanlar ve Kasaplar

Apartheid rejimi vardı Güney Afrika’da. Mandela’nın başa gelmesine kadar süren bir rejim bu. O toprağın asıl sahipleri olan siyahilere uygulanan sistematik bir ayrımcılık.  O kötü dönemin sonlarını anlatan bir film aslında. Artık idam cezası ile ilgili beyazların da sesini çıkartabildikleri ve buna karşı söz söyleyebildikleri yıllar. 17 yaşından beri idam mahkumlarının yanında gardiyanlık görevini yürüten ayrıca idam cezasının uygulanmasında da görev alan bir beyazın 7 siyahi sporcuyu bir trafik tartışması sonrası öldürmesi ve bunun neticesinde ortaya çıkan dava sürecini anlatan bir film. İdam edilmesine kesin gözle bakılan psikolojik sorunlu bir gardiyan ve onu sadece idam cezasına karşı olduğu için savunacak yine beyaz bir avukat. Filmi baştan sona anlatacak değilim. Dozajında ilerleyen ve bu ağır tempoda hiç sıkmayan bir tadı var filmin. En önemli mesajı da aslında filmin isminde gizli. Avukat , son savunmasını yaparken çobanlık ve kasaplığın aynı anda bir insana yüklenmesi...

The İnsider (1999)

Resim
Uyku tutmuyor. Gece rüzgârın yaprakları titrettiği sesleri dinliyorum. Telefondan haberlere bakıyorum. Demirel’in ölüm haberi düşüyor. Uzandığım yerden doğruluyorum. Pencereyi açıyorum. Uzun uzun parkın uzun ışıklarının yansıttığı ağaçların gölgelerini izliyorum. Ölüm sadece dört kelime işte.  Sonra bir film açıyorum. Kasvetli  dönemlerinden birini anlatıyor  Birleşik Devletlerin.  Tüm toplum için önem arz eden birçok konu irdeleniyor. Tütün kartellerinin sigara üretimi için insan sağlığını nasıl göz ardı ettikleri; tüm dünyanın gözlerinin içine baka baka ‘daha fazla kar için’ yalan söylemeye devam ettikleri ve doğruların, gerçeklerin peşinden koşan bir bilim insanını öldürmeyi bile göze alacakları basit ama gergin bir dille aktarılıyor. Kameranın ustaca kullanımı, kişilerin ruh halini yansıtmakta oldukça mahir.  Russell Crowe ve Al Pacino iyi oyunculuklar çıkartıyorlar. Burada önemli olan aslında dürüst insanların varlığının verdiği bir mutluluk izleyiciye. ...

Magnolia (1999)

Resim
Nasıl da geçiyor hayat! Sürekli tüketiyoruz. Cebimizde beş kuruş para kalmayacasına. Koşuşturuyoruz. Gülüyoruz. Kahkahalar atıyoruz. Sonra evimize geliyoruz. Kapıyı kapatıyoruz ve kendimizle baş başa kalıyoruz. Kimsecikler yok yanımızda.  Sıkı sıkı örtüyoruz perdeleri. Perde yoksa gazete kâğıtları, ıvır zıvır ne varsa yetişiyor imdadımıza. Karanlığın içinde kendimizle yüzleşebiliyoruz. Tek başına olmak ürkütüyor. Geçmişin travmaları her yanınızı sarıyor. Amerikan toplumunun bütün sancılı katmanlarını gösteriyor bize yönetmen Magnolia’da. Başarılı olmak için hırsın tetiklediği ve bu hırsla arada kaynayan; gözden kaçan çocuklar sonraki yıllarda daha büyük toplumsal travmalara kapı aralıyor. 90larak kadar Amerikan toplumunda televizyon en önemli kitle iletişim aracı. Hipnotik bir güçle tüm farklı katmanları peşi sıra sürüklüyor. Barlarda, küçük evlerde, caddelerde, vitrinlerde hep aynı programlar aynı zamanlarda bir döngüye başlıyor.

Kış Uykusu-Notlar (Hamdi Hoca karakteri)

Resim
Hamdi Hoca, kendi açımdan filmin en iyi oyunculuğunu çıkaran karakteri. Bir köy camisinde imamlık yapan Hamdi Hoca karakteri bana son dönem Türkiye gündemi ile ilgili ne çok şey çağrıştırdı desem yeridir aslında. Aristokrat-burjuva bir sanatçının baba yadigarı mağaradan bozma evinde kiracı olarak ailesiyle birlikte yaşayan Hoca’nın filmden önceki zamanlarda kira borcunu ödeyemediği için evine haciz geldiğini diyaloglardan öğreniyoruz. Eve haciz gelmesi ve bu esnada Hoca’nın ağabeyi İsmail’in haciz memurlarına ve güvenlik güçlerine mukavemet göstermesi üzerine tartaklanması ile İsmail’in oğlu olan aynı zamanda da Hoca’nın yeğeni küçük İlyas’ın buna içerleyerek Aydın’ın “cip”ini taşlaması filmin temel öykülerinden birini oluşturuyor. Bıçkın ve kentliye “mutlak itaat” eden taşralı Hidayet, hem bunun hesabını sormak hem de borcun akıbetini öğrenmek için yanında Aydın olmasına rağmen Hamdi Hoca ve ailesinin kapısını çalıyor. Cezaevinden yeni çıkmış İsmail özür dilemek yerine daha sert ...

