Dortmund etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dortmund etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2016 Cuma

Hummels - Dortmund - Bayern

Hummels (18), Kahn (37)
Matt Hummels... An itibariyle 28 yaşına girdi bugün. Dünyanın en iyi 10 savunmacısından biri olduğu herkesin malumu. Yukarıdaki fotoğraf karesi ise 19 Mayıs 2007 tarihine ait. Hitzfeld'in Bayern Münih'i kendi sahasında, Jürgen Klopp'un Mainz'ını ağırlıyor. Sezonun son maçı aynı zamanda. Bayern Münih'te kalede efsane isim Oliver Kahn, savunmada şimdilerin bir diğer efsanesi Philipp Lahm'ın yanı sıra Demichelis, Salihamidzic, orta sahada İran'lı 'kaybolan yetenek' Ali Karimi, 'hırs deposu' Van Bommel, Bayern'de son maçına çıkıp futbolu bırakacak olan bir diğer efsane Mehmet Scholl var. En ileri uçta ise Şampiyonlar Ligi tarihinin en hızlı gol atma başarısını gösteren Roy Makaay ile Roque Santa Cruz. Bayern bu maçı 5-2 kazanırken, 18 yaşındaki Matt Hummels ise Bayern kariyerindeki ilk ve tek resmi maçına, Demichelis'in sakatlığı sonrası 52.dakikada çıkıyor. Oyunda kaldığı yaklaşık 40 dakika, muhtemelen o zamanlarda kendisinin asla unutamayacağı bir anı olurken, bu maçtan sadece 7 ay sonra Dortmund'a kiralık veriliyor. 1,5 yıllık kiralamanın ardından 2009 - 2010 sezonu başında Dortmund, Hummels'i ezeli rakibinden 4 milyon euro karşılığında satın alıyor. Hummels artık Dortmund'da banko oynuyor ve başarılı geçen 7 yılın ardından 2016 - 2017 sezonu başında tam 38 milyon euroya eski kulübüne geri dönüyor. Muhtemelen minimum 4-5 yıl Bawyera'da kalmaya devam edecek Hummels. Bakalım 2013 yılında Dortmund formasıyla Bayern Münih'e kaptırdığı Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna burada ulaşabilecek mi? Çünkü Bayern ve Hummels için bundan daha aşağı bir hedef asla olmadı ve olamaz da...

Bu arada yukarıda anlattığım maçın sonunda yaşananları sorarsanız, şöyle anlatayım. Bayern, başarısız geçen sezonun ardından eşine bir daha rastlamamızın zor olduğu bir şekilde sezonu 4.sırada bitiriyor. Bu aynı zamanda Bayern'in sürekli aşina olduğu Şampiyonlar Ligi yerine UEFA Kupası'na katılacağı anlamına geliyor. Ottmar Hitzfeld kadar Jürgen Klopp için de sıradan bir maç bu, çünkü iki takımın da maçın sonucuna göre sıralaması değişmeyecek. Mainz, küme düşmeyi bir önceki hafta garantilemişti. Klopp gemisini terk etmez ve Bundesliga 2'de görevine devam eder. 2007 - 2008 sezonunda Mainz ligi dördüncü bitirir ve Bundesliga'ya geri dönme şansını kaçırır. Klopp, tam da bu anda kariyeri için dönüm noktası olacak kararı verir ve Mainz'daki görevinden ayrılıp Dortmund'a imza atar. Hummels gibi o da tam 7 sezon Dortmund için elinden geleni yapar ve dünyanın en saygın teknik adamlarından biri olarak anılıp 2015'te Liverpool'la anlaşır. Sonrasını zaten biliyorsunuz...

21 Aralık 2015 Pazartesi

En ünlü Bosman transferleri

Bosman kuralını bilmeyeniniz yoktur sanırım. Hani şu futbolcunun sözleşmesinin bitmesine 6 ay kala istediği kulüple görüşüp anlaşması ve sözleşmesinin sonunda bedavaya (sıfır bonservis) transfer olması. İlk olarak 1990'da Belçikalı futbolcu Jean Marc Bosman'ın başka bir takıma gitmek istemesi ama bu konuda bonservis sorununun büyük bir engel olarak durması ile ilgili konu yargıya kadar taşınmış ve 5 sene süren hukuk mücadelesi kazanıldıktan sonra Avrupa Futbolunda milat olacak bu karar, Avrupa Adalet Divanı tarafından alınmıştır (Aralık 1995)

1995 yılından bu yana Bosman kuralı ile yüzlerce transfer yapıldı ama bazıları çok daha büyük ses getirdi. Gelin onları hep beraber hatırlayalım. Bu arada eksikler varsa lütfen hatırlatın, listeye dahil ederiz :)

Robert Lewandowski

Bosman kuralı transferlerinin kuşkusuz en büyüklerinden birisidir Dortmund'lu Lewandowski'nin ezeli rakibi Bayern Münih'e bedava gitmesi. Jurgen Klopp ile beraber Dortmund'da 187 maçta 103 gol atacaksın, 2 Bundesliga, bir Almanya Kupası şampiyonluğu yaşayacaksın ve bir de Şampiyonlar Ligi Finali oynayacaksın, sonra hiçbir şey olmamış gibi Bayern Münih'e bonservis ödenilmeden transfer olacaksın. Hem de dünyanın sayılı 5 golcüsünden biriyken. Bayern bir önceki sezon Dortmund'dan bir de Mario Götze'yi serbest kalma bedelini ödemek şartıyla transfer edince iki kulüp arasında gerginlik başlamış ve nihayetinde bir daha iki taraf arasında transfer yapılmayacağı açıklanmıştı. Kuşkusuz Bayern, Lewa'yı şu an satmaya kalksa kasasına en az 50 milyonu koyar...

Sol Campbell

Tottenham formasıyla dikkat çeken, 1998 Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Şampiyonası'nda İngiltere Milli Takımı ile de boy gösteren Sol Campbell, Londra'nın kuzeyinde hem de Tottenham'lıların bir gram dahi sevmediği Arsenal'e bedavaya giderken kimse tahmin edemezdi onun ilk 3 yılında 2 kez Premier Lig Şampiyonluğu yaşayacağını. Gunners'ın 2003 efsane namağlup şampiyonluğunda inanılmaz bir performans gösteren Campbell, devrinin en iyi stoperlerinden biriydi kuşkusuz...

