Yağmur, sekiz buçuktan dokuz denilebilecek bir yaşa geldi. İlkokul dördüncü sınıfa geçti. Altı yaşından beri hayatında bir kardeşi var.
Damla; iki buçuk yaşında. Bildiğin evde dolaşan sevimli bir cadı. Ablasından rol çalıyor. Biri omzuma geldi, biri diz boyumu ancak geçti. Yağmur kucağa sığmıyor, ne öptürüyor, ne sevdiriyor. Damla desen tam tersi kucak delisi, öp, kokla, gıdıkla, dokun bayılıyor. Hal bu olunca bir kıskançlık, bir çekişme, bir senin annen, benim babam kavgaları. İki buçuk yaşındaki sendromlu bebeğe göre her şey onun zaten. Tamam her canlının da küçüğü tatlı, sevimli oluyor da... Ben Yağmur'u özledim be Damla.
Azcık dur!
Anne-büyük kız arasına girme. Bırak tavla oynayalım, at sevelim, dışarı çıkalım, alışveriş yapıp, film izleyelim, çekirdek çitleyip, masum sırlarına sırdaş olayım. Sen büyürken ablanında büyümesini kaçırmak istemiyorum. Ablan benimle ya da babanla konuşurken araya girip çözülmez dilinle bir şeyler anlatıp, rol çalma. Hem ablanın anlattıkları yarım kalıyor hem -yarım, yarım- konuşmalarına dayanamayıp üstüne çullanıyoruz senin. Bu yaptığın hiç adil değil.
Ablan benim ilk göz ağrım, ilk canım, doyulmaz kızım.
Sen az geri dur babanın kızı ol, ben ablanla ilgileneyim. Misal yarın anne-(büyük) kız günü ilan ettim ben. Sen babanla evde kalıp babanın babalar gününü kutla. Her türlü şaklabanlığa açıktır kendisi.
Mutlu babalar gününe...