Sayfalar

hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2009 Perşembe

Sevgili Günlük- Yaramaz Günlük...

Çok suçluluk duyuyorum nedense... Hatta bir de suçluluk duymamdan ötürü de suçluluk duyuyorum kendime karşı. Blogum yemek blogu olma yoluna doğru gidiyor, hadi bunu geçtim iştahım bir açıldı sanırım 2 kilo almışımdır son bir haftada. Yemeyeceğim derken sürekli birşeyler yer buluyorum kendimi. Zaten 2 aydır pilatesi de bıraktım. 10-15 dk.lık birkaç sırt ve karın egsersizi dışında eskisi gibi aşkla, devamlı yapamıyorum. Hele topu, lastiği,matı ortadan bile kaldırdım. Halıda ya da yatakta birkaç nefes, sırtımı açıp bitiriyorum. Karnım hep içeride ama hala :) Sanırım uyurken bile içeride, buna çok seviniyorum işte... Neyse pilates konuşmak, yazmak yapmaktan kolay ya lafım bitmez, burada keseyim. Fotoğraf makinam hobi odamdan indi heeep mutfakta durur oldu. Yaptıklarımı yayınlamaya bile üşeniyorum. Kış gelse de eskiye dönsem diye düşünmekteyim hatta. Hayat lay lay loom geçer oldu. Oysa bana böylesi yaramıyor. Cuma sabahı yola çıkacağız. Bir dünya işim var. Bu sene geç kaldık rezervasyona 5 günlük yer bulduk. 5 ile 7 gün arasında çok fark varmış gibi hissedip valiz hazırlamayı bile son güne bıraktım. Amaaan 5 gün nasılsa, dedim herhalde. Eskiden olsa bir hafta kala valizleri ortaya çıkarır, gelip geçerken doldurururdum içini. Ya ben yılların birikimiyle pratik valiz hazırlamayı öğrendim ya da 5 gün dediğin nedir ki 5 dk.da geçer mantığıyla sallanıp duruyorum. 3 gündür dip boyatmaya gideceğim diyor bahçede çay içer buluyorum kendimi. Yarın artık son gündür, mecburen gideceğim. Tatil alışverişi bile yapmadım bu sefer. Bundan eşim karlı çıktı sanırım. Bugün oğlum mayosunu giydi, aaaaaa boxer kadar kalmış koca mayo. Çocuk büyümüş. Artık yoldan falan alırız yeni bir tane dedik. Terliklerini giydi evvelki gün, daha doğrusu giyemedi. 39 numaraymış, geçen yılki terlikleri. Şimdi 41-42 giyiyor.
Dün ona terlik aldık, ben de dayanamayıp yine bir ayakkabı aldım, pek sevdim, rengarenk, cıvıltılı birşey. Dün burada biryere ev makarnası, katlama siparişi vermiştik. Bu akşamüstü geldi siparişler. Hayatımda o kadar katlamayı birarada görmemiştim. Kayınvalideme, komşuya, anneme, vs... böldüm hala çoklar. Makarnayı tatile giderken serip bırakacağım. Gelinceye kadar kurur. Yemekten sonra çıkıp makarna için bez torba diktim. Keçelerimi aldım, kestim, biçtim, tam dikerken yürüyüşe çağırdılar. Yine şeytana uyup, ardımda garip garip bırakıp gittim cicilerimi ve yayıntılarımı. Yarın akşam fırsat bulursam annemleri görmek te istiyorum. 1 haftadır Bodrum'daydılar. Biz de gidersek kaç gündür görememiş olacağım. Giderken kaza da yapmışlar zaten, neyse ki maddi hasar dışında birşey yok ama ödleri kopmuş.
Şimdi ben bunları niye yazıyorum? Kime ne faydası var? deyip, postu yollamaktan vazgeçebilirim çoğu zaman yaptığım gibi. Olsun Sevgili Günlük ben sana eskiden olduğu gibi kalemle yazıyorum farzet, ben öyle farzedip rahatlıyorum günlük rapor verince. Defteri kapatıp, canım sıkıldıkça açıp açıp okumak çok güzel oluyor ya sonra, ondan işte bu yazış merakım biraz da. Kaynak Eeeee ben bu postta keçe aksesuarlarımı ya da geyik sütü mantarımı ya da kendi yaptığım peçete halkalarımı yazacaktım. Bak yine beni baştan çıkardın Pek Sevgili ve Yaramaz Günlük... Kaynak

7 Ağustos 2009 Cuma

Sevgili Günlük- Samsung NC10 Netbook...