Michael Ballack

Almanya'daki her sivrilen yıldızı ağına yakalayıp bir şekilde alan Bayern Münih, Leverkusen'de performansının doruğuna çıkan ve hatta takımı ile 2002'de Real Madrid ile Şampiyonlar Ligi Finali dahi oynayan Ballack ile 1 sene öncesinden 12,9 milyon euro karşılığında anlaştı. Bawyera ekibinde 4 sezon top oynadı ve sözleşmesinin bitiminde (bonservisi elinde) birçok büyük kulübün yarıştığı bir ortamda Mourinho'nun Chelsea'sini seçti ve 4 yıl Ada'da boy gösterdi. 1 Premier Lig, 3 FA Cup ve bir kez de Lig Kupası'nı kazandı. Hem Almanya Milli takımında hem de oynadığı kulüplerde gösterdiği performanslarla oyunu iki yönlü oynayabilen en iyi futbolculardan biri oldu.

Steve McManaman

Liverpool altyapısında başlayan kariyerinde 27 yaşına geldiğinde sözleşmesi sona ermiş ve artık yeni bir yolculuğa yelken açmanın zamanı gelmişti. Aynı zamanda 2 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu yaşayan ilk İngiliz futbolcu ünvanını da Bosman kuralı ile 1999 yılında geldiği Real Madrid ile kazanacak olan McManaman özellikle ortasahanın sağında hızıyla çok etkiliydi. Roberto Carlos, Figo, Raul, Morientes, Zidane, Guti, Brezilyalı Ronaldo, gibi yıldızlarla 2 sezon La Liga Şampiyonluğu da yaşayan Liverpool'un çocuğu, kendi ülkesinde göremediği tüm büyük başarıları Galacticos ile elde etti.

David Beckham

Manchester Unıted'da Eric Cantona'dan sonra efsane 7 numaranın sahibi olan David Beckham'ın ünü tüm dünyada eserken o, Ada'dan dünyanın belki de en prestijli takımının formasını giymek için Madrid'e uçtu (McManaman'dan farkı bonservis bedel ile gelmesiydi). Öyle bir kapı araladı ki, kendisinden sonra takımlarıyla özdeşmiş olmalarına rağmen Nistelrooy, Owen, Henry, Gudjohnsen, Modric gibi yıldızlarda La Liga'nın yolunu tuttular. Real Madrid'e 2003 yılında gelen ve hem imajıyla hem de futbolu ile gönülleri fetheden Beckham yaşı 32'ye geldiğinde Madrid kariyerini sonlandırma kararı aldı ve yeni sözleşme tekliflerine aldırmadan, henüz Avrupa'da hala büyük bir takımda oynama enerjisi olmasına rağmen şok bir kararla ABD'nin Los Angeles Galaxy takımının yolunu tuttu. Bu inanılmaz bir karardı ama her konuda ilk olmayı seven Beckham'ın ABD kararından sonra bu ülkenin kapısından onlarca yıldız daha girdi. Henry, Robbie Keane, Nesta, Lampard, Gerrard, Drogba, Pirlo sadece bazıları...

Andrea Pirlo

Başbakan lakaplı maestro, günümüz futbolunun şüphesiz dahilerinden biri. İnter'den Milan'a uzanan kariyer yolculuğunda Milan ile her başarıyı yakalayıp efsane statüsüne erişen Pirlo, İnter'deki ofansif futbolcu kimliğinden evrim geçirerek zamanla çift yönlü ortasaha profiline erişti. Şüphesiz bu evriminin mucidi de Carlo Ancelotti'dir. Onunla Milan'da yeni bir oyun görüşüne kavuşan Pirlo kısa zamanda oynadığı mütevazi ve akıl dolu futbolu ile tüm futbolseverlerin beğenisini ve saygısını kazandı. 10 sezon oynadığı Milan'da çöküş başlayınca yöneticiler onu ikna edemedi ve 2011 yılında 32 yaşındayken sözleşme yenilemeden bir diğer İtalyan büyüğü Juventus ile anlaştı ve burada da deyim yerindeyse Serie A'ya damga vurdu ve sayısız kupa kazandı. Kariyerinin sonunda ise 36 yaşında ABD'nin yolunu tuttu.

6 Kasım 2015 Cuma

Sweet November...


Yıllar önce Edirne'de üniversite yıllarımda vizyona girmişti ve geldiği gün zaten soluğu sinemalarda almıştım. 2001 yılının Mayıs ayıydı, havalar ısınmaya başlamıştı. Gösterime girdiği ay ile filmin yayınlandığı zamanın anlamsızlığından başka muazzam bir film bizi bekliyordu. O zamanlar genç kızların hayran olduğu Keanu Reeves ve yine bizim gibi delikanlıların fazlasıyla beğendiği Charlize Theron'un başrollerini paylaştığı unutulmaz aşk filmlerinden sadece biriydi; "Kasımda Aşk Başkadır"... Gerçi sinema eleştirmenleri filmi genel anlamda fazla beğenmese de platonik aşk yaşantımız ve Charlize ablamızın güzelliğinden olsa gerek biz filmi beğenmiştik...

Sonra "Yine aylardan kasım, sanki sende kaldı bir yarım..." diye başlayan nakaratıyla Grup Tual girdi hayatımıza. Ön planda aynı zamanda grubun vokalisti olan, uzun saçları ve kalın sesiyle (yıllar sonra kimdi bu adam diye araştırdığımız ve adının İskender Türsen olduğunu öğrendiğimiz) hafif orta yaşlı abimizin etkileyici olgun sesiyle Rock müzik seven ve içinde aşk acısı yaşayan binlerce insanı bir şarkıyla kendilerine hayran bırakmışlar ve yıllar geçse de unutulmaz bir eser bırakmışlardı yarınlara...

