yazlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2018 Cumartesi

HİNDİSTAN CEVİZLİ KEK...Hoş Kokulu...Yumuşacık...

Her yıl bahar aylarının gelmesiyle aklımıza düşen ve yaz sıcaklarının başlamasıyla da koşup geldiğimiz yazlık evimizde benim için son derece sıkıcı olan yerleşme sürecinin sonunda nihayet komşularla günlük olağan görüşmelerimiz başladı. Site içinde, kumsalda, denizde, çarşı-pazarda, akşam yürüyüşlerinde karşılaştıkça birbirimizden haberdar oluyoruz. Bu karşılaşmalarımız sırasında hal hatır sorar, birbirimizi kahve veya çay içmeye davet ederiz.


Çaylı, kahveli balkon sefalarını hepimiz severiz ama arkadaşlarla önceliğimiz bütün kış iple çektiğimiz deniz sefalarıdır. Ne yapacaksak programımızı deniz saatlerine göre ayarlarız. Denizde günlük en az bir-birbuçuk saatlik yüzme seansları ve sonrasında güneşlenmenin ardından ancak bir program yaparız. Bu konuda hiç bir arkadaşım taviz vermez. Ancak, program yapmamızı her ne kadar deniz belirliyormuş gibi göstermiş olsam da esas belirleyici yatılı misafirlerdir.

23 Temmuz 2015 Perşembe

KULAK VERMEK...Değer Vermektir.

Yazlıkta yıllardır kullandığım bir bisikletim var. Her yaz başı mutlaka bisikletçinin kontrolünden geçer. Ön tarafında da bir sepeti vardır. Bu sepete sadece bir deniz havlusu koyduğum da olur beş kilo manav alışverişi yüklediğimde. Geçtiğimiz yıl yaz ortasıydı galiba bisikleti sürerken ön taraftan gıcırtılı, tıkırtılı bir takım sesler kulağıma geliyordu ama bisikletle işim bitince aklımdan çıkıveriyordu. 



Bu şekilde epey bir süre geçti. Bir gün yine bisikletime binmek üzere deniz havlumu sepete koymak isterken bir de ne göreyim; sepet bir yana kaykılmış, somunları düşmüş, bir tanesinin de cıvatası sallanmıyor mu! Günlerdir duyduğum gıcırtıların sebebi de böylece anlaşılmış oldu tabii. Anlaşılmış oldu ama gevşeyen somunları sadece sıkıştırmak yetecekken, seslere kulak vermediğim için bisikletimle önünde sallanan sepet eşliğinde bisikletçinin yolunu tuttuk.

5 Temmuz 2014 Cumartesi

YAZLIK EV... Her Nimet Bir Külfet Karşılığıdır!

İkinci ev diye de tanımlanan Yazlık Evler, yaz mevsimi boyunca ailece ikamet edilecek, gerekirse yatılı misafir ağırlanacak bahçeli, verandalı veya teraslı, yeşillikler, çiçekler içinde ferah evlerdir. İnsanlar, dinlenmek için şehir dışında, tabiatla içiçe olabilecekleri, hayatın daha yavaş aktığı, sessizliğin hakim olduğu yerlerde bir ev alıp, başlarını dinlemek isterler.


Yazlık ev sahibi olmak son zamanlarda yaygınlaşmış olabilir ama aslında bu kültürün tarihi çok eskilere dayanır. Memleketimizin her yerinde yaz evleri kullanılmıştır. Bugün yaz tatili için gidilen Akdeniz sahillerinin yerli halkı, yaz mevsimini yayladaki evlerinde geçirirlerdi. İstanbul'daki yazlık ev kültürü de çok eskilere dayanır. İstanbul şehri esas itibarıyla -Tarihi Yarımada- denilen Sultanahmet, Beyazıt, Fatih, Eminönü ile -Galata- denilen Karaköy ile -Pera- denilen Beyoğlu, Taksim ve Şişli'ye kadar olan bölgeden ibaretti. Bu semtlerde yaşayan aileler, yaz aylarının gelmesi ile birlikte Boğaz kıyılarında, Çamlıca tepelerinde, Bostancı, Moda, Maltepe sahilleri ile Göztepe'de bulunan yazlık köşk, kasır, yalı veya konaklarına göç ederlerdi.

4 Haziran 2014 Çarşamba

LEYLA'NIN EVİ... ZÜLFÜ LİVANELİ...

Her yıl olduğu gibi bu yıl da adetim olduğu üzre, yazlığa giderken yeni kitaplar satın almanın zamanı geldi. Uzun yaz günlerinde, evin serin bir köşesinde dinlenmeye çekildiğim saatlerde kitap okumak en sevdiğim şey. Eski yıllarda, deniz kenarında kumda okumak için kitap seçerdim. Böyle olunca, az sayfalı, eğlenceli veya en azından beni derin düşüncelere sevketmeyecek kitaplara yönelirdim. O günlerden kalma abuk-sabuk bir kaç kitap hâlâ durur.


