Premier Lig etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Premier Lig etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2017 Çarşamba

Bir dönemin sonu

2004'te Porto'yu Avrupa'nın 1 numarası yaptığında soluğu Ada'da, Premier Lig'de alacaktı Jose Mourinho. İngiltere'de bütün durağan giden işleri bozacak, tabloidleri değiştirecek, alışkanlıklara son verecek, sivri dili ve kendine has taktikleri ile başta Chelsea olmak üzere aynı zamanda Ada futbolunun da tarihini değiştirecekti. Gelir gelmez ilk sezonunda kulübüne 50 sene sonra lig şampiyonluğu yaşatacak, döneminin en iyileri arasında yer alan Sir Alex Ferguson, Arsene Wenger ve diğerleri ile zaman zaman atışacak, onların bir anlamda belalısı olacaktı. İki dönem Chelsea'yi çalıştıracak ve bu dönemlerde Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayamasa da takımını sürekli Avrupa'nın en elit takımları arasına yazdırmayı başaracak olan Mourinho'nun unutulmaz Chelsea'sinde 4 futbolcu vardı ki, bunlar takımın tüm başarılarındaki ortak payda idi. Hepsini biliyorsunuz, bu dört kişi Cech, Terry, Lampard ve Drogba'dan başkası değildi. Biri kalede 'dev'leşip uçan kaçanı tutacak, biri savunmada adam geçirmeyecek, diğeri orta alanda oyunu iki yönde de şiir gibi oynayacak, kalanı da en zor zamanlarda takımın gol yükünü çekip zaferler yaşatacaktı. Plan, program mükemmele yakın bir şekilde yıllarca sürüp işleyecek ve Chelsea, kulüp tarihinin altın çağını yaşayacak, en ulaşılmaz denilen kupaları kazanacak, koleksiyonunu sürekli genişletecekti.
Didier Drogba (2004-2012 ve 2014-2015) Petr Cech (2004-2015) Frank Lampard (2001-2014) John Terry (1998-2017)

Öncelikle takımına adeta tek başına Şampiyonlar Ligi'ni kazandıran Drogba 2012'de (2014-2015'te 1 sezon daha), sonrasında 2014'te Lampard takımdan ayrılmak zorunda kaldı. 2015'te ise Cech, yaş engeline takılıp kaleyi Courtois'e bırakıp Arsenal'e imza attı. Herkes birer birer giderken Terry ise dimdik ayakta kaldı. Acımasız yıllara, gelen giden teknik direktörlere inat takımın demirbaşı olarak sürekli kadronun içinde yer aldı.

11 sezon aralıksız forma giyen Cech; 2000'li yılların en iyi 5 kalecisinden biri olacak, Terry; Avrupa futbolunun son 15 yıldaki en iyi 5-6 savunmacısından biri olarak anılacak, Lampard; 'çift yönlü ortasaha' cümlesi kurulunca akla gelen 4-5 isimden biri olarak örnek gösterilecek ve Drogba; 'bir takımdan daha fazlası'nın baş aktörlerinden ve son 15 yılın en yetenekli santrforlarından biri olarak dillendirilmeye devam edecek.

John Terry; dönem dönem futbol dışı vukuatları ile gündeme gelse de o, tekmeye kafa atan savaşçı karakterinin yanı sıra, gemisini en zor günlerde dahi terk etmeyi düşünmeyen sağlam duruşu ve kulübüne doğuştan bağlılığı ile adını çoktan efsaneler arasına yazdırdı bile. 'Mahşerin dört atlısı'ndan kalan 'son kale' John Terry de 2017'de aktif futbol yaşantısına son veriyor. Stamford Bridge tribünleri ve Londra onu asla unutmayacak. Chelsea tarihinin en başarılı kaptanının rekorlarına bir göz atalım :

- Attığı 40 golle Premier Lig'in en golcü savunma futbolcusu
- Premier Lig'in en fazla gol yemeden maç tamamlayan savunmacısı
- Premier Lig'de Terry'den daha fazla kaptanlık pazubandı takan bir futbolcu yok
- FIFA Yılın 11'ine en çok seçilen savunma oyuncusu
- Premier Lig'de en fazla kırmızı kart gören Chelsea futbolcusu
- UEFA yılın savunmacısı ödülünü en fazla kazanan futbolcu
- 4 Premier Lig, 5 FA Cup, 3 Lig Kupası, 1'er kez de Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğu. John Terry'nin olmadığı Chelsea tarihinde ise müzede sadece 1 Premier Lig, 2'şer kez de FA Cup ve Lig Kupası var.

Şimdilerde 'mahşerin 4 atlısı' söz dizesinin içini Antonio Conte ile lig şampiyonluğuna koşan Courtois, Cahill (Kante), Hazard ve Costa dolduruyor. Bu dörtlü, birkaç yıl daha takımda kalırlarsa, Cech - Terry - Lampard - Drogba etkisini gösterebilecek potansiyele sahipler. Artık bekleyip göreceğiz...

3 Nisan 2017 Pazartesi

Brezilyalılar neden Premier Lig'i sevmez?

En yetenekli futbolcuların adresi olan ülkedir Brezilya. Futbol ansiklopedilerinde "En..." ile başlayan birçok futbolcusu vardır. En efsane olanları; Pele, Garrincha, Zico, Socrates, Romario, Rivaldo, Ronaldo, Ronaldinho, Kaka, Neymar ve diğerleri... Brezilyalılar; kaleci yada savunma oyuncusundan çok (Cafu ve Roberto Carlos'a selam olsun), hücum anlamında en kreatif futbolcuları çıkartırlar. Çok ilginçtir ki yukarıdaki sözkonusu futbolcuların hiçbiri futbolun beşiği denilen İngiltere'de forma giymemiştir. O yüzden de İngiliz futbol tarihine geçebilmiş tek kayda değer futbolcu - şimdilik - Juninho Paulista'dan başkası değildir. Sadece 5 sezon formasını giydiği Middlesbrough'da toplamda 25 gol atarak, Premier Lig'de en çok gol atan Brezilyalı futbolcu olmuştur. Ronaldinho, Barcelona'dan Milan'a geçiş sürecinde Abramovich'in Chelsea'sinden astronomik bir teklif alsa da gitmedi. Keza Neymar, Ada kulüplerinin yoğun ısrarına rağmen Barcelona'yı seçti. Gerçi Neymar'ın birgün Premier Lig'de oynamak istediğini ve Ada futboluna hayranlığını, Mourinho ve Pep gibi saygın teknik adamlarla çalışmak istediğini hepimiz biliyoruz.

Bu satırlar yazıldığı an itibariyle Liverpool'lu Coutinho, Juninho'nun yıllardır kırılamayan rekorunu egale etti. Dördüncü yılını geçirdiği Premier Lig'de takımı ile 25. golünü 1 Nisan'daki Everton derbisinde kaydeden Brezilyalı hücum oyuncusu bu kategorideki rekoru bir hayli geliştireceğinden hiç şüphemiz yok. Liverpool'da oynayan bir diğer Brezilyalı forvet Firmino'da 2.sezonunda 19 gol rakamına çoktan ulaştı bile. An itibariyle yaşayan en yetenekli Brezilyalı golcü olan Neymar, La Liga'da 64, toplamda ise Barcelona forması ile resmi maçlarda iki gün önce 100.golüne ulaştı. Barcelona forması ile daha önce bir diğer Brezilya'lı Rivaldo'da toplamda 130 gol atma başarısı göstermişti. 

Brezilya Milli Takımı'nın en güncel haliyle hücum hattındaki 3'lüsü Neymar, Coutinho ve Firmino. Zaten Ada futbolunda en değerli Brezilya'lılar Liverpool'da ve takımları için de bir hayli efektif bir performans sergiliyorlar. Savunmadaki futbolcuları ise çoğunlukla İspanya ve Fransa liglerinde forma giyiyorlar. Thiago Silva, Miranda, Marquinhos, Marcelo, Filipe Luis ve bir de Juventus'lu Dani Alves. Chelsea'li David Luiz ise zaman zaman Milli Takıma çağrılıyor. Ortasaha da ise durum biraz karışık. Çin Ligi'nden Renato Augusto, Oscar, Paulinho; Real Madrid'den Casemiro ve Brezilya liglerinden 2-3 futbolcu daha kendisine yer bulabiliyor. Hatta eski Fener'li Diego dahi son maçlar için kadroya alınmış ama kendisine forma şansı verilmemişti. Premier Lig'den Willian ve Fernandinho da kadronun müdavimlerinden. 

Bu sezon Premier Lig'de forma giyen bazı Brezilyalılar...

Chelsea'de David Luiz ve Willian  
Liverpool'da Leiva, Coutinho ve Firmino
M.City'de Fernando, Fernandinho ve Gabriel Jesus
Arsenal'de G.Paulista

Tottenham, M.Unıted ve Everton'da Brezilyalı futbolcu yok.