Konuyu nereye bağlayacaksın diyeceksiniz ya, tam da işte ona gelecektim. Bu yazıyı yazdığımda Kasım ayının henüz 6'sı. Biliyorum biraz geç kaldım ama yine de Kasım ayının geri kalan zamanında Avrupa'dan önemli maçları paylaşmak ve hatırlatmak istiyorum. Yine aylardan kasım diye başlayıp, Kasımdaki maçların tadı başka diye bitirelim ve aşağıdaki maçlar öncesi şimdiden planlarımızı gözden geçirelim. Özellikle 21 Kasım tarihine dikkat...

Listedeki sıralama ise tamamen şahsımın sıralamasıdır, herkesin önem derecesi farklıdır :)

1. Real Madrid - Barcelona


2.Borussia Dortmund - Schalke

3. Manchester City - Liverpool

4. Juventus - Milan

5. Arsenal - Tottenham

6. Roma - Lazio

7. Schalke - Bayern Münih

8. Tottenham - Chelsea

9. Feyenoord - Ajax

10. Panathinaikos - Olimpiakos

Malum Kasım ayında Milli maçlar dolayısıyla bir hafta lig maçları oynanmayacak olduğu için büyük maçlar neredeyse sadece iki güne sıkıştırılmış konumda. O yüzden 8 ve 21 Kasım'da iyisi mi hiç evden çıkmayın. Kasım ayının romantikliğini sonuna kadar yaşayın...

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yok artık : 9 dakikada 5 gol


Yaşı 35'lere gelmiş ve daha üstü olanlar bilirler. Bizim çocukluğumuz mahalle maçlarıyla geçti. Alt sokakla, üst sokakla ya da karşı mahallenin takımı ile sürekli maçlar yapardık. Biz genelde "7 devre 15 biter" der, maçlara öyle başlardık. Kimileri 1 saatte biterdi, kimileri ise bir günde dahi bitmezdi. Hele bir tanesinde maç o kadar kıran kırana geçti ki, ilk gün maçın ortalarında çok da sevmediğimiz ve bizim mahallenin adeta düşmanca duygular beslediği, bize 2-3 kilometre uzaklıktaki mahallenin gençleri maç oynadığımız yeri basmış, biz de korkumuzdan evlerimize dağılmıştık. Korku demişken yaşımız 11-12 civarıydı, sahayı basanların ise 17-20. Derken ikinci gün maçı her zaman oynadığımız sahanın bir üst sokağında, hem de arabaların geçtiği bir ortamda en zor şartlarda oynadık. Bu defa da hava karardı, maçı yine tamamlayamadık. Ama yanlış hatırlamıyorsam maçın bitmesine bir yada iki gol kalmıştı ve üçüncü gün mahallemizin aynı zamanda amatör futbol kulübünün de maçlarını oynadığı toprak sahanın hemen altındaki çimenlerin olduğu yerde maçı tamamladık ve maçı 15-13 kazandık.

Bunu neden anlattım? Çünkü biz çocukluğumuzda bazı kısa süren maçlarda ben de golcü pozisyonunda oynadığım için çok gol atardım. Hiç 9 dakikada 5 gol attım mı bilmiyorum ama bir maçta değil 5 gol, 7-8 tane attığımı da hatırlıyorum. Konu tabii ki kimin daha fazla gol attığı değil ama günümüzün son 10 yıldaki makineleri ve rekortmenleri olan Messi ve Ronaldo'nun dahi erişemeyeceğini düşündüğüm mertebeye bir Polonyalı çıktı. Adı : Robert Lewandowski. Wolfsburg ile oynanan lig maçında 9 dakikada 5 gol attıktan sonra Guardiola gibi bir teknik adamı kendinden geçiren, rüya alemlerinde hissettiren, kısacası tüm dünyanın ağzı açık halde izlediği kusursuz bir golcü...


Maça ikinci yarının başında girmesine rağmen sadece 9 dakikada Wolfsburg filelerini tam 5 kez havalandıran golcü oyuncu, bu alanda en yakın rakibi Jermain Defoe'ye 27 dakika fark attı. Bu seviyeye Ronaldo daha önce 60 dakikada gelebilirken, Messi ise değerlendirme sadece lig maçlarını içerdiği için bu alanda listeye giremedi. Messi bir maçta hiç mi 5 gol atamadı derseniz, tabii ki hayır derim çünkü Messi, Şampiyonlar Ligi maçında Leverkusen'e 59 dakikada 5 gol atmıştı.

Tekrar Lewandowski'ye dönersek... Saha içinde oldukça soğukkanlı olan, çok koşmayan ama bitirici vuruş üstadı olan, sahada kendisini çok iyi saklayan, golü adeta koklayan ve o sahadayken tüm arkadaşlarına güven veren, devrinin en kaliteli 3 santrforundan biri. Diğer ikisi kim derseniz Aguero ve Suarez derim. 8 dakika 58 saniyede 5 gol atıp kırılması neredeyse imkansız bir rekora ulaşan Lewandowski bu maçtan sonra oynadığı bir lig, bir de Şampiyonlar Ligi maçında toplamda 5 gol daha atarak, 1 haftada oynadığı 3 maçta 10 gole ulaştı. Biri ona "dur" demeden sanırım durmayacak. Çok değil 2,5 sene önce Dortmund formasıyla Real Madrid'e Signal İduna Park'ta attığı tam 4 gol de CV'sinin önemli başarılarından biri. Daha önce bir sezonda tüm kupalar dahil en çok golü, aynı zamanda Şampiyonlar Ligi finali de oynadıkları 2012-2013 sezonunda 49 maçta 36 gol ile bulan yıldız golcü, bu yazı kaleme alındığında Bayern Münih formasıyla 10 maçta 14 gole ulaştı. Basit bir kehanetle sezon sonunda kendi rekoru olan 36'yı rahatlıkla geçmesini beklediğimiz Lewandowski aynı zamanda 2015 yılında toplamda 29 gol attı.


Sadece Bundesliga'da 168 maçta 101 gol atan Lewa, bakalım daha hangi rekorları kırmaya devam edecek ve Guardiola'nın ne kadar daha başını döndürecek?

21 Eylül 2015 Pazartesi

4 EKİM 2015 - Bu maçlar kaçmaz...


4 Ekim 2015 Pazar günü evdeyseniz eğer, o gün hiç dışarı çıkmayın derim :)

Saat üç buçuktan gece 12'ye kadar tam 6 güzel ve çekişmeli maç bizleri bekliyor olacak.