Kış Uykusu (Notlar)

Resim
Sondan başa doğru ilerlemek gerekirse, Avcı erkeğin elinde bir avla(tavşan) dönmesi evin kadınını her zaman heyecanlandırmaktadır. Kadın erkeğinden av istemektedir. Ama o şimdiye kadar kadın gibi toplayıcılık yapmaktadır. Filmin ilk sahnesinde Aydın elinde bir avuç mantarla gelir.  Nihal, toplayıcı bir erkekten ziyade avcı bir erkeği tercih etmektedir. Ancak Aydın’ın bunu anlaması için Suavi ve Levent öğretmenle ava çıkması gerekmektedir. Bu sahne bana Semih Kaplanoğlu’nun “Yusuf Üçlemesi”nin ikinci filmi olan “Süt”ü çağrıştırdı. “Süt”te askerlik çağına gelmiş(ancak askere kabul edilmemiş) evin delikanlısı Yusuf’un annesinin evleneceği adamın avdan balık ve kazla dönmesi çok masalsı anlatılmıştır. Yusuf ise gerçek bir erkek olduğunu annesine ispatlayamamanın hüznü ve utancıyla kendini bir maden ocağına kapatır. Tek avuntusu ise şiirdir. Avcı erkek annesini onun elinden almıştır. Nihal, hep kocasının boyunduruğundan kurtulmak için uğraşmış. Büyük ve ünlü bir aktör olaca...

Kış Uykusu (2014)

Resim
Bazen tek başıma şehirden çıkıp küçük kasabaları köyleri dolaşıyorum. Yani bir bakıma taşrayı. Pazar yerlerini, çınaraltlarını, evönü gölgeliklerini… Boş ve ıssız yollarda bir başıma dolaşıyorum. “Kış Uykusu”nda Aydın’ın yaptığı tüm eleştirileri belki onun kadar yüksek sesli olmasa da içimden yol boyunca sürdürüyorum. Bir bardak çay içerim diye köhne ve sakin kahvehanelere uğradığımda havadan sudan biraz sohbet etme imkânına da kavuşuyoruz. Orada görüyoruz ki kendi muhayyilemizde oluşturduğumuz yeryüzü algısı maalesef onlar için bir değer ifade etmiyor. Yan komşunun ineğinin kendi bahçesine girmesinden tutun da uzun yıllara dayanan husumetlere kadar belki bir kentli için anlam ifade etmeyecek “şey”ler onlar için en önemli gündem maddesi oluveriyor. Kafanızda kurarak geldiğiniz “misafirperver”, “iyiliksever” ve “halden anlar” Anadolu algısı da yok artık bunu iyice belliyorsunuz. Akşamları kendi hanelerinde popüler kültürün tüm saldırılarına televizyonlar sayesinde maruz bırak...

Atlıkarınca (2011)

Resim
3 bölüme ayrılabilecek bir yanı var Atlıkarınca’nın. İlk bölüm, mutlu, huzurlu ve ekonomik açıdan da gayet rahat bir ailenin yaşamına Kurban Bayramı’nın ilk günü kurban kesimi ile giriyoruz. Kurban kesimi esnasında veya kurban kesimi sonrasında babanın hoşnutsuzluğu yüzüne yansımıştır. Annenin zoruyla bu kurbanın kesildiğini ilerleyen zamanlarda anlarız. Baba titiz biri ve bu titizliği karısı üzerinde uygula(ya)madığından çocuklarını biraz da zalimce sayılabilecek şekilde hassasiyetini hissettiren bir mizacı var.   İlk bölümde babanın zalim(ce) hassasiyeti dışında normal şeyler görürüz. Ailecek lunaparka gidilir; eğlenilir; vakit geçirilir. Evin büyüğü olan erkek çocuğunun melankolik ve içe kapanık ruh hali ile ilgili yönetmen bir ipucu atar ama çok ta üzerine gitmemize izin vermez. Geceleri evin avlusunda atlıkarınca oyuncağının başında çaresizce oturan bu erkek çocuğunun “derdi” hakkında malumata sahip olamayız. Adam eli kalem tutan biridir ve kadının taşra da kalma arz...