Zamanında Pato, Robinho gibi efsane olmasa da süperstar kategorisine alacağımız futbolcuların da Premier Lig'e gidip, tez zamanda geri döndüklerini hatırlayalım. Luis Fabiano, Lucio ve Hulk gibi büyük yıldızlar da Premier Lig'den gelen teklifleri kabul etmeyen diğer isimler.
Brezilyalılar, Ada'yı sevmiyor, burası net. İngiltere şüphesiz iklim şartları ile doğru orantılı olarak futbolcuların transfer kararlarını net bir şekilde etkiliyor. Güney Amerikalılar, özellikle de Brezilyalılar sıcak bir iklimden geldikleri için bu tarz yerlere daha aşina olacakları yerleri tercih ediyorlar ve İngiltere gibi güneşin kendisini çok az gösterdiği Ada'ya da fazla rağbet göstermiyorlar. Her şeye rağmen gemileri yakıp Ada'ya gidenlerin en uğrak yeri ise Londra ve kulüp ise Chelsea. Şu an Çin Ligi'nde oynayan Ramires 5,5 sezon, bir diğer Chelsea'li Alex 5, David Luiz ve Oscar 4,5 sezon ve yine dördüncü sezonunu geçiren Willian en önemli isimler olarak göze çarpmakta. Sol bek Filipe Luis de Atletico Madrid ile Şampiyonlar Ligi finali oynadığı sezonun ertesinde Mourinho'nun ısrarı ile alınmasına rağmen sadece bir sezon oynayıp tekrar eski kulübüne geri döndü. Premier Lig'de en uzun süre forma giyen isim ise Liverpool'lu Lucas Leiva. Dönem dönem adı Türk kulüpleri ile anılsa da Leiva, bir sezonda ortalama 30 maçın üzerinde oynuyor. 26 yaşında kariyer transferi yapıp M.City'e giden Elano ve çelimsiz forvet Jo, iki sezon zor dayanıp takımdan ayrıldılar. Brezilyalıları sevmeyen Arsene Wenger'in bu konudaki tek istisnası; 6 sezon forma verdiği ve o dönemlerde takımını orta alanda iyi bir şekilde yöneten Gilberto Silva oldu. F.Bahçe'den ayrılıp Arsenal'e giden Andre Santos ile Wenger'in ilişkisi ise sadece 1,5 yıl sürebildi. Man.Unıted da Brezilyalıları sevmeyen kulüplerin başında. Kulübün son Brezilyalı transferi 2008'de Anderson ile oldu ve o da takımda geçirdiği 7 sezonun ardından Coritiba'da futbol hayatını sürdürüyor. 

2016 - 2017 sezonu Ada futbolunda forma giyen futbolcuların % 67'si lejyoner konumunda. Genel olarak İspanyol ve Fransız oyuncuların ağırlık gösterdiği ligde Brezilyalı futbolcuların sayısı; İrlanda, Belçika, Hollanda, Arjantin ve İskoçyalılardan daha az durumda. Toplamdaki 261 lejyoner futbolcunun sadece 13 tanesi Brezilyalı (% 3,8). Afrika ülkelerinden ise toplamda 51 futbolcu (% 20) forma giyiyor. Bu alanda Senegal, Fildişi ve Nijerya başı çeken ülkeler. 

Şimdi sıkı durun. Avrupa'da en çok forma giyen Brezilyalılar hangi ligde diye sorsam, cevabınız ne olurdu? Tabii ki gerek coğrafi, gerekse de aynı dili konuşmaları sebebiyle Portekiz Ligi doğru cevap. Premier Lig, majör ligler arasında Brezilyalıların en az forma giydiği ülke. 2016 - 2017 sezonunda Portekiz'de tam 123 Brezilyalı futbolcu forma giyerken; Serie A'da 35, La Liga'da 25, Lig 1'de 19 ve Bundesliga'da 15 Brezilyalı var. 

Son olarak ülkemizde de toplamda 247 futbolcunun (% 51,7) lejyoner olduğunu hatırlatalım. Bu alanda ise en fazla futbolcu Brezilya'dan (34). Kamerun 13, Portekiz 11, Hollanda, Nijerya ve Senegal'den ise 9'ar futbolcu bulunuyor. 

27 Mart 2017 Pazartesi

İtalya'dan alıp, İtalya'yı geçmek

Arsene Wenger’in artık alışkanlık haline getirdiği Şampiyonlar Ligi son 16 kabusu ve 13 yıldır özlemi duyulan Premier Lig şampiyonlukları dolayısıyla miadını doldurduğu ve istenmeyen adam olduğunu biliyoruz. Hatta son Bayern Münih hezimetinden sonra, bu sezon sonu istifasının gündeme geldiği ve hem artan yaşı, hem de eski heyecanın kalmaması sebebiyle Arsenal’i bırakmasının kendisi ve taraftarları için en doğru karar olduğu ne zamandır dillendiriliyordu. Geçen hafta Arsenal yönetiminin, bu durumun aksine Wenger ile sözleşme uzatmak istemesi ise tüm bu olanların sadece ‘detay’dan ibaret olduğunu ortaya çıkardı. Yine de son dakikalarda ne olur bilinmez, kulübün efsane ismi Henry'nin de adı fazlaca geçmekte...

90'YILLARA DAMGA VURAN LİG : SERİE A

Şimdi Arsene Wenger'e tekrar geçmeden biraz eskilere gidelim. 90’lı yıllarda Serie A, Avrupa’nın en elit futbol ligiydi ve çok önemli yıldızlar orada forma giyiyordu. Özellikle 80'lerin sonu ile 90'ların ilk döneminde; Maradona, Van Basten, Gullit, Zola, Mattheus, Klinsmann, Rijkaard, Baggio, Vialli, Schillaci, Casiraghi, Baresi'li Serie A, açık ara dünyanın en iyisiydi. O dönemde İngilizlerin ligi açıkçası kimseler için fazla bir anlam ifade etmiyordu. 92 yılından 97 yılına olan 6 yıllık süreçte Şampiyonlar Ligi'nin finallerinde sürekli İtalyan kulüpleri vardı. Keza eski adıyla UEFA Kupası'nda da yine İtalyanların ambargosu vardı (89- 99 yılları arasında 8 kez İtalyanlar şampiyon oldu). İngilizlerin 94 Dünya Kupası'na katılamadığı turnuvada İtalyanlar, finalde dramatik bir şekilde penaltılarla Brezilya'ya kaybetmişti. Tarihsel döngüde de zaten İtalyanların 4, İngilizlerin ise üzerinden tam 51 sene geçmiş, sadece 1 Dünya Kupası şampiyonluğu var. İşin daha da ilginç tarafı; Milli Takımlar rekabetinde İngilizler kendilerine Almanya'yı en büyük rakipleri olarak görmüşlerdir. İtalyanlar ise daha çok Fransızları baş rakibi olarak bellemiştir. 
O dönemde Premier Lig’in şimdiki kalitesinden eser yok ve İngilizler, aradaki farkın kapanması adına çoğunlukla Çizme’den transfer yapıyorlardı. Ya İtalya’da son kullanma tarihi geçmiş kanısına varılan futbolcuları yada en sorunlu yıldızları yüksek maaşlar teklif ederek akıllarını çeliyorlar ve bir şekilde güneşin daha az doğduğu (Nainggolan’a selam olsun) Ada topraklarına getiriyorlardı. Bu anlamda başka çareleri yoktu. Futbol üst akılları, altyapıları yoktu ve çareyi Serie A’yı taklit etmekte görüyorlardı. Bu döngüde Ravanelli, Di Canio, Casiraghi, Di Matteo, Gullit, Carbone, Vialli, Zola, Berti, Lombardo gibi İtalya Ligi'nde sürekli kupalar kaldırmış futbolcuların İngiltere’ye gidip oranın futbol kalitesini ve öğretilerini tamamen değiştirdiklerini de ekleyelim. Bir diğer efsane Roberto Baggio ise, Sir Alex Ferguson tarafından astronomik bedellerle çok istenmesine rağmen ikna edilememişti. Sözkonusu bu futbolcuların gittikleri kulüplerin gerek artan yayın gelirleri, gerek de futbol endüstrisinin gelişmesine paralel şekilde Ada'yı seçmeleri çok normal olsa da, gittikleri takımların orta ve küçük ölçekli olması fazlasıyla ilginç görünmekteydi. Zira bu transferlerin başrol oyuncularının bazıları gittikleri takımda küme bile düştüler. İngilizlerin, hala İtalyanlar'ın futbol akıllarından etkilenmelerine günümüzde örnek vermek gerekirse; İngiltere Milli Takımı'nı 2007 ila 2012 yıllarında çalıştıran Fabio Capello, 2012'de Chelsea'yi Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapan Di Matteo ile daha geçen sezon bir daha eşine rastlanamayacak başarıda Leicester City'i Premier Lig şampiyonu yapan Claudio Ranieri ile nokta atışı yapabiliriz. Ranieri demişken, haksızca kovulması bir yana, adını 1992 - 1993 sezonunda Premier Lig olarak değiştiren İngiltere'de, geçen 25 sezonda hala bir İngiliz teknik adamın şampiyon olamadığını da kalın puntolarla yazmak, boynumuzun borcu olsa gerekİngilizlerin 90'lı yıllarda nihayet yüzü 99'daki dramatik Şampiyonlar Ligi finalinde Sir Alex Ferguson'un Manchester Unıted'ı ile gülecekti. Bu kupa aynı zamanda Ada futbolunun Avrupa Kupaları'nda tam 15 yıl sonra kazandığı ilk kupaydı.