6 farklı ligden dünyanın en iyi futbolcuları ekranda olacak. Heyecandan hangisini izlesem acaba diye sıklıkla kararını değiştireceğiniz maçlara sizler de bir göz atın ve o gün kimselere randevu vermeyin derim :)

17 Eylül 2014 Çarşamba

Kısır Döngü : Arsenal - Dortmund, Bayern - M.City

İngiltere'den Arsenal ve Manchester City...
Almanya'dan Bayern Münih ve Borussia Dortmund...

Kader, İngiliz ve Almanları son 4 Şampiyonlar Ligi sezonunun 3'ünde sürekli aynı gruplara koyuyor. 2011 - 2012, 2013 - 2014 ve şimdiki sezon olan 2014 - 2015 sezonlarında Arsenal, Dortmund ile Bayern Münih ise Man. City ile aynı grupta yer aldılar...

Hatta bu halka (bir yerde belki de lanet) öyle bir genişliyor ki;

Sözkonusu 4 sezonun ikisinde ise Arsenal , Dortmund ve Marsilya aynı grupta yer aldılar. Yani Marsilya istemeden de olsa bu lanetin içerisine dahil oldu.

Bayern Münih ve Man. City'nin yer aldığı ölüm gruplarında ise son iki yıldır üstüste CSKA Moskova da mecburiyetten rakiplerine eşlik etti. 

2011 - 2012 sezonunda Arsenal grup lideri olarak ikinci tura çıkarken Dortmund grubu son sırada bitirmişti. Dortmund için bu 'son' yükselişin belki de anahtarı oldu ve bir sonraki sezon Şampiyonlar Ligi'nde final oynadılar. 2011 - 2012'de Bayern Münih grubunu lider tamamlarken, Man. City ise Napoli'nin arkasında 10 puanla 3. olabilmişti.


2013 - 2014 sezonunda ise bir Şampiyonlar Ligi tabiri olan 'ölüm grubu' olarak adlandırılan grupta; Şampiyonlar Ligi'nin eşine az rastlanır (belki de tektir) bir durumda Arsenal, rakipleri Dortmund ve Napoli ile beraber grubu 12 puanda bitirmesine rağmen üçlü averaj kuralı sonrasında dramatik bir veda ile 3. sırada yer aldı ve gruptan çıkamadı. Dortmund ise grubu lider tamamladı. Aynı sezon Bayern Münih yine grubu en önde bitirirken, Man. City ikili averaj gereği ikinci sıradan bir üst tura yükseldi ve ilk kez gruptan çıkma başarısını gösterdi.

ve gelelim 2014 - 215 sezonuna. Tarih tekerrür etti ve son 4 sezonda 3.kez bu takımların yolları tekrar kesişti. Arsenal ve Dortmund bu defa temsilcimiz Galatasaray ve Anderlecht ile eşleşirken; Bayern Münih ve Man. City'nin ise rakipleri CSKA Moskova ve Roma oldu. Bu defa 'ölüm grubu' tabiri bu grup için ifade ediliyordu ki, kesinlikle doğruydu. Dördüncü torbanın en güçlüsü Roma; Almanya, İngiltere ve Rusya şampiyonlarıyla aynı gruptaydı ve maçların tamamı kesinlikle büyük bir heyecana sahne alacaktı. 

Ek olarak; son 4 sezonun üçünde aynı grupta yer aldığı Bayern Münih ile sadece 2012 - 2013 sezonunda eşleşmeyen Man. City'nin o sezonda da Dortmund ve Real Madrid ile aynı grupta yer aldığını da hatırlatalım. Her halükarda İngilizlerin Şampiyonlar Ligi başarısızlığının en büyük sebebi olarak sürekli 'ölüm grubu'nda yer almalarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu konuda zaten Manuel Pellegri'nin de Şampiyonlar Ligi torba statüsü konusundaki rahatsızlığı bilinen bir gerçek.


Böylesine kısır bir döngü açıkçası Şampiyonlar Ligi'nin ruhuna, izlenebilirliğine, heyecanına hiç yakışmıyor. Sürekli aynı takımların birbirleriyle eşleşmesi açıkçası herkes için can sıkıcı. Hatta bu alanda son yıllarda Barcelona ile PSG'nin, Chelsea ile Schalke'nin, Ajax ile Barcelona'nın da benzer eşleşmeleri ile yukarıdaki kısır döngüye oldukça yaklaştıklarını belirtelim.

Bu konuda UEFA, ciddi atılımlar yapmaya niyetli ve 2015 -2016 sezonundan itibaren kura çekimleri öncesi torbaya girecek takımların yerleştirilmesi konusunda ciddi yenilikler yapılacağı hala gündemde. En büyük yeniliğin; birinci torbada yer alan takımların Avrupa'da ülkeler bazında en başarılı 7 ülkenin şampiyonlarının ve son Şampiyonlar Ligi şampiyonunun yer alacağı konuşuluyor. Yani bu durumda yeni statüye göre birinci torbada aynı ülkeden sadece bir takım yer alacak ve an itibariyle Avrupa'da ülkeler bazında 7.sırada bulunan Rusya'nın şampiyonu birinci torbadan kendine yer bulacak.

Bakalım ilerleyen yıllarda neler değişecek? Platini ne gibi sürprizler hazırlayacak? Bunu da hep beraber göreceğiz.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Görev Tamamlandı...

Hiçbir başarı tesadüf değildir.

Yıl 2001...