Dün bizim 15. evlilik yıldönümümüzdü. 3 gündür hararetli bir şekilde gece-gündüz misafir ağırladım. Yaptığım işlerden çok sıcak yordu beni. Dün sabah kahvaltımızı yaparken kapı çaldı. Kargo gelmiş. Eşim bana bu oyuncağı almış :)
Hem minik, hem beyaz, hem boyundan büyük özellikleri var. Piyasada 3 rengi var. Diğer seçenekleri siyah ve lacivert. Ben beyaza hasta oldum. Klavyesi de antibakteriyelmiş. Touchpadi biraz dar geldi ama alışırım zamanla. Sığamıyorum, parmaklarım space bara doğru açılıyor eski alışkanlıktan.
Zavallı, emektar laptopum son zamanlarda iyice ağırlaşmıştı, sürekli resetlemek zorunda kalıyordum. Bu eşyalara duygusal bağlanma halime sinir olsam da engel olamıyorum. Eski laptopuma bakıp bakıp suçluluk duymaktayım. Sık kullanılanlarımı yeni netbookuma aktarmam gerek ama yok; laptopuma dokunamıyorum. Buna da dün hiç dokunamadım. Paketi açtım, sevindim, zıpladım ama işim çoktu. Oğluma al, kurcala, birşeyler yükle görevi verdim. Akşam da son misafirlerimi yollayıp mutfağı toplamaya giriştiğim anda eşim geldi. Üç günün yorgunluğuyla üstümden tren geçmiş gibiydi. Hadi biryerlere gidelim, dediğinde o yorgun, bitkin kadın koşa koşa gidip giyinip, süslenip 20 dk. içinde hazır olabildi:) Saat 20:30 oldu bu arada...Sapanca'ya gidelim dedik, sonra Alaşara aklıma geldi. Hem daha yakındı. Gece eve dönerken yorgun ama mutlu o kısacık yolda uyumuşum bile...
Haftaya da doğumgünüm. (13'ünde) Düğün günümüz için tarih seçerken bir 6 Ağustos bir de 13 Ağustos seçenekleri sunulmuştu, düğünümüzü yapacağımız yerden. Ben de eşim bir taşla iki kuş vurmasın diye, doğum günümde düğünümüzün olmasını istememiştim. Şimdi Ağustos'un yarısı şenlikli geçiyor. Diğer yarısı da genelde tatilde oluyoruz. Seviyorum Ağustos'u. Güzel ay, cici ay. Bugün çok şey yapmayı planlayıp hiçbirini yapmadım. Oyuncağımla oynadım. Kişiselleştirdim. Şimdi tam benim oldu. Laptopum hiç olmadığı şekilde kapağı kapalı bir kenarda duruyor. Bakıp, gözlerimi kaçırıyorum. Habertürk'te Adnan Oktar yapmacık ve boş boş konuşuyor. Cüppeli Ahmet'ten iyi rating alan Habertürk, şimdi de bu adamcağızı konuk etmiş. Baktığımda bile tüyleirm diken diken oluyor. Ön yargılarını aşamıyorum dinlerken. Dinimi de, dilimi de rahat bıraksınlar istiyorum. Ramazan da geliyor. Yine dönüp dolaşıp orucu bozanlar, bozmayanlar hakkında konuşan Ramazan hocaları döner kanallarda. Ramazanı maneviyat depolamak adına çok seviyorum. Bence yılda iki kez ruh ve beden detoksu gerekli. Benimki şahsen 11 ay dayanmıyor. Bahar geldi mi boşluyorum biraz maneviyatı. Kandillerle ite kaka Ramazana sağ salim yetişiyorum. Herkese mutlu hafta sonları diliyorum...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Sevgili Günlük- İçimden Geldi...


       İki ermiş kardeş varmış. Biri dağda tek başına, diğeri şehirde demirci ustası olarak yaşarmış. Dağda yaşayan ermiş her hafta kardeşine ziyarete gelir, gelirken de mendille süt getirirmiş. Evet ermiş ya, sütü mendile koyar, hiç damlamadan, dökülmeden getirirmiş. Birgün kardeşinin dükkanında otururken yoldan geçen bir kadın görmüş. Çarşaflara bürünmüş kadının sadece ayak bileğinin minicik bir kısmı görünüyormuş ve o an sadece o bölgeye bakıp nefsi uyanmış. Anında kafasını çevirmiş. Ertesi hafta gelirken sütü mendile koymuş. Süt damlaya, döküle gelmiş. Ne oldu da böyle oldu, diye kardeşiyle dertleşirken, aklına o an gelmiş, kardeşine anlatmış. Kardeşi de cevaben; "eee dağda ermek, şehirde ermeye benzemez kardeşim", demiş.