MAKUS TALİHİ DEĞİŞTİREN ADAM : ARSENE WENGER

Serie A ile Premier Lig’in böylesine hassas dengeler içindeki durumunu, görünen ve yaşanılanın aksine Premier Lig’in lehine bir şekilde ters çeviren ilk kişi Arsene Wenger’den başkası değildi. Arsenal’le 3 kez Premier Lig şampiyonluğu (sonuncusu namağlup) yaşamasının birinci derecede aktörleri olan Henry, Bergkamp ve Vieira’nın transferleri ve sonrasında bu futbolcuların kötü denilecek kariyerlerini zirveye çıkartacak usta hamleleri kısa zamanda yapmak, Fransız teknik adamın kariyerindeki en pozitif göstergelerden biridir. 1993’te henüz 24 yaşındayken İnter’e giden Dennis Bergkamp, burada takımın yönetimsel sorunları ile beraber kendisinin de biraz aşırı içedönük kimliği (uçak korkusu en bilineniydi) ile birleşince iki sezon onun için çöpe gitmiş oldu. Kısacası; Bergkamp gibi zarafetin, klas gollerin ve yeteneğin en güzel şekilde çimlere yansıyan halinin CV’sinde iki sezon tam anlamıyla hayal kırıklığı olmuştu. O dönem Monaco’nun teknik direktörlüğünü yapan Arsene Wenger’in Bergkamp’ı çok istediği bilinen bir gerçekti. Bergkamp, İnter’den ayrılıp Arsenal’e imza attığında artık 26 yaşındaydı. Arsene Wenger ise o dönem bir yıllığına Japonya’da Nagoya takımını çalıştırıyordu. 1996’da Arsenal ile sözleşme imzalayan ve kulüp tarihinin ilk ve tek Fransız teknik direktörü olan Wenger, tam 21 yıldır aralıksız bir şekilde görevinin başında.
Bergkamp’ın potansiyelini ve yeteneklerini en efektif bir şekilde çözümleyen Wenger, onun kariyerinin en iyi yıllarını Ada’da geçirmesini sağladı. Bergkamp’ın sahada olduğu maçlarda, Arsenal hem görsel açıdan hem de akışkan futbolu ile izleyenleri mest ediyordu. Bir sanatçıyı andıran futbol yeteneği ile saha içinde takım arkadaşları için de önemli bir rol model olan Bergkamp, hem gol atıyor, hem de attırıyordu. 1998 ile 2004 arasında Arsenal 3 kez Premier Lig şampiyonluğu yaşadı. (Toplamda 9 kupa)

Patrick Vieira... Henüz 19 yaşındayken geldiği Milan’da şampiyonluk yaşadı yaşamasına ama 5 maç bile forma giyemeden, “yetersiz” damgası yiyerek, henüz 20 yaşındayken, Arsenal’e satıldı. 1998'de bu defa bir diğer 'Patrick' olan Kluivert'ı bir sene denedikten sonra Barcelona'ya satacak olan Milan'ın geleceği göremeden yaptığı tarihsel hatalardan sadece ikisiydi. Wenger’in geldiği ilk sezonda Vieira’da artık sahnedeydi. Oyunu çift yönlü oynayan ve Premier Lig’e gelişi ile beraber önündeki 10 yıllık süreçte defansif ortasaha mevkisinin en önemli temsilcisi olmayı başaran Vieira’nın varlığı ile Arsenal daha sağlam bir karaktere bürünüyordu. Hem artık Bergkamp'ın sürekli geriye gelmesine de gerek yoktu. Vieira ortasahada yeri geldiğinde iki kişilik bir mücadele sergiliyordu. Şimdi de sırada, Bergkamp’ın olağanüstü pasları ile buluşup düzgün gol vuruşları yapacak bir santrfor aramak lazımdı. Bu kişi, Wenger’in onu Monaco alt yapısından tanıdığı Thierry Henry’den başkası değildi. Juventus’ta geçirdiği tek sezonda potansiyelinin aksine sol çizgiye mahkum edilen golcü, ne kadar çabalasa da verimli olamadı. Wenger, bu durum karşısında kozunu kullanarak, Henry’e 1999 yılında 11 milyon pound ödeyerek Londra’ya getirdi. Henry, öylesine bir kariyer bıraktı ki ardında, kulüp tarihinin en çok gol atan futbolcusu olması bile kendisini anlatmaya yeter. Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü oyuncularından biri olmasının yanı sıra, olağanüstü golleri, zarif tekniği ve usta son vuruşları ile zaten futbol severlerin son 20 yılda gördüğü en iyi 10 santrfordan birisi kendisi.

SONUÇ 

Uzun lafın kısası, Serie A ile Premier Lig arasında 90’lı yılların başından sonuna kadar giden süreçte aradaki tüm kalite farklarını eşitleyen; Premier Lig’in Serie A karşısında hem pazarlama, hem zengin futbolcu portföyü, hem de oynanan oyunun kalitesi anlamında aynı güce sahip olup, hatta sonraki dönemlerde geçmesine ön ayak olan kişinin adıdır, Arsene Wenger. 2005 yılında Patrick Vieira, misyonunun bitmesi sebebiyle Juventus’a 14 milyon pounda satıldığı an, Premier Lig’in Serie A karşısında en üst mertebeye çıktığı vesika olarak tarihe geçebilir. Bir anlamda “İtalya’dan alıp, İtalya’yı geçmek” tam da yaşanılanların başlığıydı. Arsene Wenger, Ada’ya geldiği zaman sonrası 10 yıl içerisinde Premier Lig’e sınıf atlattırdı ve Serie A’yı her anlamda geçmelerini sağlayan baş aktörlerden biri oldu. Günümüzde Serie A, tablonun tersine dönüşen bu farkı fazlasıyla kapattı diyebiliriz. Pogba hamlesi bunun en güzel örneklerindendir. Biri Sir Alex Ferguson mu dedi? Onu ve '92 sınıfını'da bir daha ki yazılarımızda anarız.

*** Yazıda Ali Ece'nin "Ayak Oyunlarından Akıl Oyunlarına Futbol" adlı kitabından esinlenme yapılmıştır.

24 Şubat 2017 Cuma

Game Over : Arsene Wenger


Sir Alex Ferguson'dan sonra, son dönemin en uzun soluklu birlikteliğine sahip ismi olan Arsene Wenger, 20 yıllık Arsenal kariyerinde en çok çelmeyi, en acı vurgunları Bayern Münih'ten yedi desek, hiçte yanlış olmaz. 2005'ten 2017'ye kadar olan süreçte Şampiyonlar Ligi son 16 turunda 4 kez eşleşmek zorunda kaldığı Bayern Münih'ten tamamında tokat yiyen Wenger, bir anlamda "Son 16 psikolojik bozukluğu" yaşıyor. Öyle ki, 7 yıldır üst üste son 16 turunda eleniyor (bir futbol mucizesi olmazsa) ve 2010 çeyrek finalinden bu yana son 8'e dahi kalamıyor. Premier Lig'de 12 yıldır şampiyon olamaması bir yana devler liginde de yaşanan hüsranların da yavaş yavaş kitap olmaya başlaması ile taraftarında artık sabrı taştı ve artık iyiden iyiye istifası gündemde. FA Cup yada gazozuna kazanılan Emiretes Cup şampiyonlukları, bu taraftarlar için hiçbir anlam ifade etmiyor. Wenger'in bu kulübe artık zararı, faydasından fazla. 

Mr. Wenger, Arsenal'i herkeslerden çok sevdiğini hepimiz biliyoruz. Lakin, ne var ki 'Game over' demekte artık bir erdemdir. O sene, lütfen bu sene olsun :(

Bayern Münih kazaları...
                                            
 2005 Magath
 2013 Heynckes
 2014 Guardiola
 2017 Ancelotti
 Sıradaki ???


Arsenal'in Şampiyonlar Ligi'nde son 16'da eşleştiği ve elendiği takımlar:
2011: Barcelona (2-1 / 1-3) 2012: Milan (0-4 / 3-0)
2013: Bayern (1-3 / 2-0)
2014: Bayern (0-2 / 1-1)
2015: Monaco (1-3 / 2-0)
2016: Barcelona (0-2 / 1-3)
2017: Bayern (1-5 / ?-?)

Arsene Wenger'in 20 yıllık Arsenal kariyerinin özeti...

3 Premier Lig şampiyonluğu
3 FA Cup şampiyonluğu
3 Community Shield şampiyonluğu
6 Premier Lig ikinciliği
5 Premier Lig üçüncülüğü
6 Premier Lig dördüncülüğü
1 Şampiyonlar Ligi Finali
1 UEFA Kupası Finali

Wenger'in kariyerinin en parlak dönemi

1998 ile 2005 arasındaki 8 yılda Premier Lig'de 3 şampiyonluk, 5 ikincilik

Wenger'in kariyerindeki en kötü dönemler

1996'da Arsenal'in başına geçtiğinden bu yana 2004- 2005 sezonuna kadar geçen 9 yılda sadece ilk sezonunda 3. olup, kalan 8 sezonda sürekli ilk 2'nin içinde kendine yer bulan Arsene Wenger, 2005 - 2006 sezonundan 2014 - 2015 sezonuna kadar olan 10 sezonda ise ligi 6 kez dördüncü, 4 kez de üçüncü bitirdi. Geçtiğimiz sezon ise mucize eseri şampiyon olan Leicester City'nin ardından ikinci olup, 11 yıl aradan sonra ligde kendisini ilk 2'ye atmış oldu.