True Grit

Resim
Yaşam bir savaş şeklinde ilerliyor. Altta kalanlar, ezilenler de var. Bu mücadeleden galip çıkanlar da. Yaşlar fark etmiyor. Zalimlerin gücü varken mazlumun da umudu var. Toplumun kendi içinde kurduğu bir dengeden bahsetmek mümkün. Firak ve yeisin boğuculuğunda uzaktan seçilen bir ziya bile insan yüreğinde kıpırtılara sebebiyet veriyor. Işıklar türlü türlü. Lakin bence bu yerküre de en önemli umut kaynaklarımızdan birisi içimizde yaşayan bilge ve ihtiyarlar. Onlar olmasa bu hayat döngüsü ve bilmecesinin karanlık girift sokaklarından çıkabilmemiz mümkün olamazdı. Cohen Biraderler, daha önceki yapıtlarında vurguladıkları gibi son eserleri İz Peşinde ’de ihtiyar ve bilgelerin peşine takılarak eski bir vahşi batı masalının içine sürüklüyorlar bizi. Bir kız çocuğunun babasının katilini bulma peşinde sürdürdüğü amansız mücadelesinde ona yardım eden hep ihtiyarlar. Bu ihtiyarlar kafamızda kurguladığımız bilge, tonton ve aklı başında ihtiyarlardan biraz farklı. İçip içip küfrediyorlar ba...

Bir Ayrılık, Bir Sistem, Bir Sorgulama

Resim
Yönetmenin* ilk olarak Elly Hakkında sını seyrettim. Filmin içine girdikçe katman katman derinleşen bir yapıyla karşılaştım. Görüntülerden, bakışlardan, kaçışlardan ve ikili ilişkilerden çok şey hafızama nakşettim. Sonra vicdanı sızlatan ve insanın şu ahir ömründe unutamayacağı bir hatasının madalya gibi boynuna asılacağını idrak ettim. Ve o vicdanı kanatan madalya ile yaşamanın rahatsızlığı beni çok yaraladı. Sonra elim, gözüm ruhum gitti. Bir Ayrılık ı izleme vakti geldi dedim. Sosyal medya da bu filmle alakalı “böyle bir filmin nasıl olur da sansürün bu kadar yoğun yaşandığı bir ülkede çekilebildiği” ile ilgili bir şeyler okumuştum. Filmi izledikçe bu yorumların doğruluğuna kani oldum. Yalanın doğurduğu başka bir yalan. Bilinen sözlerin ötelenmesi ile ortaya çıkan kaos durumu ve çözülmesi beklenen sorunlar. İnsan bir iyilik yapmak istediği için diğer tüm yapması gereken mükellefiyetleri bir kenara itebiliyor. Ertelediği hadiseler aslında o anda iyi olarak görünebilecek...

Kavşak (2010)

Resim
Bir öyküye başlamak nasıl bir duygudur bilemezsin. Vurucu bir cümle bulursun. Zannedersin ki hikaye sadece tek cümle ve o cümlenin haşmeti bütün hikayeyi ezer geçer. Yazar da o cümlenin altında kalır, öykü de, öykünün yer aldığı eser de… Filmlerdeki mesele de bu değil mi. Güzel bir insan öyküsü bulursun ve onun öyküsü ile filme giriş yaparsın. Seyircinin ağzı açık kalır ilk 10 dakikada. Filmin ilk dakikalarında gördüğümüz ailesine sıkı sıkıya bağlı adamın keyfinin yalnızca yıllardır tek başına kullandığı odasına başka birinin gelmesiyle mi kaçtığının meçhuliyeti izleyici için merak uyandırmakla kalmıyor aynı zamanda bu adamın hikayesine bir yerlerden de girmek heyecanı kamçılıyor. Adam işyerinden akşamın ilk karanlığı çökerken çıkıyor. Uzun otobüs yolculuğu sonrası mahallesinin durağında iniyor. Ağır ağır ıssız sokaklarda ilerliyor ve evine varıyor. Tam bu esnada izleyicinin merakı hafiften giderilmiş oluyor. Adamın kendi kafasında kurduğu kurmaca bir dünyaya konuk olduğumuzu ...

'Çoğunluk' üzerine değinmeler...(3)

Resim
Mertkan’ın kendine gelmesi için uzun bir inziva dönemi iyi geçmelidir. Ancak, bu dönemde o vicdanını açacağına babasına dönüşür. Üst-orta sınıf yemek masasında hiçbir farkı yoktur artık. Semboller, kafa karışıklıkları ve sevda kirleri temizlenir. Pir-ü pak oturur o yemek masasına. Kız nerde köyünde. Öldü mü kaldı mı belli değil. Ya taksici. Üç beş kuruş eline sıkıştırıldı dayakta cabası. hadi güle güle… Sen sağ ben selamet. Biz böyleyiz işte. İnsanoğlu! Her yakıp yıkma sonrası vicdanın temizleyecek bir şeyler bulur. Bu en kolayıdır, en pratiği. Tak çıkar ve rahatla! Ölüm kimin için var? Kime gelecek ölüm? Bilinmez… Aynı sokaklar… Aynı çirkin suratlar… En trajiği annenin durumu, evde 3 erkek büyütmüş. Hepsi de birbirinin kopyası. Duygusuz, sert ve duyarsız bu adamların yüzünden kendini televizyon, mutfak, sigara girdabına gömmüş. Oğlunun gönül ilişkisinde bile ağırlığını koymaktansa baban doğru söylüyor diyerek raydan çıkartmamış ruhunu. Filmin en güzel sahnelerinden biri yukarıdaki fot...