       Bize doğarken üflenen elmas gibi ruhu yaşadığımız dönem ve şartlarda ilk güzelliğinde ve saflığında muhafaza etmemiz gerçekten zor. İnsanlarla birarada yaşayıp, hem farkındalık içinde olup, hem de hoşgörülü olmak, kime evet kime nerede hayır diyeceğimizi kestirmek zor... Yolumuzdaki çukurlar o kadar çok ki; herbirini görüp düşmeden atlamak zor ama hiç değilse gördüklerimizi seçip temkinli olmak iyi birşey. Engebeleri atlamak bana çukurları geçmekten daha kolay geliyor. Dilerim ki; engebelere odaklanıp çukurlara düşmeyenlerden olalım.

28 Ocak 2009 Çarşamba

Siz Nasıl Nefes Alıyorsunuz?

Spiritüel konulara ve ezoterizme ilgim çok fazla. Bütün gün bu konuda okusam okusam, konuşsam, bilenlerle fikir alışverişi yapsam doymam sanırım. Öyle ki bazen çok merak ettiğim bilgiler manevi armağan gibi gözümün önünde biter bir şekilde. İşte bu anlarda demek boşa değil bu uğraşım diye daha da mutlu olurum. En dibe vurduğum anlarda sadece ve sadece inancım doğrultusunda öğrendiklerimi kendime uyguladığımda yüzeye çıkabiliyorum. Bazen bunu bildiğim halde uygulayamadığım, basiretimin bağlandığı ender zamanlar da oluyor. Sonuçta biliyorum ki; benim en büyük doktorum, psikiyatristim, sırdaşım, öğretmenim yine içimdeki ben... Ne istesem (iyi ya da kötü kendime yapabilirim)Bu beni keşfetmemi sağlayan Allah'a sonsuz şükürler olsun. Olması gereken her güzelliği bir sebebe bağlıyor bizim için... Uzatmadan konuya geleyim. 4 aydır düzenli pilates yapıyorum. Başlama hikayem ve süreci ayrı bir konu, onu bilahare anlatırım. Pilatese spor diyesim gelmiyor. Henüz kendimce bir isim bulamadım. Olağanüstü etkileyici terapi seansları benim için. En güzeli ise bu sayede doğru nefes almayı öğrendim. Bebeklere dikkat edin. Nefes alırlarken karınları şişip iner. Karından nefes alıp verirler. Doğduğumuzda doğru olan şekliyle nefes alıyoruz ama sonradan -ki yaklaşık 2 yaş sonrası başlarmış- hastalık, stres, yaşam tarzı vs... etkenler bize bu yetimizi unutturuyormuş. Doğrusu ağzımızdan değil burnumuzdan nefes alırken, göğsümüzü değil karnımızı, diyaframımızı iterek şişirmek. Verirken de midemiz sırtımıza yapışacak şekilde içerde hiç hava kalmayacak şekilde nefes vermek. Doğru nefes almanın temel faydaları, 1- Doğru nefes almak ve diyaframı kullanabilme kabiliyeti kazanmak, 2- İrade kazanımı ve ego kontrolü sağlamak, 3- Farkındalık oluşturmak, 4- Bilinçaltı kayıtlarını ortaya çıkartmak, çözmek ve temizlemek, 5- Yaşamda kolaylıklar sağlayıcı tekniklere sahip olmak. Gerçekten doğru nefes almayı yaşam tarzı haline getirdiğinizde tek birgünde bile farkı farkedebiliyorsunuz. Yukarıdaki temel faydaların yanında benim gözlemlediklerim sindirim sistemine masaj etkisi yapması dolayısıyla karın yağlarınızı yakabiliyorsunuz, zindelik hissi veriyor, ağrılı ve uzun süren kramplarınız varsa(benim çok oluyordu) azaltıyor,fiziksel duruşunuz değişiyor, dikleşiyorsunuz, unutkanlık azalıyor, uyku düzeni sağlıyor, pozitif düşünüyorsunuz. Şu anda aklıma gelenler bunlar... Ayrıca doğru nefes almak çok fazla oksijen almak anlamına da gelmiyor. Gerektiği kadar oksijeni gerekli ve doğru yerlere doğru zamanda göndermeyi sağlıyor. Öyle ki Sufiler sayılı nefes alırlarmış. Aynı şekilde başka dinlerde de nefes tekniklerinin önemi çok büyük. Kapalı ve küçük bir alanda kalmak zorunda olduğunuzu düşünün. Endişe ve korkuyla aldığınız kısa nefesler ortamdaki oksijeni kısa sürede tüketip fazla karbondioksit üretmenize yolaçar. Oysa doğru ve idareli, dolayısıyla kaliteli nefes almak böyle bir durumda hayat kurtarıcı olabilir. Bununla birlikte her soruna göre uygulanabilecek ayrı nefes teknikleri mevcut. Bunları da fırsat buldukça paylaşacağım. Şimdilik genel doğru nefes tekniğinden bahsettim. Doğru nefes alma Dünya Sağlık Örgütü'nün standartlarına göre: *Ciğerleri dakikada 4 ile 6 litre arasında hava ile doldurmak. *Nefes alıp verirken göğüs yerine diyaframı hareket ettirmek: Çünkü diyaframın kullanılması daha ağır ve her seferinde daha fazla hava teneffüs etmemizi sağlar. Ayrıca diyaframın hareket etmesi karın bölgesindeki organlara masaj etkisi yaparak göğüs ve karın boşluğundaki basınç farklılığını ortadan kaldırır. Mide ve safra kesesinin yukarı hareketini engelleyerek, reflüyü (mide suyunun yemek borusuna ve daha yukarlara çıkması) ve çeşitli safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. *Solunumu ağız yerine burundan yapmak. (Ağızdan nefes almak nazal bölgede ve bronşlarda istenmeyen mukozalı salgılara yol açabilir.) Doğru nefes alıp veremeyen insanlar karbondioksite daha duyarlıdır; karbondioksitli ortamlarda daha sık ve kısa nefes alıp verirler. Düzenli solunum yapan insanlarda karbondioksitli ortamlarda, heyecan ve stres sırasında, daha normal tepkiler verirler, kırmızı kan hücreleri oksijeni organlara daha kolay taşır. Ara sıra yapılan nefes egzersizi de doğru nefes alıp vermemize yardımcı olacaktır. Basit, fakat faydalı bir nefes egzersizinin adımları şöyledir: 1-Burnunuzdan yavaş bir şekilde ama alabildiğinizce çok nefes alın. 2-Sonra yine yavaş bir şekilde ağzınızdan verin. 3-(1) ve (2)'yi bir kere daha tekrarlayın. 4-Şimdi de burnunuzdan nefes almaya başlarken ağır ağır dörde kadar 5-sayın. 6-Nefesi vermeye başlarken de altıya kadar sayın. Nefes vermeyi, nefes almaktan daha yavaş yaptığınızdan emin olun. Nefes verirken kaslarınızın rahatladığını ve gevşediğini hissedin. Bu nefes egzersizini gerildiğiniz veya bunaldığınız herhangi bir yerde ve zamanda yapabilirsiniz. Günde en az 40 kere derin nefes alıp verin. Eğer sigarayı yakın bir zamanda bırakmışsanız, derin nefes alıp vermek oksijen alım miktarını yükselterek sigaranın zararlı etkilerini kısa zamanda azaltacaktır.