Şampiyonlar Ligi CV'si...

2005 - 2006 sezonunda yani Thierry Henry'nin Arsenal forması ile son sezonunu oynadığında Şampiyonlar Ligi'nde finale kadar geldiler, hem de 12 maç sonunda 8 galibiyet ve 4 beraberlik alarak. Ayrıca son 16, çeyrek final ve yarı final eşleşmelerindeki 6 maçta hiç gol yemeden... Namağlup bir şekilde finalde Ronaldinho, Eto', Deco'lu Barcelona karşısında 1-0'da öne geçmelerine rağmen maçta 75 dakika 10 kişi oynayınca maçı kaybettiler.

Arsenal, Wenger ile tam 19 yıldır aralıksız bir şekilde Şampiyonlar Ligi'nde oynuyor ama hiçbir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yok. 1992'de adını Şampiyonlar Ligi olarak değiştiren bu platformda Manchester Unıted 2, Chelsea ve Liverpool'un ise birer şampiyonlukları bulunuyor. İngiliz takımları arasında en fazla Şampiyonlar Ligi'ne katılan takım olmalarının yanı sıra, 5-1'lik Bayern Münih mağlubiyeti sonrası yediği gol sayısı 200'e ulaşan ilk İngiliz takımı oldular.

Son olarak; Wenger ile Arsenal; 19 Şampiyonlar Ligi sezonunda... 1 final, 1 yarı final, 4 çeyrek final görürken, 7 tanesi üst üste olmak üzere tam 9 kez son 16 turunda elendi. 4 kez de gruplardan çıkamadı. Sonuç olarak, Wenger için Şampiyonlar Ligi tam bir kaos ve rezillik!

15 Kasım 2016 Salı

Buffon'dan Donnarumma'ya...

2008 yazına gidelim. Juventus ikinci lige düşürülüp tekrar Serie A'ya çıkmış ve ligi 3.sırada bitirmişti. Bu hiçte küçümsenecek bir başarı değildi. Travma, yerini 'eski günlere dönüşün sinyallerine' bırakmıştı. Buffon 30 yaşındaydı ve hala formdaydı. Pek çoklarına göre dünyanın en iyi kalecisiydi. Neuer tehditi henüz dillendirilmemişti. Küme düşmelerine rağmen gemisini terk etmeyen birkaç kişiden birisiydi. Tekrar eskisi gibi Serie A'da başarılar, şampiyonluklar yaşamak istiyordu.

Ada'da ise Manchester City, Arap sermayesinin kulübü satın alması ile beraber, yeniden yapılanma arayışlarında kim var, kim yok transfer ediyordu. Başarısız geçen sezonun ardından; Shay Given, Zabaleta, De Jong, Bellamy, Kompany, Robinho, Jo ve Shaun Wright - Phillips gibi oyunculara 100 milyon sterlinin üzerinde para harcadıktan sonra sıra kaleci transferine gelmişti. 32'lik Given ve 21'lik genç Joe Hart'tan daha sağlam bir eldivene ihtiyaçları vardı. Buffon'u almak istediler. Yıllık 15 milyon euro karşılığı 5 yıllık kontrat önerdiler. Buffon o zamanlar Juventus'tan 5 milyon euro kazanıyordu ve maaşı birden 3 kat artacaktı. City, bonservis için Juventus'un kapısını ise tam tamına 75 milyon euro'dan çalacaktı. Bu inanılmaz teklifi ne Buffon ne de Juventus kabul etmedi. "İkinci lige düştüğümüzde gelen teklifleri kabul etmedim, şimdi neden takımımı yalnız bırakayım" diyen Buffon 16 yıldır Juventus'ta ve artık o takımın vazgeçilmezi, hatta heykeli dikilecek düzeyde ve Serie A tarihinin gördüğü en iyi 3 kaleciden birisi...


Şimdilerde ise Guardiola'nın City'si, kaleci transferi için yine gözünü çizmeye dikti ve bu defa da Buffon'un tek varisi olan bir diğer "Gianluigi", Milan'ın 17,5 yaşındaki lise öğrencisi Donnarumma'yı transfer etmek istiyor. Her ne kadar bu sezon başında kaleye eski Barca'lı Bravo'yu alsa da Pep, uzun yıllar kaleyi sağlam bir isme, yani geleceğin en büyük kalecisi olarak yorumlanan genç Donna'ya emanet etmek istiyor ve Maviler, kasasından 50 milyon euro'yu dahi feda etmeye hazır. Milan ile ilk resmi maçına 25.10.2015'te yani 16,5 yaşında çıkan Donnarumma, o zamandan günümüze tam 45 maça çıktı ve sessiz ve sakin bir şekilde yoluna dolu dizgin devam ediyor. Her fırsatta "çok büyük bir kulüpteyim ve burada emekli olmak istiyorum" dese de, zaman ne gösterir bilinmez. Real Madrid, Barcelona, Ada kulüpleri, Alman 'dev'leri her zaman cazip olacak seçeneklerden biri olacaktır.

Ayrıca Donanrumma'nın kontratı Haziran 2018'de sona erecek. Milan'ın en geç bu sezon sonunda genç kaleci ile kontrat yenilemesi gerekecek. Yoksa??? 'Kaçan balık büyük olur' derler...

26 Ağustos 2016 Cuma

Manchester şehri, kırmızı mı yoksa mavi mi olacak?


Premier Lig, hiç bu kadar rekabetçi bir atmosfere bürünmemişti. Dünyanın en kaliteli ve mücadeleci ligi olan Premier Lig, 2016 - 2017 sezonuna tam bir 'kurtlar sofrası' havasında giriyor. Geçen sezon Leicester City'nin sürpriz bir şekilde şampiyon olduğu ligde bu sezonun en büyük iki şampiyonluk adayı da Manchester şehrinin takımları. Yani Manchester Unıted ve Manchester City. Favori olmalarının en büyük sebeplerinden biri, iki takımı da dünyaca ünlü iki büyük teknik adamın çalıştırıyor olması; Mourinho ve Guardiola. Son yıllarda teknik direktörlük anlamında en çok karşılaştırılan ve müthiş bir rekabete sahne olan Barcelona - Real Madrid düellolarından sonra seri, şimdi Ada'ya taşındı. Manchester şehri, sezon sonunda ya kırmızı ya da maviye boyanacak. 

Bugünkü Chelsea'nin inşasını ta 2004'te büyük bir azimle başlatan, askerleri ile ün salan takımı ile sayısız başarıya uzanan ve şimdilerde kendisini tekrar diriltmek adına Manchester diyarına göç eden, Sir Alex Ferguson'un mirasına sadık kalarak, onları yeniden zirveye çıkarmaya ant içen Jose Mourinho... Barcelona ve Bayern Münih ile gerçek anlamda en üst düzeyde futbol oynatıp, kendi felsefesini her gittiği takıma oturtan kimliği ile dünyanın en yetenekli teknik direktörü olan Pep Guardiola, bu sezon Manchester City ile tam anlamıyla rüştünü ispatlama çabasında olacak...

"Kurtlar sofrası dediniz ama şampiyonluk sadece iki takım arasında geçer dediniz". Bu biraz çelişki değil midir? diye soruyor olabilirsiniz. İki büyük favori bu takımlar ama Premier Lig'de her takım, her takımı yenebilecek potansiyelde ve şampiyonluğu zorlayacak en az 4-5 takım daha elbette var. Fakat bu takımların son düzlükte nefeslerinin yetme şansları az. Bunda da en büyük pay, kadrolarının Manchester takımlarına nazaran daha dar rotasyonda olması. Kimler peki onlar? Liverpool, Arsenal, Chelsea ve Tottenham... Bunların dışında son şampiyon Leicester City, büyüklerin belalısı WestHam Unıted ve yine şampiyonluğa oynayan takımları her daim zorlayan Southampton da, en ufak dalgınlığınızla son düzlükte yumruğu yiyebileceğiniz ligin önemli takımlarından bazıları. 



Bir anlamda "Taht savaşları"nı andıran bir görüntü var aslında ve Ranieri'den sonra yeni tahtın sahibi için dünyanın en iyi ve saygın teknik direktörleri kıyasıya bir yarışa girecekler. Mourinho ve Guardiola'dan başka, Juventus ve İtalya Milli Takımı ile birçok başarıya ulaşan Antonio Conte ile Chelsea; ilk senesinde Premier Lig'de dar kadrosu ile fena iş çıkarmayan ve bu sezon daha da iddialı olacağı beklenen Klopp ile Liverpool; dördüncülük ünvanı ile nam salan ama bu sezon hedeflerinin "ilk 3" olması beklenen, 20 yıldır başında olduğu Wenger ile Arsenal; Tottenham'a sınıf atlatan, geçen sezon son 4 haftada şampiyonluğa havlu atan, yenilikçi hoca Pochettino ve geçtiğimiz sezonun şampiyonu Leicester City'i rüyalar alemine götüren Ranieri ile Premier Lig, bu sezon tüm beklentileri karşılayacak düzeyde görünüyor. Futbolun beşiği, bu sezon hiç durmadan sürekli sallanacak, bu çok net.