Şampiyonlar Ligi'nde o zamanlar ilk grup maçlarından sonra ilk ikiye giren takımlar, ikinci tur maçları yapmak yerine tekrar 4'lü gruplara bölünürlerdi. Bayern Münih, iki gruptan da çıktıktan sonra çeyrek finalde kendisine en zor kura çıkar ve Manchester Unıted ile eşleşir... Rakibini iki maçta da yenerek (1-0 ve 2-1) yarı finale adını yazdırır... Son 4 takımdaki rakipleri Real Madrid, Valencia ve Leeds Unıted olur. Kura şansı (!) yine devam eder ve rakip Real Madrid olur. Del Bosque'nin Galacticos'unu her iki maçta da aynı tarife ile 1-0 ve 2-1 ile geçen Ottmar Hitzfeld'in öğrencileri finalde Valencia'nın rakibi olur. O zamanlar hatırlayanlar bilirler, kadroda Kahn, Effenberg, Elber, Scholl, Jancker, Linke, Lizarazu, Jeremies, Kuffour, Salihamidzic gibi yıldız futbolcular vardı... Penaltılara kadar giden maçta Hector Cuper'in Valencia'sını 5-4 yenen Bayern Münih, Avrupa'nın en büyüğü olur. Özellikle çeyrek ve yarı finaldeki zor eşleşmelerin tamamını kazanıp kupayı almaları muazzam bir başarı olmuştu...

Yıl 2013...


Bayern Münih şampiyonluk yolunda gruplardan sonra çıktığı maçlarda sırasıyla 2.turda Arsenal gibi İngilizlerin ekol sahibi takımı ile eşleşti. Rakibini ilk maçta Londra'da 3-1 ile resmen sürklase ettiler. Almanya'da ise tamamen ilk maçın skorunun rehavetine girdikleri maçta 2-0 ile kaybettiler, deplasman golü kuralı ile çeyrek finale yükseldiler. Bu skor ile beraber Bayern Münih, bu sezon Şampiyonlar Ligi dahil oynadığı 54 maçta, ilk defa bir maçta gol atma becerisi gösteremiyordu. Alınan bu mağlubiyet, başta Heynckes tarafından büyük bir ders olarak takıma öğretildi.


Çeyrek finalde İtalyanların 1 numarası ve son iki yılın Serie A şampiyonu Juventus'u zorlanmadan ve gol yemeden iki maçta da yenerek (2-0, 2-0) toplamda 4-0'lık skorla yarı final vizesi alındı.


... ve tarihe geçen yarı final eşleşmesi. Uzay takımı olarak bilinen Barcelona, ne olduğunu anlamadan bir futbol tecavüzüne uğratıldı. Bayern Münih'in finale kaldığını yazan tabelada ise toplam skor 7-0 olarak (4-0, 3-0) beliriyordu. Barca, tam anlamıyla paramparça oluyordu. Dünya Futbolu'nda artık bazı taşların yeri tamamen değişiyordu. 7-0'lık sonuç aynı zamanda 20 yıllık Şampiyonlar Ligi tarihinde yarı finallerde alınan en farklı skor olarak da tarihe geçiyordu. Bir 'Futbol ihtilali' yaşanıyordu 1 Mayıs gecesi...

İtalya ve İspanya şampiyonlarına 4 maçta atılan 13 gol ve karşılığında kalesinde gol dahi görmeyen Manuel Neuer... 

... ve FİNAL...


Yarı final eşleşmeleri öncesi, finalde çoğu insan ve otoriteler tarafından El Clasico beklenirken, Almanlar kendi El Clasico'larını tüm dünyaya izleteceklerdi. Dortmund ile Bayern arasındaki mücadele amansız bir final maçı olacaktı, bundan kimsenin şüphesi yoktu. Bayern Münih, rüya gibi geçen sezonun sonunda Barcelona hegomanyasını yıkıp, yaptığı futbol ihtilalini taçlandırmanın peşindeydi. Maçı, favori olan taraf yani bu sezonun tartışmasız en iyisi Bayern Münih kazandı ve 12 sene sonra tekrar Avrupa'nın en büyüğü oldu.


Alman Tankı diye de adlandırılan Bawyeralıların gruplardan sonra karşılaştığı ve elediği takımlara bir göz atalım...


Arsenal - Juventus - Barcelona - Dortmund...


Sonuna kadar hak edilmiş ve birbirinden zorlu takımları eleyerek kazanılmış bir Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu... Hem de rakiplerine nazaran her türlü kura şanssızlığına rağmen...


Bu sezon toplam 4 kulvarda oynadıkları tüm kupaları kazanarak tarihe altın harflerle adlarını yazdırdılar... Almanya Süper Kupası, Almanya Lig Şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu ve son olarak Almanya Kupası Şampiyonluğu... 54 maçta 46 galibiyet 5 beraberlik ve sadece 3 mağlubiyet... Alınan 3 mağlubiyetin biri skor rehavetiyle kaybettikleri 2-0'lık Arsenal maçı... Diğeri, 3-1'lik Bate Borisov istisnası. Evet istisna, çünkü 100 defa karşılaşsalar ancak 1 tanesini Belarus takımı kazanabilirdi... Sonuncusu ise sahalarında 2-1 kaybettikleri Leverkusen maçı... Bu sozkonusu 3 mağlubiyette dahi Bayern Münih'in ortalama kaleye 20'şer şut attığını da notlarımıza ekleyelim...

Bu sezon tüm takım fazlasıyla olağanüstü oynadı. Hiçbirisine kötü diyemeyeceğimiz performanslara rağmen; Ribery, Dante, Lahm, Robben, Martinez ve Müller'e 10 üzerinden 10 veriyor, diğerlerine de 9,5 veriyorum :) Şaka bir yana, sezon başından bu zamana kadar mücadele ettiği 4 kupanın tamamını kazanarak hem rekorları altüst ettiler hem de dünyada yılın takımı olma gururunu sonuna kadar hakettiler. 


Son 4 yılda 3 Şampiyonlar Ligi Finali ve nihayet üçüncüsünde kazanılan kupa...

Şimdi onlar için 3 tane daha hedef var...


Önce Kıtalararası Kupa Şampiyonluğu, daha sonra geçen sene Şampiyonlar Ligi Finali'nde Chelsea karşısında aldıkları dramatik mağlubiyetin intikamını alma şansına sahip olacakları Avrupa Süper Kupası ve Almanya Süper Kupası'nda rakibinin adeta rövanş maçı olarak göreceği Dortmund mücadelesi...

21 Mayıs 2013 Salı

Futbolun Olmazsa Olmazı... İSTİKRAR

Futbolda, istikrarın en güzel örneğini İngilizler vermekte. Sir Alex Ferguson, 27 yıllık Manchester Unıted kariyerine son vereli henüz daha birkaç gün olmuşken, özellikle bizim ülkemizdeki futbol takımlarının teknik direktörlerinde yaşanan 'kıyım', bir hayli dikkat çekmekte.