Bu yıl, bildiğim tanıdığım yazarlardan seçtiğim kitapların yanısıra kalemini hiç bilmediğim ama merak ettiğim yabancı birkaç yazarı da listeme ekledim. Eskiden yazlığa göç hazırlığından fırsat bulamadığım için son güne kaldığı olurdu bu kitap alış verişlerimin. Ama artık öylemi ya! Evimde, bilgisayarımın başında kitaplarımı seçtim, sepete attım ve siparişimi verdim. İki gün sonra kitap paketi elimdeydi.

14 Şubat 2014 Cuma

DENİZ VE KUM...Ebedi Aşıklar...Şahitleri Martılar!

Yaz mevsimini geçirdiğimiz tatil beldesi her yıl olduğu gibi Eylül'ün başlarından itibaren yine tenhalaştı. Okulların açılışına hazırlanmak için aileler birer ikişer şehre döndüler. Sabah yürüyüşlerinde arabalarını yükleyen ailelerle vedalaştık. Bazı yıllar Eylül'de yazdan kalma günler yaşanır. Güneş gökyüzünde pırıl pırıl parlar ve yumuşacık ısıtır. Gün ortasında güneş tam tepede iken çekinmeden denize girilir, kumda şemsiye aranmaz. Böyle olunca da kavurucu yaz sıcaklarından sonra Eylül'de havanın açık olması, son günleri değerlendirmek bakımından hepimizin temennisidir.



Bazı yıllar ise Ağustos'un son günü hava birden bozar, gökyüzü koyu gri bulutlarla kaplanır, sert bir rüzgar çıkar adeta yerle gök birleşir ve gece sabaha kadar büyük gürültülerle gökler yarılır, yağmur kovalardan boşalır gibi yağar. Ertesi gün uyandığımızda yaz mevsiminin bir gecede bittiğine şahit oluruz. 

4 Eylül 2013 Çarşamba

KUDRET NARI...Yara ve Yanıkların İlacı...

Yıllar önce bir yaz mevsiminde yazlık evimizde ufak bir yanık canımı acıtmıştı da olaya tesadüfen şahit olan komşumuz beklememizi söyleyerek koşup gitmişti. Dönüp geldiğinde elinde küçük bir kavanoz tutuyordu. Beraberinde getirdiği ucu pamuklu çubuğu kavanozun içine batırarak renksiz, koyu kıvamlı bir sıvıyı kolumdaki yanığın üzerine bolca sürdü. Ertesi günü bir daha sürdükten sonra yanığın yerini ara ki bulasın.


Kudret Narı'nın olgunluk hali
Bu yaz başında, aynı komşunun evinin önünde ayaküstü hal-hatır sorarken bahçe kapısının üzerindeki Mor Salkım'ın içinde kaybolmuş bir sarmaşık bitkiyi işaret ederek "Kudret Narı" dedi. 

25 Mart 2013 Pazartesi

KAKAOLU PUDİNG...Çikolata Tadında!

Televizyon reklamlarında göklere çıkartılan Kakaolu Puding'i tatlı olarak hiç düşünmemişimdir. Puding dediğin nedir ki; çocukların bile gayet kolaylıkla pişirebildiği, toz halinde poşette satılan ve süt ile karıştırılarak pişirilen hazır bir tatlı. Bizim coğrafyamıza ait bir tatlı olmadığı gibi memleketimizin şahane tatlıları yanında bence esamesi bile okunmaz. Belki sütlü tatlılar kategorisinde değerlendirilebilirse de bizim evde sütlü tatlı olarak akla ilk gelen sütlaç olduğu için pudingin hiç şansı olmadı. 



İyi bir sütle, iri taneli -baldo- pirinç ve şeker üçlüsünün beraberliğinden doğan sütlaç, ağır hamur tatlılarını yiyemeyenler için ve de bilhassa sıcak yaz günlerinde buzdolabında soğutularak, serinletici ve ağız tatlılığı için misafir ikramı olarak gayet uygun ve yeterli gelirdi. Ta ki; yazlık komşum elinde bir kaseyle çıkıp, gelene kadar.

18 Şubat 2013 Pazartesi

ARNAVUT Ciğeri mi? EDİRNE Tava Ciğeri mi?

Memleketimizin diğer illerinde durum nasıldır bilemem ama bir İstanbul'lu aile olarak Arnavut Ciğeri, -biz kardeşler daha çocukken- soframızda sıkça yer alırdı. Evimizde, ciğerin pişirilmesine son derece önem verilir. Ciğer, yağda fazla tutulmaz, üç-dört kere çevirip süzgeçle kağıt havlu üzerine alınır. Bu suretle yağda az kalan ciğer sertleşmez, yumuşacık olur. Yanında -üzerine kalan kızartma yağından azıcık dökülmüş- bol maydanozlu soğan ile servis yapılır. 