Manchester'a "Kral yada prens olmak için değil 'tanrı' olmak için geldim" diyen Zlatan İbrahimovic ve "dünyanın en pahalı futbolcusu" apoletini alan Paul Pogba gibi olağanüstü transferlerinin üzerine Henrikh Mkhitaryan ve Eric Bailly gibi yetenekleri ekleyen Manchester Unıted... John Stones, Leroy Sane, Gabriel Jesus gibi gelecek vaad eden futbolculara dünyanın parasını akıtan ve tecrübeli İlkay Gündoğan, Nolito ve Bravo takviyeleri ile tam bir canavara dönüşen Manchester City... Zaten yurtdışı bahis sitelerinde şampiyonluk oranlarında da (26.08.2016 itibariyle) 2,60 oranı ile M.City baş favori olarak görünürken, 3,80 oran ile M.Unıted ikinci sırada. 5,50 oranı ile Chelsea, bu iki takımı takip ederken Arsenal, Tottenham ve Liverpool'un şampiyonluk oranları 12 ila 13 arasında değişkenlik gösteriyor. Leicester City'i unuttum sanmayın, oranı 60!

O zaman soruyu tekrar soralım :

2016 - 2017 sezonu sonunda Manchester şehri; kırmızıya mı boyanacak? yoksa maviye mi? 

Hayır hayır, şampiyonluk yine sürpriz bir takıma mı gidecek yoksa?

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Futbolu bırakma Zlatan!


Zlatan 'ilk'leri sever. Gittiği takımlarda ilk maçlarında devamlı gol atan, sıradışı bir golcü. Ajax ile ilk Şampiyonlar Ligi maçında Lyon'a, İnter forması ile ilk lig maçında Fiorentina'ya, Juventus forması ile ilk lig maçında Brescia'ya, Barcelona forması ile ilk lig maçında S.Gijon'a, PSG forması ile ilk lig maçında Lorient'e ve son olarak Manchester Unıted forması ile ilk lig maçında Bournemouth ağlarını sarstı. 35 yaşına sadece 2 ay kalmasına rağmen dinamik, istekli, kazanmaya odaklı ve 'en iyi'si için devamlı sonsuz bir motivasyonla donanmış bir 'futbol tanrısı' adeta.

Son 15 yılda kazandığı 13 lig şampiyonluğu dahi aslında onu anlatmak için yeterli bir neden gibi görünse de eksik olanları da biz tamamlamaya çalışalım. Adı, şampiyonluklarla özdeşleşmiş ve dünya futbol tarihinin en yetenekli 10 santrforundan birisi kesinlikle. Gittiği her takıma enerji veren, kulübü bir - iki seviye yukarı çeken lider bir futbolcu. "Bazen sadece kendi bildiğinizi okuyarak dünya yıldızı olabilirsiniz". İbrahimovic, tam da bu sözün baş muhatabı ve bu konuda eşsiz bir yere sahip. Kimselere benzemediğini ve taklit etmediğini her fırsatta yenileyen İsveçli golcü, sivri dili ve egosu ile bazen itici gibi görünse de bunun tek bir sebebi var : ÖZGÜVEN... Daima daha fazlasını isteyen Zlatan, bunu sadece kendine has sonsuz özgüveni ile birleştirip meslektaşlarından net bir şekilde ayrılıyor. İsveç Milli takımını bu sezon bıraktı, zaten orada elinden gelenin en iyisini yaptı ve attığı gol sayısı ile rekor kırdı. Bu rekoru kim kırar? yada biz görür müyüz, orası meçhul.

Muazzam kariyerindeki belki de en büyük eksiklik Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu. Aslında dünya futbol tarihine büyük damga vurmuş bazı futbolcular gibi, o da bu konuda biraz şanssız. Totti, Buffon, Nedved, Bergkamp, Nistelrooy gibi futbolcular da Şampiyonlar Ligi'ni kazanamayan süper starlardan bazıları. 2016 - 2017 sezonunda Zlatan, aslında garip bir karar vererek, yıllar sonra Şampiyonlar Ligi'nden uzak kalmayı kabul ederek, Avrupa'da hiç alışık olmadığı Perşembe'leri sahne alma riskini göze alarak Manchester Unıted'a transfer oldu. Belki Premier Lig treni için son bir bilet şansı kalmıştı ve Hollanda, İtalya, İspanya, Fransa derken en büyük ve zor halka diye bilinen İngiltere'de futbol oynamak ve orada da şampiyon olmak için Ada'ya gitmeye karar verdi. Bu sezonu Premier Lig şampiyonu olarak tamamlayıp, aktif ve sürdürülebilir büyüleyici performansını son bir şekilde izleyebileceğimizi düşündüğüm 2017 - 2018 sezonunda ise Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak için mücadele edecek Zlatan. Şampiyonluk yolunda Manchester City, Chelsea, Liverpool ve Arsenal ile oldukça zorlu bir maratona girecek ve inanın ilerlemiş yaşı onun için hiçbir şekilde engel değil. O daima, herkesle, her takımla, her futbolcuyla rekabete ve savaşa hayır. Kaybetme düşüncesi onun genlerinde yok.

Sir Alex Ferguson sonrası 'kırmızı' olan rengi adeta 'mor'a dönen Manchester Unıted, küllerinden doğması için Zlatan'ın performansı oldukça belirleyici olacak. Manu'yu yeniden ait olduğu 'elit' kategoriye dahil etmek için Mourinho ile beraber sıkı sıkıya çalışacaklarını kestirmek hiçte zor değil. Jose Mourinho'nun bu sezon UEFA Ligi'nden çok Premier Lig şampiyonluğuna odaklanacağını düşündüğümüzde Zlatan'ın bu sezon ligde minimum 25 gol atabileceğini öngörmek çok da şaşırtıcı olmayacak. Daha ayağının tozuyla Leicester City ile oynanan Community Shield kupasında attığı golle kulübüne ilk kupasını kazandırdı bile.

Messi ve Ronaldo belki hala en popüler ve yetenekli futbolcular ama Zlatan, hiçbir kategoriye girmeyen marjinal sınıfı, havası, özgüveni, kazanma arzusu, fantastik golleri ile umarım birkaç yıl daha futbola devam eder. En büyük idolü her fırsatta açıkladığı Brezilyalı Ronaldo ama Zlatan, onu çoktan gölgede bıraktı bile. Onun için alınacak daha çok kupa var. Maraton uzun ve zor. Sen zaten bunları seversin. Futbolu bırakma Zlatan! Sonuna kadar arkandayız İbrakadabra...

- Birgün futbolu bıraktığında futbol dünyası o kadar büyük bir değeri kaybedecek ki... Belki 'yas' bile ilan edilebilir. Kendimden biliyorum, ben kesinlikle ağlarım, tutamam kendimi. İtiraf ediyorum... Zlatan bitti dediği an büyük bir marka, tarihteki yerini alacak. Kimse onun gibi olamayacak. Onun sahtesi bile çıkmadı piyasaya, çıkamaz da. O, "tamam" dediğinde topuk golleri öksüz kalacak, fantastik gollerin sayısı azalacak, Youtube'da attığı goller izlenme rekoru kıracak. - 

22 Mayıs 2016 Pazar

Slaven Bilic 2015 - 2016























Slaven Bilic ne ilginç adam. Türkiye'de Beşiktaş'la 2 yıl boyunca Fenerbahçe ve Galatasaray'ı hiç yenemedi ve bu yüzden çok eleştirildi. Belki de derbi kazanamadığı için takımını şampiyon da yapamadı. Fakat WestHam Unıted ile ilk Premier Ligi tecrübesinde tam anlamıyla kurtlar sofrası denilen yerde ligin en iyi futbol oynayan takımları karşısında inanılmaz sonuçlar aldı.

WestHam Unıted'ın da içinde bulunduğu ve Manchester Unıted, Manchester City, Chelsea, Tottenham, Arsenal, Liverpool ve sezonu şampiyon bitiren Leicester City'nin olduğu bir Premier Lig düşündüğümüzde oluşacak puan durumunu yukarıdaki fotoğrafta görüyorsunuz. Bilic, 8 takımlı bu ligde oynadığı 14 karşılaşmada topladığı 26 puanla şampiyon oluyor. Bu net bir şekilde Bilic'in takımının büyük maçlarda ne kadar konsantre ve başarılı olduğunu gösteriyor. Yani Beşiktaş'taki performansının tam zıttı bir karakter ve oyun anlayışı. Sezonu şampiyon olarak tamamlayan Leicester City'nin, "mini lig'de" WestHam'dan 5 puan az alsa da sezon sonunda Bilic'in takımına tam 19 puan fark atmasının tek sebebi ise kendi sikletindeki rakiplere puan kaptırmaması. Bir diğer ifadeyle, Bilic'in "Anadolu takımları"na olan düşük mücadelesi ve bir yerde ekibini konsantre edememesi sebebiyle sezonu UEFA Avrupa Ligi başarısı ile tamamlayabildi (Man. Unıted FA Cup'ı kazandığı için). Aynı şekilde WestHam Unıted, 8 takımlı ligde Man. City'den tam 16 puan fazla toplasa da yıl sonunda rakibinden 4 puan geride ligi bitirip 7.likle yetindi. Son olarak Slaven Bilic'in takımının sezon genelinde en çok berabere kalan 3 takımdan birisi olması da Şampiyonlar Ligi bileti alamamasının başlıca sebeplerinden biri oldu.