En son, Beşiktaş teknik direktörü Samet Aybaba ile yollarını ayırma noktasına gelen Siyah - Beyazlılar'da harıl harıl yeni teknik adam arayışları başladı. Haksız yere görevinden ayrıldığını düşündüğüm Samet Hoca, altını çizerek söylüyorum, kesinlikle BAŞARISIZ DEĞİLDİ. Lig üçüncülüğü, oynattığı pozitif futbol ile haklı haksız birçok futbolseverin bu sezon için beğendiği bir teknik adamdı. Dar kadro, sınırlı rotasyonun üzerine bir de hiç hesapta olmayan, rakiplerine oranla fazlasıyla sakatlıklarla boğuşunca lig üçüncülüğü gerçekten de çok başarısız bir sonuç olarak görünmedi. Zaten sezon başında nasıl bir takımı devraldığını, hangi şartlarda sezonu tamamladığını da düşündüğümüzde Samet Hoca, haksızlığa uğramıştır kanaatindeyim.


Bu konuyu fazla uzatmadan şu örneği de vermeliyim. Geçenlerde eski Fenerbahçe başkan vekili Nihat Özdemir, Ankara'da şöyle bir açıklamada bulunuyordu. "Şirketlerde olduğu gibi futbolda da başarı için istikrar şart, o yüzden Aykut Kocaman ile F.Bahçe kulübünün devam etmesi son derece doğru bir karardır, arkasındayım". Bu sözleri söylerken dikkat ettiğiniz gibi Özdemir, günümüzdeki şirketlerin başarısının da istikrardan geçtiğini önemle belirtip bunu futbolla ilişkilendiriyordu ki sonuna kadar da haklıydı.

"İstikrar olmadan başarı da olmaz"

Tamam, Sir Alex Ferguson, futbol için büyük bir istisna ama kendisi görevde kaldığı 27 sene boyunca sadece 5 sezon kupa kaldıramamış ve bu 5 sezonun 3 tanesinin göreve geldiği ilk 3 sezon olduğu gerçeğini görünce hayretler içinde kalmamak elde değil. Bizim ülkemizde hiçbir teknik adama bu kadar sabır ve saygı gösterilmez. Ancak kapı gösterilir...

Yazımın başında da dediğim gibi İngilizler, istikrar kelimesinin açılımı için muazzam örneklere sahipler. İstikrarlı futbolcular, istikrarlı teknik adamlar hep onların liginde vitrine çıkıyorlar. Hatta öyle ki, bir alt ligleri olan Champions League'de ve hatta Lig1 ve Lig2'de (üçüncü ligleri oluyor) dahi teknik direktörler, Premier Lig'e çıkamasalar dahi takımın başında çok uzun süre kalabiliyorlar. Çünkü takımlar planlamalarını buna göre yapıyorlar, o teknik adama göre hareket ediyorlar. Teknik adam değişikliklerini çok zor durumda kaldıkları zaman tercih ediyorlar.

Sir Alex Ferguson'un yanına 17 sezon ile Arsene Wenger'i de ekleyebiliriz. Peki Everton gibi bir takımda tam 11 sezon kalan ve bu uzun zaman boyunca tek bir kupa dahi kaldıramayan, yeni sezonda M.Unıted gibi bir devin başında göreve başlayacak olan David Moyes'e ne demeli? Tam 7 sezon Stoke City'nin başında görevde kalan Tony Pulls'da şüphesiz ayrı bir övgüyü hakediyor.

Bu örnekler Premier Lig ağırlıklıydı. Ya Champions League ve daha da alt lig takımları? Bir de onlardaki istikrara bir göz atalım. Exeter takımının teknik direktörü Paul Tisdale, tam 7 sezondur takımının başında. 5'er sezonu geride bırakan Carlisle takımının başında Greg Abbott ve Oxford'un başındaki Chris Wilder... Örnekler çoğaldıkça çoğalır. Bizim ülkemizde şu an 3 sezonun üstünde takımının başında kaç teknik adam var acaba?

Ya Alman takımlarının, tüm Avrupa'yı fethetmesine ne demeli? Sistemli futbol yönetimlerine bağlı olarak, bütçelerine göre transfer anlayışlarıyla istikrarlı futbolcu ve teknik adam hamleleriyle şu an Avrupa'nın en büyük süper güçleri Bayern Münih ve Dortmund olmadı mı? Jupp Heynckes ve istikrarlı kadrosunu gözünün önüne getirin. Lahm, Van Buyten, Bastian, Ribery, Robben, Kroos, Müller ve Gomez yıllardan beri beraber oynuyorlar. Böylesine iskelet bir kadronun yanına nokta atışı yapılarak Boateng, Neuer, Dante, Martinez ve Mandzukic eklenerek Avrupa'nın en büyüğü olunmadı mı? Barcelona gibi uzay takımına 7 gol atılmadı mı? +

Ya Dortmund... Filozof vari kimliğiyle meslektaşlarından rahatlıkla ayrılan Jürgen Klopp'un 2008'de devraldığı takımla Bayern hegomanyasına kısa sürede olsa 2 sezon üstüste lig şampiyonluğu ile son veren ve takımına büyük bir ivme kazandırıp bu sezon Şampiyonlar Ligi Finali'ne kadar gelinen yolda oynadığı 12 maçta sadece 1 mağlubiyet alarak her futbol severin takdirini kazanmış, enerjisiyle takımı çok iyi havaya sokan bir antrenör, istikrar kelimesinin yeterli açılımı değil de nedir?

Ülkemizde ise istikrarın en önemli örnekleri; Aykut Kocaman ile Fenerbahçe. Görevde kaldığı 3 sezonda da takımını hemen hemen her kulvarda son haftalara kadar devamlı zirve mücadelesinin içine dahil ederek bu alanda bence başarılı oldu, sevmeyeni de aynı oranda çok olsa da... Aynı şekilde Fatih Terim de 3.kez takımın başına geçtiği Galatasaray'da 2 sezonda da şampiyonluk ipini göğüslemiş ve Avrupa'da takımına eski özlenen başarıları getireceğinin sinyallerini vermiştir. Bu noktada Ertuğrul Sağlam'ın da Bursaspor'un başında 3 sezonda gayet istikrarlı sonuçlar aldığını ve aldığı lig şampiyonluğuyla tarihe adını altın harflerle yazdırdığı gerçeğini de unutmayalım...