16 Ocak 2009 Cuma

Tatsız...

Siz de öyle misiniz bugünlerde? Genelde Kasım ayına özgü ruh halleri içindeyim. Denemişimdir Kasım ayları hep kasvetli geçer bende. Kasımı hüüüp diye atlattık derken Ocak ayına, yılın ilk ayına hiç yakışmayan bir iç sıkıntısı, umutsuzluk, amaçsızlık ve farkındalık duygumu yitirmiş haldeyim. İçim saman dolu gibi. Tadım yok. İnsanların arasına girerken cici ruh elbisemi giyiyorum (bizde hep güleryüzlü olmak saygıdandır, adettendir). Kendi kendime kalınca, neredeyse depremden beri olmadığım şekilde gelecekten umutsuz bir halde, rutin işlerimi mecburen ve baştan savma yapıp ya uzanıyorum ya da bir balkona bir içeri saçma sapan dolanıyorum. Çayın, sigaranın, kahvenin bile tadı yok. Aldığım ilaçlar da buna etken o da ayrı konu. Haberler kötü, memleket karışık, tüm dünya allak bullak, dünyaya yaptığımız kötülüklerin kötü enerjileri bize döndü zehirliyor hepimizi şimdi. İyi düşünen, sevgi dolu, umutlu insanlar olmamız lazım ki bu birimizden diğerimize derken bulaşsın birbirimize kötülüklerin bulaştığı gibi... Eskiden daha birkaç ay öncesine kadar kendime yapabiliyordum bunu, istediğim gibi olmayı başarabiliyordum telkinle. Şimdi olmuyor. Bol bol okumam, zaten bildiklerimi tekrarlayıp geri transfer yapmam lazım. Ama nasıl?