Sözkonusu 8 takımın oluşturduğu ligde takımlar birbirleriyle çok enteresan maçlara ve sonuçlara imza attılar. Bu ilginç detaylar elbet sizlerin de şaşırmanıza yol açacaktır diye düşünüyorum...

* Man. Unıted, Liverpool'u iki maçta da yendi.
* Arsenal, Leicester'ı iki maçta da yendi.
* Chelsea, Arsenal'i iki maçta da yendi.
* Tottenham, Man. City'i iki maçta da yendi.
* Liverpool, Man. City'i iki maçta da yendi.
* Man. City, Chelsea'yi iki maçta da yendi.
* WestHam, Liverpool'u iki maçta da yendi.
* 8 takımdan sadece Leicester, bir rakibini iki maçta birden yenemedi.

TEBESSÜM.. Açıkçası yukarıdaki istatistikler, biraz da aşçı - uşak esprisini hatırlattı gibi :)

* WestHam, 7 takımdan sadece Leicester'ı yenemedi (1B, 1M)
* Man. City, 7 takımdan sadece Chelsea'yi yenebildi (2G, 4B)
* Chelsea, 7 takımdan sadece Arsenal'i yenebildi (2G, 6B)
* WestHam, 8 takım arasında tüm rakiplerinden puan toplayan tek takım.
* Arsenal, 7 takım arasında sadece Chelsea'den puan alamadı.
* Leicester, sezon boyu sadece 3 mağlubiyet alırken 2 tanesini Arsenal'e karşı aldı (diğeri Liverpool)
* 8 takımlı rekabette WestHam, Leicester'den 5 puan fazla toplarken, sezon sonunda 
rakibinin tam 19 puan gerisinde kaldı.
* WestHam, ligde 17 takımdan da puan alan tek takım.

Sonuç olarak; Slaven Bilic ve WestHam Unıted başarılı bir sezon geçirmiştir ve 2-3 takviye ile önümüzdeki sezon ligi yine ilk 7 içerisinde rahatlıkla bitirebileceği tahmininde bulunmak, hiçte iyimser bir bakış açısı olmasa gerek...

- Bu arada en üstteki fotoğrafı tıkladığınızda büyüyecek, yazılar daha bir belirgenleşecek ve hatta bilgisayarınıza güzel bir duvar kağıdı dahi olacaktır :) - 

27 Ocak 2016 Çarşamba

Değişim...

Dünya dönüyor, dünya değişiyor. Spor dallarındaki rekabette doğal olarak yer değiştiriyor. Sonuçta hep aynı takımların hem kendi liglerinde hem de Avrupa / Dünya arenasında başarılı olması, sürekli zirveye oynaması tüm spor severleri sıkan ve ekrandan soğutan bir manzara. Modası eskiyen yada çağın gereksinimlerine göre hareket edip kendini yenilemeyenlerin bu acımasız dünyada yeri yok maalesef. Yeri var ama son sıralarda. Aynı zamanda bu değişim, yeni kahramanları da beraberinde sunuyor spor endüstrisine...

Futbolda Premier Lig'deki değişim tüm dünyaya örnek teşkil ediyor. Ranieri yönetimindeki Leicester City'nin haftalardır zirvede yer alması, Manchester Unıted'ın Sir Alex Ferguson sonrası yaşadığı travmaların üç yıldır devam etmesi, Chelsea'nin 'otobüs'ünün artık sırrının çözülmesi sonrası baş aşağı gitmesi ile beraber en başta, son şampiyonluğunu 12 sene önce alan Arsenal'in ve Arap sermayesi ile son yıllarda sürekli ilk 2'nin müdavimi olan Manchester City'nin iştahını kabartmış durumda. Bununla beraber dünyanın en iyi beş teknik direktöründen biri olan Klopp'u takımın başına getiren Liverpool'un da gözle görülür çıkışıyla önümüzdeki yıllardan itibaren ciddi bir şampiyonluk adayı olacağı gerçeğini de sadece tahminden ibaret görmemeliyiz. Ayrıca gol krallığı listesinin ilk 3 sırasında, uzun yıllar sonra Premier Lig'in ünlü bir takımında oynamayan Vardy, Lukaku ve İghalo'nun yer alması ayrı bir güzellik. Mesut Özil'in asist rekorunu kıracağı (çok az kaldı) bu sezonda Leicester'ın da bir şekilde sezon sonu kendisini ilk 4'e atarak Şampiyonlar Ligi tecrübesini yaşayacağını düşünüyorum. Kısacası futbolun beşiğinde güzel gelişmeler oluyor.

La Liga, Bundesliga ve Lig 1'de ise bir değişiklik yok. Şampiyon olacak takım aday sayıları oldukça kısır ve hep aynı döngüde devam ediyor. PSG'nin 22 hafta sonunda 21 puan farkla lider olması o ülke futbolunun izlenebilirlik seviyesini 0'a indiriyor maalesef (Gerçi Zlatan var, yoksa hayatta izlenmez). Serie A'da ise sezona ilk 6 maçta aldığı 5 puanla başlayıp, Napoli, İnter, Roma ve Fiorentina gibi takımların alıp başlarını gitmesine sebep olan Juventus'un, 22.haftasına girilen ligde son 11 maçını üstüste kazanması ile tekrar şampiyonluğun bir numaralı adayı olduğunu görüyoruz. Rakiplerinden bir tek Napoli'nin kendisini zorlayabileceğini düşündüğümüz Çizme'de sezon sonu yine Zebra'lar ipi göğüsleyecektir, büyük bir aksilik olmazsa...

Basketbolda en üst mertebe olan NBA'deki değişim, herkesin dilinde. Michael Jordan sonrası bayrağı devralan Kobe Bryant'ın bunu uzun yıllar başarı ile devam ettirdikten sonra 2010 yılından itibaren bu ünvanı LeBron James'e vermesinin ardından geçen sezon çok güçlü bir giriş yaparak tüm hesapları altüst edip parmağına yüzüğünü takan Stephen Curry'nin bu sezondan itibaren bu bayrağı güçlü bir şekilde ele alacağı (kimilerine göre aldığı) gerçeği de değişimin en güzel örneklerinden. Kadro bozulmazsa önümüzdeki 2-3 yıl daha Golden State Warriors'un sürekli finaller oynayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Euro League'de başta Fenerbahçe'nin Obradovic önderliğinde yaptıkları ve tüm Avrupa'nın asla eşleşmek istemediği bir takım haline gelmesi de tüm dünyada yaşanan değişimlerin güçlü örneklerinden biri. Keza sürekli başarıların ve zirvenin baş adayları olan Real Madrid ve Olimpiakos'un da eski güçlerinden uzak performansları, artık yavaş yavaş milatlarının dolduğunu ve derhal kan değişimi yapmalarının (kadro - taktik vb.) geldiğini gösteriyor.

Tenis dünyası ise bu değişimin bir türlü değiştiremediği spor dallarından birisi. Erkek tenisini yıllardır domine eden 34,5 yaşındaki Federer'in hala Grand Slam'lerde en kötü yarı final oynadığı bir ortamda genç nesilin ne kadar da etkisiz kaldığını görüyoruz. Tenisin 'makina'sı Djokovic'in bu alanda kendisini en çok zorlaması beklenen Nadal'ın sakatlık sonrası bozulan formu, psikolojik ve mental anlamda yetersizliği (güç, hız vb.), Wawrinka'nın istikrarsız ve savruk görüntüsü, Murray'in ise bir türlü finallerin adamı olamaması sebebiyle kendisine meydan okuyacak tek kişinin yaşlı kurt Federer olmasından dolayı nasıl da bu alanda açık ara 1 numara kaldığı gerçeğini de net bir şekilde okuyabiliyoruz. Kadınlarda da durum farklı değil. Federer'den sadece 1 ay küçük olan Serena Williams hala tüm üst düzey turnuvalarda baş favori ve önüne geleni süpürüyor. Bu anlamda Djokovic gibi adeta bir makina düzeninde işliyor ve fiziğini yeteneği ile birleştirip tüm genç tenisçilerin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Djokovic'in üst düzey çoğu turnuvada finallerde rakibi birçok kez Federer olurken, Serena'nın rakiplerinin sürekli farklılık göstermesi tenis dünyasının en büyük değişkenliği olsa gerek...

6 Kasım 2015 Cuma

Sweet November...


Yıllar önce Edirne'de üniversite yıllarımda vizyona girmişti ve geldiği gün zaten soluğu sinemalarda almıştım. 2001 yılının Mayıs ayıydı, havalar ısınmaya başlamıştı. Gösterime girdiği ay ile filmin yayınlandığı zamanın anlamsızlığından başka muazzam bir film bizi bekliyordu. O zamanlar genç kızların hayran olduğu Keanu Reeves ve yine bizim gibi delikanlıların fazlasıyla beğendiği Charlize Theron'un başrollerini paylaştığı unutulmaz aşk filmlerinden sadece biriydi; "Kasımda Aşk Başkadır"... Gerçi sinema eleştirmenleri filmi genel anlamda fazla beğenmese de platonik aşk yaşantımız ve Charlize ablamızın güzelliğinden olsa gerek biz filmi beğenmiştik...