     Edirne Tava Ciğeri, yanında yağda çevrilmiş kurutulmuş acı biber ve isteğe bağlı
olarak tava yoğurdu ile servis edilir. 

Çocukların beyin gelişimlerinde önemli bir besin olduğunu bildiğim ciğerin ileri yaşlarda tüketilmesi tavsiye edilmediğinden ciğer tüketimimiz azalmış, kışları 2-3 kereyi geçmiyordu. Ta ki; yaz aylarını Edirne'nin ilçesi Keşan'ın sahil şeridinde geçirmeye başladığımızdan beri. 

26 Ağustos 2012 Pazar

KÜÇÜK GARİP BİR BAHÇENİN HİKAYESİ...

Uzun yıllardır kullandığımız yaz evinin önündeki küçücük bahçeyi bir türlü istediğimiz gibi tanzim edemedik. Aslında, görenleri imrendirecek bir bahçeye sahip olamayacağımız yıllar öncesinden belli olmuştu.



Çünkü, evimize yaz başında geldiğimizde çiçek dikim mevsimi çoktan geçmiş oluyor. İlkbaharda, Mart-Nisan aylarında gelip bahçe bakımlarını yapmış olan komşularımızın çiçeklerle donanmış bahçelerine bakıp bakıp iç geçirmekten başka elimizden bir şey gelmiyordu. Onların tavrı da maalesef, "çalış seninde olur" 
acımasızlığında idi. 



O saatten sonra bizim yapacağımız, çiçekçiden seçtiğimiz çeşitli çiçek fidelerini saksılara dikmek, yani çiçekli bahçe özlemini verandada duvar üstüne yerleştirdiğimiz saksılardaki çiçeklerle gidermekti.




Aslında ilk yıl, bir kaç gül fidesi dikmiştik. Ve bir kaç yıl tüm bilgisizliğimize rağmen gülleri yaşatmayı da başarmıştık. Güller bizi, biz gülleri sevdik ama bizim gülleri başkaları da sevmiş olmalı ki, güllerimiz birer ikişer eksildiler.





Bu arada, zaten iki karış olan bahçede üç tane ağacımız var. Biri dallarının uçlarında pembe pembe çiçekleri olan başka bahçelerden imrenip de diktirdiğim Oya Ağacı isimli fazla büyümeyen süs ağacımız, diğer ikisi ise davetsiz misafir erik ağaçları. Baktık ki bahçeyi bir düzene sokamıyoruz bari meyve ağacı yetişsin de istifade edelim diyerek Allah ne verdiyse kiraz, şeftali, kayısı çekirdeklerini bahçeye atar olmuştuk. 



Gel zaman, git zaman bir gün bahçemizde ince bir gövde boy verdi. Ellemedik. Her sene geldiğimizde biraz daha boylandığını ve gövdesinin de kalınlaştığını görüyorduk. Aynı şekilde bir ince gövde daha kendine yer bulmuştu bahçemizde. Onlar için yapacağımız herhangi bir şey yoktu. Gerçekten yok muydu? hiç bilmiyorum. "Saldım çayıra, Mevlam kayıra" bizim dünkü fidanlar kocaman ağaç oldular. 



Ağaçlar dallanıp, budaklandıkça da minik bahçemizin üzerinde koruyucu kalkan gibi güneşi, havayı engellediler. Bahçeyi çiçeklendirme umudumuz hepten yok oldu. Hiçbir şey yapamıyorsak, çim de mi yapamayız? deyip, bahçemizi bir güzel çimlendirdik. İlk bir kaç yıl bahçemiz -Allah için!- çok şık bir bahçe oldu ama ilgi ve alaka yeterince olmayınca, ağaçların gölgelediği yerlerde kellikler oluştu.




Ben artık bahçeyle uğraşmaktan, onunla ilgili hayaller kurmaktan ve onun için endişelenmekten vazgeçtim. Bundan böyle bütün yaptığım, güneş çekildikten sonra hortumla su vermek.


Adım Hıdır, elimden gelen budur!!!  








5 Ağustos 2012 Pazar

Bir ÇOCUK Bir KARPUZCU Bir de BEN...

Tiz bir çocuk sesiyle irkildim. Avazı çıktığı kadar uzata uzata "karpuz" diye bağırıyordu. Gazetemden başımı kaldırıp baktığımda, kasasında karpuz yüklü bir traktör, karpuzların yanında güneşten kararmış çelimsiz bir oğlan çocuğu ağır ağır evimizin önünden geçiyorlar. Çok sıcak olacağı şimdiden belli bir günün sabahından öğlene sarkan saatleriydi. 



Kütür-kütür, kan kırmızı, buz gibi soğutulmuş, şeker gibi bir karpuzun hayalini kurmuyor da değildim. Bunun için kaç saattir gözüm gazetemde, kulaklarım satıcıların sesinde hem gazete okumaya çalışıyor hem de yerli karpuz satıcısını bekliyordum. 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...