14 Ocak 2009 Çarşamba

Pimpirik, evham, vesvese- Ben böyle değildim yaşarken oldum...

Geçen akşam oğlum duştan çıkmış, missler gibi koka koka yanıma geldi. Gel seveyim azıcık seni dedim. Eskiden kucağa alıyorduk, şimdi ise o beni kucağına oturtacak kadar büyüdü bu nedenle dizlerime yatırdım. Yüzünü severken "aaa burnun kanıyor", dedim. Normalde de ani hava değişimlerinde burnu sık kanar. Baktık kan falan yok ama burun deliklerinde kırmızılık var. El feneriyle tekrar baktım. İçim kalktı, bayılacak gibi oldum. Ona da belli etmiyorum, eşim de yok. Tekrar kendimi toplayıp baktım kocaman kırmızı bir et parçası neredeyse nefes alamayacağı şekilde burun deliğinde duruyor. Bu mevsimde de burnu hep tıkalı gezer normalde de. Kulak-burun-boğaz bakımından da küçüklüğünden beri sabıkalı. Altı yaşında kulaklarına tüp takıldı, bademcikleri, geniz eti alındı. Hah dedim şimdi de burun etleri çıktı. Ona belli etmeden yatmasını bekledim ve netten araştırmaya başladım. Normalde her insanın 3 er tane olmak üzere 2 burun deliğinde de konka denilen etler olurmuş ve bunlar kimi zaman fazlasıyla uzarmış, kortizonlu spreylerle ya da büyük ihtimal yakılarak uzayan kısım yokedilirmiş, tamamen alınması burun cinayetiymiş, miş, mış, miş... Resimlerle destekli bu yazıları okudukça, ameliyat komplikasyonlarına sıra geldikçe ben fena olmaya başladım. Normalde de sık sık bayılan bir tipim. Baktım gidiyorum ayaklarımı yükseğe dikip kendime gelmeye ve bir daha o konuyu okumamaya karar verdim. Eşim geldiğinde heyecanla ona anlattım. O benden evhamlı... Hemen yarın İstanbul' a gidelim dedi. Daha önceki ameliyatını yapan doktora götüreceğiz hesapta. Ben de önce burada bir baktıralım ona göre gideriz dedim. Buradan bir kulak-burun-boğaz doktorundan randevu aldık. Gece hiç uyumadım, çenemi ve kemiklerimi sıkmaktan sabah ağrıyla kalktım. Randevu da okul çıkışı olsun diye akşam üstüne aldığımız için zaman geçmek bilmedi. Giderken de eşim ne gerek vardı buna gitmeye, direkt İstanbul' a gitseydik diye söylenip duruyordu. Neyse gittik doktora. Şikayetiniz? dedi. Oğlumun burnunda et var dedim. Nereden bildiniz, dedi. Gördüm, dedim. Alaycı bir şekilde güldü ve gözünüzle mi gördünüz, dedi. Terbiyem müsaade etmediği için gerekli cevabı veremedim. Muayene etti. Gelin bana da gösterin şu gördüğünüzü, dedi. Gittim ve gösterdim. Birşeye anormal demek için önce normali bilmek gerek, dedi ve güldü. (o evhamlı eşim de onunla birlikte güldü ona daha da çok kızdım) Bu her insanda vardır, dedi. Bende niye yok o zaman, diye çıkıştım. Parçalayasım geldi doktoru alaycı tavırlarından ötürü. Asıl görmeniz gerekeni görmemişsiniz, bu çocuğun burnunun ucu sola kayık, ameliyat edilmesi gerek, dedi. Ben de ameliyat için bir yaş sınırı olduğunu sanıyorum, dedim. Ooooo ben 9 yaşındaki çocuğu bile ameliyat ettim, dedi. İçimden sen benim için bittin, dedim. Çıktık dışarı, arabaya gelirken eşim ünlü bir atasözünü (kedi.............. yaram var demiş) hatırlatarak güldü. Eve geldik, feneri aldık elimize, herkes birbirinin burun deliklerine baktı. Hepimizde de varmış hakikatten:)) Hatta eşim seninki hepimizden büyük, dedi. İki gündür herkes benimle dalga geçiyor ama ne yapayım annelik işte...