Sonra "Yine aylardan kasım, sanki sende kaldı bir yarım..." diye başlayan nakaratıyla Grup Tual girdi hayatımıza. Ön planda aynı zamanda grubun vokalisti olan, uzun saçları ve kalın sesiyle (yıllar sonra kimdi bu adam diye araştırdığımız ve adının İskender Türsen olduğunu öğrendiğimiz) hafif orta yaşlı abimizin etkileyici olgun sesiyle Rock müzik seven ve içinde aşk acısı yaşayan binlerce insanı bir şarkıyla kendilerine hayran bırakmışlar ve yıllar geçse de unutulmaz bir eser bırakmışlardı yarınlara...

Konuyu nereye bağlayacaksın diyeceksiniz ya, tam da işte ona gelecektim. Bu yazıyı yazdığımda Kasım ayının henüz 6'sı. Biliyorum biraz geç kaldım ama yine de Kasım ayının geri kalan zamanında Avrupa'dan önemli maçları paylaşmak ve hatırlatmak istiyorum. Yine aylardan kasım diye başlayıp, Kasımdaki maçların tadı başka diye bitirelim ve aşağıdaki maçlar öncesi şimdiden planlarımızı gözden geçirelim. Özellikle 21 Kasım tarihine dikkat...

Listedeki sıralama ise tamamen şahsımın sıralamasıdır, herkesin önem derecesi farklıdır :)

1. Real Madrid - Barcelona


2.Borussia Dortmund - Schalke

3. Manchester City - Liverpool

4. Juventus - Milan

5. Arsenal - Tottenham

6. Roma - Lazio

7. Schalke - Bayern Münih

8. Tottenham - Chelsea

9. Feyenoord - Ajax

10. Panathinaikos - Olimpiakos

Malum Kasım ayında Milli maçlar dolayısıyla bir hafta lig maçları oynanmayacak olduğu için büyük maçlar neredeyse sadece iki güne sıkıştırılmış konumda. O yüzden 8 ve 21 Kasım'da iyisi mi hiç evden çıkmayın. Kasım ayının romantikliğini sonuna kadar yaşayın...

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Falcao, Chelsea'de Başarılı Olabilir Mi?

2003'de Roman Abramoviç gibi bir milyarderin Chelsea kulübünü satın alması ile başlayan yolda, Chelsea bugüne kadar milyar dolarlık transfer harcaması yaptı ve şu an dünyanın en prestijli futbol kulüplerinden biri haline geldi. Şüphesiz bu makamına direkt etki eden en büyük temel taş belki de Jose Mourinho. Onun görev aldığı zamanlarda her ne kadar Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayamasalar da Premier Lig'de Manchester Unıted'ın hegomanyasına son verdiler. Arsenal'i her fırsatta geçtiler. Manchester City ise henüz 5-6 yıllık dönemde çıkışa geçti.

Abramoviç ile Chelsea bu süre zarfında o kadar hatalı transferler yaptı ki kulübün zararı astronomik rakamlarda. Özellikle forvet mevkiisinde lüzümsuz sayıda transferler yapıldı. Transfere harcanan para ve o transferden maximum faydalanabilme aralığında genel olarak sınıfta kaldılar. Belki de bir tek Didider Drogba gibi bir Chelsea efsanesi aldığı paranın hakkını verdi, hem de fazlasıyla...


Abramoviç'in geldiği 2003 / 2004 senesinden bu zamana kadar, yani 12 senelik süre baz alındığında transfer edilen forvetleri kendimce mercek altına aldım. İyi bir santrforun 2 maçta 1 gol atmasının bonservis / performans başarı aralığı anlamında yeterli olabileceği kanaatine vardım ve bunu dakikaya vurduğumuzda 180 dakikada bir gol atması gerektiği sonucuna ulaştım.

Drogba'nın yanında kısa süreliğine takımda kalsalar da istatistik bazında çok da kötü oynamayan (fakat taraftarların beklentilerine tam olarak cevap veremeyen) Crespo ve Shevchenko gibi isimler de maalesef arada kaynadılar. Anelka ise bir sezon gol kralı olmasına rağmen görev aldığı süre ile ters orantılı attığı golle benim için sınıfta kaldı. Başta 50 milyon sterline alınan Fernando Torres, Adrian Mutu, Mateja Kezman, Claudio Pizarro, Victor Moses gibi isimler tam anlamıyla yanlış transfer olarak göze çarptılar. Beşiktaş forması giyen Demba Ba ve bu sezon Antalyaspor ile yeni bir maceraya yelken açacak olan Samuel Eto'o ise tam sınırda kaldılar. Belçika'nın son dönemlerde yetiştirdiği en büyük golcü olan Romelu Lukaku ise Jose Mourinho'nun kariyerinde yaptığı en büyük hatalardan biri oldu. Gerek kiralık, gerekse de sonradan bonservisi ile beraber verildiği kulüplerde Lukaku onlarca gol attı ve Portekizli teknik adamı bin pişman etti. Geçtiğimiz sezon takıma katılan Diego Costa ve Loic Remy ise ilk sezonlarında vasatın üzerinde hatta gayet iyi bir performans çizdiler.

Peki geçtiğimiz sezon Manchester Unıted'ta kiralık olarak forma giyen ve bu sezonun başında mavilerle anlaşan Kolombiya'lı Radamel Falcao, Chelsea'de bu sezon nasıl bir performans çizecek? Bekleyip göreceğiz. Bundan 2-3 sene önce Avrupa'nın en kaliteli 3 santrforundan biri olan Falcao, muazzam Porto ve Atletico Madrid kariyerinden sonra Monaco'da başarılı çizgisini nispeten devam ettirdi ama Van Gaal'in Manchester'ında vasat düzeyine bile yaklaşamadı. 17'si ilk 11 olmak üzere toplam 29 maç oynadı ve sadece 4 gol atabildi. Tekrar kariyerinde çıkışa geçmesi gereken Falcao açıkçası şu an bitik vaziyette. Ne morali ne de o eski yırtıcılığından eser yok.

Umarım biz yanılırız da Chelsea, 2012 - 2013 sezonunda A.Madrid'de yan yana oynayan ve toplamda 51 gole imza atan Diego Costa ve Falcao ile gerek Ada'da gerekse de Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olur. Hem o zamanki A.Madrid'de; şimdiki Chelsea'de olduğu gibi kalede Courtois ve savunmada Filipe Luis'de vardı...





















Yukarıdaki listede yer alan 15 futbolcudan 5 tanesinin ülkemizde forma giymesi de ilginç bir istatistik olarak karşımıza çıkıyor...

NOT : Süre alınan dakikalarda 5-10 dakika fark olabilir. O kadar da olsun :)

3 Haziran 2015 Çarşamba

2014 - 2015 Premier Lig Yayın Gelirleri


Premier Lig'de küme düşsen bile muazzam paralar alarak düşüyorsun. Şampiyon olan ise en az 4-5 tane yıldız transfer edecek kadar gelir elde ediyor. Premier Lig, toplamda 1,6 milyar sterlinlik yayın haklarının gelirlerini açıkladı. Buna göre; 2014-2015 sezonunu şampiyon olarak tamamlayan Chelsea ile küme düşen son sıradaki QPR arasındaki yayın gelirleri katsayısı sadece 1,53.

Yayın gelirleri dağılımı ise şu şekilde yapılıyor :

- İngiltere'de yayın gelirlerinin % 50'si tüm takımlara eşit şekilde dağıtılıyor.

- İngiltere'de yayın gelirlerinin % 25'i takımların ligdeki sıralamalarına göre paylaştırılıyor.

- İngiltere'de yayın gelirlerinin kalan % 25'i ise takımların canlı yayınlanan maç sayılarına göre dağıtılıyor. Bu paydan ise 2014-2015 sezonunda tam 27 maçı canlı olarak yayınlanan Manchester United en büyük dilimi alıp karlı çıktı.

- Tüm uluslararası yayın ve merkezi kurumsal gelirler ise bir havuzda toplanıp eşit olarak bütün takımlara dağıtılıyor.

Ligi ilk 4 sırada bitiren Chelsea, Man.City, Arsenal ve Man.Unıted'ın 100'er milyon sterlinlik yayın gelirleri ile önümüzdeki sezon da flaş transferlere imza atacağını düşünmesi bile inanılmaz. Gerçi küme düşen QPR, Burnley ve Hull City'de kazandıkları 65 milyon sterlinle pekala önümüzdeki sezon tekrar Premier Lig hayalini kurabilirler...

Murat Kosova'nın dediği gibi : "İşte Premier Lig bu"

........................................

NOT : Yazının büyük bir kısmı www.premierligturkiye.com sitesinden alıntı taşımaktadır...

8 Mayıs 2015 Cuma

Mourinho ve Diğer İngilizler

Chelsea ile 5.sezonunda gelen 3.şampiyonluk ve kariyerindeki 22.kupa sevinci. Mourinho, Premier Lig'in tartışmasız en iyisi ve en özeli. Hırsı, taktik bilgisi ve futbolculara sağladığı özgüven ile Ada'da sezon sonlarında bileğinin bükülmesi oldukça zor. Her maça aynı ciddiyet ile sahaya çıkan bir teknik adam, büyük - küçük maç seçmeden takımına da bu bilinci sonuna kadar yansıtmış durumda. Misal ülkemizde Slaven Bilic, 2 yıl içerisinde (son G.Saray derbisi hariç) oynadığı 7 derbi maçta henüz galibiyet alamadı ve bu onun en zayıf ve en eleştirilir yönü.

Peki Jose Mourinho'nun derbi performansları nasıl? İngiltere'de 'derbi' kavramı biraz farklıdır. 'Premier Lig'de kalburüstü takımlar kimdir?' diye sorulduğunda akla 6 takım gelir : Chelsea, Manchester Unıted, Manchester City, Arsenal, Liverpool ve Tottenham. "Peki Mourinho, Ada'daki 5 sezonunda bu takımlarla ligde yaptığı toplam 50 maçta nasıl bir performans gösterdi?" Tahmin edebilir misiniz? Sonuç kimleri şaşırtacak bilmiyorum...

Chelsea - Arsenal...

Tamamında Mourinho - Wenger mücadeleleri. 5 sezonda toplam 10 lig maçı ve sonuç; Chelsea lehine 4 galibiyet, 6 beraberlik ve 30 puan üzerinden 18. Yani Arsene Wenger, Mourinho'yu hiçbir zaman ligde yenemedi. Bir anlamda Mou, Wenger'in Arsenal'i karşısında psikolojik üstünlüğü de fazlasıyla ele geçirmiş durumda. Wenger, 'ne yapsam yenemiyorum' düşüncesine saplanmış durumda...

Chelsea - Manchester Unıted...

10 maç; 5 galibiyet, 4 beraberlik ve sadece 1 mağlubiyet. Toplamda alınan 19 puan. Mourinho tek yenilgisini ise 2005-2006 sezonunda Cristiano Ronaldo'nun asist yaptığı maçta Fletcher'ın tek golüyle 1-0 ile aldı. Bu mağlubiyetten önce Chelsea, Mou yönetiminde ligde 40 maçlık yenilmezlik serisi yakalamıştı. Sir Alex Ferguson, Mourinho karşısında 3 sezon rakip olarak çıktığı 6 lig maçında sadece bir kez kazanabildi...

Chelsea - Tottenham...

Mourinho'yu en çok yenen takım, kendisi gibi Londra merkezli Tottenham. Bir tanesini bu sezon oynanan ve efsane bir skorla 5-3 ile kaybeden Jose, diğer yenilgisini de 2006-2007 sezonunda 2-1 ile aldı. 10 lig maçında, Tottenham karşısında 6 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet alarak rakibi karşısında toplamda 20 puan kazandı.

Chelsea - Manchester City

M.City, şüphesiz en çok Mourinho'nun Chelsea'sinden çekti. Jose'nin teknik adam olduğu 5 sezonda Chelsea, M.City karşısında 10 maçta 6 galibiyet, 3 beraberlik ve sadece 1 yenilgi yüzü gördü. Toplamda alınan 21 puan muazzam bir istatistik. Alınan tek mağlubiyette ise Howard Webb ve Anelka'nın imzası vardı. 2004 yılında Mourinho'nun ilk sezonunda rakibini penaltı golü ile yenen City, (aynı zamanda o sezon Chelsea'nin tek mağlubiyetiydi) o zamandan beri Jose'nin takımını alt edemiyor.

Chelsea - Liverpool...

Mourinho'nun belki de Ada'da en üstün olduğu takım Liverpool. 10 maçta 8 galibiyet, 1 beraberlik ve 2006-2007 sezonunda Dirk Kuyt ve Jermaine Pennant'ın golleriyle 2-0 yenildiği tek karşılaşma. Toplamda 5 sezonda alınan tam 25 puan. Mourinho, resmen tecavüz etmiş kırmızılara. Hele bir de Liverpool'un ilk Premier Lig Şampiyonluğu'na (1992'de kuruldu)  en çok yaklaştığı sezon yani geçen sene ligde iddiası olmamasına rağmen hem de Anfield Road'da Gerrard'ın ayağının kaydığı pozisyonda Demba Ba ile bulduğu kritik gol sonrası şampiyonluğu M.City'ye verdikleri maç hala en unutulmaz maçlar arasında hafızalardaki yerini koruyor. 


Toplamda 5 takımla 50 lig maçı 29 galibiyet, 16 beraberlik ve sadece 5 mağlubiyet. Alınan 5 mağlubiyetin tamamı dış sahalarda. Mourinho'yu sahasında yenmek neredeyse imkansız... (Bunu 5 sezonda sadece Sunderland yapabildi geçen sezon)

Belki sivri dilli birisi, belki takımını sıkıcı futbol oynatmakla fazlasıyla eleştiriliyor ama o bir deha ve fazlasıyla zeki. Porto ve İnter'de elde ettiği Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu başarısını ne Real Madrid'de ne de Chelsea ile yakalayamadı ama o kupayı Ada'ya getirmeden Chelsea'dan ayrılacağını sanmıyorum. Chelsea onun adeta ikinci vatanı ve artık onun için Premier Lig Şampiyonluğu sıradanlaştı. Barcelona, Real Madrid ve Bayern Münih'in son yıllarda forse ettiği 1 numaralı kupa birgün Di Matteo'nun elinde olduğu gibi Mourinho'nun da ellerinde değer kazanır düşüncesindeyim. Tabii Messi ve Ronaldo izin verirlerse...

10 Aralık 2014 Çarşamba

Bir Futbol Seyyahı : Nicolas Anelka

Bazı futbolcular vardır, gittikleri hiçbir takımda dikiş tutturamazlar ama yine de taliplileri çoktur. Özünde kaliteli ve yeteneklidirler. Bu özellikleri dahi onları birer futbol seyyahına dönüştürüverir. Kabuğuna sığamazlar. Nerede yüksek bonservis ödeyen varsa; para, marka, prestij dinlemeden büyük - küçük takım ayırt etmeden o ülkeden o ülkeye yol alırlar. Günümüzde bu tanımlara 'cuk' diye oturan bir futbolcu var ki, o da Nicolas Anelka...

2 kıta, 7 ülke değiştiren Anelka'nın sorunlu yaşantısı, saha içindeki değişken ve agresif tavırları her daim futbolunun önüne geçti. Halbuki daha 18 yaşındayken Arsene Wenger tarafından keşfedilen Fransız futbolcu, o sezon 26 maçta attığı 6 golle Arsenal'in Premier Lig Şampiyonluğu'na olumlu bir katkı yaptı. Kendi içinde yaşadığı psikolojik travmalar, antrenmanlardan kaçmaları, gereksiz agresif hareketleri yüzünden Fransa Milli Takımı'ndan dahi bir anlamda uzaklaştırılmak zorunda kaldı. Bir dönem Fenerbahçe'de de forma giyip Süper Lig Şampiyonluğu sevinci yaşayan Anelka, döneminin teknik direktörü Daum ile yaşadığı sorunlarla da her zaman gündemdeki yerini aldı. En istikrarlı macerasını Chelsea ile 4 sezonda yaşayan Anelka, 18 yıllık kariyerinde toplamda 12 takımın formasını giydi. 


Arsenal'den Real Madrid'e imza attığında henüz 20 yaşında olan Anelka, Galacticos ile Şampiyonlar Ligi'ni kazanmış ve bu kapanın kazanılması aşamasında yarı finaldeki 2 Bayern Münih maçında da birer gol atma başarısı göstermişti. Chelsea'de 2008 - 2009 sezonunda gol kralı olan Anelka, en verimli performansını da yine bu kulüple yaşadı. 2013 - 2014 sezonunda kulübü West Bromwich Albion ile Westham Unıted ile oynanan maçta attığı golden sonra Nazi selamı verdiği gerekçesiyle 'ırkçılık' suçuyla 5 maç ceza aldı ve Ada'dan ayrılarak Asya'nın yolunu tuttu. Çin'in Shanghai Shenhua ve son olarak da Hindistan'ın Mumbai City takımlarının formalarını da giydi. 

CV'sine bakıldığında Avrupa'nın 5 büyük futbol ülkesinden biri olan Bundesliga hariç diğerlerinde forma giymesinin yanı sıra; Real Madrid, Arsenal, PSG, Juventus, Manc. City ve Liverpool gibi kalburüstü takımların adını gördüğünüzde aslında hiçte şaşırmıyorsunuz. Çünkü o var olan muazzam yeteneklerinin üzerine sıkılgan karakteri ile baskın olup değişikliği her zaman sevdiği için böylesine bir kariyere imza attı. Zamanın en ünlü ve yetenekli futbolcularıyla forma şansı bulmasına rağmen uslanmadığı, kendini dizginleyemediği için kalıcı olamadı ve adeta bir futbol seyyahına dönüşüverdi.

Futbolu bıraktıktan sonra film endüstrisinde çalışmak istediğini her fırsatta yenileyen asi Fransız, bu düşüncesi ile dahi futbolu fazla sevmediğini, adeta bir 'hobi' kıvamında oynadığını da bizlere fazlasıyla belli ediyor. Futbolu biraz sevse, alışkanlıklarından biraz sıyrılsaydı hala dünyanın en yetenekli santrforlarından biri olarak anılacaktı ama o, bunu asla istemedi.

İşte ele avuca sığmaz Nicolas Anelka'nın futbol seyyahı kariyerinden bazı fotoğraflar :












SON 1 AYDA EN ÇOK OKUNANLAR