Hal böyleyken istikrarlı futbolcular, istikrarlı yönetimler ve istikrarlı teknik adamlarla kulüplerin uzun vadede başarılı olabileceklerini net bir şekilde söyleyebiliriz. Uzun vade demişken, bu 3 sene de olabilir 5 sene de 7 sene de. Yeter ki; iyi planlama, kararlı bir strateji, başarının kısa vadede değil uzun vadede geleceğini bilen yönetim ve buna eş değerde bir teknik direktör seçimi...

twitter.com/serdarsozkesen

7 Mayıs 2013 Salı

Germany İn Spain Out!!!

Malum, bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde Alman panzerlerinin fırtınası esti... 

Toplamda alınan 11-3'lük tarihi hezimetin yankıları hala gündemini korumakta...

El Clasico takımları sapır sapır dökülüp hayal kırıklığı ile finali kaçırmalarından sonra birkaç tane esprili paylaşımlar da bulunmak istedim :)









19 Nisan 2013 Cuma

Futbolun Mizahi Yönü - 5

2012 - 2013 futbol sezonun bitimine yaklaşık olarak 1 ay kala ben yine kafaları dağıtmak, futbolun mizahi tarafına da atıfta bulunmak adına 2 ay önce başlattığım serinin 5.sini sizlerle paylaşmak istedim...

Malum, çoğu takımın taraftarı takımının içinde bulunduğu yarışın sıkıntılarıyla uğraşırken, ben hep burada futbolun güzel bir oyundan ibaret olduğunu ve mizahi, gülmece tarafının da olduğunu düşündüren ve hissettiren eğlenceli fotoğraflardan oluşan bir seri başlatmıştım...

Lafı fazla uzatmadan, serinin ilk 4 bölümünü de tekrar hatırlattıktan sonra 5.bölüme başlıyoruz :)

Futbolun Mizahi Yönü 
Futbolun Mizahi Yönü -2
Futbolun Mizahi Yönü -3
Futbolun Mizahi Yönü -4

Ballon d'Or ödülüne farklı bir bakış :)
Geçen sezon en zayıf halka Chelsea kupayı kazanmıştı. Bu sezon?
Tavus kuşuna dönen Neymar, acaba hangi takıma gidecek?
Hepimiz Messi'yiz yada öyle olacağız, başka yolu yok!!
Robben, her şekle uyar, çok amaçlı :)
Messi - Ronaldo finali olur mu bilmeyiz ama hiç de kolay olmayacak.
Yorumsuz :)
Tam da beni anlatıyor. Senin dünyan, benim dünyam :)

10 Nisan 2013 Çarşamba

Küllerinden Doğdular... Dortmund Efsanesi...

Adeta küllerinden yeniden doğdular... 

90'lı yılların ikinci yarısından 2000'li yılların başındaki zamanlara kadar olan dönemde Dünya Futbolu'na armağan ettikleri Möller, Sammer, Riedle, Chapuisat, Lehmann, Wörns, Bobic, Koller, Amoroso, Rosicky, Ricken dönemindeki şaşalı futbollarına geri döndüler... 1997'deki Şampiyonlar Ligi şampiyonlukları, 1998'deki Ş.Ligi yarı finali ve 2002 UEFA Finali hep bu futbolcuların eserleriydi... 

Çok başarılı ve bir o kadar da sempatik bir teknik adamları var... 

Jürgen Klopp... Hem enerjik, hem yetenekli, hem özgüveni çok, hem de başarıya fazlasıyla aç... O, şüphesiz şu an dünyanın en iyi 5 teknik adamından biri...




Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde mağlup olmayan tek takım durumundalar... Real Madrid, Manchester City ve Ajax'ın olduğu ölüm grubundan kimselere yenilmeden lider çıktılar, güçlerini tüm dünyaya ispatladılar... 

Tüm maçlarında maçı domine eden, üstün olan taraf hep onlardı... 

İdeal kadrosundaki oyuncuların % 90'ı 25 yaşın altındaydı ve neredeyse tamamının Şampiyonlar Ligi tecrübeleri de yoktu. Tecrübeleri yoktu derken en fazla maça çıkan futbolcuları, şu an itibariyle 21 maç ile takımda 12.yılını geride bırakan Sebastian Kehl. 16 kez oynayan kalecileri Weidenfeller ise ikinci sırada. Gerisini artık siz düşünün...

Tecrübe açıklarını, inanmış hocaları ve gençliklerinin verdiği enerji ve istek ile kapattılar. Her maça aynı konsantre ile çıkmak her takımın harcı değildi... 

Dünya Futbolu'na son birkaç yılda büyük yıldızlar kazandırdılar... Nuri Şahin, Kagawa, Lewandowski, Reus, Götze, Subotic, İlkay, Hummels... Bazılarını zamanla büyükler kaptı, kalanları için de 'dev'ler adeta kapıda bekliyorlar... 

En son Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final rövanş maçında Malaga karşısında bir mucizeye imza attılar. 90.dakikasına hem de seyircisi önünde 2-1 mağlup giren Dortmund, önce 90+1'de, sonrasında da 90+2'de bulduğu 2 golle rakibini 3-2 yenip, devler liginde yarı final vizesi aldılar. Son dakikalardaki bu 2 gol, bizi 1999 Şampiyonlar Ligi Finali'ne Manchester Unıted - Bayern Münih maçına götürdü. O gün, son dakikaya 1-0 önde giren Bayern, 90.dakikalarda yediği 2 golle kupayı kaybetmişti. Bu defa ise kazanan Almanlar oldu...

Yıllardan beri Almanlar denince akla ilk gelen takım olan Bayern Münih'e de, hem Bundesliga'da hem de Avrupa'da eşlik ediyorlar artık... 




... ve artık onlar bugün Avrupa'nın 5.büyüğü konumundalar... 

... ve hemen hemen her takımın da eşleşmekten korktuğu, saygın ve marka bir kulüp oldular... 

Gerek teknik adam duruşları, gerek futbolcularının sahadaki inanılmaz futbol iştahı ve gerek de her maç tribünlerini dolduran 70.000 seyircisiyle Dortmund, son yılların en fazla gelişme gösteren takımı konumunda... 

İyi ki varsın Jürgen Klopp, bizlere bu denli harika bir takımı izlettirdiğin için...


                            Dortmund seyircisinin Malaga maçındaki fantastik koreografisi...

31 Ocak 2013 Perşembe

Neden Olmasın? Pep Münih - Mou Dortmund...

Dünya Futbolu'nda her ne kadar Messi ve Ronaldo rekabeti kadar olmasa da son yıllarda bir Guardiola - Mourinho rekabeti de vardır. 'Dünyanın en başarılı teknik direktörü' ile 'dünyanın en yetenekli teknik direktörü'nün bitmek bilmeyen akıl oyunlarıdır futbolseverleri de fazlasıyla heyecanlandıran... 

Barcelona ile 4 yılda almadık kupa bırakmayarak erişilmesi güç bir rekora imza atıp tam 14 kupa kaldıran Pep ve gittiği her kulüpte başarılı olan ve tek amacı olan 3 farklı kulüple Avrupa'nın en büyüğü olma arzusunu yerine getirmeden ölmeyeceğine kendisine inandırttığı dahi Portekizli Jose Mourinho... Hatta öyle ki Mourinho'dan sonra İnter çöküşe geçmiş, Chelsea ise bir süreliğine tökezlemişti. Porto ve İnter ile Avrupa'nın 1 numaralı kupasını kucaklayan Jose, Galacticos ile bu amacına ilk 2 yılda ulaşamadı. Tüm futbolseverler tarafından dünyanın en iyi takımı kabul edilen Barcelona karşısında henüz kayda değer bir üstünlük kuramadı.
Eflatun - Beyazlılardaki ikinci senesinin sonunda en büyük ezeli rakibi Guardiola'nın kendi deyimiyle teknik direktörlük kariyerine 'ara' vermesiyle aslında eline bir şans geçmişti. Ama işler hiç de istediği gibi gerçekleşmedi. Vilanova'nın Barca'sı La Liga tarihinin en iyi lig başlangıcını yaptı ve ilk yarı bitmeden rakibine 15 puanlık telafisi zor bir fark attı. Hatta sivri dilli ve içindekini çabukça dışarıya vuran kimliğiyle tanıdığımız Mourinho'da bu tablo sonrası Barcelona'yı şampiyon ilan etmişti. Jose için tek seçenek artık, en büyük arzusu Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu kalmıştı. Bunu da başaramazsa gittikçe artan Madrid medyasının baskısına gerek kalmadan kendisi görevi bırakır diye düşünüyorum...

Avrupa'nın son yıllardaki belki de en yükselen değeridir Almanya Bundesliga... Mücadelesi, oyun yapıları, tribünlerin tamamının dolması, kulüplerin yönetiliş biçimleri, kulüplerin son yıllarda Avrupa'daki topyekün başarı ortalamalarının yüksekliği ile çoğu teknik adamın gözdesi ve her futbolseverin de ilgiyle takip ettiği bir lig oluverdi. 
ve 16 Ocak 2013'de kimselerin beklemediği bir anda Alman 'Dev'i Bayern Münih, 2013-2014 yılı başından itibaren Guardiola ile anlaştıklarını tüm dünyaya açıklayınca bu ligin de marka değeri iyice su üstüne çıkıvermişti... Pep'in sağ gösterip sol ile vurduğu yani herkesin Ada yoluna gideceğine kesin gözüyle bakıp Almanya yolunu seçmesine Wenger"Guardiola ile birkaç kez konuşmuştuk ve kendisi bana İngiltere'de çalışmak istediğini söylemişti. Almanya'ya gitmesine şaşırdım" derken Ferguson ise "Bunu beklemiyordum çünkü bugüne kadar tüm konuşmalar İngiltere'deki kulüpleri işaret ediyordu. Ama bir teknik adam olarak, Bayern Münih'i geri çevirme şansınız çok düşüktür çünkü onlar Avrupa'nın en iyi yönetilen ve en büyük kulüplerinden biri. Harika bir şehir, harika bir stadyum, harika taraftar, harika oyuncular..." şeklinde yorum getirdi...

Evet Guardiola bir yerde Barcelona'ya en yakın futbol oynayan, kurulu bir düzeni olan, adeta makina işleyişinde bir futbol oynayan ve son 3 sezonda 2 kez Ş.Ligi finali başarısı gösteren kaliteli bir takımı seçmişti. Mourinho ise Pep'in bu seçimine, "Bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Herkes kendi kararını kendi vermeli. Kasıtlı olarak mı benim yer almadığım bir lige gitmeye karar verdi, bilmiyorum. Fakat ben hiçbir zaman Almanya'ya gitmem. Bu konuda daha fazla söyleyecek şeyim yok." ifadelerini kullansa da bu sezon Ş.Ligi'ni kazanamazsa olası bir ayrılığın ardından bir sonraki tercihinin Almanların son yıllardaki en büyük çıkış yapan takımı Dortmund'un başına geçip Pep'in rakibi olursa hiç şaşırmam :)
Hem daha düne kadar Real Madrid taraftarları arasında yapılan anketlerde de Jose'nin yerine Dortmund'un başarılı teknik direktörü Klopp'un da adı geçmişken iki teknik adamın yer değiştirmesi ve Pep ile Mou'nun farklı bir ligde bir kez daha rakip olmasını şahsen ben isterim. Zira Mou, Bayern'den hiç de aşağı kalır bir kadroya sahip olmayacak ve kesinlikle de transfer yapıp Bayern'e kafa tutacaktır. 

Sonrasında neler olacağını bekleyip göreceğiz. Mou, bu sıradışılığıyla bundan sonra ne yapsa sürpriz değildir. Ama alacağı her kararın merkezinde her zaman (Madrid ile olmazsa) farklı bir takımla bir Ş.Ligi Şampiyonluğu ve bu kupayı alırken de içinde Barcelona galibiyeti hep olacak...